Düşüş

4 dk

Olimpiyat madalyası olmayan iki atlet, nasıl oldu da oyunlar tarihine adlarını yazdırdı?

Mary Decker ve Zola Budd. Bu iki isim, hiçbir zaman atletizm tarihindeki unutulmaz rekabetlerden birinin özneleri olarak anılmadı. Zira rekabet, mücadele demekti ve birkaç yarıştan fazlasında görülse iyi olabilirdi. Onların senaryosundaki eksik buydu. 1984’te bir gün, dünyanın gözü önüne çıkmışlar ve Budd’ın söylediğine göre “O anlar, herkesin hayatını değiştirmişti.”

Gerçekten de öyleydi. 1984 Los Angeles, iki atletin yolunu yeniden çiziyordu. Kariyerlerinde olimpiyat madalyası olmayan ikili, bu başarıya ulaşan birçoklarının aksine unutulmayacaktı. Peki, her şey bir çelmeyle mi başlamıştı?

Isınma

Aslında pek sayılmaz. Mary Decker, örgülü saçları, ufak tefek yapısı ve sempatik tavırlarıyla çoktan ABD’nin sevgilisi olmuştu. Bundan öte, daha 14’ündeyken her şeyi kazanmaya başladı. Özellikle yaş haddi nedeniyle ıskaladığı 1972 Münih Olimpiyatı sonrasında çıkıştaydı. Ancak karakteri, pistteki Mary kadar güçlü sayılmazdı.

Minsk’te düzenlenen bir 4x100 bayrak yarışında, rakibi ona arkasından kural dışı bir müdahale yapmış ancak sakin kalması gereken Decker, batonunu rakibinin kafasına geçirmişti. Sinirlerine pek de hakim olamadığı kariyerinde, işin içine sakatlıklar da girince iyice zorlanmaya başladı. O dönemki çalıştırıcısı Dick Brown, “Dizlerinin üzerinden bakacak olursak ülkenin en iyi koşucusu” diyordu, “Ama dizlerinin altı tamamen yaralı...”

1976 Montreal bu sakatlıklar, 1980 de boykot nedeniyle kaçtı. 1984’te ise Zola Budd vardı. Güney Afrikalı bu kız, 5 bin metrede ona yakın dereceler çıkarıyor ancak ülkesindeki Apartheid rejimi dolayısıyla yarışmalara katılamayacak gibi duruyordu. Şimdilik tehlike yoktu. Ancak yarış tarihi yaklaşmışken basın fırtınası koptu. Olimpiyat oyunlarında Büyük Britanya bayrağı altında koşma ihtimali doğan atlet için kampanya vardı. Daily Mail, “Britanya’yı tüm kalbimle temsil ederim” açıklamalarını sayfalarından eksik etmiyor, herkes bu furyayı takip ediyordu. Hızlandırılmış bir süreçle Budd, Britanyalı oldu ve Los Angeles’ta Decker’ın karşısına çıktı.

Yarış

İkili sürekli karşılaştırılıyordu. Bu durum, zamanla Decker’ın sinirini bozmuş, “Artık ismimi onunkiyle aynı paragraflarda görmekten bıktım” şeklinde isyan etmişti. Cevabını pistte verecekti ama olmadı.

Olimpiyat tarihindeki ilk 3 bin metre altını için koşarlarken bir anda Decker düştü. En büyük favori oydu ama gözyaşları içerisinde yerde kalmıştı. Çıplak ayaklarıyla pistte olan Zola Budd’ın, düşüşünden hemen önce kendisine bir teması vardı ve ev sahibi seyirciler şimdi onu yuhalıyordu. Bir noktadan sonra Budd’ın da sinirleri boşaldı. İkisi de podyumun dışındaydı. Erkek arkadaşı Decker’ı yerden kaldırıyor, basın toplantıları silsilesi başlıyordu.

Finiş

Budd yarış sonrasında hemen özür dilemiş ama Decker’ın ilk tepkisi “Umrumda değil” olmuştu. Yıllar sonra hatasını kabulleneceği sürecin başında, koçlarını protestoya zorluyordu. Yarışa arkada devam eden o olduğundan, hakemler Budd’ı haklı buldu. İlk basın toplantısında Decker, “Herkes onun suçlu olduğunu biliyor değil mi?” dedikten sonra gözyaşlarına boğulmuş ve yine sevgilisinin kucağında oradan ayrılmıştı. Sonraları tüm Amerikalı gazeteciler, o toplantıda daha fazlasını söyleyebilse daha iyi olacağında birleşmişti. Bunu yapsa bile, en fazla imajı kurtulurdu. Madalyayı geri getirmenin yolu yoktu.

Yaş sınırı, sakatlık, boykot ve düşüş. Justin Gatlin’in de koçu olan Brooks Johnson’ın ‘hareket eden senfoni’ olarak tanımladığı, Amerikan atletizminin büyük umudu Decker kariyerini eksik tamamlamıştı. Budd ise başka bir renkti. Sonraları ölüm tehditleri sebebiyle Güney Afrika’ya döndü, birkaç uluslararası yarışa daha katılsa da ondan beklenen farklıydı. Her şey bir çelmeyle başlamamıştı. Belki ortada bir çelme bile yoktu ama ikili hep o günle hatırlandı.

O gün kim mi kazanmıştı? Rumen atlet Maricica Puica finiş çizgisine ilk ulaşandı, yazmış olalım. Nasıl olsa tekrar unutacağız...

Socrates Dergi