Gölgede ve Güneşte

4 dk

Katar 2022 yaklaşırken hazırladığımız Dünya Kupası özel sayımızın girişinde Caner Eler’in kaleminden 1982 Brezilya takımının unutulmaz kaptanı Socrates yer alıyor.

"Güzellik önce gelir, zafer onu takip eder. Asıl mühim olan ise hazdır." -Socrates de Souza Vieira de Oliveira

"Benim için futbol her toplumun kendine has kimliğini yansıtan, farklılığını anlatan bir oyundur. Bana nasıl oynadığını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim." -Eduardo Galeano

Geçen ay France Football dergisinin düzenlediği Ballon d'Or ödül töreninde Socrates adını taşıyan yeni bir ödül açıkladılar. Bu yıl ilk kez verilen ödülü Bayern Münih futbolcusu Senegalli Sadio Mane aldı. Ödül, insanlığa değer katan, insani dayanışma ve yardım çabalarında bulunan futbolculara verilecekmiş. Aslında tam da ismiyle müsemma bir ödül. Zira ödüle olduğu gibi dergimize de ismini veren Socrates'in öyküsünün temelinde Mane'nin taşıdığı insani değerler yer tutuyor.

2011'de kaybettiğimiz Socrates Brasileiro Sampaio de Souza Vieira de Oliveira'nın onu o yıllarda canlı izlemiş izlememiş nesiller üzerinde bıraktığı bir iz var. Uzun boyuyla sahada âdeta albatros gibi süzülen, çok etkileyici zarif bir stile sahip, güzel futbol idealisti ve virtüöz bir futbol sanatçısıydı. Bunun yanı sıra babasının ona felsefe merakından dolayı ismini verdiği ünlü Yunan düşünürün ruhunu yansıtırcasına; yaşadığı ülkenin ve dünyanın meselelerine kafa yoran, çevresinde olan bitene duyarlı ve bunları dile getiren biri, bir aktivistti. Sahada konuştuğu kadar saha dışında yaşanan olaylar hakkında da konuşmaktan çekinmeyen, düşünen, kafa yoran bir sporcu olduğu için biz de dergiye ismini vermiştik.

Akademisyen ve Güney Amerika siyaset tarihi uzmanı Esra Akgemci'nin belirttiği gibi Brezilya'da futbol uzun yıllar boyunca sadece diktatörlerin gücünü pekiştirmeye yarayan bir araç mahiyetinde kalmadı, aynı zamanda diktatörlüğe karşı verilen demokrasi mücadelesinin de zemini oldu. Socrates de futbolu muhalif bir eksende politikleştirmeyi başardı. Socrates'e göre güzel futbol oynanması, futbol kültürünün demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi bir ortamda gelişmesine bağlıydı. Bunun için futbolcu arkadaşlarıyla birlikte 'Corinthians Demokrasisi' adını verdiği sosyalist bir hareket örgütlemişti. 1982 Dünya Kupası'nda Socrates'in kaptanı olduğu Brezilya Milli Takımı kazanamadan gönülleri en çok fetheden takım olarak anıldı. O takım, kupayı alamamış olsa da bir ideal olarak futbol sanatını (futebol arte) yaşatan bir efsaneye dönüştü. Socrates'in bıraktığı esas miras ise en temelinde, kendi ifadesiyle "Dünyayı ve hayatı ayrımcı olmayan, özgürlükçü gözlerle görme biçimi" idi, ona göre Brezilyalı olmanın anlamı bu olmalıydı.

O kupanın üzerinden tam 40 yıl geçti. 1980 doğumluyum ve aslında izleyip ilk hatırladığım kupa 1986'da da yine Socrates'in de yer aldığı Brezilya kadrosu bu kez çeyrek finalde dramatik penaltılarla Fransa'ya elenmişti. Buna rağmen Socrates, Dünya Kupası tarihinin kahramanlarından birine dönüşebilmişti. İtalya 1990 ise çocukluğumda futbola olan aşkımı pekiştiren kupa olmuştu. Dünya Kupası o dönemde hep büyük anlamlara sahipti. Futbolun zirve noktasıydı. Belki belli açılardan hâlâ öyle, kupa başladığında yine herkes kupayı konuşmaya başlıyor ama futbol dünyasındaki yerinde ve anlamında sapmalar olduğu da aşikâr. Yani dört yılda bir büyük özlemle beklediğimiz kupanın bu yıl sadece takvimdeki yeri değişmedi.

Şimdi çok uzaklarda adını taşıyan bir derginin 92. sayısında, Dünya Kupası özel sayısının giriş yazısında onu ve düşüncelerini yüz bininci kez size aktarmaya çalışıyoruz. Bu satırlar elbette yetmeyecek. Ama bıraktığı mirası pusula olarak belirlersek, yaşasa muhtemelen Katar 2022 Dünya Kupası'na giden yoldan pek mutlu olmayacak ve sesini çıkaracaktı. Jair Bolsonaro'ya karşı çıkaracağı gibi. Katar 2022 Dünya Kupası'nın çevresindeki sorunlar ve rahatsızlıklar yumağının karanlığında biz yine de bu sayıda futbolun güzelliğinin peşinden gitmeye çalıştık. Elbette saha içini çevreleyen o gölgeler dünyasına ışık tutmaya çalışırken, saha içinin dinamiklerini de ihmal etmedik.

Bizi romantik, nostalji tutkunu ya da sosyal adalet savaşçısı gibi etiketlerle yaftalayıp kolaya kaçabilirsiniz, pek tabii ki sayfalarda romantikleştiğimiz yerler de oldu ama acımasız gerçekçi yaklaşımda bulunduğumuz yerler de... "Romantikleşmek niye bu kadar kötü olsun zaten" deyip sözü bu noktada edebiyat tarihinin en büyük futbol dilencisi, yazar Eduardo Galeano'ya getirip, sizleri onun muhteşem eseri Gölgede ve Güneşte Futbol'dan bazı satırlarla bu sayfadan uğurlamak istiyorum:

"Futbolun öyküsü, zevkten zorunluluğa uzanan hüzünlü bir öyküdür. Spor bir sanayi dalına dönüştüğü oranda, iş olsun diye oynandığı zamanki güzelliğinden bir şeyler kaybetmiştir. Yüzyılın sonlarını yaşadığımız bu günlerde futbol, işe yaramaz her öğeyi reddetmektedir; kâr getirmeyen her öğe de 'işe yaramaz' olarak kabul edilmektedir. Çocukların balonla ya da kedinin yün yumağıyla oynaması gibi, yetişkin bir insanı bir an için çocuk kılan davranışlar kimseyi ilgilendirmiyor artık. (...) Oyun, oyuncusu az, izleyeni çok bir gösteriye dönüştü. Bu artık seyirlik bir futbol. Bu gösteri, günümüzün en kârlı gösterilerinden biri ve artık oynanması için değil, oynanmasının engellenmesi için düzenleniyor. Profesyonel sporun teknokratları, futbolu sırf sürate ve güce dayalı, mutluluğa boş vermiş, fantezinin gelişemediği, cüretin yasaklandığı bir spor dalı haline getirdiler. Bereket çok ender de olsa hâlâ sahalarda kuralların dışına çıkarak, sırf bedensel bir zevk uğruna, yasaklanmış özgürlük serüvenine atılan, rakip takımı, hakemi ve tribünlerdeki şahlandıran bir yüzsüz çıkıyor."

Bu sayı; Socrates'in hatırasına ithafen bu tip "yüzsüzler" ve onları sevmekten vazgeçmeyenler için...

Socrates Dergi