socratesXreflect_alt

Konfor Alanı

14 dk

Halkbank, Top Volley Cisterna, milli takım ve bitmeyen hedefler. 20 yaşında büyük bir cesaret örneği göstererek İtalya yolcusu olan Efe Bayram ile geçmişi, bugünü ve geleceği konuştuk.

Konfor alanından çıkmak, her meydan okumayı göğüslemek ve bunu henüz 20 yaşındayken yapacak cesareti göstermek… Altyapısında uzun yıllar geçirdiği kulübü Halkbank ile unutulmaz bir sezonu geride bırakan Efe Bayram, bu sezonun başında Top Volley Cisterna'ya transfer olarak İtalya'nın yolunu tuttu. Genç voleybolcudan spora başlama hikâyesini, geçen sezon Halkbank'la geçirdiği sezonu, İtalya günlerini, konfor alanının dışına çıkmayı ve asla bitmeyecek hedeflerini dinledik.

20 yaşında yurtdışına çıkmak, üstelik dünyanın en iyi liglerinden birine gitme cesareti göstermek… İtalya'daki günleriniz nasıl geçiyor?

Açıkçası buradaki ilk günlerimde zorlandım çünkü tahmin edersiniz ki konfor alanınızdan çıkıyorsunuz. Bu zamana kadar hep ailemle, arkadaşlarımla birlikteydim; şu an ilk defa onlardan ayrıyım. "Ayrı olmak" dediğimiz şey de gerçekten ayrı olmak yani. Yaklaşık iki bin kilometre var aramızda. O yüzden başlarda adaptasyon konusunda biraz zorlandım; yeni bir hayat, farklı bir kültür…

En büyük şansım takımım oldu. Takım arkadaşlarım ve yöneticilerimiz beni harika karşıladılar. Çok sıcak davrandılar, sürekli benim sosyalleşmemi sağlayabilecek etkinlikler düzenlediler. O yüzden bahsettiğim o zorlu süreç yaklaşık bir ay kadar sürdü. Takıma adapte olmakta hiç sıkıntı yaşamadım. Sadece farklı, alışılmışın dışında bir hayat vardı benim için. Tek başına yaşıyorsun, kendi yemeğini kendin yapıyorsun, tüm sorumlulukları kendin alıyorsun. O durum biraz zorlamıştı ama şu an iyi durumdayım. Keyfim gayet yerinde.

Bu adaptasyon sürecinde takımın çok iyi gitmesinin de payı vardır mutlaka. Sezon başlangıcına ve ligin voleybol atmosferine dair neler söylersiniz?

Mesela buraya gelmeden önce Adis'le (Lagumdzija) konuştuğumda bana "İtalya'da iyi takım, orta takım, kötü takım gibi bir şey yok. Bunu unut. Burada herkes herkesi yenebilecek düzeyde" demişti. Hep bunları konuşuyorduk. Geldiğim ilk günden beri antrenman kalitesinin çok ayrı bir seviyede olduğunu gördüm. Çok güzel bir takımımız olduğunu düşünüyorum çünkü daha çok gençlerden oluşan ve bir şeyleri beraber başarmak isteyen bir ekibiz. Bir süper yıldızımız yok ama çok iyi bir takım oyunu var ortada.

Bence burası, herkesin tecrübe etmesi gereken bir lig. Herkes kariyerinin bir döneminde bunu yapmalı. Özellikle benim gibi genç oyuncuların bu tarz kararlar alarak konfor alanlarından çıkması, bunu bir meydan okuma olarak görmesi gerekiyor. Burası tecrübe açısından çok büyük kazanç, farklı bir kültür… Bunlar, bir sporcunun kendisini geliştirebilmesi için çok önemli çünkü işler bununla bitmeyecek. Benim hedefim de İtalya'da daha üst sıralarda olan takımlara gitmek ama her şey adım adım.

Bu ayın başında Modena'yla oynadığınız maçta Adis'le de karşı karşıya geldiniz. Nasıl hissettirdi onunla karşı karşıya gelmek? Maçtan sonra beraber fotoğraf da çekilmiştiniz.

Adis'le Türkiye'deyken de karşı karşıya geliyorduk. O Arkas'ta veya Galatasaray'da oynarken maçlara çıkıyorduk, maçlardan önce muhabbet ediyorduk ama bu seferki çok farklıydı. Maçtan bir gün önce Modena'ya gittik, Adis'i aradım; "Biz şu oteldeyiz. İstersen gel bir kahve içelim" dedim. Sağ olsun, o da geldi. Oturduk, kahve içtik. İki-üç ay aradan sonra biriyle oturup Türkçe konuşmak bana da çok iyi geldi.

"Öyle bir atmosferde, onunla karşılıklı oynamak çok farklı bir gururdu. Hem benim için hem Adis için hem de Türk voleybolu için farklı bir geceydi."

"Öyle bir atmosferde, onunla karşılıklı oynamak çok farklı bir gururdu. Hem benim için hem Adis için hem de Türk voleybolu için farklı bir geceydi."

İtalya'da karşı karşıya gelmek de çok farklı bir duyguydu. Adis'in oynadığı Modena'yı hepimiz biliyoruz zaten. Dünyanın en iyi voleybol kültürüne sahip takımlarından biri. Öyle bir atmosferde, onunla karşılıklı oynamak çok farklı bir gururdu. Hem benim için hem Adis için hem de Türk voleybolu için farklı bir geceydi.

En başa dönecek olursak, futbolcu bir babanın oğlusunuz. Voleybola başlamak nasıl bir seçimdi sizin için? O süreç nasıl gelişmişti?

Bu soruyu çok alıyorum. Hatta bazen "Neden futbola devam etmedin?" gibi sorular da geliyor. Beş-altı yaşlarındayken ben de herkes gibi futbolla yatıp kalkıyordum. Babam futbolu Fethiyespor'dayken bıraktı. Sonrasında ise orada antrenör olarak devam eti. Ben de o yıllarda kulübün altyapısına girmiştim. İyi olduğumu söylüyorlardı ama babam, oradaki görevini bırakınca Ankara'ya taşındık...

Yeni okulumda Levent Topuz adında bir beden eğitimi öğretmenim vardı. Bugün buradaysam baş sebep odur. Orada bütün arkadaşlarım voleybol oynuyordu, teneffüslerde bile… Zaten çok da iyi bir okul takımı vardı. Aslında benim de ilgimi çekiyordu ama yine de "Yok ya, ben futbolcu olacağım. Benim babam da futbolcuydu zaten" kafasındaydım. Sonra bir gün beden eğitimi öğretmenimiz gelip "Senin fiziksel özelliklerin iyi. Gel, voleybolu bir dene" dedi. Bir yandan "Hayır" demek istiyorum ama diğer yandan da bütün arkadaşlarım voleybol oynadığı için gitmek istiyorum. İki-üç gün sonra bana bir forma verdiler, "Bundan sonra okul takımındasın. Maça çıkacaksın" dediler. Öyle başladım işte.

Daha sonra altyapıdayken smaçör ile pasör pozisyonları arasında gidip geldiğiniz bir dönem oluyor.

Bir gün antrenörümüz Aytuğ Abi (Pehlivan) gelip "Senin parmakların çok iyi. İkinci pasın da çok iyi. Ben senin pasör olmanı istiyorum" dedi. Ben "Abi güzel sözlerin için çok teşekkür ederim ama ben pasör olmak istemiyorum" deyince "Ya, yine de antrenmanlardan sonra biraz çalışalım" filan diye cevap verdi. Öyle olunca ben de herhalde smaçör olarak kalacağım ama antrenmanlardan sonra biraz da pasör antrenmanı yapacağım diye düşündüm. Sonra başladık...

Antrenman bitiyor, herkes gidiyor; ben yarım saat çembere pas atıyorum. Bir süre geçti üstünden, antrenmanlardan önce de atmaya başladım. Sonra bir süre daha geçti, smaçör olarak başlayacağımı düşünürken bir anda "Efe, pasör başlıyorsun" denilmeye başladı.

Bu arada annem de eski voleybolcudur. En üst seviyeye çıkamadı belki ama 1. Lig'de oynamışlığı var. Bir gün eve geldim, akşam yemeğindeyiz; "Anne, ben artık voleybol oynamak istemiyorum" dedim. Çünkü oyuna sevgim azalmaya başlamıştı, pasör olmak istemiyordum. Babam da antrenör ya; o kafayla yaklaşıp "Senin antrenörün senden bunu istiyorsa oynamak zorundasın!" diye karşılık verdi. Yaşım çok küçüktü, üstüne bir de babamdan böyle bir tepki gelince iyice sinirlenmiştim. "Babam bana bunu nasıl der? Beni önemsemiyor mu?" diye düşünüyordum. Hemen anneme sığındım, "Ben voleybolu bırakacağım. Oynamak istemiyorum, antrenman yapmak istemiyorum" dedim.

Hiç unutmam, bir gün annem Aytuğ Abi'yle konuşmaya geldi. "Benim oğlum dünyanın en iyi pasörü olabilir ama sevmediği bir işi yapacaksa onun dünyanın en iyi pasörü olmasını istemem" demiş hocaya. Voleybolu bırakma noktasına gelmiştim, antrenmanlara gitmek istemiyordum. O gün değişti her şey.

Halkbank'ta çok iyi sezonlarınız oldu ama geride bıraktığımız sezon en unutulmazıydı herhalde. Her kulvarda her seviyede maçlara çıkan bir Halkbank izledik. Sizde kalanlar neler?

Kendi kariyerim adına çok şey öğrendiğim ve çok büyük hayal kırıklıklarımın olduğu bir sezondu. Çok iyi bir oyuncu grubumuz vardı ve bunu da ligin son dört-beş haftasına kadar sahaya çok iyi yansıtmıştık. Lige hükmetmiştik, namağlup yolumuza devam ediyorduk ama Challenge Kupası finali bizim için momentumun kırıldığı yer oldu.

"O gün orada Avrupa şampiyonu olsaydık sezon çok daha farklı bitebilirdi bizim için. Ligi domine ettik; Avrupa'yı domine ettik ama son anları oynayamadık."

"O gün orada Avrupa şampiyonu olsaydık sezon çok daha farklı bitebilirdi bizim için. Ligi domine ettik; Avrupa'yı domine ettik ama son anları oynayamadık."

Ankara'da Narbonne Volley'e karşı 3-0 kazanmıştık, Fransa'da iki set almamız halinde Avrupa şampiyonu olup kupayı alacaktık. Fransa'ya gittik, ilk seti kaybettik; sonra durumu 1-1'e getirdik. Almamız gereken sadece bir set kalmıştı; alsak şampiyonuz ama sanki o gün Ankara'da 3-0 yendiğimiz takım gitmiş, yerine başka bir takım gelmişti. Takım olarak bir kaosun içine girdik. Maçı 3-1 kaybedince altın sete gidildi. Altın sette üç kez maç sayısı yakaladık, yani üç kez şampiyon olabilme fırsatı… Ama olmadı.

Finalden sonraki hayal kırıklığıyla insan fiziksel olarak ne kadar yıprandığını, yorulduğunu fark ediyor. O gün orada Avrupa şampiyonu olsaydık sezon çok daha farklı bitebilirdi bizim için. Ligi domine ettik; Avrupa'yı domine ettik ama son anları oynayamadık.

Geçtiğimiz sezon Efeler Ligi'nde En İyi Smaçör Ödülü'nün ve Paidar Demir Özel Ödülü'nün sahibi oldunuz. Yurtdışına açılma vaktinin geldiğini hissetmiş olmalısınız...

Şu anda Halkbank'ın antrenörü olan Taner Abi'yle (Atik) de hep bunu konuşuyorduk. Ben A Takım'a girdiğim ilk günden beri Taner Abi sürekli "Senin en büyük destekçin benim" diyordu. Sağ olsunlar, bu desteği de hep gösterdiler. Hep şunu derdi: "Yurtdışına gitme zamanının geldiğini ne zaman anlarsın, biliyor musun? Boynuna bir madalya taktığında, eline bir ödül aldığında." Bunu ailemden de çok duyuyordum. Altın madalyayı takamadık belki ama o bireysel ödüller bir şeyleri göstermişti. O final serisinin ardından eve gittiğimde aileme kendimi hazır hissettiğimi söylemiştim.

Halkbank'ta size formayı veriyorlar ve yurtdışına açılmanızı âdeta teşvik ediyorlar. Türk voleybolunun eleştirilebilecek nadir yanlarından biri, bazı voleybolcuların başka bir takıma transfer olurken eski kulüpleriyle yaşadıkları sıkıntılardır. Sizin özelinizde işler biraz farklı ilerliyor ama...

Kulüple anlaşmaya gittiğimiz ilk gün -daha 15 yaşımdaydım- onlara her şeyi söylemiştim. "Halkbank benim için Türkiye'nin tartışmasız en iyi kulübüdür. Ben burada oynamak istiyorum ama benim hedefim yurtdışına gitmek. Günü geldiğinde İtalya'ya gidip hem sizi hem kendimi hem de ülkemi temsil etmek istiyorum." Bu kadar. Açık konuşmak gerekirse Halkbank'ın cevabı beni çok şaşırtmıştı. Onlar da bu söylediklerimden çok mutlu olmuş ve "Seni en çok destekleyecek insanlar biziz" demişlerdi.

Yalan yok, bu durum benim için korkutucuydu. Altyapı dahil sekiz-dokuz yıl oynadığım, evim gibi hissettiğim bir yer orası. Ayrılacağım zaman çok zorlanmıştım. Taner Abi'yle bir konuşmamızı hatırlıyorum. Babamla birlikte gitmiştik, bir şeyler söylemek istiyorum ama söylerken zorlanıyorum. Sonra kulübe gittik; kulüpteki yöneticilerle, çalışanlarla vedalaştım. Kafamda soru işaretleri vardı. Güzel mi ayrılacağız, kötü mü? Gülerek mi ayrılırız, yoksa bir burukluk olur mu? Neyse ki bir sıkıntı olmadı. Devamlı konuşuyoruz; ben onları arıyorum, onlar beni arıyor. Bu çok önemli ve çok güzel bir şey.

"Kafamda soru işaretleri vardı. Güzel mi ayrılacağız, kötü mü? Gülerek mi ayrılırız, yoksa bir burukluk olur mu? Neyse ki bir sıkıntı olmadı."

"Kafamda soru işaretleri vardı. Güzel mi ayrılacağız, kötü mü? Gülerek mi ayrılırız, yoksa bir burukluk olur mu? Neyse ki bir sıkıntı olmadı."

Milli takımda da bir hareketlilik var. Arslan Ekşi, Burutay Subaşı, Efe Mandıracı, Adis Lagumdzija… Geçen yaz düzenlenen dünya şampiyonasını da göz önünde tutarak bu oyuncu grubunun potansiyeli hakkında neler söylersiniz?

Ben daha şimdiden bu yaz içine gireceğimiz milli takım sezonu için heyecanlanıyorum çünkü bu kadronun neler yapabileceğini geçen yaz gördük. Dünya şampiyonasında sonuna kadar gidemedik belki ama olimpiyat finalistlerine, dünya şampiyonlarına karşı nasıl top oynayabileceğimizi gördük. Bunu başarabilecek güçte olduğumuzu dünyaya, daha da önemlisi kendimize gösterdik. Hem çok tecrübeli isimler hem de benim gibi genç oyuncular var.

Son dönemde erkek voleyboluna olan ilgi ve alakanın da arttığını görebiliyoruz. İki sene önce oynadığımız Avrupa şampiyonası ve geçen yaz oynadığımız dünya şampiyonasından sonra erkek voleybolu da çok önemli aşama kaydetti. Bu ilgi ve alakayı güzel bir başarıyla taçlandırmamız gerekiyor.

Son yıllarda ülkemizde voleybola olan ilginin artmasına dair neler söylersiniz? Yıllardır Ankara'da maçlara çıkan biri olarak bu değişimi yakından gözlemlemişsinizdir.

A Takım'a çıktığım ilk senelerde şöyle bir görüntü oluşuyordu: Halkbank, Ziraat Bankası, Fenerbahçe HDI Sigorta ve Galatasaray HDI Sigorta oynadığında gerçekten kalabalık bir seyirci kitlesiyle karşılaşıyorduk ama diğer maçlarda voleybolseverleri görmek zor oluyordu. Bazen antrenman gibi oluyordu maçlar, bazen de dopdolu tribünlere karşı oynuyorduk. Bir dengesizlik vardı yani. Ama iki yıldır Başkent Spor Salonu'nda maçlardan önce insanlar kuyruklara giriyor.

Sosyal medya tarafı var bir de. Sosyal medyada voleybol gündemden hiç düşmüyor. Kadın milli takımının yazınki serüveni, üstüne Filenin Efeleri'nin dünya şampiyonasındaki ABD maçıyla yarattığı gündem… Bunları es geçmek mümkün değil. Yaşananlar bizi çok mutlu ediyor ve gururlandırıyor. Bir beş yıl öncesine, bir de bugüne bakalım. İnanılmaz bir fark var. Voleybol ülkesi olma yolunda emin adımlarla ilerliyoruz.

Socrates Dergi