
Ekim Devrimi
7 dk
50 yıl önce, üç adımcı Aşkın Tuna’nın Türkiye rekorları, atletizm tarihine kazınmıştı… Devamı, yine bir tanıdığından geldi…
Neriman Tekil tarafından 1962’de yayımlanmaya başlayan atletizm kültürü dergisi Atletin Sesi’nde, 1968'de Can Kutay imzalı bir makale, gelmiş geçmiş en büyük 10 Türk atletini irdeliyordu. Ekrem Koçak, Muharrem Dalkılıç, Ruhi Sarıalp’lerin olduğu listede ilk sırayı Aşkın Tuna’ya veren Kutay, şöyle yazıyordu: “Bu altın çocuğu zirveye koymakta tereddüt etmedim. Derecesine erişmek, onun şartlarında çok güç bir işti ve hakikaten Türkiye rekorlarının en büyüğü ona aittir.” Kutay’ın ‘Türkiye rekorlarının en büyüğü’ dediği derece, Tuna’nın üç adımda o dönem için olağanüstü seviyeyi işaret eden 16.01 metrelik atlayışıydı. Bu atlayış, Tuna’yı Türk atletizminin en özel karakterleri arasına sokmuştu.
1940 İzmir doğumlu Aşkın Tuna, Doğu Bloku ve Balkan atletlerinin çok baskın olduğu üç adım atlama branşında yarıştığı için kariyeri boyunca Muharrem Dalkılıç, Ekrem Koçak, İsmail Akçay gibi mesafeciler kadar podyuma çıkamadı. Ama Ruhi Sarıalp’in 1948’den itibaren kırılamayan 15.075’lik Türkiye rekoruna bir metre eklemesiyle bir anda pop figürüne dönüştü. O dönemde henüz nişanlı olduğu eşi Zafer Tuna (Çekirge), “Aşkın’la o günlerde bir yerlere oturduğumuzda gösterilen ilgiden yorulurduk, bugünün futbolcuları gibiydi” diyor.
Artık Antalya’da emekliliğin tadını çıkaran ve atletizm yaşamı hakkında kitap dolduracak kadar detaya hâkim 77 yaşındaki Aşkın Tuna’ya, 1967’de bir hafta içinde beş kez kırdığı ve sonuncusunda 16 metreyi geçtiği Türkiye rekorunu sorduk. O masal tadında anlattı, biz de ağzımız açık dinledik...
Benim için çok verimli ve yorucu geçen 1967’nin Eylül ayı sonunda Balkan Oyunları’na daha iyi hazırlanmak için iki hafta önceki Akdeniz Oyunları’ndan affımı istemiştim. Çünkü tam o ara Zafer Hanım’la nişanım vardı ve bu sıcak havada Tunus’ta yıpranıp Balkan’da başarısız olmak istemiyordum. O sezon çok formdaydım ve tüm hedefimi ertesi sene Mexico City’de yapılacak olimpiyata yönelik planlıyor ve mutlaka 16 metreyi bulmak istiyordum.
Balkan Oyunları’nda Mithatpaşa Stadı’nda tıklım tıklım tribünler önünde yarıştık. Üç adımda madalya almak hiç kolay değildi, hele benim dönemimde. Bu işin zirvesindeki adamlar; Bulgar, Rumen ve Yugoslavlar, Balkanlar’da benim rakibimdi. Braşov’da daha sonra birlikte aylarca kamp yaptığım dostum Şerban Ciochina, olimpiyat beşincisi (1964 Tokyo) ve Avrupa salon şampiyonu (1966) bir atletti. Bulgar Georgi Stoykovski, 1966 Avrupa şampiyonuydu. Onları geçmek pek mümkün değildi. Hedefim madalya alabilmekti ve elbette 16 metrelik olimpiyat barajına ulaşabilmek...
Balkan Şampiyonası’nın son gününde (1 Ekim 1967), yarışmaya çıktım. Bir gün önce uzun atlamada bronz madalya almıştım. Herkesin gözü üzerimdeydi. Federasyon Başkanı Naili Abi (Moran), destek olsun diye Zafer’i de aşağı göndermişti. Zafer kum havuzunun kenarında bana bağırıyor, adım ayarıma bakıyordu.
Yarışmada her atlayışım rekor oldu. Rekorlar geldikçe tribünler coşuyordu. Önce 15.56, ardından 15.61, sonra 15.68 ve 15.75 geldi... Hatta az farkla faul yaptığım son hakkım vardı bir de... Kayıtlarda olmadığı için kimse bilmez onu. O faullü atlayış da 15.99 ölçülmüştü. Birinci Ciochina (16.41, Romanya rekoru), ikinci ise Bulgar Stoykovski (16.00m) olmuştu. Ben üçüncüydüm.
Peki beni ilk tebrik eden kimdi? İlk milli yarışmam 1960 Balkan Şampiyonası’nın birincisi ve kendisinden antrenman isteyip de olumsuz cevap aldığım Dodyu Patarinski. Artık 35 yaşlarında filandı ve müsabakayı benim arkamda noktalamıştı... Bu müthiş günün ardından sezonu kapattım. Daha doğrusu, öyle planlamıştım. Ankara’ya döndük. Sanıyorum beş gün sonrasıydı. Zafer ve ben, pistin orada diğer arkadaşlarla oturup laflıyoruz. Şakalaşmalar, gülüşmeler... O arada Naili Abi geldi, “Aşkın, ne arıyorsun sen burada?” diye sordu. “Mevsimi kapattım abi, yorgunum” dememe kalmadan yolu gösterdi: “İstanbul’da Cezmi Or Yarışmaları var. Oraya gideceksin. Mazeret yok. Hemen trene atla ve oraya yetiş." Peki deyip mecburen yola koyuldum. Zafer’i eve gönderdim, ben de taksiyle eve dönüp apar topar çanta yaptım ve Orhan Altan’la birlikte trene atlayıp İstanbul’a geldik.
Cezmi Or’da yine Şerban Ciochina vardı. O gün 16.20 atladı (Not: Dereceleri şaşırtıcı derecede iyi hatırlayan Tuna’nın ufak bir sapma payı var. Rumen atlet, 16.17 ile kazandı). Yağmur altında çamurlaşan pistte 16.01 yaptım. Bir hafta öncesine göre tribünde kimse yoktu. Böylece tesadüfen geldiğim yarışmada olimpiyat barajını geçtim. O gün rekoru kırmamda, rahmetli Ekrem Koçak çok yardımcı oldu. Benim sert pisti sevdiğimi bildikleri için zemini sertleştirmişlerdi. “Senin atladığın yerlere çimento döktüm Aşkın” demişti bana... O gün pisti sürekli temizleyip, bastırıp benim istediğim koşulları sağlamışlardı.
Aşkın Tuna’nın 8 Ekim 1967’de elde ettiği 16.01’lik Türkiye rekoru, 1991 yılının Şubat ayına kadar listede kaldı. Türk atletizm tarihinin en uzun süre kırılamayan rekorlarından biri olarak kuşaktan kuşağa aktarıldı. Rekoru, 23 Şubat 1991’de Atina’daki salon yarışmasında 16.05 ile eline geçiren Murat Ayaydın, aynı yılın 15 Haziran’ında Fransa’nın Dijon kentinde açık havada da 16.12 atladı. Ancak Aşkın Tuna’nın söyleyecek bir sözü daha vardı. Tüm birikimini özenle aktarıp küçüklükten beri nakış gibi işlediği oğlu Berk Tuna, 24 Temmuz 2000’de Tel Aviv’de 16.15 atlayarak babasının rekorunu geri aldı.