Ekpe'yi Herkes Sever

17 dk

Ekpe Udoh, gülümsemeyi seviyor. Avrupa’nın en iyi uzunuyla yeni sezonu, Türkiye’de zor günler geçiren kitap kültürünü ve Fenerbahçe-CSKA Moskova rekabetini konuştuk.

NBA'den direkt Euroleague geçişi yapan uzunlar hiçbir zaman Zeljko Obradovic'in transfer listesinin üst sıralarında yer almadı. Madrid'de Arvydas Sabonis-Joe Arlauckas kıta tarihinin en iyi ikililerindendi; Treviso'da Zeljko Rebreca- Dennis Marconato vardı, Rebreca çok sevdiği koçuyla birlikte Atina'ya devam etti; PAO'da onu bekleyenler Avrupa'nın gezgin ABD'lileri Johnny Rogers ile Darryl Middleton'dı. Basketbol bilgisi yüksek, antrenörün oyun kitabını hatmetmiş uzunlar daima sistemin köşetaşı olarak kalacaktı: Dejan Tomasevic, Kostas Tsartsaris, Antonis Fotsis, Nikola Prkacin ve hatta her iki forvet pozisyonunu da yedekleyen Fragiskos Alvertis...

Mike Batiste ise bir istisnaydı. Kolej sonrası Charleroi'da başladığı profesyonel kariyerine Hubie Brown'ın Memphis Grizzlies'ınde devam eden Batiste, o alışılmış 'okyanus-ötesini-tercih- eden-ham-NBA-uzunu' profilinin dışında bir oyuncuydu. Dosyası, Dimitris Itoudis'in önüne geldi. Itoudis koşarak koçunun yanına gitti. Bu birliktelik dokuz lig şampiyonluğu, üç Euroleague kupası ve sayısız ikili oyun basketi getirecekti.

Yıllar sonra, Dimitris Itoudis ve Zeljko Obradovic'in rakip olduğu bir sezonda, Fenerbahçe uzun transferi için piyasaya çıktı. Draft 6 numarası olarak girdiği ligde artık rotasyon dışına çıkmış bir oyuncu, Ekpe Udoh, seçeneklerini değerlendiriyordu. NBA kültürüne karşı çekimserliğini koruyan Zeljko Obradovic temkinliydi. Odasına bu kez Maurizio Gherardini geldi. Transfer, aynı yaz CSKA'ya giden Joel Freeland'in üçte biri fiyatına bitti.

Ekpe Udoh, bugünlerde Avrupa'nın en dominant uzunu. Gözlerinden ateş çıkıyor. Mike Batiste gibi, sadece tek bir kişi için oynamak istiyor. 1992 yılından beri diploma veren meşhur Zeljko Obradovic okulunun son mezunuyla buluştuk. Kolej günlerinden başladık, Viktor Khryapa'nın aldığı ribaunda kadar gittik...

Ekpedeme Friday Udoh. Aslında esprili bir başlangıç düşünmüştüm ama Ime Udoka’nın ikinci adının Sunday oluşu haricinde pek bir şey bulamadım. Hatırladığım kadarıyla ESPN yayınlarında rahmetli Stu Scott sana ilk isminle değil, göbek adın olan Friday’le seslenirdi. Diğer isminin hikâyesini anlatabilir misin biraz?

Babamın ikinci adı Friday. Mirası devam ettirmek istemiş. Benim için şöyle domino taşı etkisi yarattı; kolejdeki forma numaram olan 13’ü Friday sayesinde aldım; sonrasında da 'Kâbus' lakabı ortaya çıktı. Baylor’daki redshirt yılımda (Udoh, Michigan’da başladığı kolej kariyerinin henüz ilk yılı bitmişken Baylor’a transfer olma kararı aldığı için NCAA kuralları gereğince bir yıl forma giyememiş, redshirt statüsüyle kenarda beklemişti) takımla antrenmanlara devam ederken bir gün çok sert bir idman yapmıştık. İtiş-kakış doluydu. Ben bir şeyler söyledim, dalaştığım arkadaşım bir şeyler söyledi... En sonunda şöyle bitirmiştim: “Bundan sonra senin kâbusun olacağım. Rahat uyku uyuyamayacaksın. Hep karşına çıkacağım.”

Lakabım öyle kaldı. Yine aynı dönemde forma numaramı belirlerken de ‘Friday the 13th’ (13. Cuma) esin kaynağımdı. Golden State Warriors beni seçtiğinde 13’ü alamamıştım çünkü Wilt Chamberlain’in formasıydı, emekli edilmişti.

Önce 20’yi denedim, sonra 8’e razı oldum. Biliyorsunuz, dünya altı günde yaratıldı. Yedinci gün herkes dinlendi. Sekizinci gün yeniden başladık... Ben de taze başlangıçları severim.

Michigan ve Pittsburgh gibi kalburüstü programların dikkatini çekmenden çok önce bir doktorun, “Ekpe, maalesef hiçbir zaman boyun çok uzamayacak çünkü genlerinde bu yok. Bak, baban ve annen hep standart boydalar...” dediği doğru mu?

Doğru. Babam da annem de uzun değiller. Amerikan tıbbının planlarını bozan, 2.10’un üzerindeki dedemdi. Ona teşekkür borçluyum. Oklahoma’da basketbola başladığım dönemde, beş-altı yaşlarındayken, tabii böyle şeyleri dert etmiyordum. Ama büyüme çağında ilk etapta boy atmamıştım, doktor öyle şeyler söylemişti, sonra bir anda uzadım. Devamlı büyüklerle oynuyordum ve her mahalle maçında sahada hızlı, çabuk, 10-15 yaş büyük kısalar olurdu. Yazılı olmayan kuraldır; yaşın küçükse ve oyunda kalmak istiyorsan, kısalara karşı gelmelisin. Ben de öyle isim yapmıştım.

Oklahoma günlerin için Obi Muonelo’nun (Udoh’un lise takımından ve mahalleden arkadaşı) “Ekpe evden uzaklaşmak istiyordu. O yüzden Michigan’a gitti” dediğini okudum. Ev ortamı çok mu yorucuydu?

Oklahoma City yavaş bir şehir. Çıkıp gitmek istedim. Başka yerleri görme şansım varken kalmak anlamsızdı ki zaten Oklahoma State benimle görüşmek istediğinde Michigan’a çoktan söz vermiştim. Babam hiçbir zaman Oklahoma’da okumam için ısrarcı olmadı, kararı daima bana bıraktı. Tek isteği, diplomamı almamdı. Hassas olduğu tek konu oydu; çünkü babam, 1980’lerde Nijerya’dan Oklahoma’ya geldiğinde aldığı eğitimle radyoloji teknisyeni olan, Oklahoma City Üniversitesi’nde MBA yapan, bugün 60 yaşındayken bile yeni üniversitelerden mezun olmaya çalışan biri. Evde sürekli okurdu. Benim de elime tutuşturduğu kitap sayısının haddi hesabı yoktur. Annem Alice, abim Eddie ve iki kız kardeşim Esther ile Sefon hep birlikteydik. Ben bu ortamda hep en iyi notları aldığımı söyleyemeyeceğim ama yeterli eğitimi görebilmem için babam daima gayret sarf etti. Kinesiyolojiyle alakalı bir şeyler yapmak istiyordum. Hatta fizyoterapi için de uğraştım ama kolejde sabah 6’da uyanıp ağır idmanla güne başladıktan sonra girdiğiniz derste bir yere kadar konsantre olabiliyorsunuz. Ben genellikle uyukluyordum. Bu yüzden diğer herkes gibi General Studies’e yönelmek zorunda kaldım ve hiçbir şey öğrenmedim. Yine de diplomamı alarak babamı onurlandırabildiysem ne mutlu.

John Beilein’ı genellikle yavaş tempoda hücum eden takımların metodik koçu olarak tanıyoruz. Michigan’dan Baylor’a transferin tamamen DNA uyuşmazlığıyla mı alakalıydı? Bir sezon kenarda oturduğun takvim yılındaki çalışma rutinini nasıl anlatırsın?

Beklentilerimiz uyuşmadı. Koç Beilein da muhtemelen daha farklısını ummuştu. Yoksa ben Detroit’i, Michigan’daki yaşamı çok sevdim, koçla hiç problem yaşamadım. Sadece Baylor, NBA kariyeri öncesi daha doğru tercihti. Yükselişte olan, canlı bir programdı. Hücumda daha fazla sorumluluk üstleneceğimden emindim. Kolay alınan bir karar olduğunu iddia etmiyorum ama geriye dönüp baktığımda memnunum elbette. Mesela transferden ötürü kenarda oturduğum bir yılda, Baylor’ın yardımcı antrenörü Matt Driscoll’la yaptığım çalışmalar kariyerimi değiştirdi. Her gün, her sabah antrenman salonundaydım. Şut, ağırlık, üçlük, post hareketleri, dribble-drive... Aklına gelebilecek her şeyin üzerinde defalarca çalıştım. Baylor’ın maç günlerinde takımla birlikte yapılan idmanlarda ilk beşe karşı oynadığım bölümler benim adıma çok verimli geçerdi. 2008-09’da tek profesyonel maça çıkmamış olmama rağmen, salonda yaptığım çalışmalarla aslında en verimli yılımı geçirmiştim. Komik ama öyle.

NCAA’de ilk 12 üçlük denemesinin altısında isabet bulan, düzgün şut mekaniğine sahip bir uzunun şimdiye kadar daha istikrarlı üçlük atıyor olması gerekmez miydi? Fenerbahçe’de yeni sezon öncesinde senden daha fazla üçlük beklememiz gerektiğinden bahsetmiştin. Büyükçekmece maçı 1/1... Hepsi bu mu?

Aslında üçlük atabiliyorum. Koçların tercihi daha farklı oldu sadece. Baylor’da Scott Drew üçlük dışına çıkmamı kesinlikle istemezdi. NBA’de durum malum. Fenerbahçe’de yine çembere yakınım ya da en iyi ihtimalle orta mesafedeyim. Alan paylaşımını tamamlayıcı rolde sahada olmadığımdan, üçlük dışında durmam beklenmiyor. Eğer koç Obradovic benden daha fazla üçlük atmamı isteseydi, sizi temin ederim bundan haberiniz olurdu. Benim temel görevim ikili oyunlarda agresif kalmak. Şutörlere alan açıyorum, bazen pas istasyonu oluyorum. Yeniden kendime güvenerek basketbol oynamamı sağlayan adam ne isterse artık... Kendimi ona bıraktım.

Obradovic için, “Buraya gelmeden önce onun hakkında duyduklarımın hepsi doğru çıktı” demiştin. Neydi onlar? Ne bekliyordun, ne buldun?

Çılgın? Vahşi? Ya da ne bileyim, biraz sert? Böyle şeyler söyleniyordu. Bugün Obradovic’e dönüp bakıyorum, içi dışı bir, özü sözü bir, dürüst... WYSIWYG. Yani... “What you see is what you get”(Ne görüyorsan o) en doğru tanım olur onun için. Yüzüne baktığımda ne görüyorsam, doğru olan da o. Yüzde 100 güven. Yüzde 100 dürüstlük. Ne ekersem onu biçiyorum.

Tabii hâlâ şaşırdığım yönleri da var. 1.5 saat canımıza okuduğu antrenmanların bitiminde gelip oğluna sarılır gibi sarılması, sürekli şakalaşması bu listenin tepesinde. Ciddiyim, o değişime tanık olmanız lazım. Ben mesela ilk geldiğim dönemi hatırlıyorum, ilk iki haftada toplam 9 kilo vermiştim. Pestilim çıkmıştı. Acayip idmanlar yapıyorduk; koç en ufak bir hatada, tek detay atlanmışsa antrenmanı hemen durdurur, söylediğinin en baştan yapılmasını isterdi. Bilinçli bir şekilde yapılana dek. Yine mi olmadı? Baştan başla. Bir daha, bir daha... Her şey bittiğinde ise gülümseyen, şakalaşan, oyuncularına sarılan bir adam geliyordu. Bunu nasıl yapıyor bilmiyorum ama yapıyor işte. Harika biri.

Sarılma demişken, şimdi sana Euroleague tarihinin ikonik fotoğraflarından birini göstereceğim. 2011 Barcelona Final Four’dan, Panathinaikos’un şampiyonluk maçından... CSKA deplasmanı galibiyetinden sonra, bu kadar tutkulu olmasa da koçla sen de bir Diamantidis anı yaşadın...

Yoo... Bizimki kesinlikle bu kadar ateşli değildi. Bu fotoğraftaki adam zaten koçun öz oğlu gibiymiş. Biliyorum. Bana sarılması, klasik bir önemli maç galibiyeti sonu reaksiyonu. Bobby’ye (Dixon) ya da Kostas’a da (Sloukas) kucak açmışlığı var.

Moskova’daki 95- 79’luk CSKA galibiyeti, Fenerbahçe formasıyla en iyi performansını sergilediğin maç mıydı? Ne dersin?

Sanmıyorum. CSKA yüzde 100 sağlıklı değildi bir kere. Avrupa’nın en iyi oyuncusu, Nando De Colo oynamadı. Sezon başında söylediğim gibi, bu yıl onun için geliyorum. Euroleague’deki en iyi oyuncu olmam için, onun tahttan aşağı inmesi ve bizim de Final Four’da kupayı almamız lazım. Normal sezonda elde edilmiş bir galibiyetle geçen yılın finalinin rövanşını almış sayılmayız. CSKA hâlâ şampiyon. Onları yeniden finalde görmek, rövanşı orada almak... Bu güzel olurdu.

Peki Avrupa’nın en iyi uzunu kim?

Ekpe Udoh elbette. Sence?

Bu biraz, “Takımdaki en yakışıklı oyuncu benim. Hatta dünya genelinde de ilk beşte olduğumu düşünüyorum” açıklamana benzemedi mi?

Bence ikisinde de haklıyım. Sabahları yataktan kalktığımda aynaya bakmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Elimde değil, çok yakışıklıyım. Hatta bu sıralamada hemen ardımdan Baylor’dan sevgili dostum Quincy Acy geliyor.

Quincy Acy?

Kesinlikle. Her fırsatta kendini çok yakışıklı bulduğunu söyler. Hey, zaten bu kendini nasıl gördüğünle alakalı. Gerçekten inanman gerek. Quincy yıllardır fiziğini, yüz hatlarını çok beğeniyor. Ben de onunla hemfikirim.

Avrupa’nın en iyi uzunu, Fenerbahçe’ye geldiği günden bu yana kendini hangi alanlarda geliştirdi?

Bunu nasıl doğru ifade edebilirim tam bilmiyorum ama sahada gereğinden fazla düşünmeyi bıraktım. Koçla yüzde 100 uyum yakalarsanız buna gerek kalmıyor. “Ne zaman kenara gelirim? Burada risk alsam mı?” gibi sorular aklınıza gelmiyor bile. Fenerbahçe’deki bir buçuk senemde NBA’deki beş yılımın toplamından daha agresiftim. Ribaund istatistiklerim bu yıl biraz daha gelişti, umarım Euroleague’deki blok rekorumu yeniden kıracağım. Sahadayken zaten tamamen ikili oyunlara odaklıyım. Yine orta mesafelerim biraz daha istikrarlı oldu bence. Serbest atışlarım daha iyi olabilir, üzerinde çalışıyorum.

Takımın özellikle deplasman maçlarında geçen sezonki keskinlikte olmamasını neye bağlıyorsun? Sezonun dip noktası Baskonia deplasmanı mıydı?

Yeterince agresif değiliz, orası kesin. Fakat Baskonia, UNICS ya da bir başka mağlubiyet... Şu aşamada hiçbirinin diğerinden farkı yok. Eğer son hafta kazanıp şampiyon olabileceğimiz bir maçta yenilirsek işte bu yıkıcı olur. Mesela... Final Four’daki CSKA maçı gibi.

Obradovic’in maçlardan önceki uzun video seanslarını hariç tutarsak; geçmişe dönük maç kayıtları izlediğin oluyor mu? Örneğin Viktor Khryapa’nın geçen yılki Final Four’da aldığı hücum ribaundunu hiç tekrardan izledin mi?

Hayır, izlemedim. En fazla bir ya da iki GIF görmüşümdür. Normalde video izlemeyi, analizleri okumayı severim ama bu tür maçlara, pozisyonlara tekrar bakmam. Mesela NCAA Elite Eight’te Duke’a elendiğimiz maç vardır. Tekrarını hiçbir zaman izleyemedim ama şu an bile maç sonunu kare kare anlatabilirim. CSKA maçı da öyle. Khryapa’nın hücum ribaundunu tekrar izlememe gerek yok. Ben o ribaund pozisyonunu her gün tekrar yaşıyorum.

NBA’e kısaca değinmiştik. Golden State muhabirlerinden Ethan Strauss geçen yaz sosyal medyaya, “GSW minimum kontratını çember koruyucusu uzun için kullansa fena olmayabilir. Ekpe Udoh?” yazmıştı. Tweet’i beğendiğini hatırlıyorum... Avrupa’da böylesine iyi bir sezon sonrası, NBA’e dönmeyi kafaya koymuşken neden olmadı?

Hiç teklif gelmedi. Sıfır. Warriors özelinde değil, başka NBA takımlarından da kontrat alamadım. Dönmek istiyordum çünkü hâlâ kendimi orada kanıtlayabileceğime inanıyorum. Oyun temposunun arttığı, çember koruyucularının ve şutörlerin gittikçe önem kazandığı ligde yerimin olduğunu düşünüyorum. Ama belli ki GM’ler bu yaz benimle aynı fikirde değildi. Temmuz ortasına kadar beklememe rağmen yaprak kıpırdamadı. Özet bu.

Ülkede yaşanan terör olayları karar sürecinde ne denli yer etti?

Eğer korkmuş olsaydım çoktan eve ya da başka ülkeye gitmiştim. Görebildiğim kadarıyla durum gittikçe kötüye gidiyor. Benim en çok zorluk yaşadığım konuların başında, ailemin sürekli mesaj atıp durumu sorması geliyor. “İyi misin? Bak yine bomba patlamış. Seni merak ettik” diye soruyorlar haklı olarak. Bahsettiğim gibi iki tane küçük kız kardeşim var, onları çok özlüyorum mesela. Geçen yıl Noel’de ziyaret ettiler, yine de yeterli olmadı. Bu durumda arkadaşlarımı ve ailemi buraya gelmeleri için teşvik etmem çok kolay değil. Bir de terör olayları olduğunda sosyal medya kapanıyor. Web sayfaları açılmıyor. Bazen seni merak eden arkadaşlarınla hiç iletişim kuramıyorsun. Zor oluyor o zaman.

Geçen aylarda Gigi Datome’yle sohbet ederken o da benzer şeyler söylemişti. Datome, yine de her şeye rağmen şehrin altını üstüne getirmeye devam ediyor; Balat, Fatih, Kadıköy, Nişantaşı... Sen neler yapıyorsun?

Gigi yanlış dönemde yaşıyor. 15 ve 16. yüzyıllar onun için daha uygun olurdu. Rönesans adamı olmanın gereklerini yerine getirerek her gün yeni şeyler öğreniyor. Ben, Gigi’nin aksine... Yemek yemek için gezerim. Kapalıçarşı, Sultanahmet Camii ve yine birkaç turistik noktayı tabii ki gördüm ama artık her şey yemekle alakalı. Pancake, krep, suşi, deniz ürünleri...

Eğer beni Ülker Arena dışında görüyorsanız, yüksek ihtimalle bir yerde yemek yiyorumdur. Deniz ürünlerine bayılıyorum çünkü burada her şey çok taze. Balıkçı önerilerinizi lütfen benden esirgemeyin. Yemek yemeyi seven, 2.10 boyunda bir adamım. Yardımcı olursanız sevinirim. Teşekkürler.

Ayrıca yakın zamanda birkaç okul ziyareti yaptım. O günlerde çok eğlendim çünkü çocuklarla vakit geçirmek hoşuma gidiyor. Aynı ABD’de olduğu gibi, Türkiye’de de daha sık okul ve hastaneleri ziyaret etmek istiyorum. Lütfen herhangi bir sosyal sorumluluk projesi için benimle iletişime geçmekten çekinmeyin. Bir çocuğu mutlu etmekten kolay ne var?

Ben neden sürekli gülümsüyorum zannediyorsunuz?

*Ekpe Udoh, sosyal sorumluluk projeleri için sizden geri dönüş bekliyor. Onunla [email protected] adresinden iletişime geçebilirsiniz.

Ekpe'nin Kitap Kulübü

“Oprah Winfrey’in kitap kulübü gibi. Ben de büyük düşünüyorum. Katılım çok basit; bir kitap belirliyoruz, ben onu Twitter’dan duyuruyorum ve daha sonrasında da #EkpesBookClub etiketiyle kitabı tartışıyoruz. Sonra gün seçiyoruz ve mesela ‘Salı gününe kadar 80 sayfa okuyalım. Fikir alışverişini ondan sonra yaparız’ diyoruz. Bir keresinde 20-25 kişi oturup birlikte film izlemişliğimiz bile var. ABD’de özellikle çok verimliydi. Türkiye’deki problem, kitabın daha ilk yarısını değerlendirmemiz gerekirken herkesin kitabın sonunu söylemesi ya da tamamını konuşması. Çok heyecanlılar. O yüzden burada kitap kulübü yapmak zor. Yine de şansımı deneyeceğim. Kürk Mantolu Madonna’yla başladık. Yeni kitap için beklemede kalın. Bir de... Atatürk’le alakalı bir kitaba ihtiyacım var. Bana bulabilir misiniz? Türkiye’de gittiğim her yerde Atatürk’ü görüyorum. Hikâyesini tabii ki dinledim ama artık okumaya da başlamam lazım.”

*Kitap Kulübü konsepti dahilinde Ekpe’nin belirlediği yeni kitaplara ve geçmiş değerlendirmelere ekpesbookclub.com adresinden de ulaşabilirsiniz. Udoh, zaman zaman sosyal medyadan bir form paylaşıyor ve formu dolduran ilk 25 kişiye, Kitap Kulübü’nün okuyacağı sıradaki kitabı hediye ediyor. Form dolduranların, kitabı eşzamanlı okuyarak birlikte değerlendirmesi bekleniyor.

The Last Lecture, Randy Pausch (2008)

Her şeyin başladığı yer. Kulübün ilk kitabı. Warriors teknik ekibinden Lloyd Pierce önermişti. Kitabı okumadan önce Pausch’un öldüğünü öğrenmem biraz heyecanımı kaçırmıştı. Yaşanmış hikâye oluşu çok garip.

Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali (1943)

Çok etkilendim. Türk edebiyatından başka kitapları da okumak, yeni Raif Efendiler keşfetmek istiyorum. Keşke sonunu öğrenmeden bitirme şansım olsaydı. Öylesi daha heyecanlı olurdu.

Simyacı, Paulo Coelho (1988)

Favori romanım.

Revolutionary Suicide, Huey P. Newton (1973)

Siyah haklarını savunan Kara Panter Partisi’nin (BPP) kurucularından Huey P. Newton’ın kitabı. Yeni bitirdiğim kitaplardan biri. Elimden geldiğince, hiçbir zaman tam anlamıyla öğretilmeyen ABD tarihiyle alakalı şeyler okumaya çalışıyorum.

Socrates Dergi