Eksik Parça

10 dk

Nuno Gomes'in kariyerinden fotoğraflar bir araya geldiğinde ortaya güzel bir tablo çıkıyor. Ancak bu tablonun eksik bir parçası var: Portekiz'le bir turnuva şampiyonluğu. 2000'li yılların ünlü golcüsüyle kariyerinin köşe taşlarını ve Portekiz'in altın jenerasyonunu konuştuk...

Nuno Gomes Euro 2000'de parlamıştı fakat Dünya Kupası'nda hiçbir zaman bekleneni veremedi. Tıpkı Portekiz gibi. Bunun sebeplerini kendisinden dinleyelim.

Portekiz, 1996 öncesi sadece üç büyük turnuva oynamıştı. Ancak Vitor Baia, Fernando Couto, Figo, Rui Costa, Joao Pinto gibi oyuncuların ortaya çıkışıyla Euro '96 vizesini aldı. Ardından sizin de içinde bulunduğunuz bir sonraki jenerasyon da buna katıldı ve Portekiz etkileyici bir futbol ülkesine döndü. Bu başarının arkasında ne yatıyor olabilir?

Aslında çok zor değil. Federasyon, o dönemde genç futbolculara yönelik büyük bir yatırım yaptı. Kulüpler altyapı tesislerine özen göstermeye başladı ve gençler eskiye nazaran çok daha sağlıklı şartlarda futbol oynar hâle geldi. Tabii ki bunun bir de antrenörlük tarafı var. Antrenör lisansı için daha iyi bir organizasyon kuruldu ve bu sayede genç oyuncuların doğru yönde gelişimi sağlanırken aynı zamanda genç antrenörler de çıkmaya başladı. Ama her şeyden önce, doğuştan yetenekli futbolcuların aynı dönemde çıkışından bahsedebiliriz.

Sizin Boavista'da genç takımdan A takıma çıkış süreciniz nasıl gelişti?

Ben Porto yakınlarında, Amarante adındaki küçük bir şehirde doğdum. 14 yaşıma geldiğimde Boavista'ya taşındım. Bu karar benim kariyerim için çok önemliydi çünkü Boavista genç takımlarında çok ciddi bir gelişim süreci geçirdim. Oradaki hocalarımın bana A takımda oynama fırsatı tanımasıyla kendimi gösterme fırsatı buldum.

Boavista'daki son sezonunuzda Jimmy Floyd Hasselbaink ile ölümcül bir ikili oluşturdunuz. Takım ligi yedinci sırada bitirse de ikiniz toplam kırk gole imza attınız. O günlerde ikinizin de dünya çapında başarılı santrforlar olacağınızı öngörebiliyor muydunuz?

Jimmy olağanüstü bir santrfordu ve gerçekten çok iyi anlaşıyorduk. Birbirimizin dilinden çok iyi anlıyorduk ve aramızda telepatik bir ilişki oluşmuştu. Çok güçlüydü ve çok iyi bir bitiriciydi. Kendi adıma elbette hedeflerim vardı ama Jimmy'nin de benim hedeflediğim noktalara geleceğinden emindim diyebilirim.

Sonra yetiştiğiniz kulübü bırakıp Benfica'ya geçtiniz. Bu kararın arkasında da o hedefler mi vardı?

Kesinlikle! Boavista, tarihinde yalnızca bir kez Portekiz şampiyonluğuna ulaşmış bir takım. Daha büyük kulüplerde oynayıp kupalar kazanmak istiyordum ve Benfica da Portekiz'in en büyük kulübü.

Benfica'ya geçişinizle birlikte milli takımda da yavaş yavaş görev yapmaya başladınız. 1998 Dünya Kupası elemelerinde çok fazla görev almasanız da o kuvvetli kadronun Ukrayna'nın arkasında kalarak Fransa'ya gidememesi sizde bir yara açmış olmalı...

Büyük bir hayal kırıklığıydı. Hiç beklemediğimiz puanlar kaybettik ve sonunda bunun cezasını çektik. Çok iyi bir takımdık ve Fransa'da önemli izler bırakabilirdik.

Euro 2000 ise sizin için bir dönüm noktasıydı...

Evet, o turnuva hayatımı değiştirdi. Takım olarak çok iyiydik ve yarı final oynadık. Ben de aslında eleme sürecinde çok fazla şans bulamamıştım ancak turnuvada çok iyi bir performans gösterdim. İlk golümü de orada attım. Euro 2000'in ardından Fiorentina'ya transfer oldum ve hayatımda yeni bir sayfa açıldı.

O turnuvadaki Türkiye maçını nasıl hatırlıyorsunuz?

Attığım iki golü ve Figo'nun her iki goldeki asistlerini hatırlıyorum. Türkiye çok ciddi bir rakipti, üst düzey yeteneğe sahip oyuncuları vardı. Bizim için de hiç kolay bir maç olmadı, hatta penaltı kazanmıştınız. O penaltı kaçtıktan sonra maçı kazanabileceğimize inanmaya başlamıştım.

Çeyrek finalde Fransa'yla eşleşmiştiniz ve bu maçta aleyhinize verilen penaltının ardından ortalık karışmıştı. Siz de hakem Günter Benko'dan kırmızı kartı gördünüz ve sonrasında sekiz ay ceza aldınız. Bugün, yaşananlara nasıl bakıyorsunuz?

Hakem tarafından yapmadığım şeylerle suçlandım. Birçok futbolcu üzgün ve kızgındı, ben de onlardan biriydim. Hakeme karşı davranışımın doğru olduğunu söylemiyorum, hata yaptım. Ama bana göre sekiz aylık ceza çok ağırdı.

Turnuvanın ardından Fiorentina'da Fatih Terim'le çalıştınız. İtalya Kupası'nı kazandığınız başarılı bir sezondu. Terim'le ilişkiniz nasıldı?

Kesinlikle çalıştığım en iyi antrenörlerden biriydi. Liderliği ve oyuncularıyla bire bir iletişimi, her konuyla ilgilenmesi onun en büyük gücüydü. Böyle bir teknik direktörle çalıştığım için mutluydum. Terim, insan olarak da çok sevdiğim biri ve hâlâ zaman zaman telefonlaşırız...

Portekiz, 2002 Dünya Kupası'nda da beklentilerin altında kaldı. Aslında Güney Kore'yi yenip gruptan çıkacağınıza kesin gözüyle bakılıyordu. Dokuz kişi kalmanıza rağmen takım çok net pozisyonlar buldu ama bunlardan gol çıkmadı. Sonunda da 1-0 yenildiniz. Soyunma odasında, kırmızı kart gören oyunculara bir tepki var mıydı?

Hayır. Bu yenilgiyi getiren nedenler; hava şartları, hakemin kötü kararları ve o gün takım hâlinde kötü oynamamızdı. Bugün bile hayal kırıklığını yaşadığım bir maçtır; çok iyi bir takımdık ancak o maçla her şey bitti.

O turnuvanın ardından Fiorentina'dan ayrıldınız. Aynı yıl Fatih Terim de Galatasaray'a geri dönmüş ve ilk basın toplantısında forvet için sizin isminizi vererek temasların sürdüğünü söylemişti. Bu transfer olasılığı Türkiye medyasında aylarca yazıldı ancak sonunda Benfica'ya döndünüz. Gerçekten Galatasaray'a transfer olma ihtimaliniz var mıydı?

Vardı tabii. Fatih Terim'le ve kulüp yetkilileriyle defalarca konuştuk. Ancak Benfica benim memleketim ve çocukluğumdan bu yana da taraftarı olduğum kulüp. Yurt dışında geçirdiğim süre ve Fiorentina'nın iflası bende evime dönme isteği yarattı ve bu istek ağır bastı.

Milli takımdaki o parlak jenerasyon, Euro 2004'te nihayet final oynadı. Ama bu defa da Yunanistan, grupta olduğu gibi finalde de sizi yenerek kupaya uzanan taraf oldu. Yunanlstan'ın savunmaya dayalı futbol anlayışı nedeniyle dünyanın geneli sizi destekliyordu. Siz de oynadıkları oyunu eleştirenlerden miydiniz?

Kesinlikle hayır. Güçleri oranında oynamaları gereken futbolu oynadılar ve turnuva boyunca da bunu çok iyi başardılar. Harika bir stratejiye sahip, iyi bir takımdılar. Tabii ki bundan bağımsız olarak, kendi evimizde oynadığımız finali kaybetmek ciddi bir yıkımdı. Üstelik o maçta çok da iyi oynamıştık ama gol atmanın yolunu bir türlü bulamadık.

2006 Dünya Kupası'nda da hedefe çok yaklaşmıştınız. Turnuvayı dördüncü bitirdiniz ama herkesin aklı kaçırdığınız finaldeydi. Özellikle penaltılarla kazandığınız Ingiltere ve "Nürnberg Meydan Savaşı" olarak anılan Hollanda maçları hâlâ akıllarda...

2006 gerçekten de bizim için çok iyi geçmişti. Çok teknik oyunculara sahiptik. Hollanda maçında herkesle savaşabileceğimizi kanıtlamıştık, İngiltere önünde de kalitemizi göstermiş ve penaltılarla da olsa yarı finale çıkmıştık. Ancak ne yazık ki teknik oyunculara sahip tek takım biz değildik.

Portekiz'in altın jenerasyonu 2004'te kendi evinde final kaybetmişken son Avrupa Şampiyonası'nda çok daha zayıf bir kadro şampiyonluk yaşadı. Golü atan Eder, belki de yaşı tutsa 2004'teki kadroda kendine yer dahi bulamayacak bir isimdi. Içten içe bir kıskançlık hissettiniz mi?

Hayır. Bu, futbolun sihirli dünyasında yaşanabilecek bir durum. İki farklı jenerasyon; biri final oynadı, biri ise kazandı. Bence her ikisi de kazanmayı hak etmişti.

2016'daki takım, tamamen Cristiano Ronaldo'ya odaklı olarak görüldü ve bu da beraberinde, ortada bir takım oyunu olmadığı eleştirilerini getirdi. Ancak Portekiz turnuvayı kazandı, üstelik de takımın en düşük kalibreli oyuncularından birinin attığı golle. Siz bu tartışmaların ne tarafında saf tutuyorsunuz?

Futbolun dünyadaki en heyecan verici spor olmasının sebebi işte tam da bunlar. Futbol bir bilim değil; en açık favorinin bile kaybedebildiğine sık sık şahit oluyoruz. Her bir 90 dakika, tarihin yeni ve farklı bir parçasıdır. Portekiz'in o turnuvayı kazanmasının arkasında yatan sır da bence bu. Cristiano Ronaldo ise belki Real Madrid'deki kadar gol atamadı ama önemli bir liderlik sergiledi. Takımınızda Ronaldo'ya sahip olmak, sadece gollerle ölçülemeyecek bir güç. O en iyisi ve sağlıklı olduğu sürece takımını yolun en sonuna kadar götürebilecek biri.

Portekiz futbolu uzun yıllardır her mevkide çok önemli yıldızlar çıkarıyor. Ancak siz ve Pauleta'dan bu yana santrfor yetiştirmekte zorlanıyor. Bu durumun arkasında nasıl bir sebep olabilir?

Kültürel bir durum, belki de genetik. Kanat oyuncusu, sekiz ya da on numara olmak için gerekli yeteneklere sahibiz. Ama dokuz numara yetiştirmekte zorlanıyoruz, en azından aynı kalitede... Diğer yandan benim görüşüm, bazı iyi santrforlar da çıkardığımız yönünde.

Rusya'ya son Avrupa şampiyonu olarak gidiyorsunuz. Takımın Dünya Kupası'ndaki şansı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bence favorilerden biriyiz. Elbette Brezilya, Almanya, Fransa ve İspanya gibi ağır favoriler de var. Bu belki klişeleşmiş bir söz ama maç maç düşünmemiz gerekiyor. Bu tür turnuvalarda ilk maç çok önemlidir ve biz bu maçı İspanya'ya karşı oynayacağız. Bu maçın ardından daha net bir görüntü ortaya çıkabilir...

Socrates Dergi