
Elton'ın Roket Adamları
14 dk
Elton John'ın hayatı, müzik ve futbolla anlam kazanıyordu ve biri, diğerinden öncelikli değildi. Belki de Watford, en büyük aşkıydı.
Kahrolsun faşizm.
Berlin Duvarı'nı sembolize eden bir duvara kırmızı boya ile yazılmış bu iki kelime ile açılan ve Soğuk Savaş dönemindeki bir imkânsız aşkı anlatan Nikita adlı klibi, Elton John'ın iki kariyerinin kesiştiği nadir noktalardan biriydi. Klipte Doğu Almanya sınır kapısındaki bir muhafıza âşık olan Elton, geçiş vizesi alamadıktan sonra hayalinde Nikita ile bir gece kulübünde dans ediyor, satranç ve bovling oynuyor, bir de maça gidiyordu. İkili, atkılar omuzlarında tribüne çıkmış, Watford'ın golünü coşkuyla kutluyordu.
I
"1974 konserinden ne mi hatırlıyorum? Saha görevlisi Les Simmons'ın sondaki yüzünü…"
Watford'ın sıradan bir alt lig takımından bugünkü haline dönüşümü de işte bu kesişim anlarından birinde başlamıştı. Röportaj verdiği bir gazetecinin ona kulübün yaşadığı maddi sıkıntılardan bahsetmesi üzerine Elton John, 1974 yılında bir stadyum konseri organize etmişti. İlk kez altı yaşında tribünlerine çıkıp o gün ortasında sahne aldığı Vicarage Road, popstar olmadan önceki ismiyle Reginald Dwight'ın, babasıyla sağlıklı bir ilişki kurabildiği tek yerdi. Stanley Dwight, her türlü duygusallığı zayıflık olarak gören, oğlunun müzik çalışmalarını hiçbir zaman desteklememiş, onu dünya çapında bir sanatçıya dönüştükten sonra bile bir kez sahnede izlememiş, sert ve mesafeli bir baba olsa da stadyum, Nikita klibindeki o sahne gibi gerçeklerden arınmış bir hayal alanıydı. Hayatı boyunca babasından onay görmeyen Elton, o gün bir arı kostümü içinde, ortak tutkuları için şarkı söylüyordu. Alt grup olarak Nazareth'in sahne aldığı konserde ona davetini kırmayan arkadaşı Rod Stewart da eşlik etmiş; otuz bini aşkın seyirci, Watford kulübüne tarihinin en büyük gelirini kazandırmıştı.
Konserin ardından yönetim kurulunun önerisiyle kulübe yatırım yapan ve başkan yardımcılığı görevini üstlenen Elton John, renk renk saçları ve yüksek topuklu ayakkabılarıyla şüphesiz İngiliz futbolunun en alışılmadık yöneticilerinin başında geliyordu. Ancak bu dünyayı sevmişti. Kulübün üçüncü ligden dördüncüye düşmesinin ardından, en büyük muhalefetlerden birini yine Rod Stewart'tan görmesine rağmen kulübü satın almış ve başkanlık koltuğuna oturmuştu. Stewart ona "Futbol hakkında ne biliyorsun ki? Bilsen Watford'ı bu kadar desteklemezdin" diyordu. Ama o, kulübü en üst lige taşıyacağına inanmıştı. İlk yılında yedinci olunca teknik direktör Mike Keen'i görevden alacak, müzik kariyerinde Bernie Taupin ile kurduğu ilişkiyi futbol sahalarında kuracağı Graham Taylor'la buluşacaktı. Ancak Keen'e de ömür boyu minnettar kalacaktı.
II
"Açılmayı planlayanlara tavsiyem: Cumartesi öğleden sonralarınızı insanların aleyhinizde söylediği şarkıları dinleyerek geçirmek istemiyorsanız, bunu bir futbol kulübünün başına geçtikten hemen sonra yapmayın. Rakip taraftarlar 'Elton etraftayken oturmayın yoksa aletini kı.ınıza sokar' diye tezahürat yapıyordu. Sanırım 70'ler ortalarındaki homofobik futbol seyircisini üzeceğim ama eğlendim. Utanç verici olsa da eğlenceliydi. Korkmadım, gülümsedim ve el salladım. Darbeleri nasıl alacağınızı bilmelisiniz."
Watford'ın Rochdale deplasmanına çıkacağı bir 1976 ilkbahar günü, Daily Mirror'ın arka sayfası. Elton'ın cinsel kimliğini açıklamasına ayrılmıştı. Mike Keen, başkanın yanına gitti ve "Haberleri okuduk, ben de takımım da ilgilenmiyoruz. Başkanımızsın ve hepimiz seni seviyoruz" dedi. Bu, Elton'a en ihtiyacı olduğu anda uzanmış bir eldi; o gün ve sonraki yıllarda bu çirkin tepkilerden etkilenmemesine yardımcı da oldu. Fakat sahada işlerin yolunda gitmemesi, onu yeni kararlar almaya mecbur bırakmıştı. Başkan John, futboldan fazla anlamıyordu. Ama müzik kariyerinde de yaptığı gibi, hâkim olmadığı alanları yönetecek en iyi kişilere ulaşmakta ustaydı. İngiltere Milli Takımı'nın başındaki efsane teknik direktör Don Revie'ye ulaşarak ülkedeki en iyi genç hocayı sordu. Aldığı isim, o güne kadar federasyondan lisans almış en genç hoca olan Graham Taylor'dı.
Tıpkı Bernie Taupin gibi Lincoln'lü olan Graham Taylor, 28 yaşında devraldığı Lincoln City'yi 1976'da bir üst lige taşımıştı. Üçüncü ligdeki en yüksek maaşa sahipti ve birinci lig takımlarından West Bromwich Albion'dan da teklif almıştı. Pop müzikle de ilgilenmediği için Watford'dan gelen ilk teklife olumsuz yanıt vermesi son derece normaldi. Fakat Watford'ın ısrarı sürüyordu. Don Revie'nin de araya girmesiyle Taylor, Elton'la görüşmeyi kabul etti, ona nasıl bir Watford hayal ettiğini sordu. Beklediği cevap, 1. Lig'di ve bundan etkilenmeyecekti. Ama Elton'ın, kulübü Avrupa kupalarında görmek istediğini söylemesi fikrini değiştirdi. Watford'a imzayı attı ve hem kendi kariyeri hem de kulüp için bambaşka bir dönem başladı.

Graham Taylor ve Elton John
III
"Kulübe geldiğimde iki küçük tribünümüz ve bir köpek parkurumuz vardı. Köpek yarışları yapılıyordu. İlk o yarışlardan kurtuldum."
Elton, yeni bir ekip kuruyordu ve Graham Taylor bu dönüşümün en önemli parçası olmakla birlikte tek başına tamamı değildi. On yıl boyunca Arsenal'ı yöneten ve 1970-71'de Lig-FA Cup dublesi yapan Bertie Mee, emeklilik kararından döndürülerek Taylor'ın yardımcılığına getirildi. Aslında tam tersi de olabilirdi. Birkaç yıl önce Taylor, Bertie'yi arayarak Arsenal'da birlikte çalışabilecekleri bir opsiyon olursa göreve hazır olduğunu belirtmişti. Şimdi ise birinci adam rolünde, onun tecrübesinden faydalanacaktı.
Yönetim tarafındaysa en önemli takviye, yeni genel sekreter Eddie Plumley'ydi. Coventry City'deki görevini bırakarak gelen Plumley'nin kulübün saha dışındaki tecrübe eksikliğini kapatması planlanmıştı. Elton, Graham, Bertie ve Eddie dörtlüsü yıllar boyunca kusursuz bir uyum içinde çalışacaktı. Elton'ın görevi masada oturup "Al sana bir milyon daha" demek değildi; bütün toplantılara katılacaktı. Bir sistem kurulmuştu ve Elton, dünyanın neresinde olursa olsun arayıp maçı dinleyebiliyordu. Dinliyordu da. Yedikleri her golden sonra telefonu kapatıyor, kısa bir süre sonra tekrar arıyordu. Her maçtan sonra Eddie'ye bağlanıp analiz yapıyor ve ekibin neye ihtiyacı olduğunu soruyordu.
Dörtlü arasındaki uyum, tüm kulübe yansıyordu. Küçük bir kulüpten beklenmeyecek işler birbiri ardına geliyordu. Örneğin İngiltere Turizm Komitesi'nden ayrılıp kulübe gelecek olan Caroline Gillies, bir futbol kulübünün istihdam ettiği ilk pazarlama müdürü olacaktı. Sadece Gillies değil, birçok kadın kulüpte görev aldı ki dünya futbolu o günlerde buna hiç alışık değildi. Yine İngiltere'de ilk kez kulüpteki herkesin birlikte oturabileceği bir aile tribünü yapılmış ve gerçekten de bir aile havası oluşmuştu. Herkesin aşkla çalıştığı Watford, dönemin kulüplerinden her geçen gün ayrılıyordu.
IV
"United'ı Lig Kupası'ndan elediğimizde üçüncü ligdeydik. Ertesi sabah, normalde Watford'la ilgili yazmaya tenezzül etmeyen gazeteler, oyuncularımdan 'Elton'ın Roket Adamları' diye bahsediyordu."
Taylor, görevi kabul ederken "Hiçbir şey için söz vermiyorum. Bir dolu oyuncu ve (takımın golcüsü Ross Jenkins'i kastederek) bir de zürafa var" demişti fakat başkanın ona sunduğu yirmi bin sterlinlik transfer bütçesi işleri değiştirdi. Eski takımı Lincoln City'den iki öğrencisi Ian Bolton ve Sam Ellis'i transfer ederek takımın savunmadaki omurgasını oluşturdu. Elton'ın maddi imkânları, Taylor'ın menajerlik becerisi ve kulüpteki sağlıklı yapı Watford'ı bu birlikteliğin ilk yılında şampiyonluğa ulaştırdı. Zürafa, ligin gol kralıydı. Kulüp, üçüncü ligdeki ilk sezonunda da üst lig vizesi alırken asıl sansasyonu Lig Kupası'nda Manchester United'ı eleyerek yarattı. Üstelik Old Trafford'da, devreyi 1-0 geride kapatmışken ve ev sahibi tribünlerin ırkçı tezahüratlarla saldırdığı Luther Blissett'in iki golüyle… Dördüncü ligde başlayan kariyeri İngiltere Milli Takımı ve Milan'a kadar uzanacak olan Jamaika asıllı forvetin çıkışı, kulübün genç oyunculara yaptığı yatırımın da ilk sonuçlarından biriydi. Kısa süre sonra Jamaika asıllı bir başka genç, John Barnes da ona katılacaktı.
Elbette birinci lige giden yol virajsız değildi. Kulüp, ikinci ligdeki ilk sezonunda düşme tehlikesini bile hissetti. Takip eden sezon da pek parlak geçmedi. Yine son haftalarda vites artırarak ligi orta sıralarda bitirdiler. Elton John, kendi ifadesiyle iyi bir kaybeden olmayı, kazananı tebrik etmeyi öğreniyordu. Sonraki sezonun bitimine üç hafta kala, 4 Mayıs 1982 günü Wrexham'ı yenip 101 yıllık tarihlerinde ilk kez en üst seviyeye, İngiltere 1. Ligi'ne çıktıkları gün, Oslo'da konserdeydi. Maç sonunda Plumley'yi arıyor, "Watford'dan uzak olmak istemiyorum" diye ağlıyordu. Üçüncü deneme, mutlu sonu getirmişti. Tabii her son gibi bu da bir başlangıçtı. Plumley, o gün başlayan süreci, yaşadıkları en büyük zorluk olarak gösteriyor: "1. Lig'e çıktığımız sene yaz çok çabuk geçti. En zoru da stadı hazır hale getirmekti. Yükselme hakkını kazandığımız gün sahaya inmiştim, her taraf balçıktı. Zemin sorumlusu Les Simmons'a 'Ne yapacağız?' diye sordum. Simmons, 'Bu sahayı Wembley'e benzeteceğiz patron' cevabını verdi. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama ilk hafta maçında saha Wembley gibiydi."
V
"Watford bana, benim ona verdiklerimden çok daha fazlasını verdi. Bu kulüp hayatımda olmasaydı bana ne olacağını hayal edemiyorum. Watford hayatımı kurtardı ve bunu söylerken abartmıyorum. Kulüpteki dönemim, hayatımın en kötü yıllarıydı: Bağımlılıklar, mutsuzluklar, başarısız ilişkiler, kötü iş anlaşmaları, davalar, karışıklıklar… Watford bana durağanlığı ve normalliği yaşattı. Beni mutlu etti, tamamladı, gururlandırdı, sinirlendirdi ama asla düşürmedi. Sabit mutluluk kaynağımdı."
Elton John'ın hayatı, müzik ve futbolla anlam kazanıyordu ve biri, diğerinden daha öncelikli değildi. Konser günlerinde dahi maçları dinliyor, yetişebileceği durumlarda grubuyla birlikte özel jetle maça gidiyordu. Turnelerinin olduğu şehirlerde yönetim kurulu toplantıları düzenlemişliği de vardı ki Viyana'da halka açık bir kafedeki toplantıya kafasında heybetli bir peruk, yüzünde beyaz boya ve Mozart kostümüyle katılması, orada bulunan insanlara hayat boyu anlatacakları bir hikâye vermişti. Konser olmadığında ise deplasmana gidiyor, taraftarlarla bira içiyor, yenilmedikleri sürece aynı takımı giyiyor, zaman zaman idmana çıkıyor ve hatta maçı saha kenarında izlediği bile oluyordu. Bu da insanların ilgisini Watford'a çekiyordu.

Başkan etkisi Watford'ı ligin en popüler takımlarından biri yapsa da bu defa arena çok büyüktü ve hedef kümede kalmaktı. Sonrası, ilk Everton maçında gelen galibiyet, ardından bir yenisi derken lige beş haftada dört galibiyetle giren bir takım… İnanması güç olsa da Watford, sezonu Liverpool'un ardından ikinci sırada bitirdi. Üstelik bunu çok büyük çoğunluğu ikinci, üçüncü, dördüncü ligden bu yana takımda forma giyen oyuncuların oluşturduğu bir kadro iskeletiyle başardılar. Blissett 27 golle 'Gol Kralı' oldu, Barnes 10 golle ona eşlik etti. Zürafa dahi hâlâ kadrodaydı. Kulüp, bir hedefi daha gerçekleştirmiş; Avrupa kupalarına katılma hakkı kazanmıştı. Bunu, son hafta yendikleri şampiyon Liverpool'la birlikte kutladılar. Elton John döneminde ortaya çıkan, tüm çalışanların bir araya gelip geride kalan yılın yükünü attığı sezon sonu toplanma geleneği, o yıl rakip oyuncuların da katılımıyla daha bir eğlenceli geçti.
∞
"Bu kulübü seviyorum. Bana hayal edebileceğinizden çok, çok daha fazlasını yaşattı. Seni seviyorum Watford. Ve hep seveceğim."
Watford, 1. Lig'deki ikinci sezonunda aralık ayına kadar son sırada seyretti ve bu, olağanüstü bir sezon daha geçirmelerine engel değildi. UEFA Kupası'nda Kaiserslautern'i ilk maçtaki 3-1'lik mağlubiyete rağmen elediler, Levski Sofya'yı da geçerek Son 16'ya kaldılar. Dahası, tarihin en eski ulusal futbol organizasyonunda finale çıktılar. Final öncesinde taraftarlar FA Cup'ın klasik marşı Abide With Me'yi söylerken kulübün kat ettiği yolu düşünen Elton John, tribünde gözyaşlarını tutamıyordu.
John, 1987 yılında kulübün hisselerini satıp başkan olarak devam etti. 1997'de tekrar satın aldı, tekrar Graham Taylor'ı getirdi. Aston Villa, İngiltere Milli Takımı ve Wolves maceralarının ardından kulübe bu defa 'Genel Menajer' sıfatıyla katılan Taylor, takım 2. Lig'e düşünce eski görevine döndü ve Watford, onun yönetiminde yine iki yılda iki küme atlayarak Premier Lig'e yükseldi. 2002'de kulübün artık tam zamanlı birine ihtiyaç duyduğunu söyleyerek yine görevi bırakan Sör Elton John ise 'Onursal Başkan' ilan edildi. Çocuğu, kulübün altyapısında oynuyor ve en önemlisi de ilk kez altı yaşında gidip hayatı boyunca üç de konser verdiği Vicarage Road'da 2014 yılından bu yana onun adının verildiği kocaman bir tribün var. Çatısında, boydan boya, Your Song'dan bir kuple yazıyor:
You can tell everybody, this is your song
It may be quite simple but now that it's done
I hope you don't mind, I hope you don't mind
that I put down in words
How wonderful life is, while you're in the world.