
Emekli Spartaküs
20 dk
Fabian Cancellara 21. yüzyılın en büyük bisiklet kahramanlarından biri… Tutkulu ve heyecan verici kariyerini zirvede tamamlayan İsviçreli ile Paris’te buluştuk.
Fabian Cancellara'yla randevumuzun saati belli değil. Paris’te Allianz'ın katkılarıyla düzenlenen global zirvede vakit bulduğumuz an konuşacağız. Zirveye dünyanın dört bir yanından 100'ü aşkın vakfın temsilcileri katılıyor. Kimi kendini çocuklara adamış, kimi cinsiyet eşitsizliğiyle savaşıyor, kimi ırkçılıkla… Sabahın 7'sinde herkes tam kadro kahvaltıda buluşuyor. Daha zirvenin ikinci günü ama benim kaçırdığım ilk gün ne yaşanmışsa herkes birbirini kırk yıldır tanıyormuşçasına samimi, sabahın o saatinde masadan masaya şakalaşmalar gırla gidiyor. Otobüs tam 08.00'de zirvenin yapıldığı (Fransızların spor akademisi) INSEP'e doğru yola çıkıyor. Birazdan sahneye çıkıp konuşma yapacak spor efsaneleri, eski olimpiyat şampiyonları ve tabii Fabian Cancellara da bizimle aynı otobüste…
Sabah oturumlarını salonun en arkasında ayakta, laf olsun diye değil ilgiyle takip ediyorlar. Bir noktada, Cancellara ile röportaj sıram geliyor. İsviçreli eski nesil spor kahramanlarından; kariyeri boyunca herhangi bir skandala karışmamış, ne kadar büyük bir sporcu olduğunu hâlinden, tavrından anlayamadığınız, size tepeden bakmayan, hatta şüpheye düşürecek kadar mütevazı olanlardan… Yani bir bakıma karşımda olsa olsa dünya mütevazılık şampiyonu olabilecek biri var. Nereden geldiğimi soruyor. İstanbul deyince "Nusret!" diyor, "Ne Nusret’i ya" diyorum ve röportaja başlıyoruz…
Olimpiyat şampiyonundan 'eski sporcu'ya geçiş nasıl oldu? Yeni hayatınıza kolay uyum sağladınız mı?
Sadece zor olsa iyi. Çok şey öğrenmem lazım. Profesyonel sporun dışındaki dünya çok zor ama bana ilham veriyor. Eski hayatımda fiziksel bir yorgunluk vardı, yeni hayatımda zihinsel olarak çok yoruluyorum ama bunu kendim seçtim. Başka bir şey yapmak, alıştığımdan farklı bir dünya görmek istedim. Profesyonel sporculuğun ötesinde bir şeyler başarmak istiyorum. Hâlâ genç, dinamik, enerjik sayılırım; yeni fikirlerle doluyum ve öğrenmeye açığım. Evde oturmak, emekli hayatı yaşamak, sıkılmak bana uygun şeyler değil. Tabii zor yönleri de yok değil, mesela sabahları erken kalkmakta oldukça zorlanıyorum. Dün akşam, burada zirve sonrası bir sürü ilham verici insanla tanıştım. Yemekten sonra sohbet ederken zamanın nasıl geçtiğini fark etmemişiz, yattığımda saat 1 olmuştu bile ama sabah alarm yine 7'de çaldı ve kapatıp uyuma şansınız da yok. Kalkmanız lazım. Bu normal ama normal olması, zor olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Buna alışkın değilim. Son zamanlarda böyle uzun günler çok oluyor. Çok yorulduğum zaman 1-2 gün izin alıyorum. O günlerde gerçekten hiçbir şey yapmıyorum.
Başka neler yapıyorsunuz?
Kendi şirketimi kurdum. Üç ortağız ve spor etkinlikleri düzenliyoruz. Herkesin katılabileceği, katılmak için profesyonel sporcu olmanıza gerek olmayan etkinlikler bunlar. Bisiklete binmeyi biliyorsanız 'Chasing Cancellara Grand Fondo'larına katılabilirsiniz. Şimdiye kadar İtalya, Danimarka, Abu Dabi ve New York’ta düzenledik ve bunun sayısını arttırmak istiyoruz. Mümkün olduğunca çok insanı bisikletle tanıştırmak gibi bir amacım var.

Sporun dünyayı değiştirebileceğine inananlardan mısınız? Rol modeli olmak nasıl bir his?
Rol modeli olmakla ilgili duygularım karışık. Ben çocukların sadece birisine hayran oldukları için spor yapmalarını istemiyorum. Onlarda spor tutkusu uyandırmak daha önemli. Bunu sizin için dışardan bir rol modelinin yapması çok zor. Sadece Cristiano Ronaldo'yu sevdiğiniz için futbol oynamak sizi bir yere götürmez.
Sizin rol modeliniz yok muydu?
Vardı. Uzun yıllar boyunca Miguel Indurain ve Eddy Merckx hayranıydım... Ben tüm sporları izlemekten hoşlanan bir çocuktum. Ama önce yapmak istediğim sporu seçtim, sonra o spordan kendime rol modeli buldum.
Nasıl başladınız?
Babamdan garajda duran eski bisikleti isteyerek... Tabii başlangıçta profesyonel olmak ya da yarışlara katılmak gibi bir niyetim yoktu. Şehirde her yere bisikletimle gitmeye başladım. Sürekli bisiklete biniyordum. Demin söylemek istediğim de aslında buydu. Önce tutku geliyor. Her fırsatta çocuklara sporun ünlü olmakla, kazanmakla ya da televizyona çıkmakla hiçbir alakası olmadığını söylüyorum. Bunlar için spor yapmayın, spor bunun çok ötesinde bir şey diyorum. Tabii şu an çocukların içinde olduğu durum eskisi gibi değil. Çok daha zor. Hepsi dijital oldu, ellerindeki aletlere yapıştılar, hiç doğaya çıkmıyorlar. İşte o yüzden spor yapmaları için rol modeli yetmez.
O bahsettiğiniz tutkuyu yaratmak daha zor değil mi?
Herkesin bir yeteneği vardır. O yeteneğin ne olduğunu bulmak ve kendi tutkusunun ne olduğunu keşfetmek kişinin kendi sorumluluğunda olan bir şey. Okullarda yapılan spor, sadece hobi düzeyinde olsa bile, hâlâ çok önemli. Farklı sporları denemenize fırsat tanıyan, perspektif kazandıran ve sizi başka bir seviyeye taşıyan bir araç o dersler. Spor, bulunduğunuz topluluğa entegrasyonunuzu kolaylaştırır, sağlığınızı korumanızı sağlar, sadece fiziksel değil, mental sağlığınızı da… Bisiklet, insan ayırt etmeyen sporlardan. Herkes yapabilir, bisiklet üzerinde eşitlenirsiniz. Hadi ben başlamanıza aracı oldum, ilham verdim diyelim. Yine de beni köprü gibi görmek lazım. Devamını getirmek sizin elinizde, yani bacağınızda…

Başlamak için bir rol modeline, devam etmek için tutkuya ihtiyacımız var. Başka ne lazım?
Başlangıçta fazla bir şeye değil. Tabii profesyonel olmak istiyorsanız bir organizasyon gerekecek. Sonra bir hedef. Para. Yine de bisiklet sizin ona verdiğiniz her şeyi size fazlasıyla geri verecek bir spor. Sayılamayacak kadar çok faydası var.
Çok çalışmak? Onu nereye koyuyorsunuz?
Çok çalışmak? Geriye dönüp baktığımda bu soruyu kendi kendime de çok soruyorum, gerçekten zor muydu? Evet, tabii ki zordu. Ama ne yaptığınızı bildiğiniz zaman, yorulduktan sonra toparlanması o kadar da zor olmuyor. Önemli olan neyi neden yaptığınızı bilmek. Fiziksel kondisyonunuz iyi değilse, daha iyi olmak için daha çok çalışmanız gerekir. Bu net. En dipten zirveye çıkmak için harcanan çaba, zirvede kalmak için harcanandan tabii ki daha büyük. Zirvedeyseniz her şey daha kolay. Orada kalmak kolay, yorgunluğu telafi etmek kolay, her şey daha kolay… Akıştasınız. Orada kalmak da zor, bu hep söylenir ama yukarı tırmanmak kadar değil
2006'dan 2016'ya kadar olan süreçte sakatlıklar, takım değişiklikleri, suçlamalar… Aslında çok şeyin birden yaşandığı bir on yıldı, çok başarılı da oldunuz. On yıl zirvede kalmak özellikle bisiklet için zor değil mi? Antrenman şekliniz mi, motivasyonunuz mu, hırsınız mı? Bu başarıdaki en büyük payı hangisine yazarsınız?
Her zaman kazanmak için yarışmama! Hedefim hep buydu, gitmek istediğim yön buydu. Kazanma mantalitesi iliklerime kadar işlenmiş durumda. Antrenmanı bile sırf antrenman olsun diye yapmadım. Antrenmanlarımda da hep bir hedef oldu. Katıldığım her yarışa kazanmak için katıldım. Neticede yarış demek, sonunda birisi kazanacak demek.
Ama rekabetçi olamadığınız yarışlar da mevcuttu. Mesela Fransa Bisiklet Turu. Ona nasıl yaklaştınız?
Ama o Fransa Bisiklet Turu... Benim Le Tour kazanacak kapasitem yok. Ben sprinter değilim, tırmanışçı değilim, büyük tur bisikletçisi değilim. Üç hafta süren bir yarışta kazanmam mümkün değil. Hiçbir zaman da olmadı. Ben daha ziyade Fransa Turu'na katıldığım zaman hangi etapları kazanacağımı önceden hedefleyerek katıldım hep. Geri kalan zamanlardaysa takımıma yardım ettim. Kendi etaplarımı kazanmak bana yetti.
Çoğu bisikletçinin kariyerlerinde kötü bir şöhreti var. Dopingten yarış içi skandallara, kavgadan yarış dışı sorunlara…
(Soruyu yarıda kesiyor) Bence bisiklet doping konusunda en çok bedel ödeyen spor. Bu konuda diğer tüm sporların tamamından daha fazlasını yaptı ve bu bedeli bütün sporlar için ödedi. Doping sadece bisikleti ilgilendiren bir sorun değil ki! Bu global bir sorun. Biz üzerimize düşenden çok fazlasını ödedik, diğer sporlar bundan faydalandı. Şimdi bu konuda üstünmüş havalarına girmelerine gerek yok. Bugün bile hiçbir spor organizasyonu bu konuda bisiklet kadar çok şey yapmıyor.

Aynı yarışta pedal çevirdiğiniz bir rakibinizin dopingli çıkması nasıl bir duygu? Bu duyguyla nasıl baş ettiniz?
Büyük bir hayal kırıklığı. Kötü yarıştığınız ya da hata yaptığınız için kaybettiğinizde hissettiğiniz duygu yine hayal kırıklığıdır, kazanamadığınız için mutsuz olursunuz ama en azından bilirsiniz ki kötü yarıştığınız, yanlış yerde atak yaptığınız için kaybettiniz ve bunu sineye çekersiniz, bununla yaşarsınız. Ben her zaman hatayı kabul ederim. İkinci olduğumda üzülmem, sonuçta o hataları 'ben' yapmışımdır, o yarışı 'ben' kaybetmişimdir. Ama önümdeki adam doping yaparak beni geçmişse, herhâlde bununla ilgili iyi duygular beslemem. O zaman iki konuda mutsuz olursunuz: 1- Kazanamamak 2- Önünüzdeki doping yaptığı için kazanamamak. Bu iyi bir his değil, hiç iyi bir his değil.
Kariyerinize dönelim. Çok 'klas' bir kariyeriniz var, sizin için söylenen ortak yorum bu… Bunun arkasında kimler var: Mentorlar, profesyoneller, akıl hocaları? Yoksa sadece siz mi?
Dışardan bakılınca belki sadece ben gibi görünüyordur, bilemiyorum ama bu noktaya tek başınıza gelmek çok mümkün değil. Tamam, yarışı tek başına kazanırsın, tamam podyumda tek başına durursun ama arkada görünmeyen çok kalabalık bir ekip vardır. Farklı takımlarla, farklı takım sahipleriyle, farklı menajerlerle çalıştım. Hepsinden farklı şeyler öğrendim. Kiminin kariyerime, kiminin hayat felsefeme faydası oldu. Öğrendiğim her şeyin bir noktada bana yardımı olmuştur.
İlk takımım Mapei'de 'beraber kazanmak' önemliydi. Takım ruhu her şeyin önündeydi. İkinci takımım Fassa Bortolo'da efsanevi Giancarlo Ferretti ile çalıştım. Askerlik gibi bir şeydi. Ne ekipmanın önemi vardı ne teknolojinin, oraya çıkıp kazanmak için ölesiye pedal çevirmenin dışında hiçbir şeyin çok önemi yoktu. Süslü ya da havalı hiçbir şey yoktu: 'İyi görünmenize gerek yok, iyi yarışmanız bana yeter' derdi. Sonraki yıllarda, ekipmanlar çok önem kazandı, bireysellik öne çıktı, hem bireysel kalıp hem takımın parçası olmayı öğrendim. Takım olmayı, aile olmayı, beraber bir şeyler yaratmayı... Birbirimiz için pedal çevirip, diğeri için kendini feda etmeyi.
Son yıllarımda spor daha teknolojik hâle geldi. Arka planda olan çalışmalar önem kazandı. Gördüğün gibi, bu 10-16 senede çok şey öğrendim. Senin karakterin tabii ki en belirleyici şey ama kariyerimdeki her durak bana birçok şey kattı.
Hem kendi kendinizin mentoru olup hem başkalarından kendinizi geliştirmek için faydalanmışsınız…
Her zaman kendi yolum vardı ama farklı insanlardan tavsiye almayı da hiç ihmal etmedim. Takımların antrenörleri hayati önemdedir. Ben çok sayıda antrenörle çalıştım, en uzun süreli antrenörümle üç yıl birlikte çalıştık. Onların da çok faydası olmuştur.
Kariyeriniz içerisinde kaçan yarışlar, sakatlıklar, hayal kırıklıkları da var. Mesela 2012'deki Ronde van Vlaanderen ve Londra Olimpiyatı gibi. O hayal kırıklıklarıyla nasıl baş ettiniz?
İnanılmaz büyük bir hayal kırıklığıydı ama zerresi kalmadı çünkü kariyerimi 2016 Rio'da altınla noktaladım. Anlayacağın artık her şey yolunda, o günleri tamamen atlattım (gülüyor).
Rio'da başarılı olamasaydım, tabii ki bu konuda çok gergin olabilirdim. Londra’da kaybetmek benim hatamdı. Ronde'de şartlar buna yol açtı ama işin sonunda o da benim hatamdı.
Benim için böyle anlar, öğrenme fırsatları sunar. O dönem kendimi toparlamak için el frenini çektim. Önce sakatlıktan kurtulmak, sonra mental olarak iyileşmek, sonra da geri dönmek istedim. Geri dönmek derken, tutkuyla geri dönmekten bahsediyorum çünkü içimde hâlâ o tutkunun olduğunu biliyordum.
Ertesi yıl Ronde van Vlaanderen-Paris Roubaix dublesi yaptım. Bizim sporda duble yapmak çok büyük iştir. Evet, dediğin gibi çok önemli iki noktada kaybetmiş olabilirim ama sonra işler düzene girdi.
Bazı yarışçılar bir ya da iki büyük zaferle mutlu olurlar, kariyerlerini başarılı saymak için bu onlara yeter. Ama siz son profesyonel senenizde bile Paris-Roubaix ya da Ronde'de yarışıyor ve hâlâ çok 'aç' görünüyordunuz. Bu ateşi nasıl canlı tutabildiniz?
Gerektiği zaman dinlenmeyi bilerek. Ara verdim. Sadece 2-3 hafta değil, tam 4-5 hafta. Ama o sayede içimdeki ateş geri geldi. Küçük bir alev değil, eskisi gibi o büyük ateşi hissetmek istiyordum ve bunu başardım. Sanırım söylediğin 'ateşin' nedeni de bu.
Bu araları antrenörün hep uzun bulur. Ama bunun gerekli olup olmadığını sen hissedersin. Gerçekten gerektiğinde de uzun değildir. Orada fazladan aldığın bir hafta sana uzun vadede birkaç ay olarak geri döner. Ben böyle düşünüyorum. Bir hafta dediğin nedir ki? Sadece yedi gün. E tabii geri döndüğünde 3 kilogram fazlayla dönersen, o zaman sorun olur. Ama sağlıklı yaşıyorsan, o ekstra yedi gün seni mahvetmez. Sağlıksız yaşarsan ya da tatildeyim diye 'junk food'a abanırsan, bedeli ağır olur.
Sana bir şey söyleyeyim mi? İşin sırrı tamamen doğru beslenme. Doğru besleniyorsan eğer, formda kalmak için fazla spor yapmana bile gerek yok. Tabii üzerine bir de spor yapıyorsan ne âlâ!
Tom Boonen'la on yıl boyunca bir rekabetiniz oldu. Kariyerinizdeki yeri ne?
Biz aynı dönemde, aynı klasik yarışları kazanmak için mücadele etmiş iki kişiyiz. Eskiden bisiklette hâlâ kişisel bir rakipten söz edilebilirdi, bugün öyle bir şey mümkün değil, rakibinin kim olduğunu pek bilmiyorsun. Dürüst olmam gerekirse, aynı ayda aynı yarışlara katıldığımız da çok olmadı. Ya o sakattı ya ben; ya o bir şekilde olmuyordu ya ben. Yine de evet, o on yıldaki en büyük rakibim oydu diyebilirim.

Sporcuların en nefret ettiğini bildiğim soruya geldi sıra. Tüm zaferleriniz arasında sizin için en önemlisi, en unutulmaz olan hangisiydi? Rio mu?
Evet, Rio ama onun gibi on yarış daha sayabilirim aslında. Listem çok uzun ve seçmesi de zor. Üstelik ben her şeyi hatırlarım. Yine de kolaya kaçıp Rio diyeceğim çünkü kariyerimin sonuydu ve zirvede bitirdim gibi oldu. Tabii diğer önemli anlara da haksızlık etmemek lazım. Hey, 2013 diye bir şey var! Bence zirvem orası. Yine de tüm bu kariyeri olimpiyat altınıyla bitirdiğim için çok memnunum. Şikâyet edemem.
Yeni nesil hakkında düşünceniz ne? Yeni bir Cancellara var mı?
Yeni Cancellara mı? Hayır yok. Tabii ki genç ve başarılı yarışçılar var. Hem de çok sayıda.
Aşağıdan yukarıya epey bir hareket var. Her yerden iyi yarışçılar geliyor. Bizim zamanımıza göre daha hızlı başarılı oluyorlar üstelik. Benim dönemimde bir yerlere gelmek için daha uzun süre gerekirdi.
Şimdi her şey daha dijital. Antrenmanda daha fazla teknoloji var. Ekipmanlar değişti, bisiklet değişti, spor değişti. Daha erken 'iyi' oluyorsun, daha genç yaşta üst seviyelere geliyorsun ama muhtemelen daha erken de emekli olacaklar. Zirvede benim gibi uzun seneler kalacaklarını düşünmüyorum. Profesyonellik insanı yakar.
O hâlde uzun dönemde kalıcı olmayacaklar mı diyorsunuz?
Yo, olacaklar, tabii ki olacaklar. Ama 16 sene yerine 10-13 sene maksimum diyorum. Yeni jenerasyondan bir Alejandro Valverde çıkmayacak mesela.
Ve bunları zaten kitaplarınızda da anlattınız...
İki kitabım var. İkincisine 2015 Aralık'ta başladık. 20 bölüm yazmayı planladık. Olimpiyat döneminde, ben hâlâ kitabı birlikte yazdığım gazeteci arkadaşımla konuşuyordum. Başlarken nerede biteceğini bilmeden başladık. Sonunda öyle bir yerde bitti ki zaten daha iyisini hayal edemezdik. Hollywood filmi gibi bir şey oldu. Altını kazandığımda, gazeteci arkadaşım bana tebrik mesajı atmadı. Onun yerine telefonla aradı ve "Başıma bela açmayı kes. Şimdi bir bölüm daha yazmamız lazım. Deadline (Teslim tarihi) denen bir şey var, farkında mısın? Yardımına ihtiyacım var Fabian, lütfen artık bırak!" dedi.