'En İyi'nin Gölgesinde

10 dk

Angelique Kerber’in başını çektiği bir grup oyuncu, tenisteki Serena Williams hâkimiyetine baş kaldırma çabasında. Tıpkı genç Williams’ların 20 yıl önce Steffi Graf’a karşı yapmaya çalıştığı gibi...

Lindsay Davenport’a kaybettiği 1999 Wimbledon finalinden kısa bir süre sonra tenisi bıraktığını açıklayan Steffi Graf’ın kararı spor dünyasını şaşkınlığa sürüklemişti. Sadece 30 yaşında kariyerine son vermesi, artık başarılarının üzerine yeni bir şey koyamayacağı anlamına geliyordu. Margaret Court’a ait toplam 24 Grand Slam’lik tüm zamanlar rekoruna sadece iki kupa kalmışken bunu yapması motivasyonunu ne denli kaybettiğinin bir kanıtıydı. Graf, onu zirveye çıkartan kazanma hırsının orada olmadığını hissettiği anda kapıdan çıktı. Hem de her büyük sporcu gibi, arkasında selefinin kim olacağı tartışmalarını miras bırakarak…

Graf’ın güçlü forehand’iyle bir dönüşüme soktuğu kadın tenisi, 90’ların başında Monica Seles ve Jennifer Capriati gibi vuruş kuvveti iyice artan yıldızlarla birlikte farklı bir çehreye doğru ilerledi. Artık 70’ler ve 80’lerdeki trend tamamıyla değişmişti. Ne Chris Evert gibi yumuşak vuruşlarla ne de Martina Navratilova gibi servis vole oynayarak istikrarlı bir kazanan olmak pek mümkün değildi. Milli antrenör Ali Göreç’e göre değişimin en önemli sebebi, sporcuların gitgide elit birer atlete dönüşmesiydi. Buna kaynaklık eden şey de tenisin bir aristokrat oyununundan profesyonel spora evrilmesi, kadın tenisine olan yaklaşımın farklılaşmasıydı.

“Zamanının en iyisi Steffi Graf’a bakın, o bile müthiş bir atlet değildir. Ayak oyunlarını incelediğinizde bunu kolaylıkla görebilirsiniz” diyen Göreç, 90’lardan itibaren kadın tenisindeki fiziki evriminin üzerinde duruyor. Tabii gelişim gösteren tek şey sporcuların vücutları değildi. Raket ve tel teknolojisinin ileriye gidişi, oyunun hem kadınlarda hem de erkeklerde fazlasıyla hızlanmasına katkı verdi. Tüm bu değişkenler ışığında, ‘yeni nesil kadın tenisçiler devri’nin ilk süper atletleri de çok geçmeden sahneye çıktı.

Venus ve Serena Williams için, sporun gittiği nokta biçilmiş kaftandı. Her ikisi de kitaptaki tüm vuruşları yapabilen çok yetenekli tenisçiler olmalarına rağmen zaman zaman tek tip oyuncu profili çizdiler. Ali Hoca’ya göre bunun sebebi, farklı vuruşlar kullanmaya ihtiyaç duymamalarıydı. Zira her ikisi de başka herhangi bir opsiyona gerek kalmaksızın, güçlü geri çizgi vuruşlarıyla rahat kazanabiliyorlardı. Bu da tenisin en büyük yanılgılarından birisini su yüzüne çıkardı. Williams’lar yıllar boyunca, hem de epey cinsiyetçi yaklaşımlar içerecek şekilde, sadece fiziksel güçle kazandıklarına dair haksız şekilde eleştirildiler. Fakat bunlar, bilhassa da Serena’nın sporu değiştirmesine engel olmadı…

İmkânsızı Başarmak

Serena Williams bile zaman zaman kendi yükselttiği standartların altında kaldı. Onu yenebilmek çok nadir ve zorlu, onu bir Grand Slam finalinde yenmek ise neredeyse imkânsıza yakındı. 1999’da oynadığı ilk Amerika Açık finalinden başlayarak geçen 19 yıl ve 30 maçlık serüvende, sadece beş oyuncu tarafından mağlup edilebildi. Bu isimler; Venus Williams, Maria Sharapova, Samantha Stosur, Angelique Kerber ve Garbiñe Muguruza’ydı. Fakat bu oyunculardan sadece ikisi Williams’ı birden fazla kez bir slam’in son maçında yendi. Bir tanesi tahmin edebileceğiniz üzere ablası ve gününde olduğunda onunla en iyi eşleşebilen kişi Venus, diğeri ise kendisine Steffi Graf’ı idol seçmiş fakat oyun tarzı kahramanıyla pek bağdaşmayan Angelique Kerber’di.

Kerber’in gelişimi ve Serena Williams’a baş kaldırabilecek seviyeye çıkışı da öyle çok kolay olmadı. Polonya asıllı Alman tenisçi, ülkesinde son derece yetenekli ve potansiyelli görülen bir jenerasyonun parçasıydı. Hemen hemen kendisiyle aynı yaşta olan vatandaşları; Andrea Petkovic, Sabine Lisicki ve Julia Görges’le birlikte üzerlerinde ciddi bir beklenti vardı. Planlanan, Steffi Graf sonrası Alman kadın tenisinin yeni taşıyıcıları olmalarıydı. Talihsiz sakatlıklar yaşayan Petkovic, Wimbledon finali oynamasına rağmen yarattığı rüzgârı koruyamayan Lisicki ve parlamak için 30’larına kadar bekleyen Görges hep geri planda kaldılar. Kerber ise bu oyuncu grubu içinde çok daha istikrarlıydı ama onun da limitleri belliydi. Ancak 2016 yılında, kartlar yeniden dağıtıldı.

Üç set süren 2016 Avustralya Açık finali bittiğinde, Serena Williams maçta kendisini mağlup eden rakibi Angelique Kerber’e sarılmak için filenin karşı tarafına geçmişti. Tanık olduğu çaba, karşısında bulduğu direnç onu da şaşırtmış olmalıydı ki bunun hakkını vermek istiyordu. Kerber o maça çıkmaya hak kazanana kadar yol üstünde de özel işlere imza atmıştı. Maç puanı çevirdiği ilk turdaki Misaki Doi karşılaşması, eski şampiyon Viktoria Azarenka’yı mağlup edişi ve Johanna Konta’yı devirdiği yarı final, turnuvanın sembolik anlarıydı. Tenis tarihinin en keyifli Grand Slam finallerinden biri sonrası Serena Williams’ı yenişi ise tarifsiz bir kapanış oldu. “Hayatımın en güzel iki haftası” şeklinde bahsettiği o Melbourne seyahati, yine de Kerber’in 2016’sının zirvesi olmayacaktı çünkü aynı yıl içerisinde hem dünya 1 numarası oldu hem de Amerika Açık şampiyonluğu kazandı. Rüyası ise devam etmeyecekti.

Kerber’in bir önceki seneyle taban tabana zıt 2017’si, kadın tenisinin mevcut istikrar sorununu bizlere en iyi anlatan örneklerden. Öyle ki Alman raket, sıralamanın zirvesinde girdiği sezonda hiçbir slam’in dördüncü turunu geçmeyi başaramadı ve bir noktada ilk 20’nin dahi dışına düştü. Bu dönemde antrenörü Torben Beltz ile yollarını ayırdı ve Kim Clijsters’ın eski koçu Belçikalı Wim Fissette ile çalışmaya başladı. Kendisine sorunun ne olduğu sorulduğunda, ciddi bir özgüven kaybından bahsediyordu. Oyununda güçlü bir hücum silahının olmayışı, başının sıkıştığı anlarda onu tutunabileceği bir daldan mahrum bıraktı. Sürekli yüzde 100’ünde olmasını gerektiren, iyi koşmaya, atletizme ve kontra vuruşlara dayalı bir tenis oynamak durumundaydı. Bunu kendine güvenmeden yapmak ise hiç kolay değildi.

Peki Angelique Kerber bu güveni nasıl tekrar sağladı ve limitli hücum silahlarıyla, hem de finalde Serena Williams’ı mağlup ederek 2018 Wimbledon şampiyonu oldu? Burada sözü, Wim Fissette’e vermek lazım; deneyimli antrenöre göre, oyuncusu fiziksel olarak iki sene öncesinden bile çok daha iyi durumda ve servisi gün geçtikçe gelişiyor. Solak olmasının yardımıyla, özellikle de ilk servisini artık eskisinden çok daha büyük bir skor opsiyonu hâline getiren Kerber’in oyunun tüm departmanlarında iyileşmeye devam etmesi ise müthiş bir kararlılığın ürünü. Bu kadar üst düzeye çıkmış oyuncuların hâlâ niçin gelişmeye devam etmek durumunda olduklarını ise Ali Göreç açıklıyor: “Dünya 1 numarasının dahi gelişmek zorunda olduğu bir dönemdeyiz. Bunu Serena Williams, Rafael Nadal ve Roger Federer bile yapıyorsa herkes yapmalı. Artık ilerlemeden zirvede kalmak mümkün değil.”

Milattan Sonra

Angelique Kerber, o günlerin söz sahibi isimlerinden birisi olacağının sinyallerini veriyor olsa da hâlâ bir konuda tahmin yapmak kolay değil: Serena Williams dönemi bittiğinde kadın tenisi neye benzeyecek? Öncelikle şunu söylemek lazım ki Chris Evert, Martina Navratilova, Steffi Graf ve son olarak Serena Williams tarafından koyulan çıtanın tekrarlanma ihtimali az. Yani dominasyon kurabilecek ve çift haneli slam sayılarına ulaşabilecek bir oyuncu öngörmek şu an için kolay değil

Zaten Serena’nın verdiği doğum arası esnasında da o günlere dair bir fragman izleme şansımız oldu ve bu birçok şeyi anlattı. O bir yılı aşkın periyotta; Jelena Ostapenko, Sloane Stephens ve Caroline Wozniacki üçlüsü ilk Grand Slam şampiyonluklarına ulaştılar. Serena’nın dönüşünde oynadığı ve tam hazır gözükmediği ilk slam olan Fransa Açık’ı ise Simona Halep kazandı ve bu da bir ilkti. Yani Serena yokken birden fazla slam kupası kazanan oyuncu sayısı sıfırdı. New York Times’a Serena’sız günler hakkında konuşan Garbiñe Muguruza, işe olumlu tarafından bakanlardan. İspanyol raket, “Şu anda Serena hariç kadın tenisinin zirvesindeki diğer oyuncuların hepsi hemen hemen aynı seviyede” diyor ve ekliyor: “Grand Slam turnuvası oynarken ‘Bir noktada Serena’yı yenmeliyim’ düşüncesi hep kafamızda dolaşıyor. O yokken her şeyin mümkün olabileceğini biliyoruz.”

Aynı makalede görüş veren, hem Steffi Graf hem de Serena Williams’a karşı korta çıkma şansı bulmuş Mirjana Lucic-Baroni ise “Steffi sonrasında tenis var olmaya devam etti, Serena sonrasında da değişen bir şey olmayacaktır” diyor. Deneyimli rakete göre, tenisin bir kişi tarafından hâkimiyet altına alınması o kadar da keyifli değil. Dolayısıyla Lucic-Baroni, Serena sonrası dönemde potansiyelli oyuncuların kendilerini daha rahat gösterme fırsatı bulacağına inananlardan. Ancak bu görüşünün gerçekliğini test etmek için biraz daha beklemek durumunda

Zira sporu bundan sonra hiçbir şey kazanmadan bıraksa dahi tenisin Rushmore Dağı’ndaki yüzlerden birisi olacak Serena hiçbir yere gitmiyor. Evet, belki kortta henüz eskisi kadar iyi hareket edemiyor ama sahip olduğu müthiş tenis zekâsı ve kaybetmeyi tüm benliğiyle reddeden hâli yerli yerinde. Annelik ve tenisçilik arasındaki dengeyi yavaş yavaş kurmaya başladığından da sık sık bahsediyor. Yani Angelique Kerber, Garbiñe Muguruza, Simona Halep ve Caroline Wozniacki gibiler Grand Slam sayılarını artırmak istiyorsa bunu en zor yoldan yapmalı. Yol üstünde Serena Williams’ı yenerek...

Socrates Dergi