En Uzun 10 Saniye

5 dk

Bazen, sadece 10 saniye sürecek bir yarış için yıllarca beklersiniz ve o büyülü ânı izlemenin verdiği haz biter bitmez kendinizi bir sonraki randevuyu düşünmeye başlamışken bulursunuz. Evet, 100 metre yarışı size tam da bunu yapar.

Her şeyin fazlasıyla hızlandığı ya da hızlı yaşandığı bir dönemdeyiz. Hatta o kadar ki yavaşlığın özlemiyle; yavaş yaşam, yavaş yemek, yavaş şehir gibi akımlar oluşmaya ve oluşmakla kalmayıp fazlasıyla ilgi görmeye başladı. Uzun mektupların yerini sesli harflerin kelimelerden dışlandığı mesajlaşmalara geçilen günlerde, Milan Kundera’nın Yavaşlık adlı romanından şu pasaj geldi aklıma:

“Motosikletinin üzerine yumulmuş giden insan, bu gidişin somut bir saniyesine verir kendini yalnızca; geçmişten ve gelecekten kopmuş bir zaman parçasına tutunur; zamanın sürekliliğinden kopmuştur; başka bir deyişle, esrime durumundadır; bu durumda kaygıları umurunda bile değildir, unutmuştur onları, bu nedenle korkmaz, çünkü korkusunun kaynağı gelecektir ve gelecekten kurtulmuş bir insan için korkacak bir şey yoktur. Teknoloji devriminin insana armağan ettiği bir esrime biçimidir hız. Motosiklet sürücüsünün tersine, koşucu kendi bedeninin varlığını her zaman duyumsar, soluk durumunu hiç aklından çıkarmamak zorundadır; gövdesinin ağırlığını ve yaşını hisseder koşarken, kendi kendinin ve yaşamının zamanının her zamankinden daha fazla bilincindedir. İnsan hız yeteneğini bir makineye devredince her şey değişir. Yavaşlığın keyfi neden gitti böyle?”

Donald Lippincott, 1912 Stockholm Olimpiyatı’nda 10.6 saniye ile ilk geçerli dünya rekorunu kırıp dünyanın en hızlı adamı oldu. O günlerden beri 100 metrelik bu yarış, dünya üzerinde hızla ilintili olup da ilginin azalmadığı, hatta aksine arttığı tek olay belki de. Ortalama 10 saniye süren bu yarış, sadece atletizmde değil, tüm branşlar arasında en büyük ilgiyi gören spor olaylarının başında geliyor. Üstelik burada, atletler korkularından arınmak için Kundera’nın bahsettiği gibi teknolojinin nimeti makinelere ihtiyaç duymuyorlar. Daha da önemlisi atletler, yarışın sürdüğü kısacık zaman diliminde Çek yazarın bahsettiği bir esrimeyi yaşarken, seyredenlere de aynı şeyi yaşatıyorlar. İnsanların 100 metreye gösterdiği yoğun ilgiye, yüzünüzü geçmişe çevirdiğinizde de rastlayabiliyorsunuz. Rahmetli Cüneyt Koryürek şöyle demişti bir yazısında: “Atletizmin ve sporun da temeli, sprint, hız koşusudur. Hangi sporu alırsanız alın, şampiyon olmanın temelinde sürat yer alır.” Bu temel, MÖ 776’da başlayan eski olimpiyat oyunlarına kadar iner. İlk 13 oyunda sadece bir yarışma vardır. Bu da o zamanki stadyumun uzunluğuna denk 192 metrelik sürat koşusudur. Yarışı kazananın adı o oyunlarla birlikte hatırlanır. Dönemin geleneklerine bağlı kalınsaydı, 1936’yı Jesse Owens ya da 1984’ü Carl Lewis Olimpiyat Oyunları olarak anabilirdik. Milattan önceki oyunlarda bu yarışmayı kazanan ve mesleği fırıncı olan Elis’li Koroibus, tarihe adını silinmemek üzere yazdırmış bir şampiyon.

Hayatı meşhur Chariots of Fire filmine konu olan 1924 Paris Olimpiyatı 100 metre şampiyonu Britanyalı Harold Abrahams ya da 1996’da dünya rekoru kırarak Atlanta’da birincilik kürsüsüne çıkan Kanadalı Donovan Bailey de bu onur listesinin diğer sakinleri arasında. 1968 Mexico City’de ilk kez el kronometresinden elektronik zaman ölçümüne geçildiğinde 10 saniye bariyerinin altına inerek 9.95 koşan ve tarihe damgasını vuran Jim Hines ise siyahların bu disiplindeki hegemonyasını başlatan isim olarak unutulmazlar arasındaki yerini almış durumda.

Kanadalı Ben Johnson, 1988 Seul’de doping kullandığında mirası farklıydı artık. Linford Christie ve hâlâ hakkında şüpheler olan Carl Lewis ise Johnson’ın aksine listenin üyeleri arasında gösteriliyorlar. Sonraki dönemin hâkimi, dünya rekortmeni ve olimpiyat şampiyonu ‘Teksas Treni’ lakaplı Maurice Greene de kısa, tıknaz ve acı kuvvete sahip sprinterlerin son büyük örneklerinden.

100 metreden bahsetmeye başlayınca kahramanların adları sıklıkla anılır, hikâyeler ise hiç bitmez. ‘Dünyanın en hızlı adamı’ denilen bir süper kahramandan bahsediliyordur ne de olsa. Çok basittir. Taktik yoktur. 100 metreyi en kısa sürede geçmen gerekiyordur. Start takozuna atletler dizildiğinde çıt çıkmaz. Herkes dünyanın en hızlı adamını görmek için konsantre olur ve bekler...

Peki gerçekten de en hızlı mıdır kazanan? Atletizm geleneğinde, olimpiyat oyunlarında 100 metre şampiyonu olan ya da dünya rekoru kıran adam bu unvana layık görülür. Uzmanlar 100 metreyi birkaç faza ayırırlar. Takozdan çıkış anı, sonra içeri, hız tüneline geçiş, hızlanma, en yüksek hız ve finişte öne uzanma... Çoğu zaman “Finişi gördün mü?” diye konuşulur yarış bittiğinde. Örneğin Carl Lewis, finiş anında öne iyi uzanıp uzun bacaklarını kullanmasıyla meşhurdu. Şimdilerde ise Usain Bolt, finişe gelirkenki rahat tavırlarıyla nam salmış durumda.

2008 Beijing’de onu spiker olarak anlatma şansına eriştim ve ne yalan söyleyeyim; garip gelmişti ilk başta. Önceki yıllarda alıştığımız türde, yarış başlamadan önce sert bakışlarla ve keskin hareketlerle start takozuna doğru ilerleyen sprinterlerden değildi. Seyirciyle iletişim kuruyor ve eğleniyordu. Bolt’un 9.69 koştuğu finalde yer alan Darvis Patton anlatıyor: “Daha önce yapılmamışları yapan, dünya ve olimpiyat rekorunu henüz kırmış genç bir adam. Eğleniyor ve herkes onu yakalamak için çaba sarf ediyor. Jamaikalılar dahi ona yetişmeye çalışıyor. Ama o kendine ait bir ligde mücadele ediyor. O, doğanın acayipliklerinden biri. Ve ben onu en ön sıradan izledim. Çok şanslıyım!”

Doğanın acayipliklerinden biri demişken; Bolt, olimpiyat performansı yetmezmiş gibi, bir yıl sonra düzenlenen 2009 Berlin Dünya Şampiyonası’nda 9.58 gibi akıl almaz bir dünya rekoru daha kırdı. Sporseverlerin 100 metreye ilgisi zirve yapmışken, bilim insanları da ‘Şimşek Adam’a kayıtsız kalamadı. Normalde 44-47 adımda alınan mesafeyi, 1.95 boyuyla sadece 41 adımda almıştı. Southern Methodist Üniversitesi’nden Peter Weyand’ın araştırmasına göre, Bolt her adım sırasında sadece 0.08 saniye yere basıyordu. Yani 41 adımda sadece 3.28 saniye yerle temas edip 6.30 saniye havada kalıyordu. Bolt bu rekoru kırarken, insanlığın kendi adımlarıyla ulaştığı en yüksek hıza ulaşmıştı: 44.7 km/s.

Weyand, matematikçilerin Bolt’un ya da insanın hız sınırını tam olarak çözmekte zorlanabileceklerini söylüyor. Bolt’u ‘tam bir olağandışı’ olarak tarif ediyor. Araştırmasında onun, hem uzun bir adamın mekanik avantajına hem de kısa ve kütleli bir adamın çok hızlı kasılabilen beyaz kas liflerine sahip olduğunu anlatıyor. Tıpkı 200 ve 400 metrede ‘ördek gibi’ diye tasvir edilen olağan dışı koşu stili ve sıra dışı fiziğiyle rekorlar kırıp şampiyonluklar kazanan Michael Johnson gibi... Şimdilerde yorumculuk yapan Johnson da “Bolt’u ve 100 metre koşusunu izlemek tarihin en büyük şanslarından biri” diyor zaten.

Jamaikalı özetle; 100 yıldır en çok ilgiyi çeken yarışı, yani 100 metreyi başka bir boyuta taşımış durumda. Christopher Nolan’ın Interstellar filminde dem vurduğu uzay-zaman ilişkisinde, beşinci boyut misali bir yerde duruyor. Biz onu izlerken ve baş döndürücü hızında Kundera’nın esrimesini yaşarken, o başka bir hızda aslında. Britanyalı antrenör Dan Pfaff anlatsın: “Bir 100 metreci, daha takozdan çıktığı andan itibaren her adımını yaşar. Pozisyonunu kontrol eder. Uzanışını kontrol eder. Yere az temas etmeye çalışır. Yanındakine bakar. Açılarını ölçer. Ani kararlar verir. O kısacık zamanda tonlarca bilgi akar gider beyninden. Süper ağır çekimde gibi. Ama siz onu sadece 10 saniye görürsünüz.”

Bir diğer bilim kurgu filmi Contact’te Jodie Foster’ın yaşadığı gibi; dünyanın en uzun ve en ünlü 10 saniyesi…

Kısanın Cazibesi

Şevket Furkan Erbay: 100 metre neden atletizmin en çok bilinen ve ilgi çeken dalı sorusunun cevabı basit: Çünkü tanımlaması çok kolay. Basit bir şekilde ‘Dünyanın en hızlı adamı/kadını’ unvanının teslim edildiği bu disiplin, sadeliği ve kısalığına karşın derin bir anlam içeriyor. İnsanın fiziki sınırlarının temel testi niteliğindeki bu yarışı boyutlandıran başka bir özellik de var: 2003’ten bu yana uygulanan ‘tek çıkış hatası’ kuralı gibi... Bu kuralla birlikte, 100 metre yarışının öncesindeki uzun saniyelerin içerdiği merak ve heyecana tatlı bir gerginlik de eklendi. Şampiyonalarda genelde en yoğun katılımın olduğu dal olan 100 metrede rekor kırılma sıklığı (erkeklerde), diğer branşlara göre hiç de seyrek sayılmaz. Kendimi bildim bileli her 100 metre rekoru için “E artık bu da kırılmaz” kabilinden yorumlar yapıldı ama bir şekilde o dereceler aşağıya çekildi. 10.20’leri koşan 18 yaş altı atletleri, tarihte geçen yıl 10 saniyenin altına inen gençler rekorunu düşünürseniz, 9.58’in de hâlâ bir miktar gelişim payı (The Perfection Point kitabında fiziki mükemmeliyet haritası çıkaran John Brenkus’a göre rekorun geleceği son nokta 8.99) olduğunu söylememiz mümkündür.

Socrates Dergi