Ergün 2 - 0 Rafa

5 dk

Ergün Zorlu, kendi jenerasyonunda Türkiye’nin en iyi tenisçilerinden biriydi. Üstelik kortlardaki yolculuğu, onu Nadal’ın karşısına da çıkarttı. Hikâyenin kalanını kendisinden dinleyelim.

2001 yılının sonbaharında Mallorca’ya gittim. Türkiye’den oraya yerleşmiş, Ali Yenilmez adında bir antrenör abimiz vardı ve beni kendi akademisine antrenman yapmam için davet etmişti. Amacım iki ay kadar orada kalmak, farklı sporcularla oynayıp tecrübe kazanmaktı. Hatta sonrasında İstanbul’dan birkaç arkadaşım daha gelip bana katıldı; güzel bir dönemdi. Genelde kendi akademimizde antrenman yapıyorduk ama oradaki tenis kulüpleri, bünyelerindeki sporcuların müsabakalardan geri kalmaması için hafta sonu turnuvaları düzenlerdi. Resmî değil, biraz daha hazırlık amaçlı maçlar oynanırdı fakat birçoğu kıran kırana geçerdi. İşte o maçların birinde karşıma uzun boylu ve sıska bir çocuk çıktı...

Rakibim Rafael Nadal’ın adını daha önceleri de duymuştum. Çünkü aynı jenerasyonun oyuncuları olarak, birlikte milli takım turnuvalarında bulunmuştuk. Yetenekliydi ama ülkesinin bir numaralı junior oyuncusu değildi. O dönem İspanya’nın en parlak yeteneği Nicolas Almagro’ydu. Nadal da genelde üç veya dördüncü basamakta olur ve milli takım düzeyinde çiftler maçlarına çıkardı. Fakat iyi bir toprak kort oyuncusu olduğunu biliyordum. Dürüst olmak gerekirse ne çok güçlü ne de çok hızlı bir çocuktu. Sert kortta oynadığımızdan mıdır nedir, vurduğu toplar beni hiç rahatsız etmedi. İlerleyen yıllarda Roger Federer’i dahi zorlayan o top spin kuvvetinden eser yoktu. Aksine benim vuruşlarım onu sarsıyor, gözle görülür bir şekilde zorlanıyordu. Benim açımdan çok zor bir maç olmadı yani; 6-4 ve 7-5, iki sette kazandım.

Nadal’ı bir sonraki görüşüm ise o maçımızdan yaklaşık iki yıl sonraydı. 2003 yılında Barselona’daki ATP turnuvasında bir mücadelesini izlemiştim. İnanın bana, orada Rafa’yı ilk gördüğümde tanıyamadım. Topa güçlü vurmakta zorlanan o cılız kolları şişmiş, vücut geliştirmecileri andıran inanılmaz bir fiziğe sahip olmuştu. Üstelik korttaki sürati de epeyce artmış ve bambaşka bir çehreye bürünmüştü. Aradaki süreyi nasıl bir gelişim kaydederek geçirdiği çok açıktı. Gelecek yıllarda üstüne biraz daha koyacak ve çok değil, iki yıl sonra ilk Roland Garros kupasını kaldıracaktı.

O, sporumuzda dünyanın iyilerinden birisine, bir efsaneye dönüşürken ben de kariyerini çok yakından takip ettim. Tabii sırf benimle değil, diğer herkesle arasındaki makas çok fazla açıldı. Bunda da sahip olduğu muazzam yeteneğe pay biçmeliyiz. Kendi adıma konuşursam, bazı klişe görünecek noktalara değinebilirim. Mesela ben tüm gençler kariyerimi ahım şahım bir destek almadan geçirdim. Nadal gibiler yılda 30-35 gençler turnuvası oynarken ben dört senede sadece 10 turnuvaya katılabildim. Tenis bir kilometre işi, ne kadar çok tecrübe kazanırsanız sonuçlarınız o kadar iyi olur. Rafael Nadal’ınki en başından planlanmış bir kariyerdi ve o da eline geçen imkânları harika kullandı.

Sadece Rafa değil, gençlerde dünya 1 numarasıyken Marcos Baghdatis’le karşılaştım. Sonraları çok üst düzey oyuncular olan Richard Gasquet’yle, Jo-Wilfried Tsonga’yla ve birçoklarıyla korta çıkma şansı buldum. Eskiden teniste, “Sen 30 oldun, evlenip çoluk çocuğa karış” muhabbeti yapılırdı ama saydıklarımın hepsi oynamaya devam ediyor. Federer’in başardıkları ortada. Nadal, Paris’te neredeyse elini kolunu sallayarak 11. şampiyonluğunu aldı. Üstelik yollarına da devam ediyorlar.

Beni sorarsanız, 33 yaşındayım ama yaşadığım sakatlıklar sebebiyle artık profesyonel olarak tenis oynamıyorum. Dönüp baktığımda, ne olursa olsun içimde bir burukluk var. Sadece bir noktada dahi olsa Nadal’la aynı seviyedeydim, onu yenmeyi başarmıştım. Tüm rekorlarından, kazandığı Grand Slam’lerden sonra bu anının değeri biraz daha artıyor. Yine de benim adıma daha fazlası olabilirdi. Dünyanın 30 numarası olmayı, ilk 50’ye girmeyi o zafere tercih ederdim. Üstelik belki o zaman yine Rafa ile karşılaşır, belki yine kazanma şansı bulurdum. Şu an benim için 2001’deki o maç ne anlam mı ifade ediyor? Tarihten hoş bir enstantane, fazlası değil...

Socrates Dergi