
Seyyah
23 dk
Kışın Çin'de basketbol oyna, ilkbaharda Avrupa'ya geri dön, yazın yakın arkadaşlarınla turnuvaya katılıp 2 milyon dolar kazan... Errick McCollum'un hayatına hoş geldiniz. Anadolu Efes'in yeni yıldızı, bu kez bavulunu ilk EuroLeague sezonu için topladı.
McCollum Ailesi’nin basketbola düşkünlüğü nereden geliyor?
Bizim ailede basketbol oynamayan yok. Annem, babam ve tabii ki kardeşim CJ... Herkesin farklı seviyelerde alakası oldu sporla. Dedem profesyonel beyzbolcuydu, biraz ondan da güç aldım. McCollum'lar için, büyük oğullarının çift pota maç yapması bir güvenceydi. Annem ancak bu şekilde beladan uzak durduğumu düşünürdü ve her planıma CJ'yi de dahil etmek isterdi.
— KARDEŞİN CJ'Yİ DE YANINDA GÖTÜR!
— Ama anne...
— Yoksa dışarı çıkamazsın.
CJ benden yaklaşık üç buçuk yaş küçük, 1991'li. Çift pota maça küçük kardeşinizle gitmenin pek havalı olmadığını tahmin edebiliyorsunuzdur. Uzun süre bizim seviyemize de çıkamadığından, hâliyle biraz burun kıvırarak alıyorduk onu takıma. 10 yaşındayken bizimle oynadığı bir maçta bana diklenmişti. Biraz itişip kakışmıştık. Bizi ayıran babam olmuştu ve o günden beri de hiç kavga etmedik. Anneme teşekkür etmeliyim; ilk etapta biraz sancılı bir süreç geçirsek de gerçek abi-kardeş ilişkisi kuruşumuz onun sayesinde oldu. Belki bu kadar yakınlaşmayacaktık...
Teke tekte size karşı ilk galibiyeti ne zamandı peki?
Düşüneyim... 21 yaşına kadar, yani 2012 yılından önce beni hiç yenemedi. Sanırım draft edildiği yaz ilk galibiyetini almış olsa gerek. 2013'ten sonra işler biraz değişti, boynuz kulağı geçti.
GlenOak'taki lise günlerinden aklınızda neler kaldı? Marilyn Manson'la başlayıp Kosta Koufos ve McCollum Kardeşler ile ilerleyen mezun listesi dikkat çekici...
Ohio'da her türden insan bulursunuz. Eski NBA ya da NFL oyuncusu, müzisyeni, delisi, iş adamı... Benim lise döneminde beyzbolla ilgilendiğim bir dönem oldu. Keza CJ de daha sonradan aynı okula gelip beyzbolla uğraştı. Dedemiz, James Harrison Andrews, eski bir Negro League (MLB'de siyah oyuncuların forma giymesi 1947 yılına kadar yasaktı. Jackie Robinson ulusal ligde oynayan ilk siyah beyzbolcu olurken Afro-Amerikan beyzbolcuların tamamı 'Negro Ligi'nde mücadele ediyordu) oyuncusuydu. Saatlerce beyzbol konuşurduk. Ama basketbola oranla bize biraz sıkıcı geliyordu. CJ, atıcıydı. Ben de vurucu. Bekliyordum, bekliyordum... Pek aksiyon yoktu. Ardından CJ'in çime alerjisi olduğu ortaya çıktı, ben de tamamen basketbola yöneldim.
Bu işte profesyonel olabileceğinizi o günlerden anlamış mıydınız?
Aslında hayır. Lisenin ardından, kolejde NAIA okullarından Goshen'da burs bulabildim. Hiçbir Division I okulu beni istememişti ve hep bir tereddüdüm oldu. Annem de her defasında "Oğlum aptallık etme, diplomanı al" derdi. Opsiyonlarımı hep açık tuttum. Okulu dört yıl okuma gerekliliği hissettim. 3000'e yakın sayıyla Goshen tarihinin en skorer oyuncusu olduğumda bile emin değildim. Profesyonel olabilir miydim? Basketboldan para kazanmam garanti değildi. Her defasında önceliğim diploma oldu.
Kolej fotoğraflarında hep rastalısınız. Kararınız nerede değişti?
Bir ara staj başvurularım vardı. "Errick, oğlum, jilet gibi olman lazım" demiştim kendi kendime. Kesintisiz 11 yıldan sonra; 21 yaşında rastadan, örgülü saçtan vazgeçtim. Takım elbise, kravat, güzel bir saç kesimi... Rastalı bir işletme öğrencisinin ciddiye alınma ihtimali mantıklı gelmemişti. Kestim gitti.

"Rastalı bir işletme öğrencisinin ciddiye alınma ihtimali mantıklı gelmemişti. Kestim gitti."
Allen Iverson muhtemelen bunu onaylamazdı...
Saha içinde hep onun gibi olmak istedim ama günlük hayatta çok farklı iki insanız. Ben pek dışarı çıkmam, çok sakinimdir. Ağırbaşlı olmaya gayret ederim. Öte yandan AI'ın maruz kaldığı önyargıların birçoğunu ben de tecrübe ettim. “Sıska” dendi benim için, “Küçük, bencil, yeteri kadar iyi değil...” Bunları her duyduğumda AI'dan ilham aldım. Kardeşim CJ de öyle. Birlikte, Michael Jordan ya da Kobe Bryant yerine Allen Iverson'dan yana saf tuttuk. 3 numaralı formayı seçtik.
Profesyonel olma şansı doğduğunda, Netanya ilk tercihiniz miydi? İsrail'deki yabancı kuralı (Rusya'daki sistem gibi her takımın sahada en az iki yerli oyuncu bulundurması zorunlu) kafanızı karıştırmamış mıydı?
Maç başına sadece altı dakika süre alabileceğimi tahmin etmemiştim. Takımda beş ABD'li vardı, tamam ben de çaylaktım ama... Adil değildi. NCAA turnuvası oynamayıp küçük bir okuldan gelmenin handikabını ilk kez Netanya'da yaşamıştım. Gördüm ki Avrupa'daki scout’ların büyük bölümü için, Division II hiçbir şey ifade etmiyor. Oysa bir istatistik çıkarılsa bence küçük okullardan gelen oyuncuların Euroleague kariyerleri, ACC ya da Big Ten çıkışlı birçok ismi geride bırakır. Netanya'yı motivasyon unsuru olarak kullandım ve bir sonraki sezon yine İsrail'den vazgeçmedim. 2011-2012 arasında 2. Lig'den 3. Lig'e düşmeme mücadelesi veren Hapoel Kfar Saba'da oynadım. Maç başına 24-25 sayı atıyordum. O yıl benim çıkış sezonum oldu.
Hatta o dönem az kalsın Türkiye 2. Ligi'ne geliyordunuz, değil mi? BEST Balıkesir'le deneme idmanlarına çıkmanıza karşın koç Mustafa Aksoy tarafından beğenilmediğiniz 2012 yazını biraz anlatır mısınız?
Aslında söz kesmiştik, ben sezonu Balıkesir'de geçirmeye hazırdım. Eşyalarımı toplayıp gelmiştim. Fakat yaptığımız kontratta karşılıklı çıkış opsiyonu bulunan iki-üç haftalık bir deneme süresi vardı. Neyse işte, yaz kampına başladık. Bir turnuva vardı önümüzde. Koç yanıma gelip bu hazırlık turnuvasının öneminden bahsetmişti. Ben de takımdaki tek yabancıydım, kadrodaki diğer yabancının bazı sakatlık problemleri vardı. Birinci maç, ikinci maç... Yaklaşık 20 sayı ortalamayla oynuyordum. Hâliyle koçu da etkilediğimi düşündüm. Şampiyonluk maçından önce beni ofisine çağırdı.
— Errick, sen GERÇEK bir oyun kurucu değilsin.
— Pardon, koç?
— Bana gerçek bir oyun kurucu lazım. Sen skorersin, kendini düşünüyorsun.
— Ama koç, hiç yenilmedik? Finaldeyiz, şampiyonluk maçındayız.
— Bana takımdaki diğer oyuncuları oynatacak bir guard lazım.
Final maçına bu psikolojiyle çıktım. Ona kendimi göstermek istiyordum. Triple-double'a yakın istatistiklerle maçı bitirdim. 14-15 sayı, 10 küsur asist, çift haneye yakın ribaund... Şampiyon olduk ve ben de MVP seçildim. Maç sonunda koç yanıma gelip şöyle demişti:
"Hey, Errick! Tebrikler. Eğer gerçek bir oyun kurucu bulamazsak seni tutabiliriz. Bizden haber bekle..."
Neden böyle düşündüğünü anlamamıştım. ‘Gerçek’ oyun kurucu ne demek, ben sahte miydim yani? Aşağılanmış hissettim. Menajerimi aradım, Yunanistan'a gidebileceğimden bahsetti. "Hadi yapalım" dedim ve aynı gün Apollon Patras'tan teklif geldi. Biliyorsunuz, bu işler biraz kadın-erkek ilişkileri gibi; çok yakışıklı olman gerekmez, bir kızın seni beğenmesi yeterlidir.
Balıkesir & McCollum
"Belki de önünü açmış olduk"
2012 yazında tercihini Errick McCollum'u takımda tutmamaktan yana kullanan Mustafa Aksoy pişman mı? Bu sorunun cevabını bulmak için, şimdilerde Sakarya BŞB'de görev yapan Aksoy'u aradık. Koç, Balıkesir sonrası McCollum'un kariyerinin yükselişe geçişine espriyle yaklaştı:
"O sene Alaeddin Yakan'dan devralmıştım takımı. Arkadaşlarını oynatmaya çalışan, topu paylaşan bir guard arıyorduk. McCollum ismi gündeme geldi. 'Tamam, gelsin bir deneyelim' dedik. Geldi, bir turnuva oynadı... Acayip faul aldırıyor, muazzam penetre ediyor ama işi bazen tek kişilik şova döndürüyordu. Pas öncelikli bir guard getirmek varken McCollum riskini almak istemedim açıkçası. O zamanlar ikinci lig daha sertti, istikrarlı olarak çizgiye gidemeyebilirdi. Teşekkür ettik, ayrıldık... Ardından haberleri geldi hep; 'Bak, gördün mü? Nasıl oynuyor aslan!' diye yazıyorlardı bana. Tamam işte, biz de biliyorduk oyunculuğunu. İkinci ligle uğraştırmadık. Önünü açtık..."
Balıkesir sonrası daha iki yıl geçmeden Panionios'la elde ettiğiniz EuroCup sayı krallığı ve akabinde Çin'deki 39.6 sayı ortalamalı sezon... Bu özgüven patlamasının sebebi neydi?
Sayı atabiliyorsan dünyanın her yerinde buna devam edersin. Efektifliğin azalıp artabilir ama odaklandığın nokta bellidir. Yunanistan bana çok iyi gelmişti. Panathinaikos ve Olimpiakos maçlarını özellikle çok iyi oynamıştım. Koç Ioannis Sfairopoulos'la da kimyamız uyuşmuştu. Hem ligde hem kupada başarılı bir yıl geçirdik. Sezon sonunda Çin'den gelen teklif, o zamana kadar basketboldan kazandığım paranın neredeyse üç katıydı. Stephon Marbury, Michael Beasley, Bobby Brown ve Andray Blatche gibi oyuncular da oradaydı. Şansımı denemek, farklı bir kültür görmek istedim.
Bir maçta 82 sayı atıp kazanamamak nasıl hissettirmişti?
Karmaşık... Tabii, rakipte Emmanuel Mudiay, Will Bynum, Yi Jianlian ve Jeff Adrien gibi oyuncular vardı. Çin için epey güçlü bir kadroya sahiplerdi yani. Bizim kadrodaki diğer ABD'li oyuncu Charles Gaines ise sakatlığı nedeniyle maça çıkamamıştı. Maça ilk beş-altı şutu kullanarak başladım. Baktım, hepsi basket oluyor, her atışım giriyor...
Periyot bittiğinde 22 sayım vardı. "Tamam, ben bugün 80 atıyorum" demedim elbette ama özel bir gün olabileceğine dair sinyaller almıştım. 40. sayıdan sonra takım arkadaşlarım kenardan bağırıp çağırmaya başladılar. 50'ye yakın şut kullanmışımdır. 82 sayının 25'ini de serbest atış çizgisinden attım. Maçtan sonra rekor kırdığım için bir kupa verdiler, onu ve maçın formasını saklıyorum. Eğer bir gün torunlarım iyi bir skorer olduğuma inanmazlarsa kanıt olarak onlara kupayı göstereceğim.
"Çin'de savunma yapılmıyor" algısına karşı argümanınız var mı?
Bana inanın, o kadar boş kalmıyoruz. Savunma yapılıyor. Asya basketboluyla Avrupa'daki oyun arasındaki en temel farklardan biri, yabancı oyuncuların sürekli ikili-üçlü sıkıştırmalara maruz kalmaları. Avrupa'da bunu yapamazsınız çünkü sahadaki diğer dört oyuncudan biri mutlaka cezayı keser. Çin'deki takımlarda ise iki-üç oyuncu haricinde top kullanabilecek fazla isim yok. Maç da 48 dakika. Doğal olarak skorlar biraz şişiyor. Maç başına ortalama 30'a yakın top kullanıyordum. Yine benim gibi birçok oyuncu vardı ligde. Ritim yakalayınca 50 sayıyı çok rahat görüyorduk.

"Panathinaikos ve Olimpiakos maçlarını özellikle çok iyi oynamıştım. Koç Ioannis Sfairopoulos'la da kimyamız uyuşmuştu."
Yeni TV anlaşmasıyla birlikte oyuncuların opsiyonlarının arttığını düşünürsek; sezonun bir bölümünü NBA'de, diğer bölümünü ise G-League'de geçirmeye imkân veren çift yönlü kontratlar hakkında sizin görüşünüz nedir? Mike James, yeni sezonda Avrupa piyasasında rahatlıkla 1 milyon dolarlık teklif alabilecekken Phoenix Suns kadrosuna çift yönlü kontratla katıldı. Siz yapar mıydınız?
Hayatta olmaz. Çift yönlü kontratla yılda ne kadar kazanıyorsun? Vergiler dahil 275 bin mi? Bunu yapmam için hiçbir sebep yok. Tamamı garanti olmadığı için reddettiğim teklifler varken çift yönlü kontrata asla imza atmam.
2015 yazında Galatasaray'la anlaşmadan önce masada iki teklif vardı. Atlanta'ya gidip yarıgaranti bir kontratla takımın ikinci, üçüncü guard’ı olabilirdim. Çin'de ya da Avrupa'da kazandığım para haricinde bir de işin mesleki tatmin kısmı var. Panionios sezonundan beri yıllardır oynadığım takımların birinci skor opsiyonuyum. Rolümden memnunum ve bunun sınırlanmasını istemiyorum. NBA'e gidip oturacaksam garanti kontrat bile olsa beni tatmin etmez. 29 yaşındayım, kendimi her açıdan güvende hissetmeliyim. Mike James'in durumu bence o yüzden çok istisnai. Onun konumundaki birçok oyuncu çift yönlü kontratı pas geçerdi.
Euroleague'de ilk sezonunuza 29 yaşında çıktığınızı hesaba katarak... Neden şimdi, neden Anadolu Efes?
Panionios sonrası Olimpiakos ve Panathinaikos'tan teklifler almıştım. Galatasaray dönemimin ardından da David Blatt'le Darüşşafaka transferine dair konuştuk ama doğru zaman olmadığını hissettim. Bazen kontratlar istediğiniz gibi olmaz; bazen de az önce bahsettiğim gibi, size biçilen rolü beğenmezsiniz. Olabilir böyle şeyler.
Yani ben biraz Olimpiakos teklifini kastederek sormuştum. Sonuçta 2017 yazında masada iki teklif; Efes ve Olimpiakos yok muydu? Velimir Perasovic'in sistemi hangi yönlerden çekici geldi?
Olimpiakos'la çok uzun süre görüştüm. Sfairopoulos'la bir geçmişim var ve sırf bu yüzden bile Olimpiakos'u geri çevirmek kolay değildi. Ama Efes'in teklifi daha cazipti. Kendimi buraya ait hissettim. Koç Perasovic'in Baskonia'da Darius Adams ve Mike James merkezli oynattığı basketbol hoşuma gitmişti. Stili, oyuna yaklaşımı, yüksek tempoyu tercih edişi... Beni cezbetti.
Ayrıca maddi anlamda ne kadar iyi olursa olsun, her teklifi hâliyle takım yapısına bakarak değerlendiriyorum. Lider olabileceğim bir yere gitmek istedim. Efes'te bunu yapabilirim. Olimpiakos ise Vassilis Spanoulis'in takımı. Onun bırakmaya, benim de beklemeye niyetim yok.

"Efes'in teklifi daha cazipti. Kendimi buraya ait hissettim."
Hazır ismi geçmişken; Darius Adams'ın sosyal medyadaki "Eski takımın bir dolu transfer yapıp sana hâlâ geçen sezondan kalan paranı ödememişse..." paylaşımına, "Yalnız değilsin kardeşim" cevabını verdiğinizi hatırlıyorum. Galatasaray'ın EuroCup bonusuyla alakalı mıydı bu siteminiz?
Şu an bunu konuşmasam daha iyi. Avrupa'da başınıza gelmesi çok olası bir senaryodan bahsediyoruz. "Maçı kazanmazsanız paralarınızı ödemeyiz" cümlesini sadece Türkiye'de duymadım, Yunanistan da aynı çarkla dönüyor. Neyse ki bunlar geride kaldı ve şu an Efes'teyim. Böyle şeyler Efes'te asla olmaz...
Galatasaray geçmişinizdeki tansiyonu yüksek derbileri ve bu sezon başlangıcında Fenerbahçe Doğuş'a karşı ortaya koyduğunuz 29 sayı, 6 ribaund, 5 asistlik performansı hesaba katacak olursak... Avrupa'nın 1 numaralı takımına karşı oynamak ekstra motivasyonu beraberinde mi getiriyor?
Tüm fikstürde en sevdiğim maçlar Fenerbahçe'ye karşı olanlar. Galatasaray forması giyerken bir rekabetin parçası oldum. Bunu öyle hemen hafızamdan silemem. Bugün Efes forması giyiyorum, kulübümü en iyi şekilde temsil etmeye çalışıyorum ama içimde hâlâ Fenerbahçe'ye karşı yanan o ateş var. Onlardan hoşlanmıyorum. Teker teker hiçbiriyle bir problemim yok. Tanışmıyoruz bile. Galatasaray formasıyla, taraftar arkamızdayken Abdi İpekçi'de onlara karşı hiç maç kaybetmedik. Nasıl ki NBA'de herkes Golden State Warriors'ın karşısına çıkıp kazanmak istiyor, aynı durum Avrupa'da Fenerbahçe'ye rakip olan takımlar için de geçerli. Şampiyon olmak istiyorsanız -ki ben Anadolu Efes'le bunu başarmak istiyorum- bir noktada yolunuza çıkacaklar. Eğer onları yenmeden şampiyon olursanız da hep bir şey eksik kalır. Her zaman en iyiye karşı oynamak ve kazanmak isterim. Bunun için de her şeyimi veriyorum. Antrenmana ilk gelip en son çıkıyorum...
Bu yaz Çin'e giden Aaron Jackson, Avrupa basketbolunun temposuyla alakalı, "Ayda en fazla üç gününüz boş. Dinlenme günü sıklığı NBA'in bile gerisinde. Tam anlamıyla bir kabus" demişti. Sizin yorumunuz nasıl olur?
Ayda üç izin günü mü? Aaron Jackson, 1965 doğumlu Hırvat koç Velimir Perasovic'le tanışmamış olmalı. Üç gün izin için gerekli evraklar neyse hemen imzalar teslim ederim. Öte yandan, kesinlikle şikayet etmiyorum. Boyum iki metre değil, hiçbir zaman da süper atletik bir oyuncu olamadım. Bu yüzden, hep çalışmam gerekti. Bazen canım acıyor ama bu da işin bir parçası. Hiçbir şey insanın canını pişmanlık duygusundan daha çok acıtmaz. Çalışmaya devam... Sonuçta sevmediğim bir işi de yapıyor olabilirdim. Kıymet bilmeli ve fedakâr olmalısınız. Ailemi ve geleceğimi güvence altına altıktan sonra tembellik yapabilir, evde boş boş oturabilirim.
Koç Perasovic'le ilişkinizi biraz daha detaylandırır mısınız? Nasıl bir iletişiminiz var?
Kolejde serbest atış kaçırdığım maçlardan sonra evden telefon gelirdi, "Oğlum biraz daha konsantre olman lazım, bu ne dikkatsizlik?" diye azarlarlardı beni. Talepkâr ve sert bir aileydi bizimki. Koç Perasovic, öteki hayatında rahatlıkla Velimir McCollum olabilirdi. Annemle, babamla çok iyi anlaşırdı. Onu başarılı kılan, kusurları olan bir oyunda daima mükemmeli arayışı. 20 sayı önde olsanız da, yüksek yüzdeyle 30 sayı atsanız da onu memnun etmeyen bir şeyler olacaktır. Koç Perasovic'in görevi, size her seferinde bıçak sırtında olduğunuzu hissettirmek. Ama dediğim gibi; benim ebeveynlerim, serbest atış kaçırdıktan sonra oğlunu arayan türden insanlar. Beni hep en iyisi için zorladılar.
"Jordan gibi zirvede bıraktım"
2014 yazında Cleveland Cavaliers'la antrenman yapıyordum. AJ Slaughter yanıma gelip ‘TBT’ kısa adıyla her yaz düzenlenen bir turnuvadan bahsetti. "Kazanan takım 500 bin dolar alıyor" dediğinde pek inanmamıştım. Menajerim turnuvayı araştırıp maçlara gitti ve 2015 yazında 'Overseas Elite' adıyla bir takım kurma kararı aldık. Para ödülü o yılla birlikte 1 milyon dolara çıkmıştı. Bugünlerde Pınar Karşıyaka'da oynayan DJ Kennedy'yle takım arkadaşıydık. Travis Bader, Shane Lawal, Kyle Fogg gibi Avrupa'da kariyer yapmış oyuncular da vardı. 2015'te kazandık ve birlikte 1 milyon dolar aldık. 2016'da turnuvanın para ödülü 2 milyon dolara çıktı, yine kazandık. 2017 yazında da unvanı koruduk. Maçları ESPN'den canlı yayınlanan Overseas Elite, her yaz üç hafta basketbol oynayarak 5 milyon dolar kazandı yani. Hiç fena değil. Ben de üç final, üç şampiyonlukla TBT'nin Michael Jordan'ı statüsündeyim. Şaka bir yana, tekrar oynar mıyım bilinmez ama şimdilik zirvede bırakıyorum.

" TBT'nin Michael Jordan'ı statüsündeyim. Şaka bir yana, tekrar oynar mıyım bilinmez ama şimdilik zirvede bırakıyorum."
Röportaj içinde, "Faul aldırma sanatı: Errick McCollum" başlıklı bir bölüm olsun istiyorum. Yani her seferinde, kalçanızı geriye çıkararak, nasıl yapıyorsunuz bunu?
Boyum 1.88, basketbol için bu genellikle bir dezavantaj, değil mi? Ancak çabuksanız, faul pozisyonlarında tam tersi... Daima agresif kalmaya çalışıyorum ve açılar üzerine çalışarak çabuk yön değiştiriyorum. Aralarına sızıyorum. Rakip sizin üzerinizde kontrol sağlayamayınca mecburen ellerini kullanmak durumunda kalıyor. Yani, faul yapıyor. Ben her zaman top sürme, şut, ağırlık gibi geleneksel idmanlar yaparım. Belki de en çok kullandığım silahın, yani faullerin üzerine pek çalışmam. Temas almak, doğal bir his. Çalışarak elbette geliştirilebilir ama James Harden, Paul Pierce gibi oyuncuların mükemmelliğine ulaşmak, mesai harcamakla olmaz. Darbeyi nasıl karşılayıp bunu nasıl faule dönüştüreceğini bilmek ve sürekli buna oynamaya çalışmak, çoğunlukla vücut koordinasyonuyla alakalı. Dengeliyken, dengesiz gözükmelisiniz. Avrupa'da savunmalar daha agresif, bu da faulü göstermekte işimi kolaylaştırıyor. Koçlarından baskı görüyorlar.
Hakemlerle, "Errick, burada ne yaptığını biliyorum ama seni yine de çizgiye gönderiyorum" minvalinde konuşmalarınız oldu mu hiç?
Sanırım bana deli oluyorlar. Onlara da hak veriyorum, 10 kez serbest atış çizgisine giden oyuncunun hakemliğini yapmak kolay değil. Her deplasmanda tepki görüyorlar, sonra reaksiyon vermek durumunda hissediyorlar. Örneğin, Karşıyaka deplasmanında aldığım teknik faul saçmalıktan ibaretti. Hiçbir şey yapmamıştım.
Avrupa ve Asya'da bunca yıl geçirdikten sonra mutlaka biriktirdiğiniz bazı hikâyeler vardır... Mesela, bu kadar gözde bir skorerin EuroBasket'e katılmak isteyen bazı ülkelerin gündemine geldiğini düşünmek yanlış mı olur?
Yunanistan'a ilk gittiğimde tribünlerin neden ağlarla çevrili olduğunu anlamamıştım. "Bu da neyin nesi?" diye soruyordum herkese. Sonra bir derbi izledim, baktım tribünlerde ateş var. Meşale ya da yanıcı bir maddeden bahsetmiyorum, bildiğin ateş yakılmış tribünlerde. Kontrol altında ama ateş yani sonuçta. O gün, tribündeki ağların sebebini anladım. Mantıklıymış. Yetkilileri kutluyorum.
Milli takım konusunda ise... Evet, bazı seçeneklerim oldu. Galatasaray'daki ilk sezonumdan sonra Romanya ve Polonya'dan pasaport teklifleri aldım. Yine bazı Asya ülkeleri teklif sundu. Ancak cazip değillerdi çünkü benim Anthony Randolph & Slovenya ilişkisine benzer bir ihtiyacım yok. Randolph, ACB'de oynuyor ve Avrupa Birliği vatandaşı sayılması onun avantajına. Ben Çin'de ya da Türkiye'de forma giyiyorum. 10 ay zaten ailemden uzak basketbol oynarken iki ayımı da milli takıma ayırmam için maddi açıdan çok iyi bir teklif olmalı ki bunu düşüneyim. Bir ödülü olmalı yani...
Türkiye'nin devşirme kontenjanını kullandığı Bobby Dixon 35 yaşına geldi. 12 Dev Adam, Errick McCollum için bir seçenek olabilir mi?
Beni nerede bulacaklarını biliyorlar. Türkiye için oynamak isterim. Ama bunu zorlamıyorum. Beni düşünmezlerse de problem değil; iyi bir oyuncu olduğumu kanıtladım ve Türkiye Ligi'nde para kazanmak için pasaporta ihtiyacım yok. Burada çok sevdiğim dondurmalı baklavayı ve tavuk döneri her şartta yiyebiliyorum.
Tavuk döner?
Evet. Avrupa'daki ilk profesyonel kontratımı aldığımda Netanya'dan aylık 330 dolar kazanıyordum. Bütçe yapmayı iyi bilirim.
Uzun yoldan geldim.