Eski Okul

16 dk

"Hayatımın en iyi yılları…" Krunoslav Simon, 2017'de geldiği Anadolu Efes'te kariyerinin zirvesine çıktı. Kruno ile bu yolculuğu, ikinci evini, şampiyonluk uçağını ve Toni Kukoc'u konuştuk. Tabii bir de Malatya'yı...

Krunoslav Simon yeteneğine rağmen profesyonel basketbolcu yaşamına geç odaklanıp 27 yaşına kadar KK Zagreb takımında kaldı. Koç Jasmin Repesa'nın çağrısıyla gittiği Unicaja Malaga, Armani Milano gibi takımlarda parlak dönemler geçirmedi. Daha ziyade hücumuyla bilinen, eski tarz bir skorerdi. Ancak 32 yaşında geldiği Anadolu Efes'te Vasilije Micic ve Shane Larkin gibi yıldızların yanında takımı bir arada tutan, savunmasıyla da dikkat çeken ve gerektiğinde hücumu yöneten bir tutkal oyuncuya dönüştü. Âdeta zor anlarda danışılan, yol gösterici bir bilgeydi. Eski usul numaraları, oyun zekâsıyla taraflı tarafsız herkesin sevgisini ve saygısını kazandı. Kruno, şimdi karşımızda. Her zamanki sıcak tavrıyla bize Zagreb'teki evinden kamerayı açıyor ve Efes yıllarına odaklanan sohbetimize başlıyoruz.

Milano'da işler iyi gitmemişti ama Anadolu Efes'e 2017'de geldiğinde de umutsuz bir hava hâkimdi. İlk sezon EuroLeague sonunculuğu geldi.

Çok büyük bir kulüpteydim ama o yıl rekabetçi değildik, kötü oynuyorduk. Koç Velimir Perasovic gidip aralık ayında Ergin Ataman geldiğinde resim değişmeye başladı. Yarışmacı bir takıma dönüşme işaretleri verdik, Türkiye Kupası'nı kazandık. Buradaki ikinci sezonum öncesi yeni transferleri de görünce umutlarım arttı. Zira yeni kadromuzdaki herkes kazanma mantalitesine sahipti. Yetenekli ve mücadeleci bir ekipti. Sonraki üç yılda da bu değişimin karşılığını aldık.

Zamanla Micic, Larkin, Beaubois ve senin gibi topa yön verebilen dört oyuncu sahayı paylaşmaya başladı. İlk günlerde Larkin ve Micic arasında uyum yoktu. Sonrasında o ahenk nasıl yakalandı?

Büyük oyuncular hep parkede olmak ister. Ama hepimiz, tüm sezon parkede olamayacağımızı anlayacak kadar deneyim sahibiydik. Doğru, başta zorluklar yaşandı. Herkes elinde en iyi ne varsa onu göstermek istiyordu. Larkin sakattı ve geç başladı sezona. Çok fazla yeni oyuncu vardı, uyum süreci yaşanıyordu. Lakin bence en mühimi zorluklar yaşanırken de inanmaya devam etmek. Oyunu oynamak için kendini zorlamak. Larkin de bunu yapıyordu, kaçırdığı şutlara takılıp kalmıyordu. Savunmada da çaba sarf ediyordu. Sonra hissetmeye başladı. Tüm takım onun arkasındaydı. O da gerçek oyununu ortaya koydu. Böyle düşündüğünde ve oynadığında her şey daha da kolaylaştı. Süreç içinde biz de fark ettik ki takım olarak birlikte oynamak zorundayız. Öyle olduğunda bizi yenebilecek çok fazla takım yok. Bence hâlâ aynı şekilde kolektif oynuyoruz. Önümüzdeki sezonda da aynı düşünce yapısıyla sahada yer alacağız.

Elbette toplum sağlığı her şeyin önünde ama bir yandan da EuroLeague'de hegemonya kurduğunuz 2020 sezonu pandemiyle yarıda kaldığında 35 yaşındaydın. "Bir daha böyle bir fırsatı bulamam" diye aklından geçirdin mi?

Bu şekilde düşünmüyordum. Tüm dünya için zor bir dönemdi. Aklıma geleceğe dair kötü ihtimaller getirmedim. Hayatın, sporun bir şekilde devam edeceğinden emindim. 2019 EuroLeague Finali'nden sonra düşündüğüm gibi, şampiyonluk fırsatını bir kez daha yakalayacağımıza dair umudum eksilmemişti.

Pandeminin de etkileri var elbette ama 2020/21 sezonu başında da işler pek yolunda değildi. Bıraktığınız yerden başlayamamıştınız.

Maç kaybetmek kolay bir şey değildir. Özellikle de yakın geçmişte çok fazla kazandıysanız ve birkaç ay önce sezonun zirvesinde yer aldıysanız… Bir önceki sezon sadece dört maç kaybetmiştik. Fakat artık yeni bir durum vardı. Karşımızda pek çok sorun olsa da biz aynı takımdık ve mücadele etmeye hazırdık. Hep böyle devam edemezdi. Hepimiz mutsuz olsak bile arka arkaya birkaç iyi maç oynasak her şey değişebilirdi. Herkes "Efes aynı Efes değil, bir şeylerin değişmesi lazım" gibi yorumlar yapıyordu. Ama biz kendimize güveniyorduk. Uzun bir sezondu ve ilk bir-iki aya kötü başlamak o kadar da önemli değildi.

CSKA deplasmanında alınan 35 sayılık mağlubiyetin ardından Ergin Ataman, oyuncuların otelde bir toplantı gerçekleştirdiğini söylemişti. Gece 2'de yanınızdan ayrılırken hâlâ vaziyeti konuşuyormuşsunuz. O geceden neler hatırlıyorsun?

Toplantıda neleri yanlış yaptığımızı ve nasıl düzelteceğimizi konuşmadık. Çıkıp iki kat daha fazla çalışmalı ve çaba sarf etmeliydik. Bunu konuştuk, nedenlerine kafa yormadık. Parkede iyi değildik zira kondisyonu yerinde olmayan oyuncularımız vardı. İlk on dakikada nefes nefese kalışlarını görüyorduk. Sadece konuşarak bir geri dönüşü başlatamazsınız. Geri dönmek için gerçekten çıkıp daha fazla çalışmanız gerekir. Biz de böyle yaptık. İki ay sonra aynı oyuncu grubuyla CSKA karşısında İstanbul'da nasıl oynadığımızı herkes gördü.

Bilirsiniz, sporda kendine bakmadan diğer oyuncularla ilgili konuşmak kolaydır. "O pas atmıyor, o şut atamıyor" gibi şeyler söylemek en kolayı. Ama bu dürüst bir tavır değil. Herkes önce aynaya bakmalı ve "Ben neyi yanlış yapıyorum?" diye düşünmeli. Her oyuncu değişime, hataları düzeltmeye kendisinden başlamalı. Ancak böyle yaparsanız sonuç elde ediyorsunuz. O geceki toplantıda Shane, Vasa başta olmak üzere herkes doğru şeyleri söyledi. En önemli nokta, düşündüklerini takımın yüzüne söyleyebilmek. Bir yüzleşme sohbetiydi. Birinin arkasından konuştuğunda hiçbir şey daha iyiye gitmez. CSKA'dan aldığımız ağır yenilgi sezonun dönüm noktasıydı, bizi kendimize getirdi.

"O geceki toplantıda Shane, Vasa başta olmak üzere herkes doğru şeyleri söyledi. En önemli nokta, düşündüklerini takımın yüzüne söyleyebilmek."

"O geceki toplantıda Shane, Vasa başta olmak üzere herkes doğru şeyleri söyledi. En önemli nokta, düşündüklerini takımın yüzüne söyleyebilmek."

Geçen sezonki Real Madrid serisi belki de son üç yılın en büyük sınavıydı. Final Four biletine bu kadar yakınken, 2-0 seri öne geçtiğiniz seride hem üçüncü hem de dördüncü maçı kaybetmek nasıl bir histi?

İstanbul'da ilk iki maçı kazanmışız, "Pes ederler herhalde" diyorduk. Ama onlar da bizi bekliyordu. Üçüncü maçın bitimine beş dakika kala 15 sayı öndeydik ve hatamız serinin o an bittiğine inanmaktı. "Tamam işte, kazandık, 3-0 aldık seriyi. Onlardan daha iyiyiz" dedik. Televizyon başında izleyenler için bunu düşünmek kabul edilebilir belki ama sahada böyle düşünemezsiniz. Özellikle Real Madrid'e karşı... Biz bu tuzağa düştük. Bir sonraki maçta harika bir başlangıç yaptılar, tüm şutları isabetliydi. Yine maçı çevirdiler ve bir bakmışız, beşinci maçı oynuyoruz.

Beşinci maç çok zordu. Eğer büyük bir takım değilseniz, iyi oyuncularınız yoksa, bu tarz maçları kaybedersiniz. Sadece büyük takımlar bu tarz maçların altından kalkabilir ve "Hadi şu maçı oynayalım. Ya onlar ya biz! Biz daha iyiyiz ve bu maçı alacağız" diyerek gerekli motivasyonu bulabilir. Bence başka herhangi bir takım o beşinci maçın altından kalkamazdı.

Koç Ataman da kendisi için gerçekten çok gergin bir maç olduğunu söylemişti. Yarı final değil, final değil, Madrid serisinin beşinci maçı… Gerçekten ucu ucuna kazanıldı. Sen de o efsanevi şutu soktun. Çevrenden kimse o şutun ardından Derrick Sharp'ı hatırlattı mı?

Bazı karşılaştırmalar duydum. Ama bu tamamen şans eseri bana kalmış bir şuttu. Kesinlikle tecrübelerimden yola çıkıp yeteneğime sadık kalarak attığım bir şut değildi. Maçta bazı hatalarımız olmuştu ama iyi ve büyük bir takımsanız kadrodan herhangi biri o şutu atabilir. Serinin beşinci maçında da o bendim. Başka bir maçta başkası olur. Ama eğer kazanmayı hak etmediyseniz o şutu kaçırırsınız, dünyanın en iyi oyuncularına sahip olsanız bile… Mutlaka bir şey çıkar ve siz o maçı kaybedersiniz. Maçı o şut sayesinde kazandığımıza inanmıyorum. O an sadece top bana gelmişti. Atmasaydım da kazanabilirdik.

Kukoc

1990'lar Avrupa basketbolu bizim için anlamlıdır. Seni izlemek de bazen bir zaman makinesine binip o yıllara gitmek gibi. Eski okul, eski tarz basketbol stilin, oyun zekân, alçak post oyunların, muhteşem bir fundamental...

Kibar sözleriniz için teşekkür ederim. Ben de o dönemdeki oyuncuların tarzını çok severdim. Her zaman aynı şekilde basketbol oynamaya çalıştım. Basketbol oynamanın doğru şeklinin o olduğunu düşünüyorum. O nedenle bu hissiyatı veriyor olabilirim. 1990'lardan Toni Kukoc diğer herkesten önce gelir benim için. İdolümdü. Fizikli bir oyuncuydu ama şut atabiliyordu, dripling yapabiliyordu. Tabii saygıyla seyrettiğim başka yıldızlar da vardı. Dejan Bodiroga, Ramunas Siskauskas, eski koçum Sergei Bazarevich gibi isimler... Hepsinden çok şey öğrendim. Ama benim için Kukoc diğer herkesten ayrı bir yerdeydi. O başka bir gezegenden gibiydi. Ondan daha iyisini görmedim.

Yine de o atışı yapabilecek cesarete sahiptin...

Böyle mühim maçları oynarken içgüdülerinizle hareket edersiniz. Yapacaklarınız üzerine çok düşünmezsiniz. Üzerine çok düşünmeye başlarsanız bir şeyler mutlaka yanlış gider. Chris Singleton'ı gördüğümde pek de iyi bir pozisyonda olmadığını anlamıştım. Son dört saniyede bir şeyler yapmamız gerekiyordu. Bir ikili oyun... "Belki hata yaparlar" diye düşünüyordum. Çünkü o anda sabit kalırsanız savunma hata yapmaz. Ama yapacağınız en ufak bir harekette rakip savunmanın hata ihtimali artar. Savunmada yarım saniye geç kaldılar, ben de o şutu attım. Şutu attıktan sonra savunmacının potaya giden şutuma bakıp "Nasıl olur, yok artık" dediğini ve giren şutumu gördüğünü hatırlıyorum.

Psikolojik faktörler kas hafızasını kötü etkileyebilir, tıkanmalara yol açabilir. O atışı antrenmanlarda belki de çokça yaptın. Ama o gergin anda işi kas hafızasına bırakmayı nasıl başardın?

Dürüst olmak gerekirse bu tarz bir şutu idmanda çalışmamıştım. Ben şöyle bir mantaliteye sahibim: Maç kaybetmek dünyanın sonu değildir. Bazı insanlar kötü bir maçtan, hatta kötü bir şuttan sonra bile günlerce moral bozukluğu yaşayabiliyor. Ben tam tersiyim. O atışta isabeti bulduğumda takımım çok mutlu oldu fakat kaçırsaydım da benim için dünyanın sonu olmazdı. Bütün kariyerim boyunca bunun sadece bir spor olduğunu kendime hep hatırlattım. O şutu kaçırmak, hayatınızda yaşayabileceğiniz en kötü şey değil. O tarz şutlardan ve maçın karar ânında başrol oynamaktan zevk almaya bakmalısınız.

Önceki yıllarda Final Four'a favori olarak gelmenin riskler taşıdığını da gördük. Geçen sezon yarı finalde CSKA karşısında harika bir başlangıç yaptınız, üç çeyrek sonunda 21 sayı fark vardı ve geri dönüş dejavusu ufukta belirmişti… Oyuncular saate bakıyordu, Koç Ataman'la Larkin birbirine bağırıyordu, sahada her şey karmakarışıktı. O dakikaları nasıl hatırlıyorsun?

Evet, kolay olmadı fakat iyi bir takıma karşı oynuyorsanız bir geri dönüş ihtimaline karşı hazır olmanız gerek. İlk başta çok kötü oynadılar. Yirmi sayı öndeydik, kazanacağımıza inanmakta haklıydık ama bu, iyi bir takıma karşı oynarken yapılmaması gereken bir hata. Maçın son yedi dakikasında tüm maçta gösterdiklerinden daha iyi bir performans sergilediler ve neredeyse kazanıyorlardı. Neyse ki hak ettiğimiz galibiyeti aldık...

"Barcelona'yla olan finalin başını hatırlayın; hücumda, skor üretme konusunda çare bulamıyorduk. Ama ben korkmuyordum, kazanacağımızdan emindim."

"Barcelona'yla olan finalin başını hatırlayın; hücumda, skor üretme konusunda çare bulamıyorduk. Ama ben korkmuyordum, kazanacağımızdan emindim."

Cumartesi gününden aklında neler kaldı? Neticede üç yıllık bir serüvenin ardından rüya şampiyonluğa bir adım uzaklıktaydınız. "24 saat sonra şampiyon olabiliriz" konuşmaları yapıldı mı, yoksa rutin bir gece miydi?

Hayır, her zaman yaptığımız şeyleri yaptık. O gün tek derdim yemeğimi yiyip odama çıkmaktı. Çok yorucu bir yarı finali geride bırakmıştık. Bu tarz ihtimalleri düşündüğünüz zaman ters tepebilir. İşinize, bir sonraki maça odaklanmanız gerek. Son düdükten beş saniye sonra neler olacağını düşünmemelisiniz. Zaten Barcelona'yla olan finalin başını hatırlayın; hücumda, skor üretme konusunda çare bulamıyorduk. Ama ben korkmuyordum, kazanacağımızdan emindim. Sadece bunun üzerine kafa yormak yerine oyunuma konsantre olmuştum.

Finalin ilk yarısı yaklaşık 55 dakika sürmüştü. Erken çalınan düdükler, serbest atışlar, ritim bulma zorluğu… Devre arasında neler konuştunuz? Zira ikinci yarıda kısaların daha çok içeri penetre ettiğini, daha akıcı oynadığını gördük...

İlk yarı sahada bir savaş var gibiydi ama ikinci yarı bunu düzelttik ve daha akıcı oynadık. Topu hücumda daha iyi çeviriyorduk, rakip savunmanın işi zorlaşmıştı. Elimizde Shane ve Vasilije gibi iyi silahlar vardı. Real Madrid serisinde ve CSKA yarı finalinde yaşadıklarımız da bize ders olmuştu.

EuroLeague şampiyonu olduğunuz ânı nasıl tarif edersin? Hangi duygular öne çıktı?

Gurur. Yıllardır hayaller kurduğumuz, uğruna çalıştığımız, fedakârlık yaptığımız amaçlara ulaşmanın verdiği gurur. Aklıma gelen ilk his gurur.

Croatian & Malatian

Hırvat olduğunu biliyoruz ama bir de Malatyalılık var… Bir espri, plaka numarası derken hikâye nasıl gerçeğe dönüştü? Final Four'un ardından Malatya'ya da gittin.

Orada hayatımın en iyi günlerinden birini geçirdim. Beni çok sıcak karşıladılar, çok eğlendim. Hepsi üç yıl önceki bir şakayla başladı. Daha sonrasında beni gerçekten oraya davet ettiklerinde çok güldüm. Çünkü Hırvat birini bir anda Malatya'ya çağırmaları ilginçti. Oraya gittikten sonra beş gün boyunca bu olaya güldüm. Harikulade bir deneyimdi. Hâlâ olanları düşündüğümde şaşırıyorum. Bazen arkadaşlarıma orada çekilen fotoğraflarımı gösteriyorum.

Final Four esnasında pandemi dolayısıyla dışarı çıkıp Köln'ü gezme imkânınız olmadı ama İstanbul'a dönerken uçakta epey eğlendiğinizi duyduk...

Üç gün sonra Fenerbahçe'ye karşı final oynayacaktık ve hepimizin aklında o final vardı, onlara bizi yenme şansını veremezdik. Bir sonraki maçımıza bir hafta olsaydı belki daha büyük bir kutlama yapabilirdik fakat yine de uçakta eğlendik. Eşim benimleydi, Micic'in kız arkadaşı gelmişti. Dürüst olmak gerekirse, yaşananlar başkası için büyük bir olay sayılabilirdi ancak benim hayatıma kıyasla uçakta olanlar yüzde 10'luk bir dilimde yer alıyor, çok büyütülecek bir şey değil. (Gülüyor). Eğer uçaktan biri atlamış olsaydı o zaman anlatılacak bir hikâye olurdu. Ama biz biraz bira içip büyük hoparlörlerimizle müzik dinleyip eğlendik. Genelde Hırvatça ve Sırpça şarkılar çalıyordu. Tabii ki koca uçakta dörtbeş kişinin anladığı bir şeyler çalınca garip duruyordu ama umrumuzda değildi. ABD'li takım arkadaşlarımızın kendi ses sistemleri vardı ancak bizim hoparlörler daha büyüktü. Şansları olmadığını anlayınca kulaklıklarını taktılar. Hâkimiyet bizdeydi.

Bir alt/üst sorumuz var: Uçakta on biranın üstünde miydin, altında mıydın?

Açıkçası sayması biraz zor… Sadece uçaktakini soruyorsanız onun altındadır. Ama maçtan sonra uçağa binene kadar uyuyamadım, dolayısıyla o süreci ve uçak yolculuğunu birlikte alacaksak otuzu geçmişimdir. Bu denli büyük bir şeyi başarıp hakkıyla kutlamıyorsan kazanmak o kadar da önemli olmaz. Büyük bir kupa kazanıyorsan büyük bir kutlama yapmalısın. Hakkını vermelisin. (Gülüyor.)

"Bu denli büyük bir şeyi başarıp hakkıyla kutlamıyorsan kazanmak o kadar da önemli olmaz. Büyük bir kupa kazanıyorsan büyük bir kutlama yapmalısın."

"Bu denli büyük bir şeyi başarıp hakkıyla kutlamıyorsan kazanmak o kadar da önemli olmaz. Büyük bir kupa kazanıyorsan büyük bir kutlama yapmalısın."

Geçen sezon herkes Efes'in serüvenini bir son dans olarak nitelendiriyordu zira hem Larkin hem de Micic için NBA'den teklifler vardı. Şimdi bu sezona başlarken ise Sertaç Şanlı hariç iskeletin korunduğunu görüyoruz. Micic'in MVP seçilmesinin ardından Efes'te kalma kararı şaşırttı mı?

Şaşırmadım çünkü hep İstanbul'da kalmak istediğini söylüyordu. Üç yıldır aynı yerde yaşıyor; takımı, koçu aynı… Bu tür şeylerin manası büyüktür. Her zaman başka bir yere gidip daha fazla para kazanmanız gerekmez. Bence akıllıca bir seçim yaptı. Kaldığı için oldukça memnunum. Çünkü Efes büyük bir takım ve sadece büyük takımlar her yıl aynı oyuncuları takımda tutmayı başarabilir. Sertaç'ın ayrılığından ötürü üzgünüm ama Filip Petrusev'in aramıza katılmasından dolayı da mutluyum. Çünkü o genç, yetenekli, basketbola aç ve takıma katkıda bulunabilecek bir oyuncu. İyi işleyen, uzun süredir birlikte oynayan bir takıma sonradan katılmak kolay değildir. Sertaç'ı, Bryant'ı, Tibor'u dışarıda bırakmak öyle kolay bir şey değil. Ama Chris Singleton'a bakın... Birinin yerini doldurmak için takıma girdiğinizde işiniz görece daha kolaydır. Dzanan Musa için öyle olmadı çünkü birinin yerini doldurmak için gelmedi. Herkes gayet iyi durumdaydı, sağlıklıydı ve Musa da oyununu geliştirme fırsatı bulamadı. Bana göre Petrusev için işler daha kolay olacak. Biz de takım olarak şampiyon unvanını korumak için elimizden gelenin en iyisini yapacağız.

Sana karşı duyulan sevgi ve saygıyı hissediyorsundur. Sen ve Nikola Prkacin sadece Efes taraftarlarının değil, herkesin saygısını kazanmış iki Hırvat basketbolcusunuz.

Öncelikle Prkacin yakın arkadaşlarımdan biri. O mükemmel biri, o yüzden insanların Türkiye'de neden onu sevdiğini anlayabiliyorum. Bana hep İstanbul'un ne kadar iyi bir yer olduğundan bahsederdi, "Dünyanın en iyi şehri" diye överdi. "Bir Türk olsam İstanbul'da yaşardım" derdi. Benim için de İstanbul ikinci evim gibi. Buraya vardığımda Zagreb'e geldiğimde ne hissediyorsam aynısını hissediyorum. Doğmadığınız bir yere karşı bu tarz duygular hissetmek kolay değildir. İstanbul'a geldiğimde 32 yaşımdaydım. Beş yıl oldu ve hayatımdaki en iyi deneyim diyebilirim burada geçirdiğim süre için. Türkiye'de oynamayı bıraksam bile her zaman geri döneceğim ve burayı hep evim gibi göreceğim. Çünkü ilk andan beri takımdaki insanlar, çevremdekiler, yaşadığım semttekiler, herkes benimle oldu. İkinci kızım burada dünyaya geldi. Böyle şeyleri hayatınız boyunca unutmazsınız. Bence insanlar bu ülkeye, şehre, takıma olan saygımın farkındalar. Belki bu yüzden beni daha çok seviyorlardır. Ben de bu yılları daima yüzümde bir gülümsemeyle hatırlayacağım.

Socrates Dergi