Ezber Bozan

19 dk

Eskrim erkek kılıç milli takımı, Antalya'daki 2022 Avrupa Şampiyonası'nda bronz madalya kazanarak tarih yazdı. Başarının kahramanları Socrates'e konuştu.

Türkiye Eskrim Federasyonu 1923'te kurulmuş ve 2012 yılına kadar irili ufaklı pek çok şampiyonada madalya başarısı gelmişti. Ancak 2012 bir dönüm noktasıydı. Zira milli takım, 89 yıllık tarihinde ilk kez Avrupa şampiyonalarında yıldız ve U23 madalya alma başarısını göstermişti. Takip eden yıllarda madalya sayısı da önemli oranda arttı. İrem Karamete, kota uygulaması gelmesinin ardından olimpiyat oyunlarına katılma başarısı gösteren ilk Türk eskrimci oldu. 2017'de Bulgaristan'daki Yıldızlar ve Gençler Avrupa Şampiyonası'nda İbrahim Ahmed Acar tarihin ilk Avrupa şampiyonluğunu elde etti. Bunu aynı yıl kadın kılıç takımının U23 Avrupa Şampiyonası'nda kazandığı altın madalya takip etti. Geçtiğimiz ay ise erkek kılıç milli takımı, Avrupa üçüncülüğü ile büyüklerdeki ilk madalyayı elde etti. Bu başarının kahramanları Enver Yıldırım, Muhammed Anasız, Kerem Çağlayan ve Tolga Aslan ile Kahire'deki dünya şampiyonası sırasında, çeyrek final mücadelesinin akşamında Zoom'da buluştuk; zor günleri, madalyayı ve hayalleri konuştuk…

2022 Dünya Eskrim Şampiyonası için Kahire'desiniz. Bugün çeyrek final oynadınız…

Enver Yıldırım: Aslında şampiyonaya biraz gergin başladık. Çünkü Avrupa şampiyonasında ilk defa takımda yarıştık ve tarih yazdık. Bir anda bir mucize gerçekleşmişti. Yine de bu şampiyonada sıralamamız oldukça aşağıdaydı. Şampiyonaya 32 takım arasından 23'üncü sırada başladık. Dolayısıyla güçlü rakipleri elemek zorundaydık. İlk önce dünya onuncusu Romanya'yı yendik, ardından dünya 7 numarası İran'ı geçtik, son sekize kaldık. İki maç da çok zorluydu ve başlayana kadar stresli bir süreç geçirdik. Ama turnuvaya başladıktan sonra yine ritmimizi bulduk.

Bahsettiğiniz gibi Romanya da İran da sıralamada daha yukarıda olan takımlar. O galibiyetlerde kilit noktalar nelerdi?

EY: Romanya'dan Iulian Teodosiu bireyselde üçüncü oldu ve madalya aldı. Aynı takımdan bir başka sporcu da benimle aynı dereceyi elde etti, son 32'de elendi. Bu bilgiler, iyi bir takım olduklarını söylüyor. Takımlarında zayıf bir oyuncu yok. Buna rağmen Tolga ve Muhammed ellerinden gelenin en iyisini yaptılar, kazandık.

Muhammed Anasız: Sonrasında İran da korktuğumuz rakiplerden bir tanesiydi. Hem maça çıkarken dünyada yedinci sıradaydılar hem de yaşça bizden büyüklerdi. Ayrıca olimpiyat dördüncülükleri, beşincilikleri olan bir ülkeden söz ediyoruz. Galibiyeti yüksek enerjimize mi yoksa takım içinde birbirimize olan güvene mi bağlamak gerekiyor, bilmiyorum… Sanırım ikisi birden olunca aldık başımızı gittik.

Peki çeyrek finalde kaybettiğiniz Macaristan maçına geri dönseniz neyi farklı yapardınız?

Tolga Aslan: Macaristan farklı bir seviyedeydi. Çok güçlü sporcuları vardı. Aron Szilagyi diye bir sporcu var mesela, üç kez olimpiyat şampiyonu olmuş. Hepimiz elimizden geleni yapmaya çalıştık ama olmadı.

Kerem Çağlayan: Macaristan maçında kimse kötü değildi aslında. Herkes iyi oynadı ama Macarlar gerçekten çok iyi bir takım. Dünyanın en iddialı iki takımından biri ve istikrarlılar. Bence o maçı tekrar oynasak da yapacağımız farklı bir hamle olmaz. Bu mağlubiyet daha çok tecrübeyle açıklanabilir.

MA: Ben Macaristan maçından öncesine dair bir şeyler değiştirmek isterdim. Mesela bu takımın daha önce bir araya gelmesi harika olurdu. Böylece daha tecrübeli olarak o piste çıkmış olurduk. Çünkü hepimizde ufak tecrübe kayıplarından dolayı eksiklikler vardı.

EY: Şimdi evimize döneceğiz. Zaten hepimiz farklı şehirlerde yaşıyoruz ama İslam oyunları için kampta buluştuğumuzda bu maçın da tekrar üzerinden geçeceğiz. Biz daha çok önümüzdeki maçların analizini yapıyoruz. Avrupa şampiyonasından önce de bunu yaptık, şimdi İslam oyunları için de bu çalışmayı yapacağız.

Peki Avrupa şampiyonasındaki tarihi başarıya gelmeden önce kaseti biraz geri sarmak istiyorum. Eskrime başlamaya karar verdiğiniz ânı hatırlıyor musunuz?

KÇ: Annem ve babam bana pek çok sporu denetmişti. Yüzme, futbol, jimnastik… Ama hiçbirini sevmedim ve devam edemedim. Babamın çalıştığı yerin karşısında Altınyurt Spor Kulübü vardı. Girişinde kocaman bir tabela, tabelada da orada yapılan sporların ufak görselleri vardı. Babam eskrimin görselini görmüş, merak etmiş, gitmiş sormuş "Bu ne?" diye. Çocukken de oyuncak kılıçla oynamayı çok severdim. Tahta kılıç alırlardı bana oynayayım diye. Babam da demiş ki "Bizim oğlan kılıçla oynamayı seviyor, bu eskrimi bir denesin bari." O hafta oraya gittik ve eskrimi çok sevdim. O günden beri de devam ediyorum.

"İyi anlaşabilmek önemli. Uyum olmazsa birlikte mücadele etmek kolay bir şey değil." -Kerem Çağlayan

"İyi anlaşabilmek önemli. Uyum olmazsa birlikte mücadele etmek kolay bir şey değil." -Kerem Çağlayan

TA: Benim aslında spor serüvenim annemin beni aikidoya yazdırmasıyla başladı ama orada sürekli aynı hareketleri yapıyoruz gibi hissediyordum. O yüzden hoşuma gitmedi. O sıralarda da komşumuzun çocuğu eskrime başlamıştı. Annelerimiz arkadaş olduğu için annem de beni eskrime yazdırdı. Sekiz yıldır devam ediyorum.

MA: Ben de altıncı sınıftayken birçok spora başlamıştım. Atletizm, satranç, basketbol… O sırada okulumuzda eskrim tanıtımı da yapılmıştı ve ilk gün 85 kişi gitmişti. Ben o ilk gün gidemedim. İkinci gün katıldım eskrim antrenmanına. Bu sürecin ardından Türkiye Olimpiyat Hazırlık Merkezi diye bir proje başlatıldı. Sonra Ankara'ya yerleşme kararı aldım. Yedi sene Ankara'da eskrim eğitimi aldıktan sonra tekrar Eskişehir'e döndüm ve kendime bir eskrim spor kulübü açtım. O sıralarda neredeyse eskrimi bırakmak üzereyken madalya başarısı geldi zaten.

EY: İlk önce abim Hakan Yıldırım başladı. Ben de biraz kıskandım. Sürekli kamplara gidiyordu, peşinden ayrılmıyordum. Yoksa öncesinde -Türkiye'de pek çok ailede olduğu gibi- eskrim, ailece çok yakından takip ettiğimiz, bilgimiz olan bir spor değildi.

MA: Bizim branşımızın milli takımı direkt yaş kategorilerine göre yıldız, genç, büyük olarak belirleniyor. Türkiye sıralamasında ilk dörde girmek için gerekli puanı toplamış olanlar milli takımda yer alıyor. Benim Enver Abi'yle milli takımda bir araya gelmem, 2013'te yıldız kategorisindeyken genç milli takımına girmemle oldu. İzmir'deki Türkiye şampiyonasında Enver Abi'yle yarı final müsabakası yapmıştık. Orada üçüncü olunca puanı aldım ve gençler milli takımına girip ilk olarak Macaristan'a gittim. Enver Abi orada bana çok sahip çıktı, çok yardımcı oldu. Bu benim için önemliydi çünkü ilk kez öyle bir ortama girmiştim. Kerem ve Tolga'yla yeni milli takım arkadaşı olduk. Tolga yıldızlar kategorisinde Avrupa üçüncüsü olduktan sonra yavaş yavaş yukarı çıkmaya başladı. Antalya'da federasyon kupasında şampiyon oldu. Oradan sonra milli takıma girdi. Kerem'de de ilerleme benzer şekildeydi ve yolumuz böyle kesişti.

Peki uzun yıllar bir arada oynamak mümkün oluyor mu? Yoksa takımda sürekli değişiklik mi oluyor?

EY: En baştan anlatmam gerekirse Avrupa ve dünya şampiyonalarına katılan takım dört kişiden oluşuyor. Onun haricinde bir yıllık sezonda beş tane dünya kupası ve üç de grand prix müsabakaları oluyor. Takım maçları da dünya kupalarında, Avrupa ve dünya şampiyonalarında yapılıyor. Yani bir yıl içerisinde yedi kez takım mücadelesi oluyor. Avrupa ve dünya şampiyonalarına maksimum dört kişilik takımla katılabiliyoruz. Dünya kupası ve grand prix'lere de 12 kişi…

Ben yıllarca tek başıma gittim mesela. Eğer federasyonun imkânı varsa Muhammed yanımda gelebildi. Birkaç çocuk daha eklenince takım çıktı. Ben olimpik havuz sporcusuyum. Şimdi Tolga da olimpik havuza girdi. Bu takım ilk defa buluştu, yıllarca devam edebilir ama bu, klasman ile ilgili bir durum. Her maçın puanı var. Türkiye içerisinde de farklı puanlar var. Her sene yapılan maçlara göre bir sıralama oluşuyor. Yani şu an bu takımdaki herkes, performansını koruyup ilk dörtte kalırsa takım aynı kalabilir. Tabii teknik kurulun da bunda kararı önemli. Eğer "Bu takım iyi, bu takımın ritmi var" diye düşünülürse de devam edebilir.

"Her şey birkaç saniye içinde gerçekleşiyor, bunun için de odak yüzde yüz olmalı." -Kerem Çağlayan

"Her şey birkaç saniye içinde gerçekleşiyor, bunun için de odak yüzde yüz olmalı." -Kerem Çağlayan

Birlikte bir ahenk yakalamak da önemlidir diye düşünüyorum…

KÇ: Ahenk, birbirimizin kafalarının uyuşması, iyi anlaşabilmek… Uyum olmadığında, maça çıkınca birlikte mücadele etmek kolay bir şey değil. Sonuçta iyi anlaşamadığınız birinin arkasında onu desteklemek de çok zor.

EY: Yaş farkından dolayı iyi anlaşmak her zaman kolay olmuyor. (Gülüyor.) Şaka bir yana hepimiz elinden gelenin en iyisini yaptık, çok iyi anlaştık.

Avrupa şampiyonasında çeyrek finalde İtalya'yı geçtikten sonra yarı finalde Ukrayna maçında ters giden neydi? Ufak bir farkla kaybettiniz…

MA: Ukrayna'da çok fazla kamp yaptığımız için onları çok iyi tanıyorduk ama onlar da bize çok hâkimdi. Pistin üzerinde psikolojik bir savaş vardı. O savaşta üstün olan taraftık aslında ama sonra o üstünlük kayboldu, eşitlendik. Sürekli "Kazanacak mıyız yoksa kaybedecek miyiz? diye düşündük pistin üzerinde. Gerçekten her şey eşitti. Belki de orada artık Murphy Kanunları devreye girmiştir…

EY: Ukrayna, dünya dört numarası olan Almanya'yı devirerek yarı finale çıkmıştı. Dolayısıyla o gün iki sürpriz takım yarı final oynadı. Bizim için Almanya ile oynamaktansa Ukrayna ile oynamak daha tercih edilebilirdi. Maça da iyi başladık ve çok iyi mücadele ettik, 43-42 öndeydik. Onların en iyi oyuncusuyla son maçta ben karşılaştım. Biraz acele edince hatalar yapmaya başladım. Kazanabileceğimiz bir maçtı ama avcumuzun içinden kayıp gitti. Bu sonuç beni dağıttı zaten. Yıkıldım yani… Düşünsenize; Fransa, Ukrayna'dan çok daha iyi bir takım… O yüzden üçüncülük maçında Fransa'yı yeneceğimize dair inancım kalmamıştı. Madalya kaçtı diye düşünüyordum ama neyse ki iki maç arasında 3-4 saat vardı, biraz toparlandık. O üç saat neler yaşadık…

Dinleyebilir miyiz?

MA: 43-42 öndeyken ben Tolga'ya dönüp "Tolga galiba madalya aldık" demiştim. Ama önüme döndüğümde maçı kaybetmiştik. Birden ölüm sessizliği oldu. Hiçbirimiz konuşamadık. Maç bitince selamlaştık sadece. Tam salonun ortasında kalakalmıştım, kimse yoktu. 10-15 dakika oradan kalkamadım. Kalkıp aşağıya, salonumuza indiğimde orada sadece Enver Abi vardı. Asla kendine yaklaştırmıyordu, konuşamıyorduk. Ben de üzerimi değiştirip yemeğe çıktım. Tolga ve Kerem'le de tek kelime konuşmadık. Gözlerimizin içine bakıyoruz ama konuşamıyoruz...

Orada bir-bir buçuk saat tek başımıza takıldıktan sonra bize en çok inanan insanlardan biri, antrenörümüz Hakan Yıldırım bizi topladı. Güzel bir konuşma yaptı. Tekrar en başa dönmemizi sağladı ve yapabileceğimize inandırdı bizi. Enver Abi tekrar konuştu. Maçtan bir buçuk saat önce ısınmaya başladık. Isınırken hissettiğimiz o enerjiden her şeyin sıfırdan başlayacağı belliydi.

"Enerjimizden her şeyin sıfırdan başladığı belliydi. Geriden gelip kazandık." -Muhammed Anasız

"Enerjimizden her şeyin sıfırdan başladığı belliydi. Geriden gelip kazandık." -Muhammed Anasız

KÇ: Aslında Ukrayna maçını kaybettiğimizde umutlarımızı da kaybetmiştik. İki maç arasındaki o üç saatte ben oturdum, düşündüm. Hâlâ madalya şansımız vardı. Zaten düşününce Türkiye için yarı finale kadar gelmek de çok büyük bir başarıydı. "Buraya kadar gelemeyebilirdik" dedim. Aklımdan "Yarı finalde kaybetmiş olabiliriz ama hâlâ madalya şansımız var" diye geçirdim ve ısınmaya da o motivasyonla başladım.

Sonrasında Fransa ile üçüncülük maçı… Geriden gelip kazandınız. O maçı biraz anlatabilir misiniz?

MA: Evet geriden gelip kazandık ve o geriden gelen kişi de süper yıldızımız Tolga Aslan.

TA: Enver Abi ilk maça çıkacaktı ve maçtan önce hepimiz toplanmıştık. Alacağımıza dair inancımız oluşmuştu yeniden. Enver Abi çıktı ve elinden geleni yaptı. Sonra Muhammed Abi çıktı. Çok istediğimiz gibi gitmedi… Sıra bana geldiğinde 14-8 gerideydik yani fark hâlâ açıktı.

Sonra birkaç tuş yapmaya başladım ve 14-10 oldu, sonra da 14-11... Kendi kendime "Maç dönmeye başladı" diye düşündüm. Hemen ardından 14-12, 14-13 derken 14-14'e geldi skor. Bu kez de "Maç döndü, Tolga. Bir sayı al ve bitsin!" dedim. Bir sayı daha aldım ve sonraki arkadaşıma maçı öyle bıraktım.

Analizler ve hazırlıklardan bahsettiniz. Bu süreç nasıl işliyor?

MA: Avrupa ve dünya şampiyonası özelinde anlatmak gerekirse öncesinde 10-15 gün milli takım kamplarımız oluyor. Kamp süresince özel dersler hariç her gün çift idman yapıyoruz. Özel derslerle beraber üç oluyor. Antrenmanların dışında akşam mental çalışmalar yapıyoruz. Bu antrenmanlarda da genelde odaklanmaya yönelik egzersizler ya da takım olgusunu geliştirmek adına dörtlü satranç gibi oyunlar oynuyoruz.

Onun dışında şampiyonada kimlerle maç yapma ihtimalimiz varsa onların analizini yapıyoruz. Muhtemel rakiplerin güzel ve kötü yaptığı tuşları kısa kısa videolar haline getirip bir film ortaya çıkarıyoruz. Bu filmleri de bir akşam hep birlikte toplanıp sunum yapar gibi birbirimize anlatıyoruz; kim ne öğrendiyse anlatıyor orada. Sonra buradan çıkan ortak karara yönelik bir oyun stratejisi belirliyoruz. Bu da müsabaka sabahı bizim pist üzerine çıktığımızda kafamızda bir strateji olmasını sağlıyor. Bunu deneyerek ilk tuşu yapınca da insan ister istemez oradan devam ediyor zaten.

KÇ: Bence oyunun çoğu mental. Fiziksel olarak ne kadar kötü olursanız olun bir şekilde idare edebilirsiniz ama eğer maçı stratejide, kafada kaybediyorsanız kazanmanız mümkün değil. O yüzden en önemlisi mental antrenmanlar oluyor. Zaten normal antrenmanlar bir şekilde oyun stratejimizi geliştirmek için yaptığımız çalışmalar işin sonunda.

EY: Her şey odaklanmakla ilgili… Karşımızda bir rakip var ve uyuduğumuz, daldığımız an bir vuruş yiyeceğiz. Zaten her şey çok çabuk, birkaç saniye içerisinde gerçekleşiyor ve bunun için de aslında odağımızın yüzde yüz olması gerekiyor. Diğer taraftan bu odağı doğru yayarak kullanmak gerekiyor. Rakibe, rakipten gelecek olan vuruşa ve kendi vuruşumuza odaklanmamız lazım. Burada mental durumdan kasıt aslında o anki konsantrasyon ve duruş pozisyonu.

Mesela bu konsantrasyonu artırmak için tenis toplarıyla çalışıyoruz. Üç-dört topu aynı anda çevirmeyi deniyoruz. O topları havada tutabildiğimiz süre zarfı, aslında bizim konsantrasyonumuzu yüzde yüzde tutabildiğimizi gösteriyor. Bunu 10 saniye yapmak kolay ama 60 saniye yapmak çok zor. Aslında maçta da aynı mantık var. Rakibe sürekli odaklanıyoruz. Tembelleşince, odağı kaybedince sayıyı da kaybediyoruz.

Milli takımdan kimle konuşsam, Valery Shturbabin sonrasında ülkede eskrimin farklı bir seviyeye çıktığını söylüyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

EY: Benim şansım hep iyi antrenörlerle çalışmam oldu. Mustafa (Seçik) ile çalıştım. Sonra o federasyona geçince Rumen bir hoca geldi, ardından Rus bir antrenör… En son da Valery Hoca geldi. Hepsiyle çalıştım, hepsi beni bir seviyeye çıkardı ama Valery Hoca… Gerçekten eskrime kalite getirdi. Arkadaşımız Atakan (İslam Hezer) yıldız erkeklerde Avrupa'da üçüncü olmuş ve ilk madalyayı almıştı. Sonra kızlar zaten tarih yazdı.

Valery gerçekten de genel olarak takıma önem verdi. Ondan önceki madalyalar hep bireyseldeydi ve nadir çıkıyordu. Bir kişi madalya alıyordu sonra birkaç şampiyonada olmuyordu. Onunla beraber daha istikrarlı bir başarı geldi. Kesinlikle aşağıdan aldı ve yukarıya taşıdı. Belki de daha önemlisi kendi içimizdeki rekabeti geliştirmesiydi. Biz bir dönem kürsüleri kapatıyorduk. Ben birinci, Muhammed ikinci… Bizim çalıştığımız diğer çocuklar da hep podyumda yer alıyorlardı.

Türkiye'de başka kaliteli hocalar da vardı. Seviyenin arttığını görünce onlar da ellerini taşın altına koydular. Zaten çocuklar küçük yaş kategorilerinde madalya alıyorlardı. O madalyalar büyüklerde de gelmeye başladı. Eskrimde en büyük problem partner bulmak. Bu problem de pek çok eskrimcinin bu sporu bırakmak zorunda kalmasıyla ortaya çıkıyor. Mesela Muhammed de bırakmanın eşiğindeyken bir madalya kazandı. İnsanların hayata devam etmesi gerekiyor ama kazanılan para yetmeyebiliyor…

Caner Eler'in Socrates'in 76. sayısında İrem Karamete ile yaptığı röportajda, o da partner sorununa değinmişti…

EY: İrem bu konuda benim dert ortağım aslında. Bunun sebebi tamamen spora devam edilememesi. Eskrimde diğer amatör branşlara kıyasla çok da iyi bir seviyede olduğumuz söylenemez. Diğerlerinin dünya ve Avrupa şampiyonaları kilo başına da kategorize edildiği için daha ulaşılabilir şeyler ve daha destek alınabilecek olaylar. Bizdeyse gelen başarılar hep ilk oluyor. Devamlılık olmadığı için destek de olmuyor. Destek olmayınca sporcular da bırakıyor haklı olarak. Ben şu an klasman birincisiyim ama benden çok daha yetenekli, yaşça büyük ya da küçük pek çok insan sayabilirim. Hepsi bıraktılar, devam edemediler. Ben eskrimi en başa koydum ve devam ediyorum. İrem de aynı şekilde… Onun haricinde eskrimden bir şey kazanamayınca haklı olarak bırakayım diyorlar ve partner sorunu ortaya çıkıyor.

"2024 Paris'e gidersek büyük bir hayal gerçekleşir ve eğer böyle devam edersek bu ihtimal var." -Enver Yıldırım

"2024 Paris'e gidersek büyük bir hayal gerçekleşir ve eğer böyle devam edersek bu ihtimal var." -Enver Yıldırım

Sizce Avrupa şampiyonasındaki başarıdan sonra olumlu anlamda bir kırılma yaşanacak mı?

MA: Bence bu Türkiye için bir kırılma oldu. Ben minikken ya da yıldızken Avrupa'da madalya almış bir büyüğüm yoktu. Ama düşünsenize, şu an benim Eskişehir'de spor kulübüm var, yetiştirdiğim çocukların hepsinin hocasında Avrupa madalyası var. Yani yeni başlayan bir kız, hedefini bizim üstümüze koyuyor ve olimpiyat şampiyonu olma hayali kuruyor. Biz böyle bir şey bilmiyorduk. O yüzden bunun bir kırılma olduğuna inanıyorum.

2024 Paris hazırlıkları nasıl gidiyor?

EY: Ben Rio ve Tokyo'da kapıdan döndüm. Bireyselde, o zor olan koltukları denedim. Rio'da bir maçla, Tokyo'da iki maçla kaçırdım. İkisi de son maçlardı… Bir kez daha deneyeceğim.

Takım olarak ve bireysel olarak katılmak arasında nasıl bir fark var? Ne yapmanız gerekiyor?

EY: Bireyselde katılmak çok zor. 34 koltuk var olimpiyatta… Bireyselde 34 kişi yarışıyor. Bu 34 koltuğun 24'ü takımla doluyor zaten. Yani aslında olimpiyatın mottosu eşitlik. Tüm kıtalara dağıtıyor. Alman bir sporcu dünya 14'üncüsü, takımca kalifiye olamamışlar ve dünya onuncusuna kaybediyor, gidemiyor. Fakat Asya'dan dünya yetmişincisi direkt gidiyor…

Paris hayaline dönersek...

EY: Gidersek çok büyük bir hayali gerçekleştirmiş olacağız. Şu an o baskı oluşmasın diye çok konuşmuyoruz ama takım olarak seneye, Nisan 2023'ten itibaren de böyle devam edersek yani her şampiyonada bir şekilde son sekize kalmayı başarabilirsek bu ihtimal söz konusu. Herkes de işin ciddiyetinin farkında. Fakat dediğim gibi, çok dillendirip baskı kurmaya gerek yok.

Karma

MA: Türkçe rap müziği serumla verseler alırım… En çok Şehinşah dinliyorum. Ufuk Abi'ye (Yıkılmaz) bayılırım. Şehinşah'ın Karma isimli bir parçası var. Ben o parçada kendimi bulduğuma inanıyorum. Bilmiyorum, belki de zor günlerde dinleyip, inancımı artırdığı için olabilir ama bırakmak üzereydim ve gerçekten bitiyordu bu iş. Birden madalya oldu. En dipten en tepeye çıktım aniden. Şehinşah'ın Karma şarkısının böyle bir anısı var bende. Ufuk Abi bunu görür umarım…

Socrates Dergi