socratesXreflect_alt

Gelenekler

11 dk

EuroBasket 2022, İspanya ve Türkiye için epey farklı şekilde hatırlanacak bir turnuvaydı. Bu iki ayrı uçtaki keskin macerayı Yiğiter Uluğ'a sorduk.

Rudy Fernandez'in Lorenzo Brown hakkında kurduğu "Bu ülkeyle hiçbir bağı olmayan bir oyuncunun devşirildiğini basından öğrendim" cümlesinin üzerinden yaklaşık iki buçuk ay geçmişti ki İspanya Milli Takımı, bir kez daha EuroBasket kürsüsündeydi. Hem de en üst basamakta… Brown'a biçilen rolü, Hernangomez Kardeşleri, Rudy'nin liderliğini, jenerasyon geçişinde olduğu için favori gösterilmeyen İspanya'nın hedefe yürürken hangi yollardan geçtiğini ve bunu nasıl başardığını Yiğiter Uluğ'a sorduk. Konu bir yerde Türkiye'ye de gelecekti elbette. Orada ise kaçan balıklar, 'jenerasyon geçişi' kavramı ve maalesef geçmiş turnuvaların bahsi var…

Turnuva öncesinde İspanya'yı favoriler arasında saymıyorduk çünkü geçmişte çok görkemli kadrolarla, büyük yıldızlarla turnuvalara katılmış İspanya takımları vardı. Bu turnuvadan önce İspanya'nın gündemine baktığımızda en büyük tartışma, Lorenzo Brown'un devşirme oyuncu olarak oynatılacak olmasıydı. Brown, yolu bizim ülkemizden de geçmiş bir oyuncu. Biliyoruz kendisini. Onu daha önce İspanya'yı uluslararası turnuvalarda, olimpiyatlarda temsil etmiş oyuncularla aynı tartıya çıkarmaya kalksak komik bir durum oluşur. O bildiğimiz yıldızlarla kıyaslanamayacak bir oyuncudan bahsediyoruz.

Turnuvanın sonunda ise ironik bir durumla karşılaştık. Lorenzo Brown yine en çok konuşulan oyuncuydu. MVP seçilmedi belki ama birçok kişinin gönlünde MVP seçilecek istikrarlı bir oyun ortaya koymuştu. Bu, aslında İspanya'nın içinde bulunduğu durumu özetlemek için iyi bir örnek. Geçmişte Gasol'lerle, Rubio'larla, Calderon'larla oynamış bir takım, Lorenzo Brown sayesinde bir Avrupa şampiyonluğu kazandı.

Turnuvadan önce Lorenzo Brown'un devşirilmesi hakkında Rudy Fernandez'in bir açıklaması olmuştu. Ben o konuda Rudy'yi (Sergio) Scariolo'nun ikna ettiğini düşünüyorum. Aslında İspanyol oyuncular, Rudy'ye destek vermeye ve Lorenzo Brown'u dışlamaya kafaca yakın olabilirlerdi. Scariola'nın Lorenzo'nun bu takım için yararlı bir parça olabileceğini oyunculara doğru bir şekilde anlattığı fikrindeyim.

Lorenzo Brown

Lorenzo Brown

Özellikle bu durumu Rudy'ye anlatarak hem onun üzerinde etkili olmak istedi hem de Rudy'yi örnek alan, onu izleyen genç oyuncuların ondan etkilenmelerini istedi. Bunu yaparken de onlara Lorenzo'nun bir yıldız olmadığını, bir rol oyuncusu ve görev adamı olduğunu anlatmış, "O bir yıldız değil. Sizin önünüze geçemez. Bu takımın sahibi yine sizsiniz ama burada ona da ihtiyacımız olacak" demiş olabilir. O konumda Lorenzo Brown'dan daha yıldız, daha şöhretli, daha iyi para kazanan bir oyuncu olsaydı bu kadar kolay kabul edilmezdi bu durum. Ona gösterdikleri reaksiyon daha sert olabilirdi.

Turnuva öncesinde kâğıt üzerinde baktığımız zaman şöyle görüyorduk. Yunanistan'da büyük bir NBA yıldızı var, yanındaki oyuncular da çok tecrübeli. Fransa'da ise (Rudy) Gobert ile (Evan) Fournier var. Bu oyuncular da NBA'de, kendi takımlarında epey önemli roller alan oyuncular. Sırbistan'a bakıyoruz; NBA'de normal sezon MVP'si (Nikola) Jokic'i görüyoruz. Bunlarla karşılaştırdığımızda İspanya'nın bir tarafları hep eksik gibi geliyordu.

Bunlara ek olarak; turnuva devam ederken, ev sahipliğinin verdiği avantajı kullanarak çok sert oynayabilen Almanya da çok dikkat çekti. İlk turda beklediğimizden çok daha iyi oynadılar ve zaten sonrasında da Yunanistan'ı eleme başarısı gösterdiler. Böyle bakınca İspanya'nın elinde hiçbir şey yokmuş gibi geliyor. Ne bir enerji ne taraftar desteği ne de yıldız faktörü... Hiçbir şey! O yüzden de -haklı olarak devamlı İspanya'nın eksiklerinden bahsedildi. Ama turnuva devam ederken o İspanya takımı; takım içindeki enerjiyi, kimyayı daima yukarı çekmeyi başardı.

Finlandiya maçının ikinci yarısı hakikaten önemli bir viraj. Tabii ki iki ülkenin basketbol geleneklerine bakılınca İspanya favori konumundaydı ama oynanan basketbol, Lauri Markkanen'in çok iyi bir turnuva geçirmesi ve turnuva içinde tek başına oyunun yönünü değiştirebilen bir oyuncu haline gelmesi, ibreyi biraz olsun Finlandiya lehine çeviriyordu. "Acaba Finlandiya burada İspanya'ya vurup geçecek mi?" sorusu soruluyordu. Öyle bir şey yaşansa sanki şaşırmazdık. Oralara kadar düştü bu İspanya takımı ama bir şekilde oradan da döndüler.

"İspanyollar bir arada olmaktan çok keyif alıyorlar, birbirlerini seviyorlar."

"İspanyollar bir arada olmaktan çok keyif alıyorlar, birbirlerini seviyorlar."

İspanyol takımlarında, hele hele milli basketbol takımlarında hep çok sağlam bir kimya oluyor. Bir arada olmaktan çok keyif alıyorlar, birbirlerini seviyorlar. Altyapılardan beri beraber olmaları da bunda etken. Aynı basketbol tarzının etrafında toplanabiliyorlar. Bir alışkanlık ve uyum meselesi bu. Bana kalırsa bu sefer bir de favori olmadan turnuvaya başlamaları onlara çok yardımcı oldu ve rahatladılar.

Mesela gruplarda Belçika'ya mağlup olduklarında yerden yere vurulmadılar. Dünyanın sonu filan olmadı. Mutlaka eleştiri almışlardır ama kimse onlardan bir şey beklemiyordu ki zaten. "Bizim takım Belçika'ya bile yeniliyor artık" dememiştir kimse. Bu durum, onları çok rahatlattı ve her adımda ileri gitmelerini biraz kolaylaştırdı bence. O bahsettiğim kimya, farklı türde rakiplerle oynayabilme özelliğine çok yardımcı oldu. Kadın-erkek fark etmez; İspanyol takımlarında her zaman doğru kimyayla, olduğundan daha büyük oynayabilme özelliği vardır. Sahip olduklarından daha büyük gözükebiliyorlar

Turnuvanın genelini daha iyi oynayan Willy Hernangomez'di. Belki de onun üzerinde daha büyük bir baskı olduğu için, rakip Fransa ona daha çok yoğunlaştığından Juancho finalde rahat etti ve beklenmedik şekilde öne çıkan oyuncu oldu. Mesela 2019'daki dünya kupasında Ricky Rubio ön plana çıkmış hatta MVP olmuştu. Orada turnuva başlarken Rubio'nun MVP olacağını kaç kişi tahmin edebilirdi ki? NBA'den gelen bir oyuncuydu, şöhretli biriydi, İspanya Milli Takımı'nda bir geçmişi vardı ama yine de tüm turnuvaya hükmedecek bir performans göstermesini beklemiyordu kimse. İspanya kadrolarında hep beklenmedik birileri çıkar. Burada da öyleydi. Yine beklenmedik biri çıktı.

Willy ve Juancho Hernangomez

Willy ve Juancho Hernangomez

Bana kalırsa bu başarı bir istisna olarak kalacak. Başka ülkeler buna bakarak kendilerine bir örnek devşirebilirler mi, bilemiyorum çünkü birçok ülkenin elinde bu derece zengin bir malzeme yok. Buna yaklaşacak ülkeler olsa olsa Sırbistan ve Fransa olabilir. NBA'den egolarıyla beraber bazı sorunlar getiren yıldız oyuncuları dışarıda bırakarak daha genç kadrolarla turnuvalara gelebilecek sadece bu iki ülke var gibi duruyor.

Mesela biz yapamayız bunu. Elemelerde oynadığımız oyunun kalitesi ortada. NBA'den gelecek oyuncuları ve (Shane) Larkin'i falan dışarıda bıraktığımız gün Yunanistan'ın B takımına yeniliyoruz. Hırvatlar ya da İtalyanlar da yapamaz bunu. Altyapıdan gelen devamlı bir üretim olması lazım. Buna en uygun ülke zaten İspanya'ydı. Şampiyon da onlar oldu.

Türkiye için bakacak olursak, bir hayal kırıklığıydı bu turnuva. 'Ahlar vahlar'la kapandı yine. İki-üç sene sonra bakınca pisi pisine, son toplarda kaybedilmiş maçlar akıllara gelecek. Fransa'ya karşı aldığımız maçı verdik. Onu alsak çeyrek finalde olacaktık. Sonrasında Fransa'nın final oynadığını düşününce insan illaki "Bize de o şans gelir miydi? Neden olmasın?" filan diyor. "Kaçan balık büyük olur" cümlesiyle hatırlanacak bir turnuvaydı Türkiye için.

Kaçan balık her ne kadar büyük olsa da aslında Fransa maçına kadar oynadığımız oyunu düşününce seyirciye umut veren, "Ya bu Türkler de şunu oynuyor" dedirtecek bir oyunumuz olmadı. Kimi zaman mücadele dozunun yüksekliğiyle, bireysel çözümlerle filan hedefe gidiyorduk. Oyunun belli bölümlerinde Furkan patlama yapıyor, bazı periyotlarda Alperen bire birlerde rakiplerine üstünlük sağlıyordu. İnişliçıkışlı bir grafik vardı. Ama "Oyun olarak Türk Milli Takımı ne oynuyor?" diye soracak olursan bu sorunun bir cevabı yok.

Mesela bizde driplingsiz bir hücum yok. Zaten topu kim alırsa alsın ilk önce bir yere vuruyor, ne yapabileceğine bakıyor, bir şey yapamayınca pas veriyor. Milli takımı seyrederken beni en çok üzen konu bu. İspanyolları yıllardır izliyoruz. Bir tarzları var, giren çıkan fark etmiyor. Bazen oyuncu kalitesi düşüyor ama o durumlarda dahi takımın temposu artabiliyor. Oyuncuların bir arada oynamayı sevdiğini görüyorsun.

"Bir oyuna sahip olamamak, Türk Milli Takımı'nın çok eski hastalıklarından biri."

"Bir oyuna sahip olamamak, Türk Milli Takımı'nın çok eski hastalıklarından biri."

Bir oyuna sahip olamamak, Türk Milli Takımı'nın çok eski hastalıklarından biri. Zaten bu durum, yıllardır sonuçlara da yansıyor. Biz evimizde oynadığımız turnuvalar dışında kürsüye çıkamadık hiç. 2001'den 2010'a hatta 2012'ye kadar her turnuvada madalya alabilecek, madalya alamasa bile ilk 5'te olabilecek bir kadromuz vardı. Güç dengelerinde hep oralardaydık ama neredeyse hiçbir zaman sonuçlara yansıtamadık. İyi oynadığımız turnuvalar oldu. Mesela 2009'da çok iyi durumdaydık ama orada da en önemli maçta en kötü oyunumuzu oynayarak Yunanistan'a çeyrek finalde elendik. O maçı kaybetmesek oradan madalyayla dönecektik büyük ihtimal. Hep bunu konuşuruz ama biz. Türk Milli Takımı jenerasyon geçişini iyi başaramıyor, kabul ama biz zaten jenerasyon iyi durumdayken de sonuca çeviremedik bunu.

Şimdi diyelim ki yeni jenerasyona geçtik sağ salim. Aslında geçtik de. Alperen, Cedi, Furkan, artık tecrübeli bir sınıfta olan Sertaç… Keza Onuralp şu an ligdeki performansıyla oraya aday bir oyuncu olduğunu gösteriyor. Bunları topladığın zaman bir jenerasyon var. Ortada iyi oyuncular var, takım var ama buradan nasıl bir oyun çıkartacağız, onu bir türlü kestiremiyoruz.

Socrates Dergi