EuroLeague Top 50

20 dk

Mücadele dolu sezonlar, şampiyonluk öyküleri, son saniye basketleri ve elbette o anların aktörleri unutulmaz isimler. EuroLeague'in 20 yılından 50 unutulmaz ismi derledik...

50 | Petar Naumoski

Her şeyden evvel çok büyük sporcuydu. Kendine çok iyi bakardı. Antrenmanları daima büyük bir ciddiyetle yapardı, onun drill’lerdeki temposunu başka oyuncuda görmedim. Müthişti o konuda ve diğer oyuncular için muazzam bir örnekti.

Avrupa basketbolunun en iyi oyun kurucusunu sorsanız bana, Naumoski’yi Jasikevicius’la birlikte ayrı bir yere koyarım. Avrupa basketbolunda hâlâ büyük saygı gören bir isim ama bizim Final Four’a üst üste kalma alışkanlığımız olsaydı, belki çok daha büyük bir kariyerle anılacaktı. 1999’da Zoran Savic’li kadroyla çeyrek finalde Zalgiris’le karşılaşmıştık. İlk maçta son bir buçuk dakikaya üç sayı önde girdik ama oradan verdik maçı. Kazandık belki turu geçecektik ama o Zalgiris gitti Avrupa şampiyonu oldu. Naumoski de o dönem (ve aslında her dönem) takımın en önemli oyuncusuydu. Rakipler ona tedbir alabilmek için dört dönerdi. Bir keresinde Benetton’la eşleşmiştik Final Four arefesinde; Naumoski lig maçında sakatlandığı için forma giyemeyecekti. Obradovic de o dönemde Benetton’ın koçu. Oradaki arkadaşları Mirsad’a anlatmışlar, ben onun yalancısıyım, Naumoski’nin sakatlık haberini aldığında müthiş sevinmiş Obradovic. Böyle de etkisi olan bir adamdı işte, Türk basketbolu için büyük şanstı... / Aydın Örs

49 | Zoran Savic

Yeni jenerasyondan gençlere bugün Savic’i izletsek, hiçbirine beğendiremeyiz herhalde. Seyir zevki açısından kısıtlı bir oyuncuydu çünkü, bugünün uçan kaçan atletik uzunları gibi değildi. Çok sıçramazdı, sıçradığında da altına olsa olsa bir A4 kağıdı sıkıştırırdınız, o da belki. Ancak tüm bunların yanında, döneminin en iyi, en ‘winner’ karakterli uzunlarından biriydi.

Savic denince aklıma, öncelikle ‘güç’ ve ‘kalıp’ geliyor. İnanılmaz geniş ve yer kaplayan bir oyuncuydu. “Kapı gibi adam” derler ya, öyle. Çok kuvvetliydi. Boyuna 2.10 diyorlardı ama 2.06-2.07 anca vardı. Buna karşın muazzam bir ribaund hâkimiyetine sahipti. Ayrıca çok da akıllıydı. Zaten daha çok, gücüyle ve aklıyla oynardı. Efes’e gelmeden önceki sezon Kinder Bologna formasıyla Euroleague’de MVP ödülünü kazanmıştı ama biz tam randıman alamadık kendisinden, sakatlığı vardı. Sezonun büyük bölümünde oynayamadı. Deplasmanda CSKA’yı yendiğimiz maç vardı, onu hatırlıyorum; iki uzatma sonunda kazanmıştık, o da 20 sayı atmıştı, galibiyetin baş aktörlerinden biriydi.

Mirsad’la antrenmandaki kavgaları var tabii bir de... İki antrenmanda bir yere deviriyordu Mirsad’ı ama Mirsad da onunla çalışa çalışa güçlendi işte. Geri adım atmadı hiç, bu sayede çok şey öğrendi Savic’ten. / Ufuk Sarıca

48 | Alphonso Ford

Mississipi Valley State Üniversitesi’nden NBA’e giden ilk ve tek oyuncuydu. NBA serüveni ilk iki yılında istediği gibi geçmeyince şansını Avrupa’da denemek istedi. İspanya’nın zayıf takımlarından Huesca ile sözleşme imzaladığında, güler yüzlü bu ABD’linin bir gün Avrupa basketbol tarihine ismini kazıyacağını kimse tahmin etmiyordu. Huesca o sezon küme düşmekten kurtulamadı ama Ford, ligi sayı krallığında ikinci sırada tamamladı. Ardından Yunanistan’a geldi. Papagou, Sporting Athens, Peristeri ve Olimpiakos formaları giydiği beş sezonun dördünde Yunanistan Ligi’nin; biri Peristeri, diğeri Olimpiakos formasıyla da iki sezon üst üste Euroleague’in sayı kralı oldu.

Oysa 1997 yılında kendisine lösemi teşhisi konduğunda, sadece 25 yaşındaydı ve Yunanistan’daki ilk sezonunu henüz geride bırakmıştı. 2002 yılında Ergin Ataman’ın çalıştırdığı Siena’ya transfer oldu, Euroleague’in en iyi beşine seçildi. Ardından Scavolini’ye geçti. Sezon bitiminde ülkesine dönen Ford, 26 Ağustos 2004 günü Memphis’teki bir hastaneden gönderdiği mektupla kötü haberi duyurdu; hastalığı nedeniyle basketbola ara veriyor ve birlikte oynadığı herkese minnettar olduğunu söylüyordu. 10 gün sonra, 4 Eylül 2004 tarihinde hayatını kaybetti. Bu gelişme üzerine Euroleague yönetimi, sayı krallığı ödülüne onun adını verdi. Ford, artık ölümsüzleşmişti. / Emre Atasoy

47 | Igor Rakocevic

Tau Ceramica formasıyla iki kez Final Four’da boy gösteren Igor, Avrupa basketbolunun yetiştirdiği önemli skorerlerden biriydi.

2004-2005 sezonundan itibaren Alphonso Ford’un adıyla anılmaya başlanan ve Euroleague’de sezonun en skorer ismine verilen ödülü üç kez kazanmayı başardı. Hatta bu alanda zirvede yer alıyor. Nikos Galis ve vefatının ardından ödüle adını veren Alphonso Ford dışında bu ödülü iki kez kazanmayı başaran başka bir isim olmadığı düşünüldüğünde, Igor’un başarısı daha da anlamlı. Onu ilginç şut stili, yüksek top kullanımı ve sivri karakteri nedeniyle karıştığı kavgalarla hatırlayabilirsiniz ama benim gördüğüm en çalışkan oyunculardan biriydi, o kesin. Nerede ya da kime karşı olursa olsun özel ve önemli bir faktöre dönüşmesini sağlayan; eşsiz basketbol aşkı, mücadeleci ruhu, yetenekleri ve çalışkanlığının birleşimiydi.

Sahada daima büyük bir tutkuyla oynadı, oyuncuların ve izleyicilerin saygısını kazandı. Kariyeri boyunca şampiyonluk mücadelesi veren takımlarda forma giydi. Bu da her zaman en iyi olmayı hedefleyen kişiliğine uygundu. Zaten kişisel, milli takım ve kulüp başarıları da bunu destekliyor. / Bostjan Nachbar

46 | Arvydas Macijauskas

Arvydas Macijauskas anlaşılması zor bir oyuncuydu. Altyapılarda ses getirdiği dönemlerde Lietuvos Rytas ve Zalgiris, onu takımlarına katmayı reddetmişti. Litvanya'nın tek liman kenti Klaipeda'nın takımı Neptunas, Macijauskas'ın potansiyelini gören tek kulüptü. 1999 yazında Rytas'a imza attı, Ramunas SiskauskasRobertas Javkotas ikilisinin arasından sıyrılıp tutturduğu 20+ sayı ortalamalarla ismini duyurdu. ‘Kalaşnikof’ lakabını da o dönemler aldı. 2003 EuroBasket'te Litvanya altın madalyayı kazanırken sayı kralı Macijauskas'tı. O turnuvadan güç alarak iki sezon boyunca kıtanın en iyi skoreri oldu. Aynı sezon ASVEL'e karşı inanılmaz bir maç oynayıp 40 sayı attı. Kariyer zirvesi ise 2005 Final Four'daki CSKA maçıydı. 23 sayıyla TAU'yu finale taşıyan Macijauskas, o yaz daha sonradan çok pişman olacağı bir karar aldı ve NBA'e gitti. Tutunamadı, bir sezon sonra 9 milyon Euro'luk mega kontratla Olimpiakos'a imza attı. Geri dönerken, "New Orleans berbat bir takım, Byron Scott felaket bir koç" diyecekti...

Pire'de sezon öncesi hazırlık maçlarında aşil sakatlığı yaşadı ve bir daha asla TAU'daki gibi olmadı. Bana hep Alberto Herreros'u hatırlatıyor. Pek bir şey kazanamadı ama en iyilerden biri olmayı başardı. / Adolfo Romero

45 | Jorge Garbajosa

Avrupa basketbolunda son yıllarda 'yıldız rol oyuncusu' denilen kavramın önemli bir trendi var; takımın ana yaratıcısı ve üzerine temel kurulan bir parçası olmayan fakat etrafındakileri üst seviyeye çıkaran kusursuz bir tamamlayıcıdan bahsediyorum. Olimpiakos'taki ilk sezonunda Kostas Papanikolaou böyleydi mesela. Keza Kyle Hines, aynı şekilde...

Jorge Garbajosa ise rol oyuncusu-yıldız kavramı arasında gidip gelen bir oyuncuydu. TAU'da genç yaşında bir karar alıp Benetton'a gitti, Mike D'Antoni'nin ve daha sonradan Ettore Messina'nın 2000-2003 arası müthiş tempolu oynayan takımında kilit roller üstlendi. Garba bir keresinde, "İspanya'da çocukların hepsi Barcelona ve Real Madrid'de oynamanın hayalini kurar. Bense sadece milli takım forması giyebilmeyi düşledim" demişti. Ciddiydi. EuroBasket 2007'den beş ay önce fibula kemiğini kırmış olmasına ve o dönemki takımı Toronto Raptors'ın tüm uyarılarına rağmen, şampiyonada oynadı. Tekrar sakatlandı. Bir daha da hiç eskisi gibi olmadı. Kariyerinin iyi dönemlerinde, takım yoğunluğunu başka bir seviyeye çekerdi. Bazen kendini yere bırakırdı, kritik bir savunma ribaundu alırdı, görülmeyen bir dirsek atardı... Unicaja sezonları gerçekten müthişti. Kıta basketbolunda çok derin izler bıraktı. Kült bir oyuncuydu, kesinlikle. / Çağrı Turhan

44 | Gianluca Basile

Basile ile aynı yaş grubundayız, İtalya-Fransa maçları özelinde kendisiyle çok mücadele ettik. Çok rekabetçiydi, müthiş bir savunmacıydı. Birbirimize de çok benziyoruz ama benim kadar atletik özelliklere sahip değildi tabii. Yine de çok sever ve çok sayardım Basile’yi. Ona karşı oynamak bir keyifti. Müthiş bir oyuncuydu ve Barcelona’da harika işler yaptı. İtalya için de çok büyük bir isimdi. Çok büyük bir şutördü. Dışarıdan bakıldığında eforsuz görünürdü, çok rahat şut atıyordu. Klas bir oyuncuydu aynı zamanda. Korkak oynamazdı, enerjikti. Fazla konuşmazdı, kekelerdi zaten konuşurken. Bu nedenle öyle çok diyaloğa falan girmezdi. Tek kelimeyle ya da kısa bir cümleyle etrafı idare ederdi. Takımına her zaman hâkimdi.

Maçların kırılma anlarında attığı o basketleri hatırlıyorum... Bize de atmıştı onlardan. Bugün Jaycee Carroll ya da Kyle Kuric gibi isimler ne kadar rahat buluyorsa o sayıları, Basile de öyleydi. Topu almadan önce şutu çıkarmış oluyordu neredeyse. Gördüklerim arasında, perdeden çıkıp ayaklarını en çabuk düzelten oyuncu oydu. Şutunu çok hızlı kurardı. Bugüne kadar Avrupa’da sadece Carroll ve Kuric gibi isimlerde bunu gördüm ama bu isimlere artı olarak bir de skorer özelliği vardı. / Alain Digbeu

43 | Ariel McDonald

Ariel McDonald'ın gerçekten tuhaf bir kariyeri var. Öyle ki belli başlı Euroleague figürleri arasında en kötü takımlarda oynamış isim olabilir. NCAA'den ziyade NIT oynadığı kolej kariyerinden başlayarak; küçük Belçika ve Sloven takımları, ardından Olimpija, Maccabi, Panathinaikos ve Girona... Küçük takımın büyük oyuncusu oldu, büyük takımın büyük oyuncusu oldu ama gerektiğinde yardımcı rolü de üstlendi.

Bana Oktay Mahmuti öğretmişti; Sırpçada bir kelime, "Oynamayı bilmek" anlamına geliyormuş. Kısaltmış adamlar. Ariel McDonald'ın da eski Yugoslav kökenli bir vatandaşlığının olması, o yüzden sürpriz değil. Bu tabirin altını sonuna kadar dolduruyor. David Blatt, 2000'lerin başındaki Maccabi için "Beraber oynarken en çok eğlenen takım" der. Nate Huffman, Anthony Parker, Tal Burstein, Gur Shelef ve hatta kariyerinin son yıllarını geçiren Nadav Henefeld'in de yer aldığı kadro, 2001'de SuproLeague'i kazanmıştı. McDonald, o isimler arasından sıyrılıp MVP oldu. Maccabi 20 yıl sonra ilk Avrupa şampiyonluğunu elde ederken ben de Paris'teydim. Taraftar saha içine girmiş, kupayı çalmış ve bu yüzden tören bir türlü başlayamamıştı. McDonald o gün ödülünü alabildi mi, emin değilim. / Emir Alkaş

42 | Nenad Krstic

Nenad’la, Triumph Lyubertsy’de birlikte dört ay geçirdik. Takımda üç yabancı vardı; ben, o ve bir diğer Sırp arkadaşımız Ognjen Askrabic. Üçümüz birlikte takılıyorduk, iyi bir dostluk kurduk. Karakter olarak çok sakin çocuktur, komiktir de... 2010 Dünya Şampiyonası’ndaki yarı final maçından sonra ne zaman karşılaşsak “Madalyamı çaldın” der bana.

Kariyerine baktığınız zaman, rahatlıkla Euroleague tarihinin en önemli uzunlarından biri olduğunu söyleyebilirsiniz. Özellikle son 5-6 seneyi inanılmaz olgun oynadı. Hem pota altında post hareketleriyle hem de orta mesafe şutlarıyla, uzun bir süre Euroleague’i domine etti. Uzundu, kalıplıydı ama şutu da vardı, rakibi bozuyordu bir şekilde. Basketbolu da çok iyi biliyordu. Oyun zekâsı çok yüksekti. Oynadığı süreçte, Sırbistan Milli Takımı’nı taşıyan isimlerden de biri oldu. Aslında benim birlikte oynamayı sevdiğim uzunlardan değildi, daha klasik tarzda bir oyuncuydu. İkili oyunda pek yoktu, çabuk devrilen bir uzun olmadı hiç çünkü bacakları hızlı değildi. O daha çok, alçak post’tan görürdü işini. Buna karşın, onunla oynarken daima keyif aldım. Kariyeri daha da iyi noktalara gelebilirdi ama sakatlıklar canını çok yaktı, onu da eklemem lazım. / Kerem Tunçeri

41 | Pablo Prigioni

Vitoria'ya gittiğimde, Pablo sakattı. Ivanovic dönemindeki yüksek temponun mağdurlarından biriydi o da. Ciddi bir diz ameliyatı geçirmişti. Euroleague'de kendini bulması bir-iki ay sürdü.

Ancak Prigioni ne zaman geri döndü, o zaman kafamda patlayan topların sayısı artmaya başladı. Ben onun verdiği pasları anlamaya çalışırken toplar sürekli kafama geliyordu. O kadar iyi bir pasör ki her şeyi, herkesten önce görüyor. Rahatlıkla söyleyebilirim ki birlikte oynadığım en iyi pasördür. TAU'daki iki yılım boyunca istikrarlı şekilde oynayıp iyi performans ortaya koyduysam mimarı odur. İki şut üst üste soktuysam üçü, hatta dördü hemen atmak isteyen bir oyuncuydum ben. Pablo beni frenlerdi. "Bekle, sana tekrar döneceğim. Seni yeniden ısındıracağım. Şimdi biraz kenarda dur ki seni unutsunlar" derdi. 40 yaşına kadar oynadı ki zaten kendine çok iyi bakardı.

Birlikte oynadığımız dönemde yağ oranı yüzde 7 gibi bir şeydi. Hiçbir zaman oyunu zorlama gereği duymadı. Onun esas olayı, yanındakileri yüceltmekti. Dediğim gibi; o, sahadaki her şeyi görürdü. Bu yüzden Euroleague tarihinin en özel oyun kurucularından biridir. Umarım antrenörlük de yapar. / Serkan Erdoğan

40 | Sergio Rodriguez

İspanya bir noktada, belirli prototipte oyuncu yetiştirme tercihi olan bir ülke. Mesela 3 numaralar genel olarak; fizikli, Alex Mumbru tipinde adamlar olur. Oyun kurucular; sürekli yüksek tempoyu forse ederler, üçlük imkânları vardır ama temel belirleyici özellikleri şut odaklı oynamamalarıdır. Sergio Rodriguez de bunlardan biriydi ve 2004'te Türkiye'yi yendikleri o meşhur 18 Yaş Altı Şampiyonası finalinden itibaren ülke basketbolunun sembollerinden biri oldu.

Real Madrid, Euroleague'de son beş-altı yılın en büyük ekolü. Peki, Laso'nun takımının kimliğini tanımlayan oyuncular kimler? Rudy Fernandez ve Sergio Llull, belki biraz daha öne çıkıyor. Ama Rodriguez, Real'i 2012-13 sezonundan beri elit bir takım yapan, dengeleyici unsur rolünü üstlenen ve belki de yeri doldurulamayacak tek isim. Llull'e benzer tarzda bir ABD’li bulursun, diğer her oyuncu için bir alternatif üretebilirsin... Ama egoların çok yüksek olduğu ve herkesin atmak istediği bir takımı o akışkanlıkta yönetebilme kabiliyetini Rodriguez’den başkasında bulmak çok güç. Üst üste üç Final Four oynayan takımına liderlik eden Rodriguez, tam kariyerini oturtup şehrinin kralı olmuşken NBA şansını yeniden denedi. Sırf bu cesaretiyle bile diğerlerinden ayrışıyor. / Çağrı Turhan

39 | Kyle Hines

Kyle Hines her açıdan eşssiz bir oyuncu. Topa hiç ihtiyacı yok. Boyu iki metreden daha kısa, kulaç uzunluğu 2.20'ye yakın. 2010'da İtalya 2. Ligi'nde oynarken MVP seçildiği sezondan sadece iki-üç yıl sonra, Euroleague Final Four'da belirleyici oyuncu oldu. Kazanan takımların sıradan bir parçası falan da değil; bugün Euroleague'in 1 numaralı takımı CSKA, ilk periyotta ikinci faulünü almasın diye Milos Teodosic'in yanı sıra Kyle Hines'ı da koruyor.

Hines aynı zamanda, son dönemdeki performansıyla yeni uzun tanımını belirleyen adamlardan biri. Mesela Olimpiakos'ta bazen müdafaa ribaundundan sonra hızlı hücumu başlatırdı, top becerisi yüksek diye. CSKA'ya gitti, bunu da yasakladılar. Biz genellikle, şimdiki basketbolu eskisi gibi oynayan adamları seviyoruz ama o tür oyuncuların etkisi de hâliyle çok sınırlı. Darry Middleton farklı tarzda, önemli bir basketbol figürüydü mesela ama oyuna etkisi limitliydi. Hines öyle değil. Bu adam sahadayken ikili oyun yemiyorsun, rakibin çembere gevşek bir atış yollayamıyor, tembel bir pası hemen kesiyor.

Her sene nasıl Euroleague'de yılın savunmacısı seçilmiyor, anlamıyorum. Çok özel, çok istisnai. / Emir Alkaş

38 | Dejan Tomasevic

Kendisiyle aynı takımda oynama fırsatı bulamadım ama defalarca karşı karşıya geldim. Her Yugoslav gibi, o da oyunu okumayı çok iyi bilen, temel basketbol bilgisi kitap gibi bir oyuncuydu. Gösterişli bir tarzı yoktu ama birçok pozisyonda takım arkadaşlarını rahatlatacak hamleleri yapmayı bilirdi. Şut gerekiyorsa şut, pas gerekiyorsa pas atardı. Tercihlerinde de genelde yanılmazdı. Bir uzun oyuncunun sahada ihtiyaç duyduğu her şey, kodlarında yazılıydı sanki.

İyi bir takım oyuncusu olmasının yanı sıra, aynı zamanda ciddi de bir skor potansiyeli vardı. Ayak hareketleri çok hızlı, bir yandan da çok yumuşaktı. Avrupa’da power forvet tanımını değiştiren isimlerin başlarında geliyordu. İlk patlamasını, Budocnost’ta yapmıştı, hatta o sezon Euroleague’de MVP seçilmişti. Tek şampiyonluğunu ise Panathinaikos’ta yaşadı. Orada da şöyle ilginç bir durum vardır; ‘yıldız’ statüsünün kaybolduğu bir dönemdi, yaşlanmıştı, takımının tamamlayıcı parçalarından biri olarak görev yapıyordu artık. Ama CSKA’ya karşı oynadıkları final maçında şampiyonluğu getiren en önemli aktörlerden biri oldu. (Editör notu: 16 sayıyla takımının en skorer ikinci ismi) Tam da ‘büyük’ bir oyuncunun yapması gerektiği gibi... / İbrahim Kutluay

37 | Mirsad Türkcan

Mirsad, bu listeye tırnaklarıyla kazıyarak girmiştir. Sadece bu listeye girişi değil, NBA’e gidişi de öyledir. Herkes bu hayali nedeniyle onunla dalga geçerken bireysel olarak kendini geliştirdi, çalıştı ve sonunda hayaline ulaştı. Ama o noktada da zaaflarından biri ortaya çıktı. Sabırsızdı Mirsad; bir an önce oynamak istediği ve “Biraz emek koyayım, ondan sonra rekabete gireyim” demediği için NBA’deki ömrü kısa oldu. Sonra Avrupa’ya döndü ve kıtanın en önemli uzunlarından biri olarak kariyerine devam etti.

Her takıma lazım, ilaç gibi bir oyuncudur. İnanılmaz bir ribaund yeteneği vardır, hatta Euroleague tarihinde en iyi ribaund ortalaması hâlâ onda diye biliyorum. Maç içinde ribaundlarını sayacak kadar takıntılıdır zaten bu konuda. Ayrıca çok da iyi bir şutördür. Korkusu, çekincesi hiç yoktur. Hiç unutmam; Mirsad 18-19 yaşındaydı, Atina’da Olimpiakos’u 23 sayı farkla yendiğimiz maçta ilk kez oyuna almıştım onu. İlk iki şutunu kaçırdı. Normalde başkası bir daha şut kullanmaya cesaret etmez ama o çekinmedi; üst üste iki şut soktu ve oyunun momentumunu değiştirdi. Buna karşın, oyun içinde hiç egosu yoktu, takımı için her şeyini ortaya koyardı. Bir kez geri adım attığını görmedim. Zaten onu Mirsad yapan da buydu. / Aydın Örs

36 | İbrahim Kutluay

Bu seviyelere, yeteneği bir yana, asıl çalışkanlığı ile geldi İbrahim. Normal antrenmanlar dışında, kendi parasıyla kondisyoner tutup ekstra idman yapardı. Onun ne kadar yetenekli, atletik ve iyi bir şutör olduğunu, Efes genç takımını çalıştırdığım dönemlerde Fenerbahçe’ye karşı oynadığımız maçlardan biliyordum. Ama nereye kadar gidebileceği hakkında bir fikrim yoktu. Türk basketboluna nasıl bir yıldız geldiğini, Fenerbahçe A Takımı’na çıktığı sezon anladık. Bir de Ümit Milli Takım’la katıldığımız 1996 Avrupa Şampiyonası var tabii... Bir İtalya maçı oynadık, hiç unutmuyorum; 52 sayı atmıştı. Gününde olduğu zaman durdurmanız mümkün değildi onu. Topu alıp kendine şut imkanı yaratacağı pozisyonu yakalayana kadar koşardı. Sonra da boşmuş, el üstüymüş fark etmeden isabeti bulurdu. Sahada her şeyini koyardı ortaya ama bazen paylaşımdan uzak davranırdı, biz de anlayış gösterirdik. Zira böyle oyuncuları kısıtlarsanız onları skorer kimliklerinden de uzaklaştırırsınız.

Euroleague şampiyonluğu, o kazanana kadar hiçbir Türk oyuncunun başaramadığı bir şeydi. İbrahim hem bunu başardı hem de o sezonun sayı kralı oldu. Sırf bu bile, Euroleague tarihindeki yerini anlatıyor zaten. / Aydın Örs

Socrates Dergi