
Evvel Zaman İçinde
18 dk
Üç sayı çizgisi, smaç yarışması, devre arası şovları, renkli kıyafetler, tempolu oyun… 1967'de kurulan ABA, 1976'da yaşama veda etti ama fikirleri hâlâ iktidarda.
30: 1990'da piyasaya çıkan Terry Pluto imzalı Loose Balls, anında klasikler arasına giren romanlardandı. Pluto'nun çizdiği dünya, NBA'e rakip olan bir ligin merkezindeki özgür ruhlu insanların öyküsünü anlatıyordu. Romanda basketbol kadar seks, uyuşturucu, kavga ve afro saçlar da vardı. Başta Paul Auster olmak üzere çağdaş romancıların övgüsünü kazanan Loose Balls'un en çok beğenilen karakterlerinden biri de Marvin Barnes'tı…
'Bad News' lakaplı Barnes karakterinin maceraları gerçekten de komikti. En ünlüsünü bilir misiniz? Barnes, bir gün takımı St. Louis'in Louisville seyahatini kaçırmıştı. Çünkü uçaklardan korkuyordu ve gece hayatını seviyordu. Bu ilgi alanları geç uyanmasına sebep oluyordu. O gün de aynısı yaşanmıştı ama takım sahiplerinden gelen tepkiler gözünü korkutmuştu. Ne yaptı? Özel bir jet kiraladı ve maça onla uçtu. Şehre inmesinin akabinde McDonalds'tan hamburger ve patates kızartması dolu torbaları alarak salona son dakikada yetişti. Fakat bir sorun vardı. Kızgın koçu onu ilk beş başlatmayacaktı. Bir de Barnes, jetin parasını ödemeyi unutmuştu. İlk çeyreğin sonunda sahaya gelen pilot, emeğinin karşılığını istiyordu. Barnes soyunma odasına döndü, çek defterini çıkardı ve borcunu maçta ödedi.
29: Romanın temelini oluşturan masallar bu minvaldeydi ve çoğu masal değildi. Zaten Loose Balls bir roman da değildi, sözlü tarihti. Ve o tarihin içinde Dr. J gibi efsaneler de vardı, John Brisker gibi çatlaklar da… İddialara göre Brisker, ABA'den sonra paralı asker olmuş, Idi Amin'le tanıştığı Uganda'da öldürülmüştü. ABA, böyle şehir efsaneleriyle doluydu. Pluto'nun kitabında bir araya getirdiği dünya, hayal gücü kokuyordu. Ama gerçekti. Hoş, Bird ile Magic'in değiştirdiği, Jordan'ın en tepeye taşıdığı, David Stern'ün hükmettiği NBA'in penceresinden bakan pek çok kişi ABA'i 'ikinci sınıf lig' şeklinde anıyordu. Fakat ABA'in rahleyi tedrisinden geçen isimler aynı fikirde değildi. Onlara göre ligleri, modern NBA'in ilham kaynağıydı.
28: Devrimin ortasındakilerden biri de Peter Vecsey'ydi. Birkaç ay önce röportaj yaptığım ünlü gazeteci, ABA'in ilk muhabirlerindendi. Bana şöyle anlatmıştı: "ABA'i kim umursardı ki o dönem? Ben önemsediğim için Nets, kariyerimde önemli bir yer elde etti. Julius Erving, düğünümde sağdıcımdı. Lakin takımların sık sık iflas etmesinden, dağılmasından ötürü birçok insan ABA'i alt lig gibi düşündü. Çekler yüklü değildi, salonlar mütevazıydı. Dolayısıyla büyük bir New York gazetesinin çok ilgisini çekmiyordu. Lakin bana 'Bak, başka kimse bu ligi yazmak istemiyor. O yüzden boş vaktinde bunu yapabilirsin' demişlerdi." O boş vakitler, başka kalemlerle birlikte arşivlere taşınmıştı. Televizyon ekranlarından uzakta, ABA kulaktan kulağa yayılmıştı.
27: Farkındayım, şimdiden çok isim geçti. Daha da geçecek. Zira ABA'in farkı, takımlardan çok bireylerin hikâyesinin merkezde olmasıydı. Yetenekli kısaları, uçan forvetleri, kavgacı pivotları... Rengârenk bir aile defteriydi. Dolayısıyla dağılacağız. George Mikan'ın inadı, Marvin Barnes'ın partileri, Julius Erving'in ışıltısı, John Brisker'ın yumrukları, Larry Brown ile Doug Moe'nun dostluğu olmadan ABA'i anlamamız mümkün değil.
26: Her şey nasıl başlamıştı? Çok basit. NFL'e rakip olan AFL'in yaptıklarını gören Dennis Murphy, şunu merak etmişti: Neden sadece bir hokey ve bir basketbol ligi vardı ki? Hokeyden anlamazdı ama basketbol favori sporuydu. ABA fikrini buldu, arkadaşlarına açtı.
25: Sıkıntılı olan kamuoyu ilgisiydi. Ya da ilgisizliği. 1960'larda üniversite basketbolu daha çok seyirci çekiyordu. NBA rüştünü ispat etmiş, Bill Russell ile Wilt Chamberlain'ın omuzlarında yükselmişti ama Pluto'nun ifadesiyle "Halk, bowling izlemeyi NBA'e tercih ediyordu." Celtics, bir destan yazmasına rağmen Boston'daki spor sayfalarında bile ilk haber değildi. O yüzden Murphy'nin fikri… Nasıl söylesek? Mantıksızdı.
24: Biraz da mantıklıydı. Hedef, NBA'den daha büyük bir lig yaratmak değildi. AFL ile NFL birleşmesini incelemişler, bir süre sonra NBA ile birleşecek bir lig hayal etmişlerdi. Yani küçük yatırımlarla büyük kazanımlar elde etme şansı masadaydı. Pacers'ın o dönemki sahiplerinden Dick Tinkham'ın ifadesiyle "Planımız yoktu. İkinci basketbol ligini kurmak ve NBA'i bizimle anlaşmaya zorlamak istiyorduk. Amaç buydu. Ama plan yoktu." Zaten girişteki katılım ücreti de yüksek değildi. NBA'e yeni bir takım eklemek için milyon dolarların istendiği bir dönemde masaya 5 bin dolar atarak ABA takımı kurabilirdiniz.

23: Uzun bir gecenin sonunda arkadaşlarınızla bulduğunuz en uçuk fikirleri düşünün. ABA, öyle bir rüyaydı. Murphy de öyle bir girişimci. World Football League, World Hockey Association, World Team Tennis, World Basketball League ve Global Hockey League fikirlerinin gerisinde de kendisi vardı. Hiçbir hayal ona olanaksız gelmiyordu. Doğru yatırımla ve kilit insanlarla her şeyi yapabilirdi.
22: George Mikan doğru insandı. 1956'da basketbolu bırakmıştı. Minneapolis Lakers ile NBL'den BAA'ye, oradan NBA'e uzanan öyküsünde beş şampiyonluğu vardı. Boyalı alan çevresinde ve serbest atışta kullandığı teknikler dilden dile yayılmıştı. Bazı kuralların değişmesinin sebebiydi. Murphy ve arkadaşları, Mikan'ın ABA projesine saygınlık getireceğine inanmıştı. Etkileyici kariyerinin yanında hukuk okuması da bir avantajdı. Lakin "Evet" cevabını hemen işitmediler. Efsanenin kaşesi yüksekti. Ve tuhaf bir isteği vardı: ABA ofisi New York'ta değil, Mikan'ın yaşadığı Minnesota'da açılacaktı.
21: 1967'de resmiyete dökülen ABA'in sembolü olan renkli top da başkanın fikriydi. Mikan'ın kahverengi topla bir derdi vardı: "Bazen NBA maçlarında tribünde otururken kahverengi topu seçemiyordum. Salonlar karanlıktı ve top fonda kaybolabiliyordu. O yüzden ligimiz için farklı bir renk istedim. Şunu sordum: Projemizin adı ne? Amerikan Basketbol Birliği. ABD'nin renkleri ne? Kırmızı, beyaz ve mavi."
20: Üç sayı çizgisi de bir başka parlak düşünceydi lakin renkli top kadar dikkat çekici değildi. Çünkü renkli top, anında kitleleri birbirine düşürmüştü. Yeni topun kaygan olduğunu savunan pek çok kişi vardı ama zamanla şikâyetler azaldı ve ABD sokakları üç renkli topla doldu. Fakat topun patentini bir türlü alamayan ABA, milyonlarca renkli topun sokaklarda dolaşmasını pişmanlık dolu gözlerle izledi. Eğlenceyi finansal bir kaynağa dönüştürememek, ABA'in kaderiydi.
19: Üç sayı çizgisi de sancılı bir giriş yapmıştı. Oakland Oaks'un sahibi Pat Boone'un tanıtım toplantısında yapılan üç sayı yarışmasında basketbolcuları yenmesi damaklarda ekşi bir tat bırakmıştı. Hoş Oakland'ın esas konuşulan işi, bir transferdi. Oaks'ta eniştesi Bruce Hale'in koçluğa getirildiğini gören Rick Barry, ABA'in yolunu tutan ilk yıldızdı. Nate Thurmond'la birlikte San Francisco Warriors'ı 1967 NBA Finali'ne çıkaran Barry, 23 yaşında bir anda NBA'den sıkılmıştı. Bunun nedenini ise The Last Night of the ABA belgeselinde anlatıyordu: "Başlarda NBA'de de hızlı bir oyun vardı. Ama koçlar daha fazla para kazanmaya başlayınca tempo düştü. Kaybetmemek için taktik bulmaya başladılar."
18: ABA ise hızlıydı. Daha evvel ABL'de denenen üç sayı çizgisinin gelişi, kısaların dezavantajını gidermeye yönelikti. NBA'in aksine ABA, yıldız uzunları çekememişti. O imkânsızlık, oyunu başka bir açıdan düşünmelerini sağlamıştı. Ünlü koç Alex Hannum'ın deyişiyle "Başka hiçbir değişiklik, basketbolu üç sayı çizgisi kadar açık ve eğlenceli kılmamıştı." Hubie Brown, şoku şöyle açıyordu: "Koçlar için üç sayılık atışlar mental jimnastikti. Hayatımız boyunca şutun iki sayı değerinde olduğunu öğrenmiştik. Oyunu böyle oynamıştık, ABA'e kadar… Bir anda arka arkaya yenen iki uzak şutun dört değil, altı sayı olduğunu kavramak sarsıcıydı. Sürekli skorbordu inceliyorduk. Adapte olmaya çalışıyorduk. Eskiden hedefimiz rakiplerimize o uzak atışları vermekti, artık bunları savunma mecburiyetindeydik. Bir koç olarak öğrendiğimiz ilkelerin aksine gitmeliydik. Üç sayı, koçların yaratıcılıklarının artmasına, oyuncularına özgürlük tanımalarına kaynaklık etti."

17: Herkes için sarsıcıydı durum. 13 Kasım 1967'de Dallas ile Indiana arasında oynanan bir karşılaşmada fark iki sayı iken Jerry Harkness, son saniyede uzaktan bir şut sokmuştu. Pacers, o üç sayılık basketle maçı kazanmıştı. Fakat Harkness da dahil olmak üzere sahadakilerin maçın bittiğini anlaması uzun sürmüştü. Herkes uzatmaya hazırlanırken hakemler karşılaşmanın bittiğini ifade etmişti. Gariplikler bununla da sınırlı değildi. Mesela bugünün üçlük temelli basketbolunda bile hızlı hücumları dışarıdan şutla bitirmek eski toprakları deli edebiliyor. Oysa aynı taktik, ABA'de de mevcuttu. Yarım asır evvel Les Selvage, Louie Dampier gibi üçlük uzmanları el üstünde tutuluyordu. Ve çoğu şutör, o senelerde hızlı hücumu üçlükle bitiriyordu.
16: Başka hangi yenilikler vardı? NBA'in 24 saniye şut süresine karşılık ABA 30 saniyeyi kullanıyordu. Bu çaba, başka alanlarda da devam etti. "İstatistikle ilgili misin? Gel pazartesi başla" diye işe alınan Lee Meade, açılış sezonuna on gün kala ABA istatistiklerini oluşturmuştu. Ribaundları hücum ve savunma diye ayırdı, top kaybını 'hatalar' başlığında tuttu, yine NBA'in kayda geçirmediği top çalma ve blok istatistiklerini sisteme koydu. Evet, bunları takımlara anlatmak zordu çünkü hepsi yeni başlıklardı. Ama denemeye değerdi.
15: Mikan ve ekibinin Rick Barry dışında başka poster yüzlerine de ihtiyacı vardı. Çözümü ikinci şansta buldular. Çeşitli nedenlerle NBA'den men edilen Connie Hawkins, Roger Brown, Doug Moe gibi yetenekler ABA'de fırsat buldu. Sokak basketbolu efsanesi olan ve gittiği her yerde kitleleri toplayan Hawkins, aralarındaki en önemli isimdi. Mikan ondan bolca sayı atmasını istiyordu. Bu sayede maçlar, gazetelerde ve radyolarda yankılanırdı. Beklentileri karşılayan Hawkins, Pittsburgh Pipers'ı ABA'in ilk şampiyonu yaptı. Bir sene sonra "Ligin merkezinde bir takım olmalı" diyerek zorla Minnesota'ya taşıtılan Pipers, Hawkins'in sakatlığıyla yıkılmıştı. Efsane, devamında NBA sularına açıldı.
14: Hızlı, sürekli değişen bir ligin ortasında kulüplerin ilk amacı hayatta kalmaktı. İkinci hedefleri de deneysel koçların etkisiyle, takım kültürü kurmaktı. Oaks, Rick Barry'nin sakatlığına rağmen ikinci sezonu şampiyon bitirdiğinde koç Alex Hannum alkışları toplamıştı. Sadece disiplini değil, post-up temelli yarı saha sistemi de övülüyordu. Organizasyonlar çöküyor, ekipler şehir değiştiriyor; 27 iç, 57 dış saha maçı oynayan oyuncular uçaklarda fenalık geçiriyordu… Hepsinin ortasında koçlar, düzeni sağlamanın peşine düşmüştü.
13: O koçlardan biri olan Slick Leonard da Indiana Pacers'ı zirveye taşımıştı. 1970, 1972 ve 1973'te şampiyon olmuşlar, 1969 ve 1975'te finalde kaybetmişlerdi. Roger Brown, Freddie Lewis, Mel Daniels, George McGinnis gibi yıldızlardan kurulu yapı, 'ABA'in Boston Celtics'i' lakabını almıştı. Fakat bu tablo, Red Auerbach'ten saygı görmelerini sağlamadı. ABA ile ilgili hep "Dağılacaklar" yorumu yapan Celtics koçu, kıyaslandığı meslektaşı Leonard'la ilgili "NBA'de kötü bir koçtu, şimdi de öyle" benzeri yorumlar yapıyordu. Yine de Pacers, altın standarttı. Ponpon kızları oyuncularından daha çok tanınan Miami Floridians'ın, 98 kişilik tribünlere oynayan Anaheim Amigos'un ter döktüğü bir ortamda onlar istikrarı temsil ediyorlardı. Bir de zorbalığı… Pacers, kavgadan çekinmiyordu. Öyle ki koçları Leonard bir konuda dertliydi. Bobby Knight'tan yıllar önce sandalyeleri tekmeleyip sahaya bir şeyler fırlatıyordu ama bu özelliği üzerine kitaplar yazılmamıştı. Slick içerlemişti.

12: ABA, NBA ile Soğuk Savaş'a girişmişti. Ajanlar, iki ligin tozlu parkelerinde ve ofislerinde bilgi peşindeydi. Üniversitedeki yetenekler, kontratı biten oyuncular, iş arayan koçlar… Bu haberleri kovalıyorlardı. O hengâmede maaşlar da yükseldi. ABA, NBA'den oyuncu getirmek için elini cebine atmaktan çekinmiyordu ve bu da NBA'dekilere koz veriyordu. New York Knicks'le kontratı sona ermek üzere olan Earl Monroe, ABA maçlarında tribünde görülmeye başlamıştı. Bu taktik oldukça yaygındı. Hatta 1970'lerin başında iki ligin anlaşması gündeme geldiğinde yolu tıkayan da bu yıldızlardan biriydi. Oscar Robertson, iki ligin birleşerek tekelleşmesi ihtimaline karşı dava açmış ve kazanmıştı.
11: Rekabetin ekonomik araçları da enteresandı. Örneğin Dolgoff Planı… ABA takımlarıyla sözleşme yapan oyuncular, el sıkıştıkları paraları uzun yıllara bölünmüş şekilde alıyorlardı. Ve çoğu, anlaşma masasında bu konuya dikkat etmiyordu. Evet, ABA takımları yüksek meblağlar öneriyordu ama o paraların sadece bir kısmı ilk elden veriliyordu. Dolgoff Planı gereği sigorta şirketleri aracılığıyla teminat altına alınan bazı ödemeler 25 yıl sonunda oyuncuların banka hesabına geçiyordu. Zekice görünen plandan aklı karışanlar da yok değildi. Mesela 1,9 milyon dolarlık kontratıyla ABA'in yolunu tutan Spencer Haywood, imzayı attıktan ve pahalı zevklere yatırım yapmaya başladıktan sonra acı gerçeği fark etmişti. Yöneticilerine gitti ve sordu: "Hey, param nerede?"
10: ABA'in NBA'e göre en büyük avantajı ise kardeşlikti. Paragöz takım sahipleri bile ABA gemisinde ancak birlikte ilerleyebileceklerinin farkındaydı. Spencer Haywood, Moses Malone, Dan Issel gibi yeteneklere en uygun camiayı bulmaya uğraşıyorlardı. Bazen o yıldızların rakiplerine gitmesini bile umursamıyorlardı. Önemli olan ABA kapısından girmeleriydi.
9: En çok da Spencer Haywood'un ABA kapısından girişi gürültü koparmıştı. Zira yetenekli forvet, üniversitenin ikinci senesinde profesyonel olmaya karar vermişti. NBA kuralları gereği mezun olmadan profesyonel olmak yasaktı. O da ABA'in yolunu tuttu. ABA yöneticileri, bahsi geçen kuralın iş hukuku anlamında bir zemini olmadığını fark etmişti. Küplere binen NBA ve NCAA'in bakışları arasında bir yeniliğin daha önü açıldı.
8: Dört yıllık üniversite şartı, NBA ile NCAA arasındaki ortaklığın göstergesiydi. Okullar, yetenekli oyuncularının sırtından milyon dolarlar kazanırken öğrencilerine beş kuruş ödemiyordu. NBA de okullarda basketbol eğitimini alan yetenekleri rahat bir şekilde adapte ediyordu. Fakat Haywood sonrası hiçbir şey aynı olmadı. 'Spencer Haywood Hardship Rule' ekonomik sıkıntıları olan sporcuların üniversite bitmeden profesyonel olabilmesine yol açtı. NCAA'in haksız iktidarı, büyük yara almıştı.
7: Aynı dönemde dikkat çeken bir başka üniversiteli de altın değerindeydi. Henüz Kareem Abdul-Jabbar adını kullanmayan Lew Alcindor, UCLA'deki performansıyla ülkeyi kasıp kavurmuştu. ABA yöneticileri ve takım sahipleri, Kingfish Operasyonu adlı bir planla Alcindor'u ikna etmeye çalışıyordu. Genç oyuncunun psikolojik profili uzmanlar yardımıyla çıkarılmış, UCLA'de yaptığı her şey raporlanmıştı. Esas itici güç ise bir milyon dolarlık çekti. ABA, Başkan Mikan'ın cebine koyduğu çeki Alcindor'a sunmak istemişti. Fakat Mikan ile Alcindor arasındaki görüşmede başkan çeki vermedi. Mikan, takım sahiplerine "Merak etmeyin, NBA ile görüştükten sonra bize dönecek" diyordu. Fakat Alcindor Milwaukee Bucks'la el sıkışmıştı. Daha sonra ABA'in bir milyon dolarlık teklifini duyan ailesi, Alcindor'u vazgeçirmeye çalışmıştı ama genç yıldız ilkeleri konusunda netti. ABA, tarihin en büyük oyuncularından birini kaçırmıştı ve Mikan'ın başkanlığı bitmişti.
6: Bir başka efsane konusunda ise şansları yaver gitti. 1971'de Virginia Squires formasıyla ABA'e katılan Julius Erving, kolejde Haywood ya da Alcindor kadar nam salmamıştı. Fakat ABA'deki yolculuğu hızlı başlamıştı. Büyük elleriyle topu kavrayan ve hızlı hücuma çıkan Dr. J imgesi, ligin en büyük sembollerinden birine dönüştü. Deneyimli gazeteci Bob Ryan, dönüşümü şaşkınlıkla izleyenler arasındaydı: "UMass'te oynarken Julius Erving'i sıklıkla izlerdim. O zamanlar henüz Dr. J değildi, sadece Julius derdik. Üniversitede smaç yasağı vardı. Sıkıldığını hissederdim. Profesyonel olarak ribaund becerisiyle fark yaratabileceğini düşündürdüm ama böylesi bir figüre dönüşeceği aklımın ucuna gelmezdi. Dr. J sadece bir yıldız değildi. O, ABA'in ta kendisiydi."
5: Yıldız isim çevresinde farklı ekipler de kuruluyordu. Dönemin basketbolu biraz kural dışı sertlikteydi. Virginia'dan sonra New York Nets yolunu tutan Erving'i korumak isteyen yöneticileri ise çareyi Wendell Ladner'ı kadroya katmakta bulmuştu. Ladner'ın saha içindeki uzmanlığı, tıpkı John Brisker gibi kavga etmekti. Dr. J'e el sürenlerin kolunu gerçekten kırabilirdi. Ladner işini müthiş yapıyordu. Şöhretli oyuncunun bir başka özelliği de karizmasıydı. Bıyıklarıyla ülkenin gözdesi olan Ladner, kasık sakatlığı için gittiği bir doktoru şaşkınlığa uğratmıştı. Ladner'ın bazen günde üç-dört kez seks yaptığını duyan doktor, "Ama bu çok fazla" dediğinde ise tecrübeli oyuncudan şu itirazı duymuştu: "Tamam da hiçbiri aynı kadınla değil.”

4: Yetenek açısından pek çok oyuncu Erving'le kıyaslanıyordu ama kimse Dr. J kadar profesyonel değildi. Marvin Barnes yetenekliydi ama gece hayatına ve uyuşturucuya basketboldan daha fazla önem veriyordu. Michael Jordan'ın idol bellediği David Thompson da aynı dehlizlerde kaybolmuştu. Erving ise herkesten farklıydı. Koçu Kevin Loughery anlatıyor: "Doc, asla maç ve antrenman kaçırmazdı. Ligin ta kendisi olmasına rağmen… O dönemler üç gün üst üste maç yapardık. Cuma, cumartesi ve pazar… Pazartesi sabahı idmana herkes ölü gibi gelirdi. Doc o anlarda 'Kevin, yorgunum' diyebilirdi. Ama asla bunu yapmadı. Kırk dakika oynardı. Antrenmanı da en son terk ederdi."
Afro saçlarıyla ligdeki modayı da Dr. J belirliyordu. Gittiği her şehirde tribünler doluyordu çünkü televizyonun ABA maçlarını göstermediği bir dönemde seyirciler 'Dr. J Fenomeni'ni yakından görmek istiyordu. Koçlar, bench oyuncularının en çok Erving'in olduğu maçlarda sahaya baktığını söylüyordu. Zira Dr. J her an yeni bir şey yapabilirdi. Ve mahareti sadece jeneriklik hareketler değildi. Nets ile 1974 ve 1976'da şampiyonluğa ulaşmıştı.
3: Yetmişlerin ortasında ABA'in vadesi dolmuştu. İyice zayıflayan ekonomisi, arka arkaya kapanan takımlar, küçülen kulüpler… Zaten baştan beri hayal, NBA ile ortaklıktı. Herkes ABA'in yaşaması için ellerinden geleni yapmıştı ama bir türlü imzalamayan televizyon anlaşması, ABA'in ömrünü kısaltmıştı. Son sezonu yedi takımla noktaladılar. NBA ile görüşme masasına oturulduğunda altı takım kalmıştı. 1976'da beklenen anlaşma yapıldı.
2: NBA, 'Doktor'u istiyordu. New York Nets ile Denver Rockets arasında oynanan son final, sembolik bir değere sahipti. Seriyi bitiren altıncı maç, Erving önderliğinde geri dönen Nets'in en parlak imzaları arasındaydı. Kaybeden Denver'da ise sahada David Thompson gibi bir yıldız vardı. Kenarda da Larry Brown ve Doug Moe oturuyordu. Brown ile Moe, 1968'de Buccaneers ile ABA parkelerine adım atmıştı. 1969'da Oaks ile ABA şampiyonu olmuşlardı. 1974'te Larry Brown, Rockets'ın koçu olduğunda Moe'yu asistanı yapmıştı. İkili daha sonrasında NBA'e de gidecek, farklı takımlarla etki yapacaktı. Fakat ABA'in ilk ve son gününde birlikte olmaları, renkli topun etrafında çizdikleri daire, hayatlarının en anlamlı sayfaları arasındaydı.
Neticede şampiyon New York Nets, Denver Nuggets, Indiana Pacers ve San Antonio Spurs'le birlikte NBA'in yolunu tutmuştu. ABA'in son sezonunda sahada olan 83 oyuncudan 64'ü bir sonraki sezon NBA'deydi. Birleşmeden sonraki ilk sezonda All-Star seçilen 24 oyuncudan 10'u da ABA'den gelmişti.
1: ABA'in mirası neydi? Loose Balls'ta Ron Grinker'in bir tanımı var. "NBA bir senfoniydi, ABA ise caz müzikti. Kimse tam olarak ne yaptığının farkında değildi. Bir şey hissediyorlardı ve sonrasında deniyorlardı." O denemeler, modern basketbola ilham verdi. NBA, 1980'de üç sayı çizgisini, 1984'te ise Smaç Yarışması'nı kullanmaya başladı. Devre arası şovlarının rengi değişti, tanıtıma daha çok para harcandı, oyunun temposu arttı, kısalar da uzunlar kadar değer görmeye başladı. Kısacası, dünyanın en büyük basketbol ligi zaman içinde gezegeni ele geçirdi.
ABA ise… Öldü. Ve yaşıyor. Parti dağıldı ama müzik hâlâ devam ediyor.