Fantezi Beyzboldan Truva Savaşçısına

4 dk

Beat Kuşağı'nın sesi edebiyattan önce farklı bir limana sığınmıştı: Amerikan futbolu.

Varoluşu hırpani bir delilikti Beat Kuşağı'nın. Yaşamı döve döve, dibe vura vura… Günlerin tekdüzeliğinden, düzenin sıradanlığından sanrılarla uyanırlardı. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından tüketim kültürünün pozisyon kapatmaya başladığı yıllarda, onlar kendilerini tüketerek sisteme karşı durdular: Uyuşturucu, alkol, seks, edebiyat ve caz. Kuşağın sembol ismi Jack Kerouac’ın Yolda isimli kült kitabı bu derbeder yaşam deneyiminin tanıklığıydı. Kerouac, Neal Cassady ile beraber ABD’yi boydan boya gezdiği epik yolculuğun ardından kaleme aldığı romanına ilk yedi yıl yayıncı bulamadı. Yayımlandıktan sonraysa ülkenin İncil’den sonra en çok okunan kitabı olacaktı.

Yolda olma halinin bir yandan tüketen, öte yandansa ruhu sağaltan bir tarafı vardı. Tıpkı yazmak gibi… Kerouac, yollara düşmezden önce sahadaydı. Amerikan futbolundan beyzbola, basketboldan atletizme tam anlamıyla komple bir atletti. Dahası, 15-16 yaşlarındayken icat ettiği ‘fantezi beyzbol’ kart oyununu, en yakın arkadaşlarından bile saklayarak ölene değin oynamayı sürdürecekti. Spor, onun için entelektüel çevrelerde ‘mahcubiyetle yaşadığı bir tutku’ demekti. Yaşamının son yıllarında beraber ‘fantezi beyzbol’ oynadığı bir gazeteci, yazarın oyun kartlarında yarattığı sporcu karakterlerin renkliliğinden bahsedecek; bir başka yazar ise Kerouac’ın kurgusal spor dünyasının, romanlarındaki karakterlere de can veren, aynı yaratıcı damardan beslendiğini iddia edecekti.

Jack’in çocukluk tutkularından biri sporsa, diğeri okumaktı. Matbaacı bir babanın oğlu olarak kitaplar içinde büyümüştü ve küçük yaşlardan beri en büyük hayali yazar olmaktı. Fakat futbolculuk, o ve ekonomik sıkıntı içindeki ailesi için daha güvenli bir limandı. Lowell Koleji’nin yıldız futbolcusu, futbol bursuyla Columbia Üniversitesi’ne kabul edildiğinde alkol, kumar ve borç batağındaki babası için umut olmuştu. Üniversitenin ilk yıllarında futbolcuları Truva savaşçılarına benzettiği kısa bir öykü kaleme aldı. Orada sorduğu gibi; aslolan zafer için ölmek miydi, yoksa savaşa girmeyip uzun ve sağlıklı bir yaşam sürmek mi? Jack, beyin hasarı, hafıza kaybı ve hatta genç ölmek pahasına, tıpkı diğer Truva savaşçıları gibi sahada olmayı tercih edecekti. Ta ki Columbia’daki ikinci resmi maçına çıkana kadar… Bir önceki maçta üniversite gazetesinin 'sahanın belki de en iyi beki' olarak gösterdiği Jack, St. Benedict’s’e karşı mücadele ettiği bir sonraki karşılaşmada ayak bileğini burktu. Antrenörleri ilkin durumu pek önemsemedi. Bir hafta boyunca seke seke antrenmanlarına devam eden Jack’in bileğinde röntgen sonucu kırık bir kemik bulundu. Futbolu bırakmanın eşiğine gelmişti. Yıllar sonra, Visions of Cody adlı otobiyografik romanında futboldan yazın sahasına geçişini şu sözlerle anlatacaktı: “'Başlarım futboluna…' dedim kendime. Bu odada oturacak, Beethoven dinleyecek ve muhteşem sözcükler yazacağım.”

Beat Kuşağı'nın isim babası, sözünü ettiği o muhteşem sözcükleri yolda biriktirdi ve sonunda, üç hafta boyunca kapandığı odasından yeraltı edebiyatının başyapıtıyla çıkmasını bildi. Beatnik kültürün müzikten sinemaya sanatın her alanına dağılan haresi, en çok edebiyatın üzerinde ise bunda kuşkusuz en büyük pay Jack Kerouac’a aitti.

Socrates Dergi