
Fanus
12 dk
Altınla dolu sekiz gün, onu unutulmaz kıldı. Sadece olimpiyat tarihine geçmekle de kalmadı. Mark Spitz, havuzun çıkardığı ilk simge olmuştu.
Kimi ikonlar tek bir yarışla hatırlanır. Bazen kazanırken, bazen kaybederken. Kimileri tek bir hataları veyahut dokunuşlarıyla beynimizin frontal lobuna uzun süreliğine yerleşir. Bazıları içinse bunlardan fazlasına ihtiyaç vardır. Mark Spitz gibi... Michael Phelps 2003 yılında, olimpiyat tarihinin en fazla madalya kazanan sporcusu olacağından habersiz şunları söylemişti: "ABD'de insanlar yüzmeye dair pek bir şey bilmez. Ama Mark Spitz'in yaptıklarını bilirler." Evet, insanlar Mark Spitz'i bilirdi. Sadece ABD'de değil, tüm dünyada yüzmeye dair hiçbir fikri olmayan insanlar, onu tek bir yarışla değil, birkaç objeyle bilirdi. Slip mayosu, altın madalyası ve bıyığıyla...
Slip Mayo
Spitz, Sacramento'da, orta sınıf bir ailede dünyaya geldi. Babası, eniştesinin şirketinde çalışmaya başlayınca, çocukluğunun ciddi bir kısmı onun peşinde, Hawaii'de geçti. Adaya dair anıları pek berrak değildi. Berrak olmayan bir diğer şeyse, yüzmeyi öğrendiği sulardı. Yedi yaşındaydı ve Sacramento'daki San Joaquin Nehri'nin yüzeyi çamurdan halliceydi. Babasının amatör tedrisatında ilk ders, nefesini tutup sualtında yol kat edebilmekti. Su o kadar bulanıktı ki çoğu zaman Arnold Spitz, oğlunun ne tarafa yüzdüğünü kestiremeyip bir o yana, bir bu yana bakınmak zorunda kalırdı.
İki sene sonra, bir arkadaşıyla resim derslerine gidip geldiği YMCA'den (Genç Erkek Hıristiyan Akademisi) eve döndüğünde elinde bir not vardı. O nottaki ricaya, babasının yanıtı kısaydı: "Asla!" Akademiye yeni bir yüzme havuzu inşa ediliyor, tüm çocuklar yüzme takımına çağrılıyordu. Ailesi Yahudi'ydi ve Arnold Spitz'in, oğlunun YMCA mesaisine dair soru işaretleri vardı. Bir süre sonra yumuşadı ve ortamı görmek için bizzat havuza gitti. Kurulacak takımın hocası Paul Herron'du. Yakın zamanda, Manş'ı rekor zamanda yüzmüştü. Bir diğer mahareti, hoş sohbetiydi. Baba Spitz'i ikna etti ve Mark'ı takımına aldı.
Kısa süre sonra, Spitz'in YMCA buluşmalarında elde ettiği süreler kulaktan kulağa yayılmaya başlamıştı. Baba Spitz'in kapısını çalma sırası Sherm Chavoor'a gelmişti. Chavoor, Arden Hills Yüzme Kulübü'nde başarılı bir program kurmuştu. Debbie Meyer ve Mike Burton gibi geleceğin olimpiyat madalyalı sporcularını yetiştireceği gruba Spitz'i de istiyordu. Baba Spitz, bir kez daha ikna oldu. Her gün bir saat direksiyon çevirmeye hazırdı. Orada geçirdiği üç senede, Mark'ın potansiyeli iyice ayyuka çıktı. Kendi yaş grubunda birçok ülke rekorunu kırdıktan sonra, artık büyük denize açılma vaktiydi.
Altın Madalya
Ailenin sıradaki adresi Santa Clara'ydı. 1964'te taşındıkları kentte, Mark'ın yeni hocası ABD Milli Takımı Antrenörü George Haines'di. Henüz 15 yaşında, uluslararası yolculuklara başlamıştı. İlk durağı, 1965 Makabiyat Oyunları'ydı. Yahudi dünyasının olimpiyatı, Tel Aviv'de düzenleniyordu. Başta, İsrail'i hiç sevmemişti. "Evimi özlemiştim. Çok sıcaktı, çölün ortasında gibiydim;" diye anımsıyor o günleri Spitz, "sonra kızları keşfettim ve evden uzakta olmak, birden çekici gelmeye başladı." Neticede, hâlâ ergenin tekiydi.
Spitz'e çekici gelen bir diğer konu altın madalyalardı. Katıldığı dört yarışı da kazandı. "Her şey orada başladı," diyecekti yıllar sonra, "tüm o birincilikler, içimde bir şeyleri ateşlemişti." Ne istediğini biliyordu. Evden uzakta, altın madalyaların peşinde koşacaktı. İsrail'de, ne istemediğini de fark etmişti. Bunları yaparken havuzda otuz tur atmaya niyeti yoktu. Orada 800 ve 1500 metre serbestte altın madalyalar alsa da ileride kısa mesafelere odaklanacaktı.

Hocası Haines iyiydi, hoştu ama Santa Clara'da onu asıl etkileyen Don Schollander'di. 1964 Tokyo'dan dört altınla dönen Schollander'i, havuzda bir gölge gibi takip etmeye başladı. Kulaç atışının farklı olduğunu görüp stilini kendine uyarladı. Yüksek dirsek kullanımını kopyaladı. Santa Clara'daki havuz altı kulvarlıydı. Schollander ikinci kulvarı kullandığı için üç sene boyunca üçüncü kulvardan ayrılmadı. "1966'da sadece ayaklarını görebiliyordum," diye hatırlıyor o günleri, "1967'deyse göğsünü ve yüzünü görmeye başladım. 1968'den itibaren artık önde giden bendim."
İlk ABD şampiyonluğunu 16 yaşında, 100 metre kelebekte kazandı. Zaferlerin ardı arkası kesilmeyecekti. Asıl patlamayı ertesi sene yaptı. 1967 Pan Amerikan Oyunları'ndan çıkardığı beş altına, kırk yıl daha ulaşabilen çıkmayacaktı. Swimming World, onu yılın yüzücüsü seçmişti. 1968 Olimpiyatı yaklaşırken, altı altın madalya kazanacağını söylüyordu. Karşısına sağlık sorunları çıktı. Bademcik iltihabı ve ishalle boğuştuğu Mexico City'de iki altın, bir gümüş, bir de bronzla yetindi. Son yarışlara doğru, odağını iyice kaybetmişti. Beklentilerini karşılayamamak, takip eden dört yıl için en büyük motivasyonu olmuştu. Meksika'daki bir diğer kazanımı, James Doc Counsilman'la tanışmasıydı. Haines'i, mental açıdan zayıf bir koç olarak niteleyen Spitz, ertesi yıl Indiana Üniversitesi'ne kaydoldu. Milli takımda tanıştığı Counsilman'ın tedrisatına girdi. "Doc, psikolojinizi yönetmeyi bilirdi" diyordu yeni hocası için, "Havuzdaki kloru ve ne kadar yorgun olduğunuzu unutturuverirdi. Her açıdan, sahip olduğum en iyi koçtu."
Bıyık
Koleji domine ettiği yılların ardından, gözünü sıradaki olimpiyata dikti. 1971'de, formunun zirvesine yaklaşıyordu. Yedi dünya rekoru kırmış, olimpiyat hedefini bu kez yedi altın madalya olarak açıklamıştı. Gözlerini devirenler, evdeki hesabın yine çarşıya uymayacağını düşünenler vardı. Spitz, henüz havuza girmeden onları şaşırtmaya başlamıştı. Münih'e indiğinde herkesin konuştuğu şey, bıyığıydı.
Sovyet kafilesinden biri, tıraş olup olmayacağını sorduğunda "Hayır, bıyığım beni yavaşlatmıyor" diye girdi söze. Sonra, nereden aklına geldiğini hatırlamasa da palavra atmaya başladı: "Aksine, suyun ağzıma değil sırtıma gitmesini sağlıyor, böylece başım daha aşağıya iniyor. Üç hafta önce olimpiyat elemesinde dünya rekoru kırmamı sağlayan buydu." Yıllar sonra, Elli Wohlgelernter'e verdiği röportajda gülerek hatırladığı o diyalogun ardından Sovyet delege, mahir bir casus edasıyla kafilesine dönmüştü. Hikâyesi gerçek değildi belki ama ikna ediciydi. Takip eden senelerde Sovyet yüzücüler, dünya şampiyonalarına sıkça bıyık bırakarak iştirak edeceklerdi...
Spitz'in önünde, seçmelerle beraber sekiz güne yayılan 14 yarış vardı. Kazanmaya başladı...

Sovyet kafilesi, yeni bıyıklarıyla... Üsttekiler: Valentine Parinov, Sergei Krasnikov Alttaikler: Vladimir Bure, Sergei Korataev
İlk durak, dört yıl önce tamamen dağıldığı ve sonuncu olduğu 200 metre kelebekti. Akşam seansında 4x100 takım serbest, ertesi günse 200 serbesti kazandı. Hepsinde dünya rekoru kırdı, freni patlamış bir kamyon gibiydi. 31 Ağustos'ta; bir saat arayla 100 kelebek ve 4x200 takım serbestte altını boynuna geçirdi. Beş altına ulaşmıştı. Sırada, en zoru vardı... Spitz, 1972'deki başarısını anlatırken yine Schollander'i anıyordu. Sadece fiziksel değil, mental olarak da onu örnek almıştı: "Bir şampiyon gibi salınır, bir şampiyon gibi yüzer, bir şampiyon gibi kazanırdı. O fanusu kıramayacağınızı hissederdiniz. Schollander'i gözlemleyip kendi karakterime adapte ettiğim o gizem, 1972'de bu kadar başarılı olmamı sağladı. Herkes, ikinci olmak için yüzmeye başlamıştı. Havuza girmeden pes etmişlerdi." Spitz'in fanusu, o altıncı altın öncesi tehdit altındaydı. Son şampiyon, Avustralyalı Mike Wenden hem seçmelerde hem yarı final serisinde Spitz'in önündeydi. Spitz, temiz bir karne istiyordu. Yedi finalinden birinde gümüş ya da bronz madalya kazanmaktansa, altıda altı yapmayı tercih ederdi. Bu görüşünü, etrafındakilerle de paylaştı. 100 metre serbest finalinden çekilmeyi kafaya koymuştu. Devreye, eski bir dost girecekti...
1972 Münih'te, ABD kadın yüzme takımının başında Sherm Chavoor vardı. Henüz on yaşında, Mark'ı Arden Hills Yüzme Kulübü'ne alan o Chavoor... Spitz'i yanına çekti, "Eğer burada yüzmezsen, herkes seni bir ödlek olarak hatırlar" diye söze girdi. "Sen dünya rekortmenisin. 100 metre serbest, en önemli disiplindir. Nasıl atletizmde 100 metreciler hatırlanırsa, yüzmede de dünyanın en hızlısı apoleti 100 metre serbesti kazanana gider." Spitz ikna olmuştu. Beklentilerin altında ezilen, Wenden olacaktı. Avustralyalı rakibi podyumun dışındaydı, Spitz'in adının yanındaysa bir dünya rekoru emaresi daha vardı.
Kaçış
Ertesi gün, kapanışı 4x100 karışık takım yarışında yüzdüğü kelebekle yaptı. Son finalin ardından, Sports Illustrated'dan Jerry Kirshenbaum ve Heinz Kluetmeier'le Münih gecelerindeydi. Olimpiyat köyüne döndüğünde, saat 4'e geliyordu. Benzer dakikalarda, tesislere kaçak giriş yapan birileri daha vardı. Kara Eylül örgütünün üyeleri, 11 İsrailli sporcuyu rehin alırken, Spitz odasında sızmıştı. Sabah 9'da, her şeyden habersiz, basın toplantısına geldiğinde, Kirshenbaum yanına yaklaştı ve "Haberin yok mu?" dedi. Spitz'e olayı anlattı. Basın toplantısı kısa sürecek, Yahudi kökenleri sebebiyle hedefe konabilecek Spitz, apar topar İngiltere'ye kaçırılacaktı. Oradan da doğrudan Los Angeles'a...
Münih'teki zafer turu kısa sürmüştü belki ama yedi altınının mirası uzun süre zihinlerden silinmeyecekti. Yedi altını, Phelps'e kadar geçebilen çıkmayacaktı. Münih dönüşü 22 yaşında noktaladığı kariyeri, onu yüzmenin ilk küresel ikonu yapmaya yetti. Sadece ABD'de değil, Türkiye de dahil dünyanın dört bir köşesinde, hafızalardaki yeri hâlâ taze. Slip mayosu, altın madalyaları ve bıyığıyla...