
'Felek' Burhan Bey'in Paris Hatıraları II
16 dk
'Felek' Burhan Bey ve Milli Takım'ın hem eğlenceli hem zorlu 1924 Paris hatıraları kaldığı yerden devam ediyor. Bu kez başlangıç noktamız Marsilya, güzel bir öğleden sonrası.
Marsilya'nın dar sokaklarından birinde bulunan Mon Vatto adlı lokantada karınlarını doyuran Milli Takım kafilesi artık Paris'e gitmeye hazırdı. Kafileyi Paris'e götürecek olan ve Fransızların 'Rapid' diye ünledikleri hızlı tren akşam 'Kuzey Garı'ndan kalkacaktı. Akşama daha epey vakit vardı. Bu fırsattan istifade Burhan Bey yanına Yusuf Ziya [Öniş] ve Hamdi Emin [Çap] Beyleri alarak Marsilya Konsolosu Şehbender Bey'i ziyarete gitti. Futbolcular ise şehrin kozmopolit ve bir o kadar kaotik atmosferinin cazibesine kapılarak bir şehir turu yapmaya karar verdiler.
Konsolosluğu ziyaretten dönen Burhan Bey ile yanındakiler Paris'e gitmek üzere futbolcularla yeniden bir araya geldiler. Burhan Bey kafilenin kalanı ile buluşmalarını ve trene binişlerini bakın nasıl anlatıyor:*
"... Akşam Ziya, Hamdi, Nuri, ben ve Nihâd Marsilya'nın varoş kısmını, bahçelerini otomobille dolaştıktan sonra Şimal [Kuzey] Garının lokantasına indik… Bize içeri tarafa doğru kurulmuş bir masa tahsis etmişler. Yediye doğru cünbür cemaat yemeğe oturduk. Renk ve şekli meçhulümüz olan bir hayli yemeklerden sonra kalktık. Nuri Bey hesabı gördü. Harekete beş dakika kala trene bindik.
Marsilya-Paris hattı P.L.M. nâm-ı muhtasarını [kısa ismini] alan ve Paris-Lyon-Marsilya güzergâhına nispet-i ifade eden [atıfta bulunan] bir şirketindir. "Rapid"ler saatte seksen kilometreden aşağı düşmez. Yerlerimize yerleştikten, kompartımanları doldurduktan sonra -âdet olduğu vechle [üzere]- şöyle pencerelerden sarkıp etrafa bakıştık. Öyle sıralarda insan bakar da görmez. Zaten tren harıl harıl yürürken, kafa -Paris'te acaba neler var- diye düşünürken göz görür mü?
Sular karardı, biraz sonra etraf görünmez oldu. Elektrikler ışılamaya ve bize de bir garipsilik çökmeye başladı. Süratli trenlerin bir fenalığı var ki, insanda muhakeme kabiliyetini biraz tenkis ediyor [azaltıyor]. Zannederim, sarsıntıdan olacak…"
Hızlı Trende Dayak
Marsilya'dan kalkan hızlı trenle Paris'e gitmekte olan kafilede bulunan antrenör Billy Hunter ve futbolculardan bazıları Burhan Bey'den Jack Fresine'de yaşadıkları sefaletin intikamını almaya karar verdiler. Bunun için de harika bir plan yaptılar. Gerisini hatıratının devamında Burhan Bey'in kaleminden aktaralım:
"... Saat dokuza doğru mu idi, pek hatırımda kalmamış, artık geceyi geçireceğimiz yerleri hazırlamakla meşgul idik. Yapılan taksimata göre ben, Hamdi, Ziya ve Billy Hunter'dan ayrı bir yere düşmüştüm. Zannederim Kâmil, İsmet, Hamitlerle beraber idim. Hava sıcak olduğu kadar, altı kişilik bir kompartımana tıkılmasından dolayı da sıkıntımız hadd-i gayesine [son noktasına] varmış idi. Bu gibi şeylerde herkese takaddüm etmek [herkesten öne geçmek] mecburiyet-i bedeniyesinde olan Hamdi'yi takliden ben de yakalığı çıkarıp hafifledim. Ve ceketi de atarak yalnız bir yün süveterle oturdum. Hangi aziz evlat olduğunu, hâdisenin tesirat-ı şifâ-bahşasından [iyilik veren tesrilerinden] dolayı unuttuğum birisi geldi, dedi ki:
— Seni Billy Hunter istiyor.
Billy Hunter, diğer kompartımanda idi. Beni istemesi ne kadar tabii olsa, kendisi kalkıp araması da o kadar varit [mümkün] iken ben -dedim ya- trenin sarsıntısından dolayı sersemlemiş olmalıyım ki; bilâ-muhakeme [düşünmeksizin] kalktım Hunter'ın kompartımanına gittim…
Vagonlar, bir tarafı geçitli altı kişilik kompartımanları ihtiva ediyor. Hunter bizim kompartımandan bir aşırı [ileri] kompartımanda. Koridoru geçtim, gireceğim kompartımanın kapısına geldim. İçeriye şöyle bir baktım. Altı kişi oturmuş beni bekliyor. Kompartımanda değil oturacak hatta ayakta duracak bir yer yok. İçeridekilerden hatırımda kalan Hamdi, Ziya, Hunter belki de Zeki… Ha! Nedim de vardı.
Arkamdan gelen, beni kapının ağzında iken omuzlarımdan bir itti. Dizlerim kompartımanda ilk oturanların dizlerine çarptı. Tabii öne doğru sendeledim. Gayr-i iradi olarak [iradem haricinde] ellerimle iki taraftakilere tutundum. Ve yalnız arkamdakinden geldiğini zannettiğim bu el şakasından kurtulmak isterken, kompartımandaki altı kişinin on iki eli beni pencerenin önünde karşılıklı oturan Hunter ve Hamdi'ye kadar sürükleyip yüzükoyun yatırdı. Badehu [Sonra da] her biri hesabına, lâ-akall [abartısız] yarım düzine olmak üzere gayet maharet ve süratle kaba etime otuz kırk tokat attılar. Fakat bu ameliyat o kadar sürat ve kat'iyyetle yapılmıştı ki; beni doğrultup tekrar kapının önüne bıraktıkları zaman kızmak mı, yoksa gülmek mi lâzım, ben de mütehayyir [hayrete düşmüş] idim. Hunter'ın fırıl fırıl dönen masmavi gözleri açıldı ve elini ağzına götürüp sükût işareti verdi. Derhâl intikal ettim [anladım]. Benden başka trende bir hayli dayak yiyebilecek rüfeka [arkadaşlar] vardı. Onların kısmetine mâni olmaya mahal yok. Hemen diğer kompartımana gidip, Nihad'ı sonra İsmet'i sonra Hamdi'yi gönderdik. Ve trende kalabalıkla giderken yenecek şeyler arasında bir de altı kişilik imece dayağı bulunduğunu bil-fiil öğrendik. Hayatta latife, ciddi yediğim dayakların en mühimi bu Paris yolunda yediğimdir…"
Anahtar Nerede?
Billy Hunter, Yusuf Ziya ve Hamdi Emin Beylerin planladığı bu -yarı şaka yarı ciddi- dayak faslından sonra bizimkilerin treni nihayet hedefine vardı. Hemen hepsi, hayallerin ve aşkların şehri Paris'i hayatlarında ilk defa görüyorlardı...

Billy Hunter, Milli Takım oyuncularını Paris'teki turnuvaya hazırlıyor.
Nihayet 1924 Paris Olimpiyat Oyunları'nın resmi açılış günü kafilemiz Colombes Stadyumu'na ulaştı. Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı'nın merkez idare heyetinde Ali Sami Bey'in yardımcılığı yanında, aynı zamanda Spor Âlemi mecmuasında yazarlık da yapan Burhan Bey, resmi açılış törenini ve öncesinde kafilemizin başına gelen ilginç bir olayı aynı derginin sütunlarına şöyle aktarmış:**
"... Resmi geçit günü hâlâ hâtır-nişânımdır [hatırımdadır]. Hepimizde bir telâş… Ali Sami elinde bir kâğıt bizimkilerin sıra tertiplerini yazmış, harıl harıl çalışıyor. Gidiyor, geliyor… Çocukları arıyor. Nihâyet Kolomb [Colombes] Stadı'nın esas medhalinin [girişinin] önündeki meydanlığında toplandık. Binlerce atlet çıplak, mayolu, kostümlü, fanilalı; kimi elinde bir çift ayakkabı, kimisi birkaçı bir arada toplanmış, hazırlanmış gidiyor, geliyor, güreşiyor, her yerinde ârâmcı [eğlenceli] bir intizâr [bekleyiş] var.
Bir sıkı taharri [arama] neticesinde bizim mihmandârımız Mösyö Lakrova'yı bulmaktan nevmid [ümitsiz] olarak atletlerin soyunma dairesine -ki garp tribünlerinin altına tesadüf eden uzun dehlizdir- girdim. Sağlı sollu kapılarda cihan milletlerinin ufak ufak bayrakları çakılmış. Herkes odasına giriyor, çıkıyor. Amerikalılar, İngilizler gibi sürü ile gelmiş olanların odaları değil, müteaddit odalardan mürekkep apartmanları var. Bizimkini büyük müşkilat [zorluklar] ile ve dip tarafa doğru buldum. Bulgarlarla beraber koymuşlar. Ama içeride Bulgarlar yoktu. Hemen biz işgal ettik ve kırktan fazla olduğumuz için oda bize bile ufak geldi. Soyunduk, hazırlandık. Düzüldüler, koşuldular. Artık dışarı çıkacaktık. Kapının anahtarı üzerinde değil. İçeride kırk elli kat kostüm, bir o kadar saat, cüzdan ve kıymetli eşyamız olduğu için kapıyı açık bırakıp gidemezdik… Nerede bulunduğunu kimsenin bilmediği vestiyer memurlarını aradım, aradım. On dakika sonra hariçte buldum ve kapının anahtarını istedim…"
Görevli memur anahtarı vermesine verir Burhan Bey'e... Ancak akabinde uyarır: Anahtar vardır var olmasına ancak bütün kapıları açmaktadır. Burhan Bey ve ekiptekiler bu sorunu nasıl çözdüler bilemiyoruz. Sporcularımız 'Allah'a emanet' eşyalarını Bulgarlarla paylaştıkları odada bıraktılar muhtemelen...
Louvre Müzesi
Burhaneddin (Felek) Bey, Paris'te sadece Milli Takım sporcularına reislik yapmadı. O çok duyduğu meşhur Louvre Müzesi'ni Spor Âlemi mecmuasının sahibi ve başyazarı Çelebizâde Said Tevfik Bey ile birlikte baştan aşağı gezdiler. Ama ne geziş:***
"... Fakat hiç kimse iddia etmedi ki, biz Paris'e ayak bastığımızdan itibaren spor yaptık, spor seyrettik, spor dinledik, spor kokladık ve spor yedik içtik. Bunu söylemek ve ona inanmak kadar budalalık olamaz. Tabii Paris'in görülecek yerlerini gezmek, seyretmek lâzım idi. Hâlâ hâtır-nişânımdır. Paris'teki Luvr [Louvre] Müzesi'ni görmeden Paris'i terk edersek, herkes hamâkatımıza (ahmaklığımıza) hayran olacak diye, Saîd ile ben orada tahsilde bulunan bir baytar yüzbaşısıyla Louvre Müzesi'ne gitmiştik. Müze eskiden saray olan ve Touleri [Tuileries] Bahçesi'nin içinde muazzam bir şeydi. Girdik ve başladık… Neye mi? Yürümeye… Diyorlar ser-â-pa [baştan aşağı] tablo mu? Kimindir? Nedir? Görmeye ve bakmaya zaman müsait değil. Yeni aldığım iskarpinler ayağımı fena hâlde sıkıyor ve biz muttasıl [ara vermeksizin] dolaşıyorduk…"
14 Temmuz Kutlamaları
Ayakları bir cenderenin içinde sıkılır gibi acımasına rağmen Burhan Bey, Paris'te 14 Temmuz kutlamalarını izlemekten kendisini alamamıştı. Bunun için en güzel yerin Montparnasse Meydanı olduğunu işitmişti. Eh o da tabana kuvvet Paris'in bu ünlü meydanının yolunu tuttu. Sonra da hem kalabalıktan hem de ayaklarının acısından bin pişman oldu:
"... Metropoliten ile indik, bindik ve -Allahım ne kalabalık!- büyücek bir meydanda birbirine bend olmuş [bağlanmış] bir kalabalığın ortasına düştük… Burası Montparnasse Meydanı, kalabalık da ta sabah dans etmeye gelmiş ve başlamış Parisliler idi. Ben kalabalığın ortasında ne yapacağımı ve buradaki eğlencenin ne olduğunu düşünürken, arkadaşım şöyle halk arasına girdi ve dans edilen çiftler arasında sarışın bir kadınla dans etmeye başladı...

Burhan Felek, Atletizm Federasyonu başkanlığı yaptığı sıralarda Atina'da düzenlenen Balkan Olimpiyat Oyunları'nda atletler ile yemekte. (1931)
... Arkadaş canımı, iskarpinlerim ayağımı sıkıyordu… Zaten beni Paris'te rahat bırakmayan hemen hemen bu ikisi idi ya… Yüzüme bakmıyor ki, işaret vereyim. Nihâyet güç bela çağırdım. O da zaten yorulmuş idi. Yanındaki hanım ile beraber geldi. Biraz ilerideki kahvehaneye oturduk. Biraz serildik. Ben artık dönmek istiyordum.
Arkadaşım:
— Yok, biraz daha dur beraber döneriz, dedi.
Ne çare, kırmamak lâzım, bekledik… Oradan kalktık. Kalabalığın en kesif bir yerine girdik. Ayak basacak yer yok… Bizim ayak da artık tahammül edilebilir gibi değildi. Artık behemehâl gitmeye karar verdim. Fakat arkadaşı bulmak, görmek kabil değil...
Arkadaşı ele geçirdikçe:
— Yahu, benim ayağım fena. Otele döneceğim. Ufak param yok. Şuradan bana bir frank ver gideyim.
— Canım biraz bekle, beraber döneriz.
— Etme Allah aşkına… Vallahi çok muzdaribim.
O dans edenlerin arasına karışıyor. Ben de daima dolaşan, dönen bu kalabalığın içinde duracak bir yer arıyordum. Zannederim dört beş defa ayağıma bastılar. Acısından gözümden yaş geldi.
Arkadaşı arıyordum. O harıl harıl yanındaki İsveçli kadınla -İsveçli olduğunu yazmayı unuttum- dans eder duruyordu. Saat gece yarısını geçiyordu. Sıcak, işkence, asabiyetten öyle bir hâle gelmiştim ki, İsveçli kadın arkadaşa sordu:
— Arkadaşınız hasta mı?
— Hayır, potini ayağını sıkıyormuş…
Kadın güldü. Döndüler, döndüler… Artık bittim, arkadaşın kardeşini yakaladım. Dedim ki:
— Kardeşine söyle… Bana biraz ufak para vermezse şimdi gedeceğim ve bir daha yüzüne bakmayacağım...
O çocuk da benim gibi züğürtlerden… Kendi ağabeyinden 50 franklık bir kayme aldı geldi. Ben de oradan büyük bir ferah ile hapishaneden çıkar gibi kaçtım...
İşte Paris 14 Temmuz'u böyle geçti. Bir de arkadaşıma sorunuz:
— Bir hanımla beraber Paris'te 14 Temmuz'da amma eğlenmiştik diyeceğine şüphe etmem..."
'Felek' Burhan Bey bizleri gazeteciliğinin erken döneminde yazdığı Paris hatıraları ile hoş bir yolculuğa çıkardı. Onunla beraber Akdeniz'in ortasında açlık çektik, Marsilya'da karnımızı doyurduk, tren kompartımanında dayak yedik, Paris'te müzeler gezdik, kutlamalara iştirak ettik.
Burhan Bey yaşamı boyunca lezzetine doyulmaz yazılar kaleme aldı. Onun o kıvrak ve ucunun nereye saplanacağı önceden kestirilemeyen kaleminin özel okurları vardı. Bu satırların yazarı da onlardan biriydi.
Öyle akıcı tarzda, okuru içine çeken ve bir solukta okutturan yazılar yazıyordu ki insan şimdi düşünüyor; herkese vermezler kolay kolay 'Gazeteciler Şeyhi' unvanını...
Üstat Burhan Felek'i 1982 senesinde kaybettik. Ancak o yazıları, fıkraları ve hatıraları ile aramızda olmaya devam ediyor, edecek de...
*: Burhaneddin, "Olimpiyat Hâtıraları IV, Trende Ne Yemiştim?", Spor Âlemi, 19 Mart 1341, Sayı:28, s.5-6.
**: Burhaneddin, "Olimpiyat Hâtıraları II-İki Hikâye", Spor Âlemi, 29 Kânûn-i Sâni 1341, Sayı:21, s.5-6.
***: Burhaneddin, "Olimpiyat Hâtıraları III, Paris'te Ayakkabılarım", Spor Âlemi, 26 Şubat 1341, Sayı:25, s.5-7.