
Fenomen
16 dk
Bugünlerde herkesin aklında aynı soru var: Erling Haaland, nereye gidecek? Peki Norveçli, nasıl dünya futbolunun en gözde yeteneğine dönüştü? Eski futbolcu Jan Aage Fjörtoft ile konuştuk.
Erling Haaland, Şampiyonlar Ligi'nde yaptıklarıyla Avrupa futbolundaki yerini büyütürken tarihteki efsanelerle kıyaslanır hale geldi. Norveçli genç yıldız, zaten uzun süredir yaş grubundaki bütün rekorları kırıp istatistikleri parçalıyor. Biz de Haaland fenomeninin ardındaki perdeyi aralamak adına 1990'ların önemli Norveçli golcülerinden Jan Aage Fjörtoft'un telefonunu çaldırdık. Erling'in babası Alf Inge'nin de arkadaşı olan ve bugünlerde yorumculuk yapan Fjörtoft, Avrupa Süper Ligi süreciyle başladı, sonra tanıdığı ve izlediği Erling'i anlattı. Biraz da Alf Inge'yi...
Avrupa Süper Ligi projesi, şimdilik rafa kalkmış gibi. Haaland'ı da bir şekilde ilgilendiren bu süreç bize ne gösterdi?
Futbol endüstrisinin büyümesini durdurmak maalesef zor. Ama yine de şu anki sistemin doğru işlemediğini söylemek gerek. Örneğin İngiltere'deki sahiplik modelini beğenmiyorum. Almanya'daki yüzde 50+1, daha mantıklı. Orada yönetimde söz sahibi olan taraftarlar takım sahiplerine karşı gelebiliyor. Bilet fiyatları nispeten daha düşük kalabiliyor bu sayede.
Avrupa Süper Ligi'ni kuranlar UEFA sisteminin mükemmel olmadığını söylemekte haklılar. Fakat ASL, daha da kötü bir fikir. Burada sorun Süper Lig'in kapalı bir lig olması. Zaten ilk duyduğumda şunu düşündüm: Bu insanlar ya çok zeki ya da soytarı. Çünkü böyle bir konsept için eksiksiz bir plana ihtiyacınız var. Ama gel gör ki 48 saatte tarihin en gülünç planlarından birine dönüştü. Şu andaki Şampiyonlar Ligi'ne de Avrupa Süper Ligi diyebilirsiniz. Yarı finale bakarsak bir takımın Birleşik Arap Emirlikleri tarafından finanse edildiğini görüyoruz, diğeri Katar'dan, bir diğerinde takım sahibi bir Rus oligark. Fakat yine de, bir şekilde, Şampiyonlar Ligi herkese açık bir turnuva. Benim için baz alınması gereken temel budur: Herkese açık olması.
O 48 saate taraftarların ayaklanması olarak bakıyorum. Gerçek hisse sahiplerinin kendileri olduklarını gösterdiler. Dilerim, çıkardıkları bu sesi sahiplik sisteminde değişikliğe gidilmesi için kullanabiliriz. Böyle bir değişikliğe gidebilirsek kulüplerin birer banka, kâr amaçlı yatırım şirketi veya bazı insanların oyuncağı gibi hareket etmelerinin de önüne geçebiliriz.
Peki UEFA'nın yapısını değiştirmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?
FIFA, UEFA, IOC. Büyük federasyonların işleyişlerinde sorunlar var. Daha fazla yönetişime, taraftarların ya da izleyicilerin katılımına ihtiyacımız var. Bütün bu kararları verenler parayı düşünen yaşlı erkekler olmamalı. Takım elbiseli insanlardan daha çok formalı insanlara geçmeli süreç. Futbolu yaşatacak kişiler, her gün farklı ülkelerde topun peşinde koşan çocuklardır. Benim için Manchester United, 1968'de yaşananlardır, Münih Trajedisi'dir, Alex Ferguson'dır. Ancak artık kulüplerden çok sahiplerinden konuşur olduk. Dünyadaki her sektörde ya gelirinizi artırırsınız ya da maliyetinizi azaltırsınız. Real Madrid Başkanı Florentino Perez'in "Paramız yok" dedikten sonra David Alaba'yı transfer ettiklerini açıklaması her şeyi anlatıyor. Büyük oyuncular alamıyorsunuz diye bir anda çıkıp "Futbol ölüyor" diyemezsiniz. Eğer bu hızda transfer yapılmaya devam edilirse zaten futbolu yönetmek mümkün olmaz. Bir suni hacim, transfer enflasyonu söz konusu, bunun inmesi gerekiyor. Bir de dünyadaki en iyi oyuncuları belirli takımlar alacak diye göklerden gelen bir kural yok. Ama maalesef sistem böyle işliyor. Eğer paranız varsa istediğiniz oyuncuyu alabiliyorsunuz, kurala bakmadan. Büyük takımlar piramidin öneminden bahsediyor. Real Madrid, yüz milyon euro'ya oyuncu alacak, yüz milyon euro verdiği takım başka oyuncu alacak ve böyle zincirleme ilerleyecek. Fakat işte herkes sürekli oyuncu alıp duruyor ve pazarın toplam değeri şişiyor. Mesela Barcelona, çektiği sıkıntıları anlatırken aynı zamanda Haaland'ı istiyor ve büyük paralar verdiği Messi'yi tutmaya çalışıyor. Real Madrid, Haaland'ı alacak ya da stadyumunu iyileştirecek diye bir anda Avrupa Süper Ligi kuramazsınız.
Haaland'a gelmeden bir de Norveç futbol kültürünü sormak istiyorum. İlk hatırladığım, 10-0'lık San Marino maçı.
O gün oyuna girip gol atmak için debeleniyordum. Düşünsenize, 10-0 biten bir milli maç ve gol atma şansınız var. Ama olmadı.
Siz, Tore Andre Flo, Steffen Iversen, Ole Gunnar Solskjaer, John Carew, günümüzde Haaland ve Sörloth... Norveç'te geçmişten günümüze çok önemli bir santrfor ağacı var. Bunun ardındaki sebep nedir?
Bu tuhaf bir durum zira aslında Norveç futbolunun tamamen fizikli savunmacılardan oluştuğuna yönelik bir düşünce hâkimdir. Çok katı disiplin, savunma isteriz. Ayrıca bizim gibi küçük futbol ulusları iyi jenerasyonlara bağlıdır. Mesela ilk önemli milli takım benim neslimdi: 1967-69 jenerasyonu. Norveç olarak doğum tarihlerine bağımlı takip ettik futbolu. Ama küçük bir ülke olmamızın bir faydası, başarının etkisiydi. Eğer bir nesil başarı yakalarsa, bu hemen tüm ülkeye yayılırdı. Solskjaer, Şampiyonlar Ligi'nde başarılı olduğunda veya milli takım elemelerde iyi sonuçlar aldığında o dalga tüm ülkeyi etkiledi. "Onlar yaptı, biz de yapabiliriz" dedi genç neslin mensupları. Örneğin bugünlerde Sörloth ve Haaland var... Uzun süre sonra yine iyi bir yaş grubu bulduk. Hoş, bir taraftan garip de bir paradoksa sahip Norveç futbolu, hesapta çok iyi bir savunma ülkesiyiz ama hiç iyi savunmacımız yok. Mesela bize gol atan stoperiniz, Çağlar Söyüncü. Ona hayranım. Harika bir stoper. Bir stoper nasıl olmalı? Çağlar gibi olmalı. Topun önüne atlıyor, ikili mücadele kazanıyor, duran topta da ileri çıkıp gol de atabiliyor. Bizde o nitelikte savunmacı yok. Avrupa'da bile az.
Bu nesillerin etkisi, babasının da rolüyle beraber, Erling Haaland'a da ulaşmıştır muhtemelen...
Kesinlikle. Norveç'te genç yaşta pek çok sporu deneme şansımız oluyor ve çoğumuz küçük kasabalardan geliyoruz. Ben 900 kişilik bir kasabadan çıktım. Erling, Norveç için bile küçük bir yerden, Bryne diye bir kasabadan geliyor. Ole Gunnar, Kristiansund diye küçük bir köyde büyüdü. Sanırım küçük yerlerden gelen oyuncuların içinde farklı bir iştah, açlık, istek mevcut. Aynı şey muhtemelen Türkiye'de de geçerlidir. Küçük yerlerden gelen oyuncuların büyük şehirlere gittiklerinde daha hırslı olduğunu görürsünüz, çünkü oradakilere neler başarabildiklerini kanıtlamak isterler. 1990'lardaki milli takımımız neredeyse tamamen böyle oyunculardan kuruluydu. Küçük yerlerden gelen, büyük iş yapan oyuncular. O kadroyu özel yapan değerlerden biri de buydu.

"Küçük yerlerden gelen oyuncuların içinde farklı bir iştah, açlık, istek mevcut."
O dönemde siz de İngiltere, Almanya gibi liglere gidip oynayan Norveçlilerden biriydiniz. Haaland'ın babası Alf Inge de...
Erik Thorstvedt benden önce İngiltere'ye gitmişti. Rune Bratseth, Werder Bremen'de oynamıştı. Hepsi bize o liglere gitmenin mümkün olduğunu göstermişlerdi. Her ülke böyle öncülere ihtiyaç duyar. Premier Lig, tabii bugünkü gibi değildi o dönemde. Ben gittiğimde 15-20 Norveçli vardı. Giden herkes şu mesajı veriyordu: Milli takımda başarılı olursan, İngiltere'de de başarılı olursun. Erling de profesyonel şekilde Premier Lig'de oynamış birinin oğlu olmanın avantajını yaşadı.
Sanırım Premier Lig'in en yoğun taraftar kitlelerinden biri Norveç'te...
Norveç'te 1990'lara kadar tek bir kanal vardı. Ve o tek kanalda her pazar, öğlen dörtte Match of the Day programı yayımlanırdı, 1969'dan beri. Bu yüzden yaşıtlarımın hepsi bir Premier Lig takımı da tutar. Örneğin Norveç'teki Manchester United taraftarları inanılmazdır, Norveç'teki takımları böyle desteklemezler. Özellikle benim dönemimde İngiltere'ye olan sevgi ve bağlılık çok fazlaydı fakat yeni nesil her yere daha rahat erişim sağlayabildiği için hemen her ülkeden favori takımları var. Fakat hâlâ hepsi İngiliz kültürünü, futbolunu daha çok seviyor.
Erling Haaland'ı yakından tanıyorsunuz. Dışarıdan kibirli gözüküyor ama size verdiği söyleşide daha espritüel ve sıcak bir kişiliği vardı. Onu nasıl tanımlarsınız?
Kesinlikle kibirli değil. Ama yirmi yaşında dünyanın gözü önünde olunca, tüm medya tarafından izlenince cevaplarınızı kısaltmaya başlıyor, mizahtan uzaklaşıyorsunuz. Hatta kibirli gözüküyorsunuz. Fakat Haaland gerçekten komik biri. İngiltere'de doğmasının da katkısı vardır mizah anlayışında.
Onu görünce aklıma futbol için yanıp tutuşan iyi bir genç adam geliyor. Oyununu geliştirmek için her şeyi deneyen ve küçük detaylara bile önem veren bir yetenek. Zaten kariyerine bakarsak, ona büyük bir hayranlık duyuyorum. Sadece attığı goller değil sözünü ettiğim, kendini her role adapte etmesi de değerli. Salzburg'a geliyorsunuz, direkt Şampiyonlar Ligi maçına çıkıyorsunuz ve Genk'e karşı hat-trick yapıyorsunuz. Borussia Dortmund'a transfer oluyorsunuz, yedek kulübesinden oyuna giriyorsunuz ve hat-trick yapıyorsunuz. İnanılmaz bir adaptasyon yeteneği, inanılmaz bir mental güç bu. Aynı zamanda bir korkusuzluk ve özgüven anlatısı. Her gün daha çok adapte olmaya ve oyununu geliştirmeye çalışıyor. Hep hazır, hep gelişiyor.
Peki bu zihinsel kuvvet nereden geliyor? Yirmi yaşında olmasına rağmen çok tecrübeli, korkusuz hareket ediyor. Gücü ve koşu şekli de epey etkileyici.
Evet, bu güzel bir nokta. Boş alanlara attığı koşular cidden çok etkileyici. Hep gol vuruşları ya da topla koşuları konuşuluyor ama Haaland, topsuz nasıl oynaması gerektiğini de iyi biliyor. Artı, koşu stili verimli ve çok kuvvetli. Rakipler onu yıkmakta zorlanıyor. Hiç ofsayta düşmüyor, zamanlaması kusursuz. Koşuları ile birlikte her zaman kendine alan açabiliyor. Bu da pası atan oyuncu için büyük bir nimet.
Mental gücü bence farklı yerlerden geliyor. Çocukluğundan itibaren özgüvenli yetişen bir genç Erling. Son yıllarda fiziksel açıdan da gelişince bu özgüven arttı. Yirmi yaş altı milli takım seviyelerinde başarılar elde etmesi de buna eklendi. Bir de PSG, Liverpool, Bayern Münih gibi takımlara gol atınca, Şampiyonlar Ligi'nde başarılı olunca haliyle bir seviye daha atladı.
En başa dönersek, zihinsel gelişiminde Norveç'in izole ve hayli gerçekçi bir köyünde büyümesinin etkisi var. Onun geldiği yerde insanlar paradan söz etmez. Tabii bir de babasının futbolcu olması, futbol kültürünün içine doğması kilit. Bu oyunda olabileceklere karşı hazırlıklı. Babası ile hep diyalog halinde. Zaten özgüven yalnızca tek bir kişiye ya da şeye bağlı değildir. Bulunduğunuz kulüp, ortam, arkadaşlarınız; hepsi bu karışımın içinde yer alır.
Mesela bir süre önce gol atamadığı bir döneme girdi ve ona biraz daha farklı bir gözle bakılmaya başlandı fakat bence bakılmamalı. Herkes gibi ona da bir güvenli alan sunulmalı. Bazen Haaland gibi oyunculara makine diyerek aslında onlara biraz haksızlık ediyoruz. Günün sonunda herkes birer insan. Yirmi yaşında, arada hâlâ özgüvene ihtiyacı olan bir çocuk sonuçta o da...
Eski futbolcu Gunnar Halle, 15 yaşındaki Haaland'ı altyapıda çalıştırmıştı. O dönemle ilgili yorumu şöyle: "Kimse bugünlerdeki gibi olacağını hayal edemezdi. O yaşlarda bu kadar iddialı ve etkili olmadığı için oyunu daha iyi okumayı öğrenmek zorunda kaldı, bu da gelişiminde önemliydi."
Haklı. Haaland'ın 15-16 yaşlarındaki istatistiklerini gördüğünüzde farklı bir şeyler olacağını bekliyorsunuz ama 15 yaşındaki haline bakıp ilerde en büyük golcülerden biri olacağını tahmin etmek mümkün değildi. Sonuçta bilhassa da ergenlikle beraber, her oyuncu fiziksel açıdan farklı bir gelişim içine girer. Erling de bugünkü kadar iri değildi o günlerde. Daha cılız ve inceydi. Çok uzun bir çocukluk geçirince ayaklarınızı kontrol etmeniz zorlaşır. Bu da büyük bir soru işaretidir gelişim çağında, o nedenle doğru zamanda temel detayları geliştirmek ve teknik ayarı bulmak gerekir.
Erling bu dinamiği ve temel-teknik uyumunu doğru zamanda buldu. Oyunu çok iyi okuyabilen, neler olduğunu ve olabileceğini anlayabilen bir saha görüşü geliştirdi. İyi bir golcü olmak istiyorsanız bu olmazsa olmazdır. Sonuçta ben de aynı işi yaptım ve sadece yetenekle iyi bir golcü olunmaz. Oyunun nereye gittiğini, savunmacıların muhtemel aksiyonlarını, alışkanlıklarını analiz etmeniz gerekir. Topun geliş açısından tutun da kalecinin bulunduğu yere kadar… Top nereye sekecek? İkinci topa mı gitmeliyim yoksa savunmaya mı dönmeliyim? Erling şimdiden bunları çok iyi yapabiliyor. Mesela Schalke maçındaki golde yaptığı vuruş en iyi örneklerden biri. Sadece süslemek için değil, fiziğine ve topun geliş açısına göre topu en doğru şiddette ve açıyla kaleye gönderebilmek için o voleyi vurdu. Doğaçlama ama daha önceki deneyimlerine ve çalışmalarına istinaden yaptığı bir doğaçlama bu. Saha geometrisini iyi okuyan bir santrfor vuruşu. Sevilla eşleşmesindeki dripling ve pası da öyle...
Eski bir santrafor olarak Haaland'ın potansiyelini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu sezon öncesinde geliştirmesi gereken birçok nokta vardı, o alanlarda da gelişti. Artık topa daha iyi kafa vuruyor, topu kafayla veya ayakla daha iyi indiriyor. Ne yazık ki Dortmund'un oyun yapısı ona çok yardımcı olmadı aslında. Achraf Hakimi gittikten sonra iyi orta açan oyuncu sayısı azaldı. Şu anda açılan ortalar genelde öylesine açılıyor. Ama Haaland'ın fiziğine, gücüne, zamanlamasına bakınca bu alanda da kendisini geliştirmek zorunda kalınca bir kafa vuruş ustası olmaması için hiçbir neden kalmadı. Zira zor ortalara vurmayı öğrenirseniz iyi orta geldiğinde kaçırmanız zorlaşır. Gelecekte kafayla çok daha fazla gol atacak.
Edin Terzic teknik direktör olduktan sonra bağlantı oyununu da geliştirdi. Artık Haaland üzerinden oyunu kuruyorlar ve yönlendiriyorlar. Sevilla maçında Avrupa'nın üst düzey stoperlerinden bazılarına karşı yaptığı dönüşler ve bağlantı oyunları mükemmeldi. Topu geçmişe göre çok daha iyi saklıyor, vücudunu çok daha iyi kullanıyor. Yirmi yaşında olduğunu düşünürsek harika bir potansiyeli var. Tarihsel açıdan yaklaşırsak bana oyunu okuma manasında biraz Brezilyalı Ronaldo'yu, biraz da Marco van Basten'i hatırlatıyor. Henüz onlar seviyesinde değil ama oralara gelebilir. Zira sıradışı bir gelişim potansiyeline, çalışma etiğine, oyun zekâsına ve konsantrasyona sahip
Babasıyla ilişkisinden bahsettiniz. Alf Inge'nin etkisi nasıldır onun üzerinde?
Ben sadece onları dışarıdan gözlemledim ama Erling adına büyük bir avantaj bu. Hayatta ne yaparsanız yapın, etrafınızda size yüzde yüz güvenen biri olursa işiniz kolaylaşır. Üstüne bir de babanız eski bir futbolcuysa ve sizin yaşadığınız şeyleri daha önceden yaşadıysa bu büyük bir artı. Babası, oğlunun fiziksel ve zihinsel gelişimini doğru bir şekilde yönetti. O yolu verimli bir biçimde çizdi.

"Haaland'ın en büyük artısı zihinsel kuvvetinin yanında her gittiği yerde gösterdiği uyum becerisi."
Haaland, çocukluğunda hentbol, buz hokeyi, golf ve kayaklı koşu gibi sporlarla uğraşıyor. Futbol da oynuyor ama oraya kendini ancak 13-14 yaşlarında adıyor. Oyun tarzına etkisi nedir tüm bunların?
Bir de uzun atlamada beş yaş dünya rekorunun sahibi. Bunları saha görüşünde, koşu stilinde, yaptığı bir çapraz koşuda, topa yaklaşım biçiminde, akrobatik vuruşlarda görmek mümkün. Hızı, mukavemeti, dengesi... O fizik için üst düzeyde. Daha çok ceza sahası içinde gollerini buluyor ancak topu her noktadan kaleye gönderebilir. Fiziksel gelişiminde ve vücut koordinasyonunda o sporların etkisi var.
Norveç spor kültüründe büyürken farklı branşları deneme fırsatınız olur. Hem okul sisteminde hem kulüp altyapılarında hem de aile içinde… Aynı zamanda hangi yaşta, hangi spor için uzmanlaşacağınız da tartışılır. 13 mü 14 mü? Fakat ben her bireyle özel ilgilenilmesi gerektiğini düşünüyorum. Futbol oynama biçimleri açısından kıyaslamıyorum fakat Kai Havertz ile vücut yapısı olarak birbirlerinden aşırı uzak değiller. Kai'nin de genç yaşlarda kolları uzadı, fiziği bir anda değişti ve zor bir gelişim dönemi geçirdi. Büyümeye başladığınız, yeteneği geliştirmeye çalıştığınız zaman şuna dikkat etmeniz gerekir: Her oyuncu, farklı biçimlerde gelişir. Kimisinin bacakları çok uzar, kolu uzamaz, kiminin de tam tersi. Erling'in bir avantajı da bu büyümeyi önceden tahmin edebilecek eski bir futbolcu babaya sahip olmaktı.
Pek çok yerde Erling, Bryne'deki hocalarının öneminden ve gelişimine desteklerinden bahsetti. İyi bir gelişim için yetenek ve özveri yetmez, etrafınızda iyi profesyonellerin de olması gerekir. Erling'in de babası dahil olmak üzere, çevresinde çok iyi bir ekibi var.
Kariyer yolunu nasıl görüyorsunuz? İlk olarak Salzburg'u seçti, sonra Dortmund'u. Şimdi de daha büyük kulüpler peşinde. Menajeri Mino Raiola, Avrupa'yı onun için gezmeye başladı bile.
Mino Raiola hakkında yorum yapmak istemiyorum, çevresinde olmasından hoşlanmadığım tek isim olabilir. Fakat Haaland'ın gittiği her takımda etrafında iyi insanlar oldu, bu açık. Raiola için iyi bir yorum yapacaksam, bu şimdilik takım tercihlerine yardımı olur. Erling, pek çok büyük kulüpten teklif almasına rağmen Dortmund'a giderek doğru bir karar vermişti. Ondan önce, Salzburg da gelişimi açısından için doğru adresti. En başta Molde, doğru bir takımdı. Şimdiye dönersek, Dortmund yıllardır en üst düzey oyuncuları geliştirmekle ünlenmiş bir camia. İngiltere'den Jadon Sancho, Jude Bellingham; daha önceden Fransız Ousmane Dembele derken genç yeteneklerin olgunlaşma yeri haline geldi. Zamanlamayı, pandeminin getireceklerini ve finans sorunlarını bilmiyorum ama dilerim onun için en doğru karar verilecek. Bana kalırsa, Premier Lig'e gitmesini daha doğru buluyorum. Artık o safhaya geldi. Ne de olsa biz Norveçli golcüler için en doğru adres orası. (Gülüyor.)
Felix Magath ile ikircikli ilişkinizi hatırlıyorum. Bugünlerde teknik direktörlerin oyun tarzı, iletişim becerileri oyuncuların çıkışında önemli bir rol oynuyor. Sizce hangi teknik direktör ve oyun yapısı onun için en uygunu?
Açıkçası bir şey söylemek zor çünkü gideceği kulüpte hangi hocanın kalacağını kestirmek çok zor. Fakat bu zamana kadar Haaland'ın ekibinin ona uyan en doğru takımı bulduklarını gördük, öyle de olacaktır diye tahmin ediyorum. Mesela Guardiola'nın takımları böyle bir santrfor olmadan daha iyi oynayabiliyor. Ancak Haaland için Guardiola da doğru ayarları yapabilir. Haaland da onun gibi bir teknik direktör için oyununu adapte edebilir. Real Madrid ise farklı. Hocadan ziyade oyuncuya göre şekillenen bir yapısı var ve Haaland'ın oradaki başarısı, diğer oyuncularla uyumuna bağlı olacaktır.
Kısacası, Erling Haaland'ın en büyük gücü zihinsel açıdan çok kuvvetli olmasının yanında oyununu her yere adapte edebilme becerisi. Çünkü o sadece ona atılan topları kaleye gönderen bir forvet değil. Daha fazlası. Ve gelişiminin de bir sınırı yok.