Ferrari'de Bir Gün
10 dk
Enzo Ferrari'nin garajını ziyaret etmekten Sebastian Vettel'in yan koltuğuna oturmaya... Ferrari'nin kalbi Maranello'da geçirilen unutulmaz bir günden kalanlar...
Tuğla binaları ve revaklı sokaklarıyla büyüleyen tarihi Bologna kentinden sabahın köründe otobüsle henüz yola çıkmışken ana yol üzerinde büyük bir kazaya şahit olmuştuk. Klasik uğursuzluğum devreye girmişti. Geç kalabilirdik. Maranello kasabasına ulaşabilmek için yan köy yollarına saptık. Ülkemizde son yıllarda gördüğümüz, dev ellerin tuttuğu üzüm, kayısı ve benzeri ucube heykellerin yerine nispeten daha nitelikli eserlerin olduğu bir-iki kasabadan geçtik. İtalya'nın kuzeyinde peyniri, şarabı ve et ürünleriyle meşhur gastronomi cenneti Emilia-Romagna bölgesinde sık sık görebileceğiniz Sangiovese üzümlerinin dev versiyonuydu bunlar. Lakin artık gökyüzünü yırtarcasına çıkan o güçlü motor seslerini duymaya başlamıştım. Scuderia Ferrari'nin karargâhı Fiorano pistinin girişindeydik nihayet.
Ferrari'nin güvenlik kuralları çok katı olduğundan daha önceden tüm kişisel bilgilerimiz Ferrari ekibine ulaştırılmıştı. Amma velakin benim dışımda tüm konuklar basit kontroller sonrası piste doğru yürüyüşe geçtiler. Güvenlik görevlisi beni içeri almakta tereddüt ediyordu. Elimde denge emniyeti için taşıdığım bir değnek olmasından dolayı bir başka katı kural devreye giriyordu. Bize daha önceden pistte test sürüşü yapılacağı için pantolon ve ayakkabı giymemiz tembihlenmişti. Il Postino'da (Postacı) Massimo Troisi'nin canlandırdığı karakteri hatırlatan ve İtalyanlara özgü el mimikleriyle derdini anlatan hafif asabi ve telaşlı güvenlik görevlisi yetkililerin gelmesiyle ikna oldu. Nihayet içerdeydim. Hafif yokuş yukarı yürünen bir yolda adım adım ilerlerken uzun yıllardır Formula 1 yayınlarından kulaklarıma pelesenk olan efsanevi Fiorano pistini görmeye başladım. Bir rüya gibiydi. Pistin hemen yanı başındaki kırmızı ahşap panjurlu eski ama bakımlı binaların ortasındaki meydana geldiğimde tüylerim diken diken oldu. Piazza Michael Schumacher adını taşıyan alanda kırmızı ve siyah Ferrari'ler inci gibi dizilmişti. Bir yandan pistte tur atan Ferrari'ler vardı. Sokakta tek bir Ferrari sesi duyduğunuzda neler hissettiğinizi düşünün, şimdi onu yirmi ile çarpın... Sıfır kakafoni, gerçek bir senfoni. Bayılmıştım, yüzüme sersem ve önlenemez bir sırıtma yapışmıştı.
1980'lerin sonu ve 90'ların başında ilk kez F1 izlemeye başladığım dönemde Ferrari takımı pek de başarılı değildi. Alain Prost, Nigel Mansell gibi sürücülere rağmen eski günlerine yani Niki Lauda yıllarına hasretlerdi. O dönem Scuderia'ya katılan bir başka sürücü Jean Alesi'yi de çok severdim. Evet, belki Ferrari mütedeyyinleri tifosiler kadar tutkulu değildim ancak Ferrari'nin başka bir etkileyiciliği vardı. Daha önce dergimizde sevgili Serhan Acar'ın yazısında bahsettiği gibi, dünyadaki neredeyse her erkek çocuğunun hayalini süsleyen bu kırmızı süper otomobillerin cazibesi çocukluğumda beni de girdabına dâhil etmişti. Michael Schumacher'in Ferrari yılları ise bu ilgiye farklı katmanlar ekleyip büyütmüştü. Şimdi de o meşhur şahlanan at armasının ismiyle müsemma olduğu günlerin arayışıyla 2015 yılında takıma transfer edilen Sebastian Vettel ile tanışma ve sohbet etme fırsatı yakalayacaktım. Heyecan doruktaydı.
1972'de rivayete göre Enzo Ferrari'nin hiçbir filtreleme olmadan her gün test edilen araçları rahatça dinleyebilmek için fabrikanın yanında inşa ettirdiği söylenen Fiorano pistinde ilk deneyimim Ferrari 488 ile oldu. Özel olarak ıslatılmış zeminde test sürücüleri tarafından Ferrari 488 modeli ile atılan drift turlarında bir ilk sersemleme seansına girdim. Küçük vortex'ler oluşuyordu sanki bu canavarın içinde. Yolcu koltuğunda iyi tutunmam söylendi ve sadece böyle yaptım. Videosu var ve bunu kimseye göstermeyi düşünmüyorum.
Bir soluklanmanın ardından Enzo Ferrari'nin de zamanında yaşadığı söylenen o kırmızı panjurlu binalara geçip Vettel ile buluştuk. Aslında tam da büyük hayal kırıklığı yaşadığı Avusturya Grand Prix'si sonrası Alman yıldızı görüyorduk ve işler onun için pek de iyi gitmiyordu. Zaten sert mizaçlı bir sürücü olarak bilinirken acaba bu şartlarda iyiden iyiye nemrut suratlı çıkar mıydı karşıma diye endişeleniyordum. Dokuz yıl önce İstanbul'da o dönemki takım arkadaşı Mark Webber ve 2016 Bakü'de Lewis Hamilton ile yaşadıkları da bu konuda bana iyi sinyaller vermiyordu. Fakat birkaç hafta önce Montreal'de Hamilton'la yaşadığı olayda -bence- hakkı yendikten sonra gidip araçların önündeki sıralama tabelasını değiştirmesi içten içe farklı bir mizahın ve ruh hâlinin sinyalini veriyordu. Havayı yumuşatmak için ayaktayken hemen onun ilk F1 pisti deneyimini hatırlattım. "İstanbul pisti harika bir ilk deneyimdi. 2006'da test sürücüsü olarak özel bir yaş rekoru da kırmıştım. 13 yıl oldu ama bir saniyesini bile unutmam. Hatta ceza bile almıştım" diyerek hafızasının ve geçmişe olan ilgisinin işaretini vermişti. Bir keresinde Gerhard Berger için yapılan 1988 model Formula 1 aracına bindiğini ve o deneyimden günümüzün teknolojisiyle donatılmış araçlara binmekten daha çok zevk aldığını söyledi.
Daha söyleşinin başında söz şimdiki takım arkadaşına geldi. "Öncelikle birlikte bir ekip olarak çalışıyoruz. Tabii ki ikimiz de pistteyken kendimiz için en iyisini yapmaya çalışıyoruz, sonuçta yarışın sadece bir kazananı oluyor. Ancak takım için çalışmamızın önemli olduğunu düşünüyorum. Böylece her yarış sonrasında karşılıklı geri bildirimler yaparak, daha sonraki yarışlarda birlikte daha iyi sonuçlar elde etmeye uğraşıyoruz ve takım birlikte gelişiyor" diyerek genç takım arkadaşı Charles Leclerc'le ilişkisini anlattı. Ayrıca çok sıcak davranıp arada espriler yapıyordu. Sohbete hep beraber yürüyerek devam ederken fiziksel olarak ne kadar formda olduğu dikkatimi çekti. Formula 1 sürücüleri hem hafif kiloda kalmak hem de o büyük G kuvvetini karşılayacak kadar güçlü olmak zorundalar. Bu konuda şöyle konuştu: "Fiziksel olarak hazır olabilmek gerçekten çok zor. Ferrari kullanmak çok zevkli ve özel bir şey ancak Formula 1 aracı ile yapabilecekleriniz normal bir binek otomobille yapabileceklerinizden çok farklı. O nedenle insanlar genellikle bunun ne kadar zor olabildiğini hayal edemiyorlar. Oldukça yorucu ve otomobilin içi çok sıcak. Yanımızda 120 dereceli bir radyatör bulunuyor, kokpitin ısısı 70 dereceye çıkabiliyor. Ayrıca üzerimizde de bir sürü teçhizat taşıyoruz. Bu nedenle formda kalabilmek için sıklıkla koşuyorum, bisiklete biniyorum, kondisyon ve kuvvet egzersizi yapıyorum. Araç içindeki yerin sınırlı olduğunu düşünürseniz ihtiyacınız olan kaslı olmanız değil; her zaman fit ve dayanıklı olmanız gerek."
Etrafta belki Formula 1 aracı yoktu ama Ferrari 488 ve 812 Superfast modelleriyle deneme turları atılıyordu. Vettel de bir süreliğine yanımızdan ayrıldı ve yarış tulumunu giymeye gitti. Ferrari'nin yakıt ortağı Shell'in "Dene ve Hisset" sloganı ile gerçekleştirdiği, Vettel ile birlikte Ferrari'nin özel yarış pistindeki bu sürüş deneyimi için ben de diğer konuklarla beraber sıraya girdim. Koruma kılıfı ile verilen kaskı başıma geçirip beklemeye koyuldum. Sonunda sıra geldiğinde Vettel'in yanındaki koltuğa oturdum. Kot pantolonuma rağmen sağ bacağımdaki protezi fark etti. Çevresindeki detaylara karşı çok duyarlı birine benziyordu. "Nedir hikâyesi?" dedi. Ben de sağ bacağımın protez olduğundan bahsettim. Alman malı olduğunu öğrenince de "İyi o zaman, pistte bir sorun yaşarsak bacağına bir şey olmaz" diyerek esprisini patlattı. Favori filmi Monty Python's Life of Brian kalitesine sahip biri için şaşırtıcı olmayacak bir yaklaşımdı. Tam da o anda saatte 300-350 kilometre hız yaptığı 'hot lap' denen turu atmaya başladı. Düzlüklerde bir roketin içinde gibi hissederken virajlarda çok iyi tutunmam gerekiyordu. Vettel ise bir yandan yüksek hızla virajı alırken tek eliyle direksiyonu tutuyor, diğer eliyle de bana temas edip nasıl gidiyor diye soruyordu. Hatta bazı virajlarda yüz ifademe dikkat kesiliyordu. Yüzümdeki mimikler coştukça o da gülümsüyordu. Ben o gün onun yanına oturan 17. ve son kişiydim galiba... Hayatı otomobillerde geçen ve dört dünya şampiyonluğu olan bir büyük motor sporları efsanesine göre fazla hevesli ve zarifti. Ayrıca eğleniyor gibiydi. Zaten bendeki heyecanı ve şevki de hissedince ikinci bir tur atmaya başladı. Tam da köprü üstü geçişte "Bak şimdi, sıkı tutun, seni uçuracağım" dedikten sonra istiap haddini zorlayan bir hortumda kalmış gibiydim. Sürüş deneyimi bittikten sonra araçtan inerken terden sırılsıklam olmuştum. Binen herkes aynı durumdaydı. Hâlbuki biz sadece kısa turlar atmıştık. Sonra yaklaşık yirmi tur atan Vettel'e baktım, bir damla ter akmıyordu alnından. Ayaküstü "Henüz kazanmış değiliz, bu yüzden Ferrari'nin ait olduğu konuma geri dönmesini istiyoruz. Bunu başarmak için çok çalışıyoruz. Açıkçası rekabet çok yüksek ama şampiyonluk için vaktimiz var. Bir dönüm noktası yakalayacağımıza eminim. Önümüzde tamamlamamız gereken daha çok yarış var" diyerek sezonla ilgili beklentilerini anlattıktan sonra daha mütevazı bir aile aracına binip muhtemelen İsviçre'deki evine döneceği uçağa yetişmek üzere Fiorano'dan ayrıldı.
Biz de ekipçe bu kez pistin hemen yanındaki Ristorante Montana'da yemeğe geçtik. Her duvarda, restoranın sahibi Paolucci ailesinin Michael Schumacher'den Fernando Alonso'ya, Alain Prost'tan Sebastian Vettel'e kadar tüm sürücülerle, yarış tulumları içinde restorana yemeğe gelmişken çekilmiş fotoğrafları vardı. Canlı bir müze gibiydi. Oradan da gerçek Museo Ferrari'ye geçtik. 2004 yılında Schumacher'e yedinci şampiyonluğunu getiren efsanevi F2004 şasili Formula 1 aracından zamanında Enzo Ferrari'nin yaptığı ilk Alfa Romeo araçlarına uzanan bir tarihi geçit törenine tanık oldum. Enzo Ferrari'nin Fiorano'da araçları dinlediği ofisi de oraya sergilenmek üzere taşınmıştı. Hiç yanıp tükenmeyecek bir hatıra ormanı ve büyük bir kültürel mirası yeni nesillere aktarıyorlardı. Sonra Bologna Havalimanı'na giderken ise bana kalan kişisel hatıra ormanında geziniyordum. Zihnimin en derinlerine işleyen senfonik Ferrari sesleri, Enzo Ferrari'nin garajı, Fiorano'nun büyüsü, Vettel ile harika bir sohbet ve iki gün süren boyun ağrısı... Uğursuzluğum sürüyordu galiba.
Fabbrica Ferrari
1939 yılında kurulan ve sekseninci yılını kutlayan Ferrari'nin tüm modelleri Maranello şehrinde faaliyet gösteren Ferrari fabrikasında üretilmekte. 1943 yılında Maranello şehrinde kurulan fabrika, 1997 yılında Fransız mimar Jean Nouvel tarafından modernize edilerek güncel Ferrari modellerini üretmeye başlıyor. 21 bin metrekare alanda üretim yapılan Maranello fabrikasında günde yaklaşık 10 ila 12 araba üretilmekte. Fabrikada ayrıca özel siparişle otomobiller de yapılıyor. Sekiz montaj hattının bulunduğu Maranello fabrikasında, V8 motora sahip Ferrari'ler ile V12 motora sahip Ferrari'ler ayrı alanlarda üretiliyor.