
Film Gibi Maç
12 dk
Bazı anlar vardır; “Keşke filmi çekilse” dersiniz. Tıpkı bazı maçlar gibi... 1973’teki Fenerbahçe-Ankaragücü karşılaşması onlardan biri, en iyisinden bir aksiyon filmi...
Filmleştirmek için seçtiğim, fazla bilinen bir olay değil, spor tarihinin yedi harikasından biri de değil. Ama draması sağlam, atmosfer, aksiyon ve heroizm bakımından da maşallahı var. Tam filmliktir.
1973’te Ankaragücü’nün Fenerbahçe’yi sekiz kişiyle yendiği maçtan bahsediyorum.
Sinopsis
Önce hikâyeyi dökelim... Tarih: 15 Mart 1973. Türkiye Kupası yarı finali ilk maçında Fenerbahçe ile Ankaragücü karşılaşıyor. O sıra Mithatpaşa Stadı adıyla anılan, müteveffa İnönü Stadı’ndayız. Tribünler dolu; 22 bin 499 biletli seyirci var. Hava bulutlu, 5 santigrat derece. Bir gün önce feci yağmur yağmış, saha balçığa dönmüş.
İki takım da iddialıdır. (Ligde Fener sezonu ikinci, Ankaragücü dördüncü sırada bitirecek.) Sert maç olur, Fenerbahçe tam 34 faul atışı kullanır müsabaka boyunca (Ankaragücü 14).
Ankaragücü döktürüyordur. 42. dakikada hakkını alır. Ceza sahası çizgisine yakın bir yerden verilen frikiği kullanan Mehmet, barajı yerden delen bir vuruşla Ankaragücü’nü öne geçirir. İkinci yarıda yine Ankaragücü hakimdir fakat 67’de bir duran topta ceza alanına doldurulan topu ekseni etrafında dönerek şutlayan Yılmaz beraberliği sağlar. Gol Fener’i canlandırır. Ha gayret yüklenirler.
Sertlik ve asabiyet, 70. dakikada infilak eder. Ankaragüçlü Erman, Yılmaz’a çok sert girer. Hakem olay yerine seğirtirken, Yılmaz yerdeki Erman’a tekmeyi basar. İkisi de kırmızı kartı yer. Bir dakika sonra, maçın faul lideri olan, sarı kartı da bulunan Ankaragüçlü Metin rakibine dalar. Bir kırmızı kart da ona. Ortalık karışır, arbede çıkar. O karambolde bir kırmızı daha. Ankaragücü’nden Selçuk, gazete anlatımlarına bakarsak ‘hakeme bir şey söylemiş’ olacak ki, ihraç edilir. Ankaragüçlü Köksal “Futbol erkek oyunudur, Bayern-Ajax maçını izlemediniz mi?” diye bozuk atacaktır maçtan sonra. (Bu lafı flashback’le vereceğiz.)
Ankaragücü 71. dakikada sekiz kişi kalmıştır. Ona karşı sekiz. Gazete yorumcuları, o dakikaya kadar üstün oynarken asaplarına mukayyet olamayıp eksik kalmalarının bir gaflet olduğu kanısındadırlar. Mecbur geri yaslanırlar. Ama cin tutmuş gibi mücadele etmektedirler.
- dakika... Ankaragücü kalecisi Baskın bir kornere çıkıp topu alır. Bekleyip vakitten almak yerine sanki o an bir aydınlanma yaşar ve topu boştaki Mehmet’e doğru fırlatır. Mehmet orta sahadaki Köksal’a kaldırır topu. Köksal karşısına gelen Cevher’i çalımlayıp driplinge kalkar. Peşinde adamlar, 70 metre sürer topu. Kaleci Datcu’yu çalımlar ve topu filelere bırakır. Ankaragücü 2-1 kazanmıştır maçı.
Final Sahnesi
Film Köksal’ın golüyle bitebilir.
Maçtan sonra Ankaragücü soyunma odasında herkes ağlıyormuş. Öyle de bitebilir. Bu ağlama ayini filmin ilk sahnesi de olabilir, hatta aralara bir yerlere parça gibi atılabilir – üçüncü kırmızı karttan sonra mesela, bir nevi plot twist.
Bir seçenek daha var: Köksal’ın golünden sonra Ankaragücü Başkanı Sabri Mermutlu’nun şeref tribününde ayağa kalkıp “Beyler bu takımı alkışlayın” diye seslendiği, oradan başlayan alkışın bütün tribünlere yayıldığı rivayet edilir. Bu da gözyaşı garantili bir final olabilir.
Tercihi belki de yönetmene bırakmak lazım.
Yönetmen
Yönetmenim: Emin Alper.
Bilvesile, futbolla alakasını sordum kendisine. “Futbolla çocukluktan itibaren tutku dolu bir biçimde başlayan ve gelişen ilişkim maalesef üniversite sonrası yıllarda giderek, hayat gaileleri nedeniyle, zayıfladı, söndü, büzüştü gitti” diye yakınıyor: “Benzer bir süreç oyunculukta da yaşandı. Tekniği yüksek iyi bir orta saha oyuncusundan, tembel ve kondisyonsuz bir forvete doğru evrildim. Geldiğim noktada yıllardır bir halı saha maçına hasretim. İnsanı, arkadaşları ve çevresi maalesef bu hale getiriyor.” E işte bir ‘geri dönüş’ fırsatı!
“Çocukken soluksuz izledim” dediği Zafere Kaçış’tan ve yıllar sonra izlediği aslından (Cehennemde İki Devre) keyif almış. Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’ı da sitayişle anıyor. Yine de futbol filmlerine özel bir ilgisi olmadığını söylüyor. “Genel olarak spor filmleri biraz sıkıcı geliyor galiba,” diyor. E işte, sıkıcı olmayanını yapma fırsatı!
Emin Alper’in son işi Abluka, hem ruhuyla hem sadece adıyla bile, bizim filmin havasına uygun. Maçın son çeyreğinde Ankaragücü kalesi abluka altında olacak. Sadece o son yirmi dakika için değil, bütün maç için bir abluka atmosferi hayal ediyorum zaten. Gri havanın pekiştirdiği bu atmosfere, zamanın ruhunu da katalım. 12 Mart askerî ara rejiminden çıkma günler o günler. Cumhurbaşkanlığı seçim turları sürüyor, ordu emekli general Gürler’i dayatıyor, mecliste tam o gün hatta belki maç saatlerinde ikinci tur seçim yapılmış, sonuç alınamamış. Faruk Gürler seçilmezse darbe rejiminin sürebileceği kaygısı ve bu toplumun artık bu cendereye sığmayacağının sezgisi iç içe. Buhranın içinde bir ümit ışığı parıldıyor. Faruk Gürler seçilmeyecek, bir sene içinde siyaset ve toplum süratle canlanacak. Emin Alper’den, o basık havanın içindeki ümit tohumunu maçtan taşırarak zihnimize sızdırmasını bekleyebiliriz. Hiç didaktizme düşmeden yapabilir bunu… Sahadaki gerilimi, sadece aksiyona, kavga dövüşe abanmadan, asabiyeti çehrelere, edalara yedirerek göstermesini de bilecektir yönetmenimiz. Tepenin Ardı filmi, bunun teminatıdır. Bazen de saha bir peyzaj olarak sahne alacak, Dinyakos krampona sıvanmış bir çamur topağı, korner bayrağının bir çırpınışı, kale ağlarının rüzgârdan hışırdayışı seyirciyi gerecektir. Kolaya kaçıp tribünlere sığınmasını yakıştırmam yönetmenime. O başka iş. Bu film sahada geçiyor.
Yine Abluka’da (Reha Erdem’in de ustası olduğu gibi), sesi neredeyse bir oyuncu kılma ustalığı da önemli. Fonda, seyircinin gümbürtüsünü bile bastıran bir başka uğultu hayal ediyorum: cezbe hâlinin ve vücudu zorlamanın, zihnin bulanıklaşmasının uğultusu… Lütfen, Abluka’nın ses mühendisi Fatih Aydoğdu’yu da istiyorum ekipte.
Casting - Ankaragüçlüler
Evvela, listenin başına yazıp rol düşüneceğimiz bir aktör var. Ankaragücü taraftarı Hakan Boyav’ın bu filmde ehemmiyetli bir rol almaması düşünülemez. Kendisini kaleci Baskın Soysal olarak düşündüm. Hem boyu uzun. Saçını biraz sarartmalı. Baskın’ın o iyicil bakışını takınmasını isteyeceğiz Boyav’dan.
Baskın Soysal o maçı hatırlarken, üçüncü arkadaşı da atılınca hakemin başına dikilip bağırıp çağırdığını fakat hakemin kendisini atmaya cesaret edemeyip “Baskın kalene git!” dediğini anlatır. İşte bu sahnede Hakan Boyav birçok performansından bildiğimiz dellenmeyi çıkartabilir içinden.
Başrollerden biri, galibiyet golünü atan Köksal Mesci olmalı. Keşke jenerasyon tutsa, Ahmet Mekin oynasaydı. Prodüksiyonun bütçesini bilemiyorum ama gönlüm Kıvanç Tatlıtuğ’u istiyor. İşini ciddiye alan aktörün kendi klişesini nasıl değiştirebildiğini gördük. Sarışınlığı uyuyor, gür saç, pos bıyık ‘uygulamasıyla’ benzerlik sağlanır.
Biraz uzun ama “Film bu, kurgu neticede.” Erman Toroğlu’nu Erman Toroğlu’na oynatmak gibi bir numara yapabilir miyiz? Bir ahbap anlatmıştı; vaktiyle televizyonda Maraton programına denk gelen, tek kelime Türkçe bilmez bir Amerikalı gözünü alamamış ondan, tam bir ekran mahlûku. Yaş ve tonaj sorunu var; belki kilo verir ya da makyajla falan ayarlanır. Olmazsa Gürkan Uygun, diyorum.
Oyundan atılan Ankaragüçlüler de önemli. Kaptan Selçuk Yalçıntaş, Zafer Algöz olabilir. Delici bir bakışı var, bir ‘şahin bakış’ (kendisini tavlamak için ‘kartal’ da diyebiliriz). Oyundan atılma anının enerjisini, usta oyuncu güzel çoğaltacaktır. ‘Tatar Metin’ lakaplı Metin Yılmaz’ı, Rıza Kocaoğlu’na oynatalım. Göztepelidir, Ankaragücü’yle köklü bir husumetleri var malûm, filmde o hıncı dönüştürerek kullanmasını isteyeceğiz.
İlk golü atan Mehmet Aktan, ‘Sarı Mehmet’ önemli bir figür, maçın yıldızlarından biri. Sermet Yeşil, tehditkâr ifadesiyle, gayet iyi oturur. Masraf çok artmayacaksa, sahanın yıldızlarından Zafer Göncüler’i de değerlendirebiliriz. Temiz yüzlü, diğerleriyle kontrast yapar. Öner Erkan’la karşılayabiliriz. Ankaragücü başkanı Sabri Mermutlu’yu, 70’lerdeki bıyıklı babayiğit hâliyle, İlker Aksum’a canlandırtalım. Hele finali, onun “Alkışlayın beyler!” sözüyle yapacaksak, Aksum’un iyi becerdiği kontrollü coşkunluk performansına ihtiyaç duyarız.
Casting - Diğerleri
Filmin kahramanı Ankaragücü takımı olduğuna göre, Fenerbahçeliler fazla rol çalmamalı. Ağırlıkla figüranlarla temsil edeceğiz. Fakat başrollerden birinin Yılmaz Şen olacağı aşikâr. Hem beraberlik golünü atıyor, hem kavga dövüş oyundan atılıyor. Erman Toroğlu’nun aktardığına göre, beraberlik golünü attıktan sonra küfredip durmuş oyun içinde. Fenerbahçe’nin hocası Didi maç sonrası demiş ki: “Yılmaz, Fenerbahçe’nin en hırçın ve sinirli oyuncusudur. Bana kalırsa Yılmaz’ın üstüne gitmeyi önceden planlamışlardı ve bunda da muvaffak oldular.” Bu demeci de o atılma anına flashback yaparız. (Didi için Yattara’yı düşündüm. Tercüman rolünde tabii ki Halil Yazıcıoğlu. Halil’in tek bilmediği dil Portekizce, onun da taklidini rahat yapar.)
Yılmaz Şen rolünün layığı tereddütsüz Erdal Beşikçioğlu’dur. Boyca ve huyca dik. Kemik. Farkındayım, prodüksiyon masrafı şişiyor - ama hayal işte…
Büyük golcü Cemil Turan’ı figürasyonda ezdirmek olmaz. Masum yüzlü gol canavarını Ruhi Sarı’yla onurlandıralım. Mağlubun hüznünü bilhassa onun yüzünden izleyelim. Kaleci Ilie Datcu, özellikle 88’de golü yerken sahne alacak. Şevket Çoruh’u düşündüm. Tıpkı karşı kaledeki Baskın gibi Datcu da iyi iyi bakardı. Şevket Çoruh’tan, hain bakışını paranteze almasını isteyeceğiz.
Hakem Muzaffer Sarvan (Oğuz Sarvan’ın da babasıdır) rolü için Güven Kıraç biçilmiş kaftandır. Biraz saç ilavesiyle. Kırmızı kart dalaşlarında babacanlıktan huşunete, huşunetten ürküye gidip gelirken şayet başrollerden birine evrilmezse, herhangi bir festivalden yardımcı oyuncu ödülü ceptedir.
Son bir kaprisim daha olacak. Ankaragücü antrenörü Ziya Taner, sahadan atılan Selçuk’u itip kakan saha komiseri Kazım Arkal’ı şikâyet etmiş maçtan sonra. Saha komiseri olarak Settar Tanrıöğen’i istiyorum. Pardösüsünün eteklerini savura savura saha kenarında çaresizce koştursun…
Based on a true story.