Egolara Fısıldayan Adam

15 dk

Phil Jackson, 11 yüzüklük dev koleksiyonunu oluştururken Michael Jordan, Kobe Bryant gibi yıldızları da yönetmeyi başardı. Ve işi hiçbir zaman sanıldığı kadar kolay olmadı.

"Kendini çok büyük gören şımarık bir çocuk… Yönetilemez..."

Phil Jackson'ın Ruhunu Arayan Takım kitabında Los Angeles Lakers'ın 2003- 2004 sezonunu anlatırken Kobe Bryant için kullandığı ifadelerden bazıları böyle. Spor gibi testosteronun aşırı bol olduğu bir dünyada, Kobe gibi bu hormona ziyadesiyle sahip bir karakteri toplum önüne suçlu olarak atan bu tip ifadeler nadir görülür. Ve böyle tabirlerin genel sonucu en basit haliyle hayat boyu süren bir çekişme, çoğu durumda ise kan davası olur. Phil Jackson'ın 2002-03 ve 03-04 sezonlarında düzenli olarak Kobe ile sorun yaşadığı, takım içinde ciddi kutuplaşmaya neden olan Shaquille O'Neal-Kobe Bryant çekişmesinde hep Shaq'ın yanında durduğu bilinmeyen bir şey değildi ama bunları kitapta alenen okumak, Kobe gibi bir karakterin suçlandığını görmek herkes için sürpriz olmuştu. Çünkü spor çevrelerinde herkesin bildiği takım içi sorunlar dışarda nadiren dile getirilir, getirilse bile çoğu zaman alt perdeden ve ima yoluyla yapılır. Elbette kitap ve Lakers'ın yaşadığı sorunların ortaya dökülme şekli zamanında büyük fırtınalar koparmıştı. Ama aradan bir yıl bile geçmeden ne oldu? Phil Jackson tekrar Lakers'ın başına geldi. Üstelik Kobe'nin onayıyla, yanında saf tuttuğu Shaq takımdan takasla gönderildiği halde…

Phil Jackson'ın en büyük gücü ve 11 şampiyonluk yüzüğü getiren sırrı tam da bu işte. Her sporcunun egosu vardır. Olmalıdır da. Onları zaten çok özel bir seviyeye çıkmışken daha da ileriye iten, yıllarca insanlık dışı tempolarda çalıştıktan sonra daha da fazla efor harcamaya yönelten iç dinamikler arasında çok müstesna bir yeri var egonun. Ama bunu yönetmek ve yönlendirmek ne sahip olanlar için ne de çevresindeki akıl hocaları için kolay bir iştir. Spor gibi daha ölçülebilir alanlarda yaralanması veya başkalarını yaralaması ise daha olası.

Jackson yanındakileri, üstelik egosu diktatör seviyesindeki kişileri bile etkisi altına alabilecek bir 'guru'ydu. Zlatan Ibrahimovic'le hiç çalışmaması muhtemelen spor ve magazin dünyasının en büyük kaybı. Sonuçta, Michael Jordan ve Kobe Bryant'la çalışıp defalarca hedefe ulaşmış birinden söz ediyoruz. En vahşi atları ehlileştiren, hadi ehlileştiren demeyelim de en azından doğru yönlendirebilen çok özel bir karakterdi Jackson. Gözlerinden şimşekler çıkan sporculara Zeus olmayı öğretti.

Peki onu her biri bu alanda kâğıt üzerinde usta olması gereken onlarca üst düzey koçtan farklı kılan neydi? Bunun yanıtını vermek kolay değil. Neden bazı politikacılar, psikologlar, müdürler, öğretmenler, herhangi bir alanda lider veya yönlendirici olanlar diğerlerinden ayrılıyorsa ondan. İşin püf noktası tam olarak çözülebilmiş olsa çok daha fazla örnek olur, çok daha fazla kişi benzer yollar belirlerdi. Her şeyden önce bu bir karakter ve karizma konusu. Söylediklerinizin, yaptıklarınızın ağırlığı ve değeri tartışılmaz ama bunun karşı tarafa nasıl geçtiği belki de daha önemli. Aynı fıkrayı aynı kelimelerle ben anlattığımda farklı, Cem Yılmaz anlattığında nasıl farklı oluyorsa aynı cümleleri Doug Collins, Kurt Rambis veya Rudy Tomjanovich kurduğunda farklı, Phil Jackson kurduğunda farklı sonuçlar yaratabiliyor. Elbette Jackson'ın selefi olan bu üç koçu küçümsemiyoruz. Keza üçünün de kariyerinde ayrı başarıları var. Nitekim Tomjanovich, Hakeem Olajuwon'la iki şampiyonluğa yürürken özellikle ikincisinde tarihi bir sezon geçirmişti. Kimbilir Jackson orada olsa belki aynı sonucu alamayacaktı. Olajuwon egosu çok düşük ya da en azından bunu kendi içinde çözebilmiş bir karakterdi.

Biraz geriye dönersek Phil Jackson'ın koçluk kariyerine Porto Riko'da başlamış olması muhtemelen sahip olduğu potansiyel 'egolara fısıldayan adam' karakteri için en iyi eğitim sahası oldu. Misal kolej gibi koçun dini lider gibi algılandığı bir yerde başlasa veya NBA'de asistan olarak daha oyuncu odaklı bir ortamda olsa kendini bulması daha zor olabilirdi. Ama orası Porto Riko. Oyuncuların yüzde 90'ı dünyanın en iyisi olduğuna inanıyor. Özellikle de skorerler. Tek başlarına maçı geçtim, 3. Dünya Savaşı'nı kazanabileceklerine aynı zamanda da kansere çare bulabileceklerine inanıyorlar. Kültür öyle. Böylece Jackson onlarca Jordan'ın olduğu bir ortamda kendisini geliştirdi! En nihayetinde Pamplona'da büyüdüğün zaman matador olmak görece daha kolay. Nitekim arada CBA'de de çalışarak tek amacı kendini öne çıkarıp bir NBA kontratı kapmaya çalışan oyuncularla da tecrübe kazandı. Özetle, egonun da önceliklerini takım hedeflerinin önüne koymanın da kralını gördü.

Porto Riko günlerinden sonra NBA'e adım atmak kolay değil elbette. New York'daki oyuncu geçmişi sayesinde belli bir ismi vardı, öyle çok baskın bir şöhreti olmasa da… Ama 1987'de Chicago Bulls'ta asistan koç görevi almayı başardı. Doug Collins'e iki sezon asistanlık yaptıktan sonra takımın başına getirildi. Bu sürecin Michael Jordan'ın etkisi, en azından oluru alınmadan gelişmesi imkânsız. Çünkü Collins'in Jordan'ın üzerine kurduğu takımla sürekli Detroit Pistons'ın 'Kötü Çocukları'na takılması efsane oyuncunun da sabrının sınırlarını aştı. Doug Collins onu oyun kurucu da dahil her mevkide, her rolde, her görevde, her şeyde kullanıyordu. Kırk dakikanın üzerinde bir ortalamayla üstelik... Jordan 87-88'de hem MVP hem Yılın Savunmacısı seçilmesine karşın Detroit'e elenmişlerdi. Keza ertesi yıl yine Pistons evine gönderdi Bulls'u…

Jackson başa geldikten sonra ilk yaptığı şey hücumu asistan koçu Tex Winter'a devretmek oldu. Bunun iki büyük avantajı oldu. Birincisi her şeyi devletten bekleyen oyun anlayışını değiştirip yine Jordan'ın merkezde olduğu ama topun el ve yer değiştirdiği, katılımın arttığı bir düzen geldi oyuna. İkincisi ve daha önemlisi, Jordan gibi oyuncuların kısıtlanmaya hiç gelemediğini, sürekli topu atmak istediğini bildiği için bunu ona dikte edenin kendisi olmamasını sağladı. Sistem ve Winter bu işi yapacaktı. Üçgen Hücum'a sonsuz inanan 67 yaşındaki Winter'ın kimseye eyvallahı olmadığı için Jordan'la çatışma işini de ona bıraktı. Kendisini arabulucu, görev delege edici role çıkardı. Jackson'ın sözleriyle ifade etmek gerekirse "Üçgen Hücum'u içselleştirmek bir-iki ay değil, en az bir-iki sezon ister."

Başta süreç öyle şu andan görüldüğü gibi güllük gülistanlık da değildi zaten. Jordan çok sorguladı Üçgen Hücum'u... Sonuçlar da öyle çok görkemli değildi. Jackson'ın ilk yılında da sezonun son maçı Doğu Finali yedinci maçında Detroit deplasmanında alınan 93-74'lük hezimetti. Jordan 31 sayı, 8 ribaund, 9 asist ile oynamıştı ama takımın geri kalanı 15/63 isabetle hepi topu 43 sayı atabilmişti. En büyük yardımcıları Horace Grant ve Scottie Pippen 27'de 4'te kalmıştı. Sonrasını biliyorsunuz. Jackson'ın ikinci sezonunda son iki yılın şampiyonu Detroit'i 4-0 geçti Bulls. Sonra da Lakers'ı devirerek tarihindeki ilk şampiyonluğa ulaştı. Akabinde beş şampiyonluk daha geldi. Jordan'ın ara verdiği dönemin ayırdığı iki ayrı üçleme. Three-peat'in isim babası her ne kadar Pat Riley olsa da Jackson'ın alametifarikası olmalı. Nitekim Bulls'la iki defa yaptıktan sonra Lakers'la 2000-2002 arasında bir kez daha yaptı. 2009-2010'dan sonra dördüncü kez yapacağı düşünülürken 2011'de tökezledi. Ve koçluk kariyerini 11 şampiyonlukla tamamladı. 20 sezonda 11... Hiç fena değil.

Belki de bu three-peat'ler esas başarısını en iyi anlatan nokta. Üç kere şampiyon olmak zaten başlı başına büyük bir başarı da bunu üst üste yapmanın esas zorluğu zihinsel. Evet çok iyi kadrolara sahip olmak şart. Ancak NBA temposunda üst üste üç şampiyonluk kazanamayan nice büyük kadro var. Bunun en büyük sebebi zihinsel yıpranma. O baştaki açlığı ve isteği üçüncü sezona taşımak, üst üste iki yıl dokuz ayda 100'er maç oynamışken diğer iyi takımlar kadar istekli olmak hiç kolay değil. Nitekim Jordan'dan Jackson'a, Kerr'den Curry'ye herkes ilk şampiyonluğun dev bir motivasyon, ikincinin şampiyonun gururu, bilgeliği üçüncünün ise tamamen irade ve inat olduğunu ve sonuncusunun ilk ikisinden katbekat zor geldiğini her fırsatta söyleyecektir. Jackson'ın üç defa üçleme yapması elbette temelde Kobe ve Jordan gibi yüz tane kazansa da zerre tatmin olmayan psikopatlık seviyesinde rekabetçi oyunculara sahip olmasına dayanıyor. Ama hem onları hem takımın geri kalanını doğru yönlendirip zihinsel olarak odaklayabilmesinin farkını da unutmamak gerek...

Jackson asla teknik-taktik üstünlükleri ile öne çıkan bir koç olmadı. Öğrenmesi basit ama uzmanlaşması anormal zor olan Üçgen Hücum'un tüm sorumluluğunu zaten Winter'a devretmişti. Son beş-altı sezona kadar en etkili düzen olan toplu tarafı kalabalıklaştırma odaklı savunmanın mucidi değildi belki ama ilk uygulayıcısı oldu. Lakin bunu da diğer asistanı Johnny Bach yönetiyordu. Nitekim Jackson, New York'da yöneticiyken basketbolun nasıl değiştiğini ve bu değişimi çok da okuyamadığını Üçgen Hücum'daki ısrarı ve adam değişme temelli savunmaları istememesiyle de gösterdi. Jackson koçtan çok takımın CEO'su ve gurusu gibiydi. Bunda da gelmiş geçmiş en iyisiydi.

Sadece Jordan veya Kobe gibi kazanmak için cinnet geçiren tipleri yönlendirmek veya yapılması gereken işleri delege etmekte mahir değildi Jackson. Bunlar bile başlı başına yeterli ama 25 yıllık kariyerinde en üst düzey rekabet içinde beraber çalıştığı herkesten maksimuma yakın verim almayı başardı. Scottie Pippen gibi çok yetenekli ama düşük profilli bir noktadan gelenlere özgüven ve kendini tanımlamayı, Pau Gasol gibi sofistike, çok yönlü, yetenekli oyunculara kendini adamayı, Shaquille O'Neal gibi yüzde 70'iyle bile herkesten üstün olduğunu bilen ve kazanmaktan çok eğlenmeyi sevenlere yüzde 70'in üstüne çıkarlarsa daha çok eğlenebileceklerini anlatan, Horace Grant gibi profesyonel ama biraz kendine dönük isimlere alan bırakabilen, Bill Cartwright gibi sınırlı işler yapıp bunların değeri görülmediği için eleştirilen isimlere dış seslere kulağını tıkamayı gösteren, Lamar Odom gibi kafası karışık bir karaktere dinginliği öğreten, Rodman gibi çatlak bir figürün, yaptıklarının yarısının şov amaçlı olduğunu bildiği için, şovuna izin vererek asıl kaçık taraflarını tatmin etmesini sağlayan da Jackson'dı. Üstelik bunların hepsini Jordan ve Kobe gibi kazanmakla aklını yitirmiş alfa oğlu alfa karakterlerin baskısı altında başardı.

Her insan farklı, her insanın beklentileri ve ihtiyaçları da farklı. Koçluk bir yol göstermedir. En iyi yolu gösterebilirsiniz ama eğer o yolu kat edecek kişiler buna tam olarak ikna olmazsa başarıya ulaşamazsınız. Phil Jackson çalıştığı herkesi o yolda yürümeye ikna ederken eğer ellerinden geleni yaparlarsa bireysel veya kolektif amaçlarına en hızlı şekilde ulaşacaklarına da inandırdı. Hemen hepsi de yaptılar. Bireysel özgünlüklerinden vazgeçmeden bir arada hareket etmeyi başararak yaptılar hem de...

Phil Jackson'la ilgili en çok anlatılan hikâyelerden biri de oyuncularına ve asistanlarına önerdiği kitaplardır. Kitap tavsiye etmek öyle basit bir şey değil aslında. Herkesin takdir edeceği, evrensel, biraz klişe kitapları önermek kolay ve geçerli bir yöntem elbette. Ama her bireyin tercihine ve ihtiyacına uygun birer kitap önermek... İşte o en değme psikanalistin, en değme akıl hocasının zorlanacağı bir alan. Jackson dünyanın en başarılı kitap kulübünü kurup onunla NBA'i fethetti.

Socrates Dergi