Futbolda Alternatif Yapılanma: Taraftar Yönetimi

6 dk

Yöneticiler taraftarların futboldan anlamadığını savunur, taraftarlar da yöneticilerin. Peki bu iki taraf bir olsa sonuç ne olurdu?

Genç Brian her zaman olduğu gibi bisikletiyle evine dönüyordu. Önünde uzun bir yol onu bekliyordu ve Manchester civarında hiç eksik olmayan yağmur yavaş yavaş şiddetini artırmaktaydı. Ancak o yüzüne çarpan damlaların farkında bile değildi. Gözü yolda, aklı ise az önce deplasman tribününden izlediği takımının kaçırdığı gollerdeydi. Gene olmamıştı... Biricik takımı Altrincham FC bir maçtan daha yenilgiyle ayrılmış ve mağlubiyet serisini tam 22 maça çıkarmıştı. Zaten kulübün sahipleri de 1959/60 sezonundan sonra kulübü ligden çekmeye ve ardından da kapatmaya karar vermişlerdi. Kulüp sahiplerinin aksine 11 yaşındaki Brian bu kadar kolay pes etmeyecekti. Eve döner dönmez kentin yerel gazetesine altı sayfalık bir mektup yazarak parası olan birilerinin kulübe yardım etmesini istedi. Bu mektuptan çok etkilenen gazete editörü, Brian ile röportaj yapılmasını ve mektubun tamamının basılmasını sağladı. Genç Brian’ın futbol aşkını ve kulübüne olan bağlılığını anlattığı mektup büyük ilgi çekecek ve iki yerel işadamı kulübü satın almaya karar verecekti. Bu sayede tüm borçları silinen Altrincham FC, sonraki yıllarda hızlı bir yükselişe geçerek Kuzey Bölgesi Premier Ligi’ne kadar çıktı. Takım günümüzde İngiltere Ulusal Amatör Ligi’nde mücadele ediyor. Hiçbir üst düzey başarısı yok, altyapısından yetiştirdiği hiçbir oyuncu milli takım düzeyinde futbolcu olmadı veya büyük bir kulübe imza atmadı. Ancak genç Brian büyüdü ve Altrincham FC’nin kurtuluş hikâyesinden büyük bir ders çıkardı: İnanmış bir taraftarın önünde hiçbir engel duramaz.

Bu hikâye yalnızca amatör bir takımın yok olup olmaması meselesiyle ilgili değil. Aynı zamanda 90’larda İngiltere ve 2000’lerle birlikte Avrupa futbolunda bir mihenk taşı olacak ‘taraftar yönetimi’ modelinin de başlangıç hikâyesi aslında. Brian o gün o mektubu yazarak takımını kurtarmış olmasa, belki de ileride gönlünü kaptıracağı Northampton Town’ı iflastan kurtaracak taraftar yönetim modelini hayata geçiremeyecekti. 1992 yılında kayyuma gitmesine kesin gözüyle bakılan kulübün, ancak taraftarın yönetime aktif olarak katılmasıyla kurtulabileceğini iddia eden Brian Lomax, günümüzde yüzlerce kulübün bu modeli kullanarak başarı ve istikrarı yakalamasına da öncülük etti. Onun bu ilk adımı sayesinde artık her geçen gün daha fazla kulüp, taraftarını yalnızca müşteri olarak değil, kendi varoluşlarının bir parçası olarak görme eğiliminde.

İngiliz Futbolunda Sessiz Devrim: Northampton Town Taraftar Vakfı

Dünya futbol literatürüne geçmiş en önemli iki stadyum faciası dört yıl arayla İngilizleri de kapsayacak şekilde yaşanmıştı: 1985 Şampiyon Kulüpler Kupası final maçından kısa bir süre önce yaşanan Heysel faciasında 39 kişi ölmüş, UEFA İngilizleri Avrupa kupalarından süresiz men etmişti. 1989’da ise İngiltere Federayson Kupası çeyrek final müsabakası esnasında tam 96 kişinin ölümüyle sonuçlanan Hillsborough faciasında da bir öncekinde olduğu gibi fatura yine taraftara kesilmişti. İki trajedide de sahada olan takımın, Liverpool’un ateşli taraftarları, İngiliz hükümeti ve ülke basını tarafından günah keçisi ilan edilecekti. Halbuki daha sonra anlaşılacağı üzere facianın tek nedeni taraftar taşkınlığı değildi. Heysel’in ardından Hillsborough’nun da yaşanması ile artık köklü bir değişimin zamanı gelmişti. Dönemin İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher ülkede futbol faaliyetlerinin durdurulmasını önerecek kadar ileri gitse de bu talebi rağbet görmedi. Ancak Demir Leydi’nin verdiği emirle oluşturulan komisyon, futbolun holiganlardan kesin olarak temizlenmesine yönelik kararlı adımların atılmasını sağlayabildi (Scraton, 2009).

Hikâyenin buraya kadarki kısmı defalarca yazılıp çizildi. Ancak 1990 yılında Lord Taylor ve ekibinin hazırladığı meşhur Taylor Raporu’nun ardından İngiliz taraftarların ve taraftar gruplarının uğradığı dönüşüm hep perde arkasında kaldı. 1992 yılında Brian Lomax’in Northampton’ı kurtarma planı olarak sunduğu taraftar yönetimi modeli de aslında bu değişimin bir parçasıydı. Holiganizm gerçeği inkar edilemeyecek boyutlarda olsa da hükümetin ve futbol otoritelerinin her taraftara holigan gözüyle bakması Lomax’i çok rahatsız ediyordu.

Sonuçta bu oyun taraftar olmadan varolamazdı ve esas amacı futbol izlemek olan büyük ve sessiz bir taraftar kitlesi de vardı. İşte Lomax, bu kitleyi harekete geçirecekti.

Keoghan’a göre (2014) taraftar yönetimi sistemi hayata geçirilmeden önce, bir kulüp iflasın eşiğine geldiği takdirde taraftarın önünde yalnızca iki seçenek olurdu: Hiçbir şey yapmamak ya da karşılığında bir şey beklemeden kulübe yardım için para toplamak. Lomax sayesinde üçüncü bir seçenek daha ortaya çıkacaktı: Kulüpleri için para toplamak ve karşılığında ise 'bir şey' almak.

Northampton Town Taraftar Vakfı, (NTST) 1992 yılında, taraftarların yarattığı fonların bir araya getirilip kulübe kontrollü bir şekilde aktarılmasını sağlayan tüzel bir kişilik olarak kuruldu. Lomax’e göre, taraftarlar bu şekilde kulüplerini kurtarmak için gerekli fonun yaratılmasını sağlarken, öte yandan da bu fonun kullanımı sırasında bizzat söz sahibi oluyordu. Vakfın kulüp yönetimine aktif katılımda bulunmasıyla taraftarlar karar mekanizmasının bir parçası haline geliyor; bu şekilde olası bir idari ve iktisadi krizin de önü kesilmiş oluyordu (Lomax, 1999).

NTST türünün ilk örneği olarak bir başarı hikâyesiydi. Oluşturduğu fon ile kulüplerinin kayyuma gitmesini engelleyen NTST üyeleri, bu fonu kulübe hibe etmek yerine kulüp hissesi satın alarak kulüplerinin sahibi oldular. Kulübün yeni yönetim kuruluna ise eski yönetimden dört üye ile beraber NTST bünyesinde seçilmiş iki taraftar temsilcisi katılmıştı. İngiliz futbolundaki sessiz devrim işte böyle başladı.

Taraftar Yönetimi Modeli Yayılıyor

Taraftar Yönetimi Modeli, İngiliz futbolunun en büyük iki sıkıntısına büyük ölçüde çare buluyordu: Finansal Darboğaz ve Holiganizm. Finansal problemleri taraftarın desteğiyle aşan kulüpler, aynı zamanda taraftarların kulüp yönetiminde sorumluluk almasıyla holiganizm probleminden de önemli ölçüde kurtuluyordu. Akım, İngiltere’de hızla yayılacak ve oradan Kıta Avrupası’na sıçrayacaktı.

Hillsborough’nun ardından geçen 11 yıl içinde Premier Lig kurulmuş, ülke genelinde stadyumlar yenilenmiş, futbol ticarileşmiş, kısacası İngiliz futbolu muazzam bir dönüşümden geçmişti. Birçok kulüp Taraftar Yönetimi Modelini benimsemiş olsa da hükümetin veya yerel otoritelerin desteği olmadan taraftar entegrasyonu bağlamında istenilen sonuçların alınması mümkün değildi. Üstelik bilet fiyatlarının artmasıyla futbolun pahalı bir eğlence haline gelmiş olması, işçi sınıfının futbola erişimini kısıtlı bir hâle getirmişti. Tam da bu noktada potansiyeli gören iktidardaki Tony Blair ve İşçi Partisi, Taraftar Yönetimi Modelini hükümet olarak desteklemeye karar verdi.

Tony Blair hükümeti 2000 yılında Supporters Direct (SD) adlı çatı örgütü kurarak, taraftar yönetiminin kurumsallaşma sürecini hızlandırdı. SD’ye aktardığı fonlarla taraftarların eğitilmesini, örgütlenmesini ve söz konusu model çerçevesinde yeni taraftar vakıflarının kurulmasını sağladı. Bugün -2014 rakamlarına göre- Büyük Britanya genelinde taraftar vakfı ve/veya müşterek topluluk sahipli toplam 203 kulüp ve bu vakıf ya da topluluklara üye 676 bin 271 kişi bulunuyor. Bu kulüplerden 75’inde taraftar vakfının en az bir temsilcisi aynı zamanda kulübün de yönetim kurulunda bulunuyor. Bu vakıfların bugüne kadarki süreçte direkt olarak kulüpleri için yarattıkları fon miktarı ise 31 milyon 555 bin 659 sterlin (Supporters Direct internet sitesi).

Günümüzde taraftar yönetimi modelini kullanan en tanınmış kulüp ise İngiltere Premier Lig ekiplerinden Swansea City. 2002 yılında kulüp kötü günler geçirirken sorumluluk üstlenen Swansea City taraftar vakfı, topladığı fon ile kulüp hisselerinin %19.99’unu alarak kulübün üçüncü büyük hissedarı olur. Ayrıca imzalanan hissedarlık sözleşmesiyle yönetim kurulunda kalıcı olarak bir üye bulundurma hakkını elde eder. Swansea City saha dışındaki bu devrimi sahaya da yansıtarak 2011/12 sezonunda Premier Lig’e çıkmayı başarır. Siyah-Beyazlılar, 2011 yılından bu yana Premiler Lig’in istikrarlı bir takımı olarak mücadele etmeye devam ediyor (Football Supporters Europe internet sitesi).

Futbolda Kurumsal Yönetişim

Taraftar yönetiminde üç temel ilke mevcut: Demokratik yönetim, kapsayıcı üyelik ve kâr amaçlı olmamak. Özellikle kişi ve şirket sahipli kulüplerin en büyük sıkıntısı olan kapalı karar mekanizmaları taraftar yönetiminde yerini Almanya’da da sıkça kullanılan %50+1 oy sistemine bırakıyor. Bu yapıda kulüpteki toplam oy hakkının en az %50+1’lik bölümü demokratik şekilde kurgulanmış ve üyeliği herkese açık olacak olan taraftar vakfının elinde bulunmakta. Demokrasiden kasıt, temelde ‘bir üye-bir oy’ prensibinin kabul edilmesi anlamına geliyor. Tabii taraftar vakfına üyelikte hiçbir ayrımcılık yapılmıyor ve kotalar konulmuyor. Üçüncü unsur ise vakıf veya kulüp tarafından yaratılacak fonların sadece kulübün gelişimi ve ilerlemesi adına kullanılması; yani kâr odaklı olmamak. Bu yapıda kulübün hissedarı dahi olsanız, sene sonu elde edilecek kâr, temettü olarak size verilmiyor ve kulübe geri dönüyor. Supporters Direct’in İngiltere çapındaki etkinlikleri sayesinde bu akımın Avrupa’ya sıçraması kaçınılmazdı. 2008 yılında bir başka İngiliz taraftar örgütü olan Futbol Taraftarları Federasyonu, (FSF) ilk Avrupa Taraftar Kongresi’ni düzenledi. Arsenal’ın Emirates Stadı’nda düzenlenen bu kongrede amaç, İngiltere’de ki taraftarlar arasındaki güçlü iletişim ağını Avrupa’ya yaymaktı. Kongrenin sonunda Avrupa Futbol Taraftarları, (FSE) fikri ortaya atıldı. 2009 yılında Hamburg’da düzenlenen Avrupa Futbol Taraftarları Konferansı’nda hazırlanan tüzük de resmi başlangıç sayıldı. (Football Supporters Europe internet sitesi) FSE’nin en önemli özelliği, UEFA tarafından resmi olarak tanınan ve desteklenen tek taraftar örgütü olması. Kuruluş amacı, Avrupa genelinde gerek bireysel gerek topluluk olarak taraftar haklarını savunmak, idari ve hukuki konularda onlara destek olmak ve taraftarların kulüpleri karşısında seslerini duyurabilmelerini sağlamak. Temel çalışma alanları ırkçılık, ayrımcılık, şiddet karşıtlığı ve iyi yönetişim ilkelerini benimsetmek. Supporters Direct kadar taraftarları kulüp yönetimlerine aktif şekilde dâhil etme amaçları olmasa da özünde aynı kaygıyı taşıyor: Taraftarların müşteri değil; oyunun bir parçası olduğunu göstermek.

FSE’nin yapılanmasında üç çeşit üyelik mevcut: Bireysel / taraftar grubu / ulusal taraftar federasyonu üyelikleri. FSE’ye üye olmak ücretsiz ve 14 yaşından büyük herkese açık. Yönetim kurulunda yer almak istendiği takdirde tek yapılması gereken, 18 yaşının üstünde olup her yıl düzenlenen genel kurulda aday olmak. Genel kurulda bireysel üyelerin birer, taraftar grubu üyelerinin üçer ve ulusal taraftar grubu üyelerinin 10’ar oy hakkının olduğu bir dağılım var. (Football Supporters Europe internet sitesi)

Türkiye'de Taraftar Yönetimi: İlk Adımlar

İngilizlerin 90’larda geçirdiği sürecin bir benzerinin son yıllarda Türkiye’de yaşandığını söyleyebiliriz. Özellikle 6222 sayılı kanunun 2011 yılında yürürlüğe girmesi ve ardından 2014 Mart ayında e-bilet uygulamasına geçilmesiyle ülke genelinde taraftar örgütlerinde ciddi bir hareketlenme başladı. 2011 öncesi örneklerini gördüğümüz taraftar mücadeleleri, 2012’de Taraftar Hakları Derneği’nin ve 2013’te Taraftar Hakları Dayanışma Derneği’nin kurulmasıyla renklerden bağımsız ve kolektif bir hal aldı. Artık taraftarlar sahada renklerini, saha dışında da bir arada haklarını savunacaklardı. Türkiye futbolunun taraftar yönetimi modelinden çıkaracağı pek çok ders var.

Ülkemizde kulüpler dernek statüsünde kuruldukları için aslında taraftarlar, İngiltere’deki yapıya göre yarışa bir adım önde başlıyor. Çünkü derneğe üye olan herkesin genel kurulda eşit temsil edilme hakkı var. Ancak buradaki yapıda, taraftar yönetimi modelinin temel ilkelerinden biri olan kapsayıcı üyelik unsuru bulunmamakta. Birçok kulübün tüzüğünde genel kurul üyesi olabilmek için birtakım önkoşullar veya kısıtlamalar mevcut. Dolayısıyla kulübe üyelikte sınırlama koymak yerine kolaylık sağlayıp daha çok taraftara ulaşılmalı. Bu noktada kulüplerin ve Türkiye Futbol Federasyonu’nun taraftarları bir dış etken veya bir engel gibi değil, oyunun bir parçası olarak görmesi gerekiyor.

Ülke futbolunda taraftar yönetimi konusunda henüz ilk adımlar atılıyor ve gidilecek uzun bir yol var. Ancak genç Brian’ın takımı uğruna bisikletiyle kat ettiği yüzlerce kilometre bizlere motivasyon kaynağı olmalı. Ne de olsa mücadele etmeden kazanılmıyor.

Kaynakça:

Dunning, Eric, Patrick Murphy and John Williams. 1990. The Roots of Football Hooliganism: An Historial and Sociological Study. London: Routledge.

Hamil, Sean, Jonahtan Michie, Christine Oughton and Steven Warby eds. 2001. The Changing Face of Football Business London: Frank Cass Publishers.

Keoghan, Jim. 2014. Punk Football: The Rise of Fan Ownership in English Football. Durrington: Pitch Publishing.

Lomax, Brian. 1999. Supporter Representation on the Board: The Case of Northampton Town FC.

In The Business of Football: A Game of Two Halves? Edited by Sean Hamil, Jonathan Michie and Christine Oughton. Edinburgh: Mainstream Publishing.

Scraton, Phil. 2009. Hillsborough: The Truth. Edinburgh: Mainstream Publishing. Watkins, Trevor. 2000. Cherries in the Red: From terrace to boardroom – one fan’s fight to save his club. London: Headline Publishing.

Football Supporters Europe. (http://www. fanseurope.org/en)

Supporters Direct. (http://www.supportersdirect.org)

Taraftar Hakları Dayanışma Derneği. (http://www. tarafder.org)

Taraftar Hakları Derneği. (http://www. taraftarhaklari.org)

Taylor Raporu. 1990. (http://www.southyorks. police.uk/sites/default/files/hillsborough%20 stadium%20disaster%20final%20report.pdf)

Emir Güney

4. Sayı
Temmuz 2015



Socrates Dergi