socratesXreflect_alt

FIFA'nın İç Yüzü

12 dk

Futbol, birçok günahı örtebilen, büyüleyici bir oyun. FIFA'nın İç Yüzü belgeseli, bu günahların bazılarını karşımıza çıkarıyor. Peki, bunu yaparken ne kadar samimi?

Futbolun, ancak dört yılda bir gerçekleşen 'hac mevsimi' geldi çattı, 18 Aralık'a kadar herkesin gözü kulağı Dünya Kupası'nda olacak. Turnuva, bu defa aralık ayında ve alışık olmadığımız bir coğrafyada düzenleniyor.

2 Aralık 2010 tarihinde, Sepp Blatter'in elinde tuttuğu zarfta Katar'ın adı göründüğü andan beri spor kamuoyu; daha önce hiçbir sportif başarısı bulunmayan, 2 milyon nüfuslu, 'küçük' bir Arap ülkesinin, aralarında ABD'nin de bulunduğu güçlü rakiplerini alt etmesinin ardında yatan gerçek sebebi sorguluyordu.

Zamanlaması manidar FIFA'nın İç Yüzü belgeseli bu sorunun cevabını, meseleyi biraz daha geriden ve futbolun endüstriyelleştiği günlerden başlayarak arıyor. 2015'te patlak veren FIFA Gate Skandalı'nı, konuşan kafalar yöntemiyle ve olayın aktörlerini sanık kürsüsüne çıkartarak masaya yatıran dört bölümlük belgesel, ikircikli bir tavırla Blatter'den önce Havelange'ı, bugün yerine dünü işaret ediyor. Belgeselin el çabukluğuyla maskelediği gerçekleri kazımak için sahiden de eskiye, Havelange dönemine gitmek gerekiyor.

1974 FIFA Seçimi

FIFA'nın İç Yüzü'nün, futbol tarihini öncesi ve sonrası diye ayırdığı bir milat var: 1974 FIFA başkanlık seçimi. FIFA'nın ilk altı başkanı Avrupalıydı ve yedinci başkanı belirleyecek 1974 seçimlerine, Avrupa dışından bir isim, Brezilya Spor Konfederasyonu Başkanı Jean-Marie Havelange adaylığını koymuştu. Havelange, üçüncü dünya ülkelerine koloni gözüyle bakan, "FIFA bir centilmenler kulübüdür" anlayışına sahip Avrupamerkezci futbol elitlerini devirmek için yola çıkan bir isimdi.

Futbol ile politikayı ayırma prensibiyle hareket eden mevcut başkan Stanley Rous'un, seçimler öncesinde, yıllardır görmezden geldiği sorunlarla yüzleşmesi gerekiyordu. İlk yedi Dünya Kupası'nda -1934'teki Mısır hariç- herhangi bir Afrika takımı boy gösterememişti. Afrika Futbol Konfederasyonu'nun (CAF), FIFA'nın İngiliz başkanından, 1966'da İngiltere'de düzenlenecek -ve İngiltere'nin kazanacağı- sekizinci turnuva için tek bir talebi olmuştu: Afrika'nın bir takımla da olsa temsil edilmesi. FIFA'nın yanıtı, 16 takımlık kontenjanın 15'ini Avrupa ile Amerika kıtasına ayırmak ve kalan tek yer için de Afrika, Asya ve Okyanusya temsilcilerini play-off'a davet etmek oldu. Afrika da karşı yanıt olarak turnuvayı boykot etti. (İroniktir ki, turnuvadaki Afrika doğumlu tek futbolcu olan Eusebio, 1966'nın gol kralı olacaktı.) Üstelik Rous'un, kendi içinde iki farklı federasyona sahip Güney Afrika'nın beyaz üstünlükçü tarafını resmi temsilci kabul etmesi ve İngiltere'nin politik tavrına paralel olarak Apartheid Rejimi'ni aklayan tutum sergilemesi diğer Afrika ülkeleri tarafından şiddetle eleştiriliyordu.

FIFA ile CAF arasındaki gerginliğin sürdüğü yıllarda Havelange, elindeki en büyük silah Pele'yle beraber, 18 yıl gibi kısa sürede üye sayısını 4'ten 37'ye çıkaran Afrika kıtasına şaşaalı seferler düzenlemeye başladı. Kurulduğu günden beri eşit oy prensibiyle Vanuatu'yla Fransa'nın, Uganda ile İngiltere'nin oyunu bir tutan FIFA'da, Afrika ülkelerinin bir bir sömürgecilerinden kurtularak bağımsızlıklarını ilan etmeleri ve oy hakkı kazanmaları dengeleri sarsan bir gelişmeydi. FIFA'nın açmazda olduğu yerler Afrika'dan ibaret değildi. Şili'de kanlı bir darbe olmuştu ve Dünya Kupası play-off'undaki rakipleri Sovyetler Birliği, hapishaneye dönüştürülen bir stadyumda maça çıkmayı reddediyordu. FIFA ise maçı oynatmaya kararlıydı; FIFA yetkilileri nezaretinde Şilili futbolcular, dünya tarihinde bir ilke imza atarak, rakibin olmadığı bir maçta, topu boş kaleye yuvarlayarak turnuva vizesi aldı. Şili'de yaşananlar ve Çin ile FIFA arasındaki gerilim Doğu Bloku'nu da Havelange'ın tarafına yaklaştırmıştı. Böyle bir iklimde gerçekleştirilen seçimlerin kazananı Havelange oldu. Onun yönetimi devralması hem FIFA hem dünya futbolu için yeni bir çağı müjdeliyordu.

Havelange'ın FIFA'sı

Hitler'in gövde gösterisi yaptığı 1936 Berlin Olimpiyatı'na yüzücü olarak katılan, askeri diktatörlükle yönetilen Brezilya'ya 1970 Dünya Kupası'nı kazandıran Havelange, spor ile siyaset arasındaki ilişkiyi en iyi çözen isimlerden biriydi. Kitleleri peşinden sürükleyen futbol, iktidarlar için bir meşruiyet aracıydı ve FIFA, bunu sağlayabilecek en büyük kurumdu. Havelange'ın öncelikli işlerinden biri, genişleme oldu. FIFA'ya Afrika'dan, Asya'dan, Karayipler'den yeni üyeler kattı, Dünya Kupası kontenjanını artırarak bu ülkelere turnuvada yer açtı. Sadece Dünya Kupası'na katılmak bile, demokratik yollardan iktidara gelmeyen veya ülke içinde sıkıntılar yaşayan rejimler için bir meşruiyet kaynağıydı. Bir işinsanı olan Havelange, futbolun politik yanı kadar ticari yönüyle de ilgileniyordu. Futbol, özellikle Dünya Kupası aracılığıyla en ücra yerlere ulaşırken, çeşitli ticari fırsatların da kapısını aralıyordu...

Sepp Blatter ve Jean-Marie Havelange

Sepp Blatter ve Jean-Marie Havelange

Güney Amerika, Afrika veya Asya sportswashing'e* aşinaydı ama ilk kez bir iş modeli olarak önlerine futbol konuluyordu. Henry Kissinger'la dirsek temasını hiç yitirmeyen Havelange, ABD'lilerin politik yöntemlerinin yanında, iş yapma tarzlarını da kendisine örnek almaktaydı. Nihayetinde 1936'da Hitler'e meydan okuyan Jesse Owens bile adidas ayakkabılarıyla koşmuştu. Brezilyalı yönetici için bu olgu, Hitler'e meydan okumak kadar önemliydi. Havelange'ın FIFA'sı bir yandan spor ile politika arasındaki mesafeyi kısaltırken diğer yandan başta Coca-Cola ve adidas olmak üzere birçok şirketi futbol dünyasının merkezine yerleştirmeye başladı.

1978'de renkli televizyon yayıncılığının başlamasıyla yeni bir ticari atılım gerçekleşti; artık her ev bir stadyum, her insan da bir seyirci, bir müşteriydi. Milyarlarca insana ulaşan FIFA, federasyonlara kontenjanlar dağıtıp karşılığında yayın ve reklam hakları toplamaya başladı. Ortada çok kârlı bir iş modeli vardı ve FIFA'nın kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olarak kalması her geçen gün zorlaşıyordu. Cömert bir işinsanı olarak Havelange; anlaşmalara imza atan kişileri ve federasyonları ödüllendirmeyi, rüşvetler dağıtmayı da asla ihmal etmiyordu. Anlaşmaların ve döngünün devamını sağlamak için büyük bir yolsuzluk ve rüşvet ağı kuruldu.

Bu süreçte FIFA da küçücük binasından ayrılıp yeni yapılan devasa karargâhına taşındı, kâr amacı gütmeyen bir kuruluştan matbaası hiç durmayan bir darphaneye dönüştü. Bugün, endüstriyel futbolla ilişkilendirilen her şey, Havelange dönemiyle başladı. Orada atılan tohumlar büyüdü, FIFA Gate'e ve Blatter'e evrildi.

Şeytanın "Gör" Dediği

FIFA'nın İç Yüzü, Blatter dönemini ve sıkça tartışılan Katar seçimini bu bağlam içerisinde ele alıyor ve Blatter'i Havelange'ın mirasçısı, Katar'ı da Arjantin 1978'in devamı olarak kodluyor. Teknik olarak doğru bir analoji. Havelange göreve geldiğinde Blatter, adidas adına, gayrı resmi olarak FIFA'da pazarlama çalışmaları yürütüyordu. Hatta Blatter, önceki genel sekreter Halmurt Kaeser'in kızıyla -Rous'un davet edilmediği bir törenle- hayatını birleştirmişti. Havelange'ın 24 yıllık görev süresi boyunca yanında yer alan Blatter, rol modelinin emekli olduğu 1998'de başa gelmiş, onun mirasını ve yönetim anlayışını, 2015'te patlak veren FIFA Gate Skandalı'na kadar devam ettirmişti. Dünya futbolunun en büyük organizasyonu, hazindir ki, yarım asırdan uzun bir süredir Blatter'in, kayınbabasının ve manevi babasının yönetimindeydi. Bu nedenle de Katar vakasını ilk defa yaşanan benzersiz bir örnek gibi görmek yerine bu devamlılık zinciri üzerinden ele almak oldukça sağlıklı bir yaklaşım. Belgesel de tam olarak bu noktada duruyor ama sorun, kendi ajandası doğrultusunda hareket etmesi ve bağlamı, bir araca dönüştürmesi.

Michel Platini ve Sepp Blatter

Michel Platini ve Sepp Blatter

Belgesel, tıpkı Havelange öncesi dönemde olduğu gibi, bütün meseleye, Avrupamerkezci bir zaviyeden yaklaşıyor. Alt metinlerinde üçüncü dünya ülkelerinin rüşvet ve yolsuzlukla iç içe geçtiği, Avrupa dışındaki federasyonların alınıp satılabildiği, FIFA'nın eşit oy mantığının yolsuzluğa kapı araladığı gibi önermeler yatıyor. Sanık kürsüsünde Blatter olmasına rağmen Avrupa futbolu ile kendisi arasında doğrudan bir bağ kurulmuyor fakat yolsuzluk zincirine Afrika'dan, Asya'dan, Karayiplerden dahil olan isimler, bir birey değil de o kültürün, ülkenin ve federasyonun temsilcisi olarak kodlanıyor. Blatter, Avrupa'yı temsil etmezken, Bin Hammam Arap dünyasının kendisine dönüşüyor.

Dört bölüm boyunca, endüstriyel futbol ve onun bütün kötülükleri, sinik bir tavırla, dış dünyadan Avrupa'ya taşınan bir hastalık olarak yansıtılıyor. Rous döneminin beyaz üstünlükçü anlayışı, nostaljik bir özlemle anılıyor. Kirli düzene de bir noktada ABD'liler/Beyaz Avrupalılar dur diyor ama davalar, FIFA'nın Condor Planı'na göre hareket ettiği bir dönemde değil, İngiltere ve ABD'nin Dünya Kupalarını Rusya ve Katar'a kaptırdığı zamanda geliyor. Ve UEFA -Platini bahsine rağmen- bu kirli dünyanın dışında tutuluyor. Bütün renkler hızla kirlenirken, sonunculuk UEFA'ya veriliyor. Eğer FIFA'nın İç Yüzü'nün bir gizli yapımcısı olsaydı, bunun UEFA olduğuna dair yüklü bir bahis yapmak, üzmeyen bir yatırım tavsiyesi olurdu.

"Ben Avrupalıyım. İnsanlara ahlak dersi vermeye başlamadan önce, üç bin yıldır dünyanın dört bir yanında yaptıklarımız için, önümüzdeki üç bin yıl boyunca özür dilemeliyiz" diyen FIFA Başkanı Gianni Infantino, Katar'daki işçi ölümlerini, alkol yasağını ve LGBTI+ bireyleri bekleyen tehlikeleri konuşmak isteyenleri, binlerce yıl öncesine davet ederek susturmuştu. FIFA'nın İç Yüzü de aynı refleksle çizgiyi 1974'e çekiyor. Infantino ve belgesel özünde haklı, söylediklerinde en ufak bir yanlış yok. Katar ve Arap sermayesi ne ilk ne de son ama ikisi de bugünkü suyu bulandırmak için dünü kullanıyor. Havelange dönemini, FIFA'nın kirli geçmişini, yolsuzluk ağını, endüstriyel futbolun zehirli yönlerini aktarmak ile Katar'ı konuşana 1978 Arjantin'i işaret etmek, stadyumlarda ölen işçilerin ailelerine tazminat isteyene göçmen teknelerinden bahsetmek farklı mevzular; biri insanlık onuruna, diğeri whataboutism'e** hizmet ediyor. Maalesef belgesel, ilkindense ikincisine yakın.

Futbol, birçok günahı örtebilen, büyüleyici bir oyun. Dünya Kupası ise bu örtülerin en işlevseli. Hitler'in, Franco'nun, Videla'nın izinden giderek futbol ile imaj tazelemeye çalışan Körfez Krallıkları, dünya futboluna milyarlarca dolar akıttıktan sonra, en büyük sahnede, bir gövde gösterisine hazırlanıyor. Temiz bir yarın için FIFA'nın bugünü kadar dününü de bilmek önemli ama çizginin çekildiği yere dikkat etmek de elzem. Süleyman Demirel'e de uyarlanan bir Rus şakasıyla, FIFA'nın İç Yüzü belgeseli hakkında son sözü söylemek gerekirse: 1990'ların ortalarında, İngiltere Başbakanı John Major, Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin'den Rus ekonomisini tek kelimeyle tanımlamasını ister. Yeltsin de "İyi" yanıtını verir. Daha fazla ayrıntı arayan Major, Yeltsin'e bunu iki kelimeyle anlatıp anlatamayacağını sorar. Yeltsin bu sefer "İyi değil" der.

*Sportswashing kavramı; kamuoyu nezdindeki imajını düzeltmeyi ve gündemi kendileri için fayda yaratacak şekilde değiştirmeyi amaçlayan kişilerin, kurumların ve devletlerin spordan fayda sağlama çabası olarak özetlenebilir.

**Literatürümüze "28 Şubat'ta Neredeydin?" olarak da geçen, bir argümanı çürütmek için karşıdakini ikiyüzlülükle suçlayan bir safsata biçimi.

Socrates Dergi