Roket Takımı

7 dk

Hücum ya da savunma... Bazı oyuncuların saha içerisindeki görevi ne olursa olsun, en güçlü yanları roketle yarışabilecek şutları olmuştur. İşte bu özellikleriyle tarihe geçenler...

Tony Yeboah

Yirmi yıl geçti. Ne fark eder? Hızlı ve güçlü bir Afrikalı forvet gördüğümüzde, hâlâ zihnimizde o canlanabiliyor. Doksanlı yılların ‘Avrupa’dan futbol’ konseptli programlarında, en kötü iki haftada bir onun acayip bir golüyle karşılaştığımızı düşününce, şaşırtıcı bir sonuç değil bu. Örneğin 23 Eylül 1995 günü Wimbledon’a attığı üç golden birini nasıl unutur ki insan? Ganalının, kaleye 35 metre uzaklıkta göğsüyle kontrol edip dizinden sektirdiği topu yere indirerek rakibini çalımladıktan sonra ceza yayı civarından üst direğin altına attığı o imzayı... Hoş, Yeboah’a sorsanız bu maçtan bir ay önce Liverpool’a 25 metreden attığı voleyi daha çok beğeniyor ki golün mağduru David James daha geçen ay anlattı: “Yediğim o golden sonra Gana futboluyla ilgilenmeye başladım.” İki golün, çok sert vuruşlar sonucunda gelmeleri ve üst direk temaslarının dışında bir ortak noktaları daha var: Ters ayakla atılmış olmaları.

Jimmy Floyd Hasselbaink

2006 UEFA Kupası Finali’nin hangi iki takım arasında oynandığını sorsak, herhâlde önce bir tereddüt edersiniz. Sevilla’nın ilk kupası olduğunu söylediğimizde, muhtemelen Sevilla-Middlesbrough maçını hatırlarsınız. Ama öncesi var... İngiltere Premier Lig’in son haftasındaki Manchester City-Middlesbrough maçı, 2005-2006 sezonu için UEFA Kupası vizesi alacak takımı belirleyecekti. İlk yarının ortasında, her maçta defalarca karşılaşılan cinsten bir serbest vuruş kazandı M’Boro. Kaleyi cepheden ama 30 metre öteden gören bir noktaydı. 33 yaşındaki Hasselbaink geçti topun başına. Her zamanki gibi, yalnızca iki adım gerildi. Saatte 230 kilometrelik hızıyla tarihin en hızlı frikiği olduğu söylenen şutta top, tıpkı Yeboah’ın golünde olduğu gibi üst direğin altından sekerek fileleri buldu. Kaleci, yine David James’ti.

Ronald Koeman

Ronald Koeman, zaman zaman orta saha oynasa da kariyerinin büyük bir bölümünü savunmanın ortasında geçirdi. Formayı sırtından son kez çıkardığında, ardında 250’yi aşkın gol bıraktı. PSV’de oynadığı üç sezonda sırasıyla 19, 26 ve 18 gol attı. Barcelona’da da sınırlarda dolaşmaya devam etti; 1993-1994 sezonunda Şampiyonlar Ligi’nin gol kralı oldu mesela. Bu goller, istisnalar haricinde dört ana başlıkta toplanabilirdi. Epeyce gerilip koşarak attığı plase penaltılar, korner organizasyonları, uzaktan sert şutlar ve frikikler. Adıyla birlikte akla gelen golü de yine bir frikikti. 1991-1992 Şampiyon Kulüpler Kupası Finali’nin 111. dakikasında Barcelona’nın kazandığı serbest vuruşa, Sampdoria’lı oyuncular uzun uzun itiraz etti. Bu itiraz boşa değildi. Koeman’ın 188 km/s hıza ulaşan vuruşu, kupayı Barcelona’ya getirecekti.

Adriano

Ronaldo’dan sonraki Ronaldo’ydu Adriano. En azından birkaç yıl için. Tıpkı Ronaldo gibi, insanı gördüklerinin gerçekliğinden şüphe ettirecek kadar iyiydi. Selefinden iyi bir özelliği varsa o da uzaktan sert şutlarıydı. Bazen çaprazdan hiç beklenmedik anda çıkan bir füze, bazen bir frikik… Disiplinden uzak, dağınık hayatı nedeniyle devri kısa sürse de, Adriano o birkaç yıla bir ömür boyunca izleyip “İşte bu benim!” diye övünebileceği çok sayıda futbol ânı sığdırdı. Futbolunu en iyi özetleyen golü, 2004-2005 sezonunda 50 metre driplingle savunmayı yerden yere sürükleyerek Udinese’ye atmıştı. Gücünü en iyi özetleyen ise Palermo kalesine gönderdiği bir şuttu. 30 metreden kaleye vurdu, üst direkten dönen top, kaleye yine 30 metre uzaklıkta yere düştü.

Roberto Carlos

Roberto Carlos hakkında söylenecek ne kaldı ki? Dünyada sert şutlarla özdeşleşmiş bir futbolcu varsa, o da Carlos’tu. Frikikleri, sadece futbol sahalarıyla sınırlı bir olgu değil, bir popüler kültür figürüydü; filmlerden reklamlara kadar işlendi. Tarihin en iyi frikiği kabul edilen, ‘imkânsız frikik’ diye anılan golünü ise belki de dünyada görmeyen kalmadı. Fransa, İtalya, İngiltere ve Brezilya’nın katılımıyla 1997 yılında ertesi yılki Dünya Kupası’na hazırlık amacıyla düzenlenen Fransa Turnuvası’nda ev sahibi karşısında 35 metreden kazanılan serbest vuruşta çıkardığı şut, yıllar sonra video oynatan cep telefonları çıktığında dahi popülerdi…

Arie Haan

Johan Neeskens ve Gerrie Mühren ile birlikte, Rinus Michels yönetiminde, Johan Cruyff önderliğindeki efsane Ajax’ın orta sahasını oluşturuyordu Arie Haan. 1974 Dünya Kupası’nda libero, 1978’de orta saha, 1975’te transfer olduğu Anderlecht’te forvet arkası oynayacak kadar çok yönlü bir oyuncuydu. Savunmadaki başarısıyla bilinse de en önemli özelliği uzaktan attığı muhteşem gollerdi. 1978 Dünya Kupası’nda önce Sepp Maier’in koruduğu Batı Almanya kalesine, üç gün sonra da finalisti belirleyecek maçta Dino Zoff’un koruduğu İtalya kalesine yolladığı füzelerle, bugünün babaları-dedeleri nezdinde hep hatırlanmayı garantiledi.

Rainer Bonhof

Lakaplar, Türk futbolundaki varlığını 1990’lı yılların ortalarına dek sürdürdü. En güzel örneklerinden biri, Ankaragücü’nün Natuk Baytan filmlerinden çıkmış bir karakter gibi görünen futbolcusu ‘Bonhof Nazmi’ydi. Zaman zaman ‘Bombacı Nazmi’ namıyla da anılan oyuncu, lakabını dönemin devi Borussia Mönchengladbach ve Batı Almanya Milli Takımı’nın metrelerce gerilerek attığı frikiklerle ünlü defansif orta sahası Rainer Bonhof’tan almıştı. 1983 yılında futbolu bırakan Bonhof, uzun bir süre benzer vuruşlarda akla gelen isim olmayı sürdürdü. Özellikle, 1978’de Şampiyon Kulüpler Kupası yarı finalinin son dakikasına girilirken Ray Clemence’in koruduğu Liverpool kalesine yolladığı frikik, unutulmazlar arasına girmişti.

Hami Mandıralı

‘Bonhof’ lakabı Nazmi Erdenerin’e layık görüldüyse de ‘Bonhofizm’in Türk futbolundaki en önde gelen takipçisi, Hami Mandıralı’ydı. Hatta bayrağı Bonhof’tan da ileriye taşıdığını söylemek gerekebilir. Türkiye sınırları içine giren ilk futbol topundan bu yana, topa Hami kadar sert ve isabetli vuran başka hiçbir futbolcu yetişmedi. Onu engellemek için on kişilik barajlar da kuruldu, “Serbest vuruş olacağına pozisyon olsun” diye ayaklar geri de çekildi. Doksanlı yıllardaki bir milli maçta, tehlikeli bir noktadan serbest vuruş kazanılınca apar topar oyuna alınıp topun başına geçirilecek kadar iyiydi…

Gabriel Batistuta

Doksanlara tanıklık edip de Batistuta’yı sevmeyen bir futbol meraklısı var mıdır? Vardır elbet, dünyada her şeyin sevmeyeni var. Ama aslolan şu ki bu kesim istisnadır. Uzun saçları, hırsı, bitiriciliği ve kendine has gol sevinciyle Arjantinli süper yıldız, dünya futbolunun bir nevi ortak mirasıdır. Golün her türlüsünü atan isimdir Batistuta; bir santrforda olması gereken her şeye noksansız sahiptir. Uzaktan sert şutlarına da bir parantezden fazlası açılır. Öyle ki bazı gollerinde filelerin esnekliği yetmeyecek, kale yerinden çıkacak sanırdınız. Sonuçta kale yerinde kalsa da top golün en güzel cinsinin kahramanı olurdu. Kimi zaman cetvelle çizilmiş gibi dümdüz, kimi zamansa Fiorentina formasıyla Old Trafford’da attığı gibi süzülerek...

Steven Gerrard

Gerrard’ın Liverpool kariyerinden bize kalan son ikonik sahne, Chelsea karşısında ayağının kaydığı ve şampiyonluğu kaybettirdiği o andı. O kariyerin geneli ise bunun tam zıttıydı. Liverpool’u eski başarılı günlerine taşıyacak genç yetenek olarak altyapıdan çıkış, günbegün yükseliş, yüklenilen sorumluluklar ve her kritik anda sahnede beliren yıldız… 2004-05 Şampiyonlar Ligi’ndeki Olympiakos maçının son dakikasında, ceza sahası dışına seken topa yaptığı vuruşla açılan şampiyonluk yolu, ertesi yıl FA Cup Finali’nde, yine son dakikada West Ham’a 35 metreden attığı inanılmaz gol… Hepsi birer kahramanlık filmi senaryosu gibiydi.

Michael Ballack

Michael Ballack, oyunu kuran teknik oyuncuların en özellerinden biriydi. Evet, göze hoş gelen, zarif bir futbol tarzına sahipti. Ama türevlerinden farklı olarak, büyük bir fizik üstünlüğü de vardı. Bu üstünlük, onu hem savunma anlamında değerli kılıyor hem de sık sık kafa golü atan bir oyuncu hâline getiriyordu. Sadece bu da değil. Genellikle ayak içi plaselerle gol bulan Alman yıldız, yeri geldiğinde çok sert şutlarla rakip kaleciyi çaresiz bırakırdı. Euro 2008’de Avusturya filelerini ışık hızıyla tanıştıran vuruşu, bunlardan yalnızca biriydi.

Hulk

Hulk’a dair tüm sözlerin dönüp dolaşıp aynı yere gelmesinden sıkılmış olabilirsiniz fakat biz de farklı bir şey söylemeyeceğiz. Güçlü bir sol ayak, kayda değer bir futbol yeteneği, ismini aldığı çizgi roman karakteri kadar müthiş bir güç, Brezilyalı genleri… Ama sonuç, sıfıra yakın. Şu sıralar Çin Ligi’nde oynayan ve bugüne dek kendisinden bekleneni asla veremeyen oyuncunun, geriye dönüp bakıldığında elle tutulur tek başarısı, uzaktan vurduğu sert şutlar. Daha fazlası için artık çok geç. Görünen o ki Hulk, hiçbir zaman verimliliğin peşinde koşan analitik bir futbolseveri tatmin etmeyecek ama tek özelliği nedeniyle her zaman sokakta onu taklit etmek isteyen bir çocuk olacak…


20. Sayı
Kasım 2016



Socrates Dergi