socratesXreflect_alt

Kara Bulut

34 dk

‘Kara Bulut', kötü günlerin metaforu olarak simgelenir. 1992 yılının Mart ayında Mecidiyeköy semalarında beliren bulutlar, Ali Sami Yen Stadı'nın üzerine çöktü ve Türk futbolunun gidişatını değiştirdi.

Avrupa arenasından sık sık boynu bükük ayrılan Türk futbolu, 1989’da Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı final görmüştü. Benzer bir atmosfer üç sene sonra Galatasaray ve Mustafa Denizli önderliğinde bir kez daha ortaya çıkmıştı. Kupa Galipleri Kupası’nda önce Stahl Eisenhüttelstadt’ı, sonra Banik Ostrava’yı eleyerek çeyrek finale yükselen Sarı-Kırmızılılar, Werder Bremen ile eşleşti. Bir Türk takımının Almanlara karşı favori olarak görüldüğü günlerde hedef galibiyetten fazlası; finaldi. Özel kanaldan yayınlanan, tribünleri doldurtan, kar yağışıyla hatırlanan ve Türk futbolunda bir kırılma yaratan eşleşmeyi tanıklarına sorduk.

Bülent Korkmaz (Futbolcu): Benim Galatasaraylılığım bu kadar yüksekse; bu maç da o bağlılığı pekiştiren anlardandı.

Hayrettin Demirbaş (Kaleci): O eşleşme Galatasaray’daki kaderimin çizildiği maçlardandır. Başka bir sonuç çıksaydı Galatasaray’da çok daha farklı bir konumda futbolu bırakabilirdim.

Mustafa Denizli (Teknik direktör): Bazı maçların hatırlanması için sadece kazanmak yetmiyor. Yaşanmışlık çok önemli. Werder maçı, ekstrem bir maçtı…

Halil Özer (Muhabir): Çocuk 14 yaşında, o maç oynandığında dünyada yok ama Taner’i görünce “Nasıl vuramadın?” diyor. Adam kaç yaşına geldi, hâlâ onu o pozisyondan hatırlarlar.

(Foto muhabiri Vedat Danacı odaya girer.)

Halil Özer: Vedat, sende karda oynanan Werder Bremen maçının fotoğrafları var mı?

Vedat Danacı (Foto muhabir): Taner’in gol kaçırdığı maçı diyorsun… Rotariu ile Taner…

Iosif Rotariu (Futbolcu): Galatasaray taraftarlarının hepsi o maçı ‘Rotariu’nun pozisyonu’ olarak hatırlar.

Halil Özer: Taner’e ‘Baba’ deriz, hâlâ da görüşürüz. Her görüştüğümüzde de bu konu açılır, “O golü nasıl atamadın?” diye takılırız.

Taner Alpak (Futbolcu): Bundan bir buçuk sene önce stadyumda Halil Abi’yi gördüm. Döndü, “Vay baba, n’aber?” dedi. “Aman abi, yeter artık ya!” dedim. Sahada o gün 40 bin kişi vardır herhalde. 40 biniyle de karşılaşmışımdır değişik şehirlerde…

Bülent Korkmaz: “Kariyerinizde sizi hangi maç etkiledi?” derseniz, evet UEFA Kupası da var ama taraftar açısından Werder Bremen maçı beni çok etkilemiştir.

Bülend Karpat (Star TV muhabiri): İnsanlar o gün, “Maçı nerede izleyeceğiz?” diye takla atıyorlardı. Kahvehaneler, birahaneler her yer ağzına kadar doluydu. Komşular, çanağı olan evlere maç izlemeye gidiyorlardı. Bir Türk takımı Kupa Galipleri Kupası’nda çeyrek final oynuyor yahu!

1 | Fırtına

Muhammet Altıntaş (Futbolcu): Sigi Held dönemi bir fiyaskoydu. Held tabii ki başarılı olmak isterdi ama bize hava yakalatamadı. Profesyonel futbolda havayı yakalamak çok önemlidir. O havayı yakalarsan, iyi takım olmasan bile bir şeyler yaparsın.

Erdal Keser (Futbolcu): Daha önce çalıştığımız, takımı tanıyan bir hocayla beraber olmak önemliydi. 1990 yazında Mustafa Denizli geri geldi. Takımı düzenledi ve sonrasında başarılı bir süreç geçirdik.

Raşit Çetiner (Yardımcı antrenör): Galatasaray’ın 3. Lig’deki takımını çalıştırıyordum. Mustafa Abi’nin geldiği sezon, onun yanında yardımcı antrenörlüğe başladım.

Bülend Karpat: Mustafa Denizli ‘Yüzde 51’ kavramını çıkaran isimdi. Bunu söylediğinde de henüz genç bir teknik adamdı. Futbolu yeni bırakmıştı. 34-35 yaşlarındaydı. Özgüvenin hiçbir zaman kaybedilmemesi gerektiğini vurgulardı.

Bülent Korkmaz: Mustafa Denizli bizim için farklı bir teknik direktördür. Beni genç yaşlarda Avrupa kupalarında oynatmıştı. Avrupa’da başarılı olma düşüncesiyle yoğrulmuş bir teknik adamdır. Takımın başına tekrar geldiği zaman da aynı düşüncelere sahipti.

Muhammet Altıntaş: Mustafa Hoca Aachen’dan döndüğünde, Avrupa’da çalışmanın verdiği özgüvenle gelmişti. O da farklı bir tecrübedir. Hoca o tecrübeyi bize de aktarmıştı.

Iosif Rotariu: Kadrodaki oyuncuların birçoğu milli takımlarda oynuyordu. Ben Romanya Milli Takımı oyuncusuydum, Roman Kosecki de Polonya’nın önemli isimlerindendi. Bülent, Tugay Kerimoğlu, Uğur Tütüneker, Muhammet, Yusuf Altıntaş da milli takımın devamlı oyuncularıydı. Harika bir takımdık.

Mustafa Denizli: Ben döndüğümde Galatasaray’ın revizyona ihtiyacı vardı. Gitmeden evvel Bülent ve Tugay’la başlattığım bir hareket vardı. O hareketin devamını; Arif Erdem, Okan Buruk, Hamza Hamzaoğlu, Tayfun Hut ve Taner’le yeni bir oluşuma çevirmeye çalıştık. Önemli başarılar kazanmış kadronun ayrılması, hem teknik adamlar hem de futbolcular için zordu. Dolayısıyla sancılı dönemlerdi ve asgari kayıplarla atlatmaya çalıştık. Döndüğüm sezon ligde ikinci olduk, Türkiye Kupası’nı kazandık.

Ahmet Akcan (Yardımcı antrenör): Kupa Galipleri Kupası’nda sistem farklıydı. 32 takımla oynanan bir turnuvaydı. Dört maç yaparak çeyrek finale, son sekiz takım arasına kalınabiliyordu. O dönemle günümüzdeki organizasyonlar arasında çok fark var. Bugün o noktalara çıkmak daha zor.

Tayfun Hut (Futbolcu): İlk turda Eisenhüttenstadt’ı elemiştik. Doğu Alman takımıydı… Deplasmandaki maçta sokağa çıkma yasağı vardı .

Taner Alpak: Berlin Duvarı yeni yıkılmıştı. Dazlaklar kaldığımız oteli basmıştı. Doğan Koloğlu’na falan saldırmışlar. Yusuf Abi de oradaymış. “Abi neredesin?” dedim, bana bağırdı: “Ne neredesin, var ya o boyalılar, onlar aşağıyı bastı!” Köpekle falan girmişler, polis de elektro şokla köpeği bayılttı.

Ahmet Akcan: Eisenhüttenstadt, birleşmeden dolayı, Doğu Almanya’dan katılacak bir takım olduğu için karşımıza çıkmıştı. Yoksa kendi ülkelerinde üçüncü ligdeydiler. Onlardan sonra eşleştiğimiz Banik Ostrava da bizden daha iyi bir takım değildi.

Mustafa Denizli: Banik Ostrava’ya buradaki ilk maçta kaybettik, 1-0. Enteresan bir maç olmuştu. Maçtan sonra, “Bunları eleyeceğiz!” dedim. O maç sonrasında biri kız, biri erkek iki gençle enteresan bir konuşmam vardı. Çocuğu, “Tur atlayacağız” diyerek rövanşa davet ettim. Geldi de…

"O maç sonrasında biri kız, biri erkek iki gençle enteresan bir konuşmam vardı. Çocuğu, 'Tur atlayacağız' diyerek rövanşa davet ettim." -Mustafa Denizli

"O maç sonrasında biri kız, biri erkek iki gençle enteresan bir konuşmam vardı. Çocuğu, 'Tur atlayacağız' diyerek rövanşa davet ettim." -Mustafa Denizli

Taner Alpak: Mustafa Hoca, rövanştan önce sahaya çıkmadan şunları söylemişti: “Çıkın, yenin ve gelin! Maçtan sonra sizi burada bekliyorum!”

Raşit Çetiner: Çekoslovakya’da bizim oğlanlar dehşet oynadı. Yusuf’un attığı muhteşem bir gol vardı. O günkü performansı etkileyen bir goldü o. Galatasaray’da futbolculuk kariyerimden sonra antrenör olarak da böyle işlere imza atıyor olmak güzeldi.

Tayfun Hut: Galatasaray formasını giyip Avrupa maçı oynamak her zaman farklıdır. Apayrı bir gezegende gibi olursun. Bambaşka bir boyuta geçersin…

Mustafa Denizli: Güzel bir rövanş olmuştu. Gol yiyerek başlamamıza rağmen, önce Yusuf harika bir gol attı, sonra da penaltıdan attık.

Öztürk Pekin (Spiker): Meslek hayatımda utanarak hatırladığım anlardan biri o maçta yaşandı. Arif ceza sahasına bir atak yaptı, feryat ediyorum; Arif düşmeden “Penaltı mı?” diye bağırıyorum. Sonrasında Arif de düştü, penaltı oldu ve maçı kazandı Galatasaray.

Mustafa Denizli: İlk maçtan sonra sıkılmıştım. Galatasaray Divan Heyeti’nden Sami Çölgeçen vardı. Bana bir puro verdi. “Yak, biraz kafan dağılsın. Sıkma canını bu kadar” dedi. Puroyu alıp cebime koydum, “Bunu ikinci maçtan sonra yakacağım” dedim. İkinci maç bitti, Sami Çölgeçen yanıma geldi hemen…

Taner Alpak: İstanbul’a döndüğümüzde, havaalanında bizi arka kapıdan geçirmişlerdi. Dışarıda insanların sevinci muazzamdı.

2 | Yağmur

Öztürk Pekin: Uzun yıllar, Türk takımlarının Avrupa maçlarındaki klasik cümlemiz, “Maalesef top ağlarımızda” idi. Avrupa denince takımların bacakları titriyordu. Kupa Galipleri Kupası’nda bir Türk takımının çeyrek final oynaması bizim için yeterliydi.

Taner Alpak: Çok güzel bir ortamımız vardı. Real Madrid’le bile oynasak yenmek için çıkacaktık. En kötü berabere kalırız diyorduk.

Ahmet Akcan: Galatasaray her ne kadar bizim en önemli markamız olsa da bir Alman takımıyla eşleştiğinde maçın doğal favorisi Almanlar olur. Ancak Mustafa Hoca’nın Türk futboluna belki de en önemli katkısıdır; ‘Rakip kim olursa olsun yenmek için oynamalıyız’ ve ‘Bizim onlardan farkımız yok’ düşüncelerini futbolcuların kafasına yerleştirmiştir.

Hayrettin Demirbaş: Otto Rehagel o dönem, “Bu turu kim geçerse kupayı alır” demişti.

Bülend Karpat: Werder Bremen maçı o kadar önemliydi ki o yayına, patron Cem Uzan bile geldi. Kadromuz iyiydi. Öztürk Pekin maçı anlatacak, yanında da yorumcu olarak Ali Kocatepe yer alacaktı.

Tayfun Hut: Maçtan bir gün evvel stadyumda antrenman yaptık. Orada Werder Bremen’li Dieter Eilts’ı gördük. Bisikletle idmana gidiyordu. Kendi kendime, “Avrupalı işte… Yarın çeyrek final oynayacak, bisikletle idmana gidiyor. Bizse otobüsle, kortej falan…” dedim.

"Kendi kendime, 'Avrupalı işte… Yarın çeyrek final oynayacak, bisikletle idmana gidiyor. Bizse otobüsle, kortej falan…' dedim." -Tayfun Hut

"Kendi kendime, 'Avrupalı işte… Yarın çeyrek final oynayacak, bisikletle idmana gidiyor. Bizse otobüsle, kortej falan…' dedim." -Tayfun Hut

Taner Alpak: Yusuf Abi, Eilts’ı görüp, “N’apıyo lan bu i.ne burada!” demişti. Adamlar o kadar rahattı. Biz idmandan otele dönüyoruz, adam bisikletle nehir kenarında dolaşıyor.

Hayrettin Demirbaş: Oraya gelmek için çok zor turlar geçtik. Ama Almanya’daki maç için iyi konsantre olamadık. Benim konsantrasyonumla herkesinki bir değildi.

Öztürk Pekin: İstanbul’dan gelen üç bin taraftar vardı. Bremen sokaklarında marşlar söylüyorlardı. Hepimiz havaya girmiştik.

Muhammet Altıntaş: Maça giderken Türk seyirciler büyük destek vermişti. Stadın üçte ikisi Almandı ama Türk seyirciler onları susturmuştu.

Tayfun Hut: Werder Bremen seyirci avantajını kullanmak için maça hızlı başlamıştı. Hayrettin Abi kurtardıkça bize özgüven geldi, direncimiz arttı.

Hayrettin Demirbaş: Almanya’daki maçta ben çok iyi oynadım. Dönem dönem zorlandık. İlk 20-25 dakika içinde, adamlar dört-beş tane yüzde yüzlük pozisyon yakaladı.

Mustafa Denizli: O eşleşmede aklıma ilk gelen, rövanş değil; birinci maçtır. İlk yarıda 1-0 öne geçtik; Kosecki atmıştı. 60. dakikadan sonra değişiklikler oldu ve oyun döndü.

Ali Kocatepe (Spiker): Kosecki nefis bir gol atmıştı. Top yere çarptı, sekti… Kalecinin kurtarması mümkün değildi.

Bülend Karpat: Almanya’daki maçta takım çok iyi oynadı. Galatasaray, Bremen’i sahasında mâhkum etti. 80 dakikaya yakın süreçte de maçı 1-0 galip götürdü.

Bülent Korkmaz: O gün cezalı olduğum için oynamamış, tribünden izlemiştim. Devamlı Bülend Abi ile röportaj yapıyorduk.

Bülend Karpat: Mustafa Yücedağ ile Bülent cezalı, Selçuk Yula ve Erdal sakat. Hatta Mustafa Hoca da Ostrava rövanşından dolayı iki maç ceza almış ve tribündeydi. Almanya’daki maç esnasında bir iki kere Mustafa’nın yanına gitmeye çalıştım. Ama beni görür görmez “Bülendciğim, maçtan sonra konuşalım” dedi. Esas devre arasında A Milli Takım Teknik Direktörü Sepp Piontek’le bir röportaj yaptım. Stadyumda görevli, Almanya’da yaşayan bir Türk’ten Almanca bildiği için yardım etmesini istedik. Ama baktık ki adam feci… Piontek de anında olaya müdahil oldu ve Türkçe konuşmaya başladı. Muazzam bir röportaj oldu. O da Galatasaray’ın oynadığı futboldan çok memnundu.

Erdal Keser: Dizimdeki kıkırdaklarda bir sorun vardı. Ameliyat olduğum için Almanya’daki maçta hazır değildim. Alman televizyonundan gelen teklif doğrultusunda o maçta yorumculuk yapmıştım. O zamanlar böyle şeyler mümkündü. İzleyenlere zevk veren bir takımdık. Bu nedenle de sakat olmak, maçı tribünden izlemek zulüm oluyordu. Ama futbol açısından güzel bir gündü.

Öztürk Pekin: Devre arasında “Süper oynuyoruz” diye konuştuk Ali Kocatepe’yle. Ali, “Alman takımı bu mu?” diye soruyor, ben de “Evet, bu!” diyorum.

Bülend Karpat: Dakikalar ilerledikçe takım yorulmuştu. Çok mücadele ettiler. Saha da ağır. Kıştan çıkılmış. Bizim çocuklar 70. dakikadan sonra yoruldular. Muhammet nefes alırken nabzı 180 falan atıyordu herhalde.

Ahmet Akcan: Almanya’daki maçta tamamen bir denge vardı. Öne geçmiştik ama işte, Türk futbolunda bir şeyler değişmediğini hâlâ görüyoruz. Son dakikalarda bireysel hatalardan goller yedik, şimdi de aynı golleri yiyoruz.

Hayrettin Demirbaş: Özellikle yediğim ilk golü hayatım boyunca unutamam. Yusuf kardeşim, Türk futbolunda en takdir ettiğim stoperlerden biridir. İnanılmaz güçlü ve kuvvetlidir. Ama orada bir anlık gaflete düştü. Arkasını döndü ve ayağı boşta kaldı. Penaltı noktası civarından çekilen şut benim sağ tarafıma geliyordu ama Yusuf’un ayağının ucuna çarpınca öbür köşeden direğin dibine düştü. Büyük bir talihsizlikti. Hâlâ o anı yaşıyorum.

Taner Alpak: Yusuf Abi’nin sakatlığı vardı, o “Oynayacağım” diyene kadar kadroda ben yer alıyordum. Hatta stoperde, santrforları Frank Neubarth’la adam adama oynayacaktım. Isındık, soyunma odasına geldik… Yusuf Abi, “Ayağım iyi, oynayacağım” deyince, esami kağıtları değişti, o girdi ilk 11’e. Ben sonradan oyuna girdiğimde maç berabereydi. Biraz daha savunma yapalım, en kötü 1-1 bitirelim diye oyuna girdim.

Raşit Çetiner: Ufacık bir konsantrasyon bozukluğu bizi öyle bir dağıttı ki maçın sonunda 2-1 geriye düştük.

Hayrettin Demirbaş: Kadromuza gençler gelmişti. Tecrübeli arkadaşlarımız da vardı. Ama bazı arkadaşlarımız ne kadar önemli bir maça çıktığımızın farkına varamadılar.

Tayfun Hut: İkinci golde Tugay bana verse belki pozisyonun devamı gol olmayacaktı.

Hayrettin Demirbaş: Tugay, Tayfun’a; Tayfun, Tugay’a bıraktı. Klaus Allofs araya girip aldı topu. Arka direğe ortaladı ve genç oyuncuları attı golü. O golleri onlar atmadı, biz yedik!

Öztürk Pekin: Otto Rehhagel çok takdir ettiğim bir hocadır. Almanya’daki maçta sonradan oyuna aldığı Stefan Kohn ve Marinus Bester, Bremen’in iki golünü atmıştı.

Raşit Çetiner: Yenen gollerden dolayı kimseye yüklenmedik. Zaten kaybettiğinizde önce antrenörler, sonra futbolcular kaybederler…

Bülent Korkmaz: Maçtan sonra soyunma odasında, son golü yememizle ilgili ufak bir tartışma oldu. Bizim takımın turu geçme düşüncesi, hırsı ve isteği soyunma odasındaki o hararetli tartışmada kendini belli etti.

“Maç sonunda Ali’yle “Bu turu geçeriz” dediğimizi hatırlıyorum” -Öztürk Pekin

“Maç sonunda Ali’yle “Bu turu geçeriz” dediğimizi hatırlıyorum” -Öztürk Pekin

Hayrettin Demirbaş: Ben soyunma odasında bazı arkadaşlarla kavga ettim, “Böyle goller yenmez. Bu maçlarda dalgınlık olmaz” dedim. O maç benim bazı arkadaşlarımla kopmama da neden oldu. Ben hocaya bile kızdım. Soyunma odasında hocanın üzerine yürüdüm. Böyle goller yenmez be kardeşim! Hoca da “Bu işin İstanbul’u var, biz bunları geçeriz” dedi. Abi sen neyi geçiyorsun? 1-0 galipken son 10 dakikada iki gol yiyorsun. Yemeyeceksin! Hoca da “Taş yağsa da onları İstanbul’da geçeriz” dedi.

Mustafa Denizli: Basın toplantısında Otto Rehhagel bitirdikten sonra ben girdim. “İkinci maç ne olur?” diye bir soru sordular. “Takımın içinde muhakkak İstanbul’u görmeyenler vardır. Werder’in İstanbul’a yapacağı seyahat büyük ihtimalle turistik bir seyahat olur çünkü oradan çıkma şansı yok! Bir tek çıkma şansları var; o da ancak Allah bir mucize yaratırsa… Belki o zaman İstanbul’dan turla dönerler” dedim. O gün Almanlarla resmen alay etmiştim. O kadar inanıyordum turu atlayacağımıza.

Öztürk Pekin: Biz Galatasaray’ın Almanya’da aldığı skordan çok, oynadığı futboldan umutlandık. Maç sonunda Ali’yle “Bu turu geçeriz” dediğimizi hatırlıyorum. Alman gazetelerinde “Tur zorda”, “İstanbul zor”, “İstanbul cehennemi” gibi başlıklar vardı. Çok umutlu değillerdi.

3 | Kar

Raşit Çetiner: Mustafa Abi’nin en önemli özelliği oyuncuların kafalarına girmesidir. O gün de her şeyiyle hazırlamıştı takımı… İlk maçtan sonra iki haftalık bir süre vardı. O dönemde futbolcuları şuna inandırmıştı: Bunları geçersek final oynarız!

Bülent Korkmaz: Hoca çok iddialı konuşuyordu. Zaten Mustafa Hoca’nın yapısında olan bir özelliktir. Çok iddialı konuştu, bizi de inandırdı. Antrenmanlardan ziyade, toplantılar yapıp oyuncuları psikolojik olarak etkilemek, kendi hedefini oyuncularının beyinlerine yerleştirmek en önemli özelliğiydi.

Mustafa Denizli: Her tur atladığında, hangi stadyumda oynayacağını bildirebiliyordun. Biz de Banik Ostrava maçından sonra bildiriyi yapmıştık. Alp Yalman’a “Hava şartları kötü olabilir” dedim. Çabuk ve pasa dayalı hücum şeklinde İnönü’nün zemini bizim için daha elverişliydi. “Bu maçı İnönü’de oynayalım” dedim ve UEFA’ya İnönü’yü bildirdik. Fakat her geçen günün sonrasında içimde bir huzursuzluk hissetmeye başladım. “Orası zaferleri yaşadığın yer. Atmosferiyle, hem oynayan hem izleyenler tarafından bilinen bir yer. Biz gene yerimize mi dönsek?” diye bir ikilem oluştu. Alp Bey’e “Biz bu maçı Ali Sami Yen’e alalım” dedim. “Ne oldu? İnönü’yü sen istemiştin hocam” dedi. “Böyle böyle, artıları eksileri beni tedirgin etmeye başladı” dedim. Ve biz 25 bin İsviçre Frangı ceza ödeyip maçı Sami Yen’e aldık.

Raşit Çetiner: Maç sabahı erken kalkmıştım. Mustafa Hoca aradı, “Raşit, git sahaya bak” dedi. O havada, o karlı yollarda taksiyle gittim Ali Sami Yen’e… Baktım kar yağışı devam ediyor. Mecidiyeköy, İstanbul’un yüksek yerlerinden tabii. Aradım hocayı, “Saha çok karlı” dedim.

Ahmet Akcan: Raşit Hoca “Burada biraz kar yağışı var ama sorun yok, oynamaya engel değil” demişti. O zaman şimdiki gibi cep telefonları yoktu. Dahili telefondan aramamız lazımdı. Florya’da iki tane telefon hattımız, bir tane de ankesörlü telefonumuz vardı. Ali Sami Yen Stadı’nda ise sadece stat müdürünün odasında telefon bulunuyordu. Anında haber alamıyorduk. Yani kar yağdığını biliyorduk ama bu derece bir yoğunluktan haberimiz yoktu.

Halil Özer: Ben Florya’da oturuyordum. Evden çıkarken Florya’da hava günlük güneşlikti. İnönü Stadı’nın orada yağmur vardı, Zincirlikuyu’da hiçbir şey yoktu. Ama Mecidiyeköy’de tipi şeklinde kar yağıyordu. Öyle böyle değil, diz boyuydu.

Bülend Karpat: Sabah saat 9’da telefonum çaldı; “Abi, Ali Sami Yen’e koşuyorsun hemen. Kameraman orada” dediler. Yarım saat sonra bir gittik; her yer bembeyaz. Çıkamıyoruz Mecdiyeköy’e. Taksiler zincir takmıştı. Sıkı sıkı giyindik ama fayda da etmedi. Deniz kıyısında hiçbir şey yok. Ben Ataköy’den geldim. Ne zaman Haliç’i geçtik, yukarıya rampayı vurduk; yerler bembeyaz olmaya başladı. Okmeydanı, Gayrettepe, Levent… Kuzey tarafı bembeyazdı. İnanamazsınız! Az buz kar değil. İstanbul öyle kar yağışını 30 senede bir görüyordur.

Öztürk Pekin: Ben o dönem İstanbul’un yabancısıyım. Yayın için gelmem gerekirse, Cağaloğlu tarafındaki Pierre Loti Otel’de kalıyordum. Otel çevresinde bir şey yoktu. Sami Yen’e gelince şaşırdık. Stat çevresinde karlar erimişti ama sahanın üstü bembeyazdı.

Bülent Korkmaz: Florya’da çok soğuk bir hava vardı, rüzgârdan dolayı hafif bir kar serpiştiriyordu ama antrenman sahamızda bir şey yoktu. Yola çıktığımızda da, stada gidene kadar da bir şey yoktu.

Tayfun Hut: Havadisleri alıyorduk; Mecidiyeköy’de 15 cm’lik kar var ama İnönü günlük güneşlik, saha da uygun deniliyordu.

Ahmet Akcan: Florya’dan Mecdiyeköy’e gidene kadar zaten bir saat geçiyor. Biz rahatlıkla oynayacağımızı, yağan karın da kolayca temizleneceğini düşünüyorduk. Görevliler gerekeni yapsın diye haber de göndermiştik.

Erdal Keser: İnsanlara komik geliyor. “Nasıl olur da böyle bir şey yaşanır?” diyorlar. Sanki o gün, sadece o bölgeye kar yağmıştı.

Bülend Karpat: Saat 10.30’da karşılaşmanın hakemi Kim Milton Nielsen’in geleceğini haber aldım. Sahaya girdi, biz de arkasından… Stüdyoda da Gülgün Feyman, “Bakalım hakem ne karar verecek?” anonsuyla bize bağlanıyor. Adam aldı topu, havaya attı, bir tekme attı, arkadaşına verdi, o da vurdu… “14.00’te karar vereceğim. Bu şartlarda oynatmam. Temizlemeye devam edin” dedi ve gitti.

"Ali Sami Yen, zaferleri yaşadığımız; atmosferiyle, hem oynayan hem izleyenler tarafından bilinen bir yerdi” -Mustafa Denizli

"Ali Sami Yen, zaferleri yaşadığımız; atmosferiyle, hem oynayan hem izleyenler tarafından bilinen bir yerdi” -Mustafa Denizli

Halil Özer: Bir ara sahayı temizlemeye biz gazeteciler de inmiştik. Dönemin muhabirleri; Kadir Çetinçalı, Bahri Havadır hepsi vardı. Hoca bizden yardım isteyince, biz de sahaya girip zemini temizlemeye çalıştık. Ama öyle bir yağıyor ki inanılır gibi değildi. Maçın hakemi Kim Milton Nielsen maçı nasıl oynattı, o da ayrı bir mesele.

Bülend Karpat: Bu arada meteorolojiden de laflar geliyor, “Bulutlar gelip geçecek, güneş açacak” diyorlardı.

Mustafa Denizli: Biz Florya’dan stada giderken, çevremizdeki insanlar müthiş bir şekilde tur atlayacağımıza inanmıştı. Yolculuk bana büyük ölçüde Neuchatel Xamax maçının öncesini hatırlatmıştı. Okmeydanı’nda bugünkü imar durumu yoktu. Resmen yolun sağında solunda kuzular otluyordu.

Ahmet Akcan: Stada geldiğimiz zaman ilk işimiz sahaya bakmak oldu. Kar ne durumda diye merak ettik. Sahaya çıktığımızda hakem de oradaydı. Hakem ile konuşan arkadaşlar vardı.

Mustafa Denizli: Stada gelince takımı soyunma odasında bırakıp bir kahve içmek için salona geçtim. Oradan çimlerin bir bölümü gözüküyordu. On dakika sonra çimler hafif beyazlaşmaya başladı. Ben yine de kötü bir hava durumuyla karşılaşacağımızı zannetmedim. Ama soyunma odasına giderken bir ara rahatsız oldum. Sahaya inip bir bakayım dedim ama o kadar kısa sürede sahanın karla kaplanma durumunu kafamda canlandıramadım.

Yurdaşen Karahasan (Yönetici): Maçın başlamasına bir saat kala hakemler sahaya çıktı, erteleme kararı için bastırabilirdik ama Mustafa Denizli’nin ısrarı nedeniyle vazgeçtik. Hakemleri iyi ağırlamıştık zaten, o kararı aldırabilirdik.

Mustafa Denizli: Maçtan önce ben odadayken, hakemin iki takımın yöneticisini çağırıp “Bu maçı erteleyelim mi?” diye sorduğunu, Yurdaşen Bey’in “Hayır, oynayalım” dediğini bana ilettiler ama ben kendisinden duymadıktan sonra bir şey diyemem. Yurdaşen Bey oynanmasını istemiş diyelim ama hakem o soruyu bana sorsaydı da ne derdim bilmiyorum. Ama ne İnönü’den Ali Sami Yen’e almanın ne de maçın oynanması ile ilgili alınan kararın -ki orada benim dahlim yok- bir pişmanlığını yaşamadım. Bugün aynı şeyleri hissetsem yine aynı kararı veririm.

Hayrettin Demirbaş: Neden ertelenmedi, hâlâ anlayabilmiş değilim. Keşke ertelenseydi. Öyle ya da böyle kuru havada farklı olabilirdi.

Bülent Korkmaz: Isınmayı soyunma odası koridorlarında yaptık. Dışarıda ne olup bittiğinden haberimiz yoktu. Sadece havanın soğuk olduğunu biliyorduk. Tam hatırlamıyorum ama sanırım sahaya altıncı veya yedinci sırada çıkmıştım. Önümden çıkan herkes, önce bir söyleniyordu. Ben de meraklandım. “Allah Allah” dedim. Sonra ayağımı bir attım, bileğe kadar kar! Şaşırdık, inanamadık.

Mustafa Denizli: Sahaya çıktığımız zaman, benim bir saat evvel bıraktığım görüntüyle dünya kadar fark vardı. Orada içim bir cız etti.

Öztürk Pekin: Siste çok maç anlattım ama böyle bir karda anlatmadım. Zaten özellikle Avrupa’da o şartlarda maç oynanmaz ki!

Ali Kocatepe: Maç başladığında göz gözü görmüyordu. Ben açılışı yaptım, sonra Öztürk başladı anlatmaya. Ne biz anlattığımız yerden futbolcuları görebiliyorduk, ne de seyirci bir şey anlayabiliyordu.

"Ne biz anlattığımız yerden futbolcuları görebiliyorduk, ne de seyirci bir şey anlayabiliyordu." -Ali Kocatepe

"Ne biz anlattığımız yerden futbolcuları görebiliyorduk, ne de seyirci bir şey anlayabiliyordu." -Ali Kocatepe

Mustafa Denizli: O gün sahaya çıkardığım kadro; özellikle orta sahada çok çabuk, yerden iş yapabilecek oyunculardan oluşuyordu. Werder de Avrupa’nın en uzun takımlarındandı. 1.90 üzeri beş oyuncuları vardı. Bu takıma karşı büyük ölçüde çabuk toplarla, defans arkası koşularla üstünlük sağlarız diye düşündük.

Iosif Rotariu: Yağış çoktu. Çabuk ve tekniğe dayalı futbol oynamak imkânsızdı. Daha çok, fiziksel özelliklerimizi sahaya yansıtmaya çalıştık.

Ahmet Akcan: Rehhagel o gün sahayı görünce, takımda sürekli oynamayan ama hava toplarında etkili olan Jonny Otten’i sahaya sürdü. Mecburen iki takım da havadan oynayacaktı. Savunma oyuncuları zaten uzun, bir de bu yetmiyormuş gibi defansın önüne Otten’i koydular. Bundan sonra sen istediğin kadar uzun top oyna, doldur boşalt yap! Adamlara karşı hiç şansın yok.

Halil Özer: Werder Bremen çok üst düzey bir takım değildi. Almanya’nın sıradan takımlarından bir tanesiydi. Ama yok; top gitmiyordu.

Hayrettin Demirbaş: Adamlar da o karda çok büyük mücadele verdi. Orada insan üstü iki takım, 22 futbolcu vardı. Yapılacak her şeyi yaptık ama adamlar fizik olarak üstündü. Bana çok top gelmedi ama kar var, buz var, topa çıkmam ayrı dert. Çıktığın her top tehlike yaratabilirdi, ayakta duramıyorsun.

Öztürk Pekin: Maç 0-0 gidiyor, bir gol turu getirecek ümidiyle götürüyoruz biz. Pozisyon da bulunuyor. Her şey olabilirdi. Futboldan çok kumar gibi bir şeydi.

Mustafa Denizli: Hava topuna dönmek için Taner’i aldım oyuna. Üstünlük sağlayabilir mi? Hayır! Ama 1.90’a yakın, topu havaya kaldırabilirsek en azından hava toplarında rahat vurmalarını engeller ve ikinci topları alabiliriz.

Raşit Çetiner: Taner aslında stoperde oynardı. Bir idmanda Mustafa Hoca, “Olur mu bundan santrfor?” diye bir soru sordu bana. Ben de “Benden stoper olduysa ondan da santrfor olur” karşılığını verdim. Hoca da dediğimi ciddiye aldı ve Taner’i forvet oynattık.

Taner Alpak: Kosecki bir top kesti, uçarak kafayı vurayım dedim. Kalecileri Oliver Reck çıktı ama öyle bir çıktı ki tüm gövdesinin ağırlığıyla bana çarptı; kafam sırtıma değdi… Hiçbir şey hatırlamıyorum. Hatta Yusuf Abi kenara, “Bu kendinde değil, bunu oyundan çıkartın” demiş.

Mustafa Denizli: Golcü olmak çok farklı bir şey. Golcü, topun her türlü gelişine hazırdır; havadan, yerden, zeminin şartları ne olursa olsun… Oyunun sonuydu, top Taner’e geldi.

Tayfun Hut: Televizyondan bile net görülmüyordu sahada olanlar. Mesela, Rotariu ile Taner’in pozisyonunda insanlar bana, “Ortayı sen yaptın” diyorlar. Ben de “Maçta oynadım, ben değilim” diye cevap veriyorum.

Taner Alpak: Ben de Tayfun kesti sanıyorum ama Hamza yapmış ortayı. Top bana gelirken hareketlendim, o anda kırmızı bir forma gördüm; Rotariu olduğunu da bilmiyordum. Garanti olsun diye kırmızı formalıya indirmeyi düşündüm.

Iosif Rotariu: 91 ya da 92. dakikaydı. Büyük bir fırsattı. Çok çok önemli bir pozisyondu. Topu gördüm, vurmak istedim…

Mustafa Denizli: Ayağa fırladım, “Bitti bu iş!” diye. Ama bitmemiş! Gitmedi… Top gitmedi…

"Ayağa fırladım, 'Bitti bu iş!' diye. Ama..." -Mustafa Denizli

"Ayağa fırladım, 'Bitti bu iş!' diye. Ama..." -Mustafa Denizli

Iosif Rotariu: Kaçırılmayacak bir golü zemin nedeniyle atamadım. Normal şartlarda atardım.

Ali Kocatepe: Televizyondan ve stadyumdan izleyenler içinde sinir krizi geçirenler olmuştur. O golü atsaydık, santra bile yapamayacaklardı.

Öztürk Pekin: Rotariu’nun kaçırdığı golden sonra talihsizlikten yakınmış; “Yapacağını yaptı ama olmadı” gibi bir şey söylemiştim. Rotariu’ya asla kızmadım. Hem onun hem Taner’in yapabilecekleri bu kadardı.

Bülend Karpat: Maç bitti. Perişan olduk. Moraller bozuk. Hüngür hüngür herkes. Bana bağlandılar. Ben de saha içinden aldım sözü, “Artık kimle ne için röportaj yapacağız. Hiç gerek duymuyorum. Ben röportaj yapmak istemiyorum” dedim.

Öztürk Pekin: Maçtan sonra Bülend Karpat’ın “Kimseyle röportaj yapmayacağım” demesi inanılmazdı. Benim asla yapamayacağım bir şey. “Patron musun sen?” deyip adamı işten atarlar yahu! Bülend bu, deli ya!

Mustafa Denizli: Maç bittikten sonra soyunma odasına giderken Almanya’daki maçın ardından yaptığım konuşma aklıma geldi. Hayatımda birçok karar verdim; doğrusuyla, yanlışıyla… O gün verdiğim karar da “Bunu yaşadım, ayrılacağım” oldu.

Bülent Korkmaz: O gün tribünlerin dolu olması gözümün önünden hâlâ gitmez. Hâlâ unutamıyorum. Tüylerim diken diken olmuştu. Aklımdan, “Bu kadar insanı inandırmış ve buraya kadar getirmişiz“ düşüncesi geçti. Werder Bremen maçında stada kaç kişi geldiyse, yarısından çoğu ertesi gün hastalanmıştır. Kesin öyle olmuştur, eminim. Maçtan sonra direkt bunu düşünmüştüm.

4 | Buz

Bülent Korkmaz: Maçtan sonra kendi aramızda konuştuk. İnönü Stadı’nda kar olmadığını öğrendik. Florya’ya geldiğimizde de kardan eser olmadığını gördük. O maçı başka sahada oynasaydık kesinlikle turu geçerdik.

Halil Özer: Mustafa Hoca ile akşamında evden konuştuk. “Hocam yağmıyor” dedim, nasıl sinirli.. “Halil, Allah belasını versin böyle şans olamaz!” diyordu. Hakikaten de o yağış olmasa, o gün, o atmosferde, Werder Bremen’i elerdi Galatasaray.

Hayrettin Demirbaş: Galatasaray tarihine altın bir sayfa açacaktık. Bunu yapamadığımız için içimden bağırarak ağlamak geliyor.

Yurdaşen Karahasan: O zaman evin mutfağında montaj yaptırıyordum. Almanya’dan malzemeleri almıştım. Montajı yapanların dördü Werder Bremen taraftarıydı. Evde çalışırken bana, “Sizi yeneceğiz” diye takılıyorlardı. Ben de “Nasıl yeneceksiniz ya!” falan diyorum. Sonuçta onların dediği oldu.

Mustafa Denizli: Gideceği yer açısından önemli bir maçtı, kariyer maçıydı. Futbolcularım, “Ben ikinci defa Avrupa’da yarı final oynadım” diyecekti. Benim o gün yaşadığım üzüntü, salt Werder maçıyla ilgili değil. Daha çok sonucuyla, “Belki şu kupayı kaldırabilirdik” cümlesiyle ilgili…

Bülent Korkmaz: O sene Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nı Werder Bremen kazanmıştı. O benim için daha da büyük acıydı. Hem sevindim hem üzüldüm; “Demek ki biz de yapabilirmişiz” diye düşündüm.

"Hem sevindim hem üzüldüm; 'Demek ki biz de yapabilirmişiz' diye düşündüm." -Bülent Korkmaz

"Hem sevindim hem üzüldüm; 'Demek ki biz de yapabilirmişiz' diye düşündüm." -Bülent Korkmaz

Mustafa Denizli: Werder, Monaco’yla oynadı finali. Monaco bizim için çok önemli, çok özel, çok güzel bir rakipti. Monaco deyince Galatasaraylıların yüreği zıplıyordu, “Monaco olsun da nerede olursa olsun!” diyorlardı. O sekizli grupta en önemli rakip Werder Bremen’di.

Öztürk Pekin: Rehhagel kupayı kazandıktan sonra, “Bizi en çok Galatasaray zorladı” gibi bir açıklama yapmıştı. Hakikaten de herif İstanbul’da direkten döndü. Ama meşhur laf vardır; Almanlar böyle şeyleri kafasına takmazlar, sonra da arkalarına dönüp bakmazlar.

Halil Özer: O maç sezonun devamında takımı çok etkiledi. Normalde hoca iyi toparlar ama o da toparlayamadı.

Tayfun Hut: Maçtan sonraki ilk idmanda kimsenin ruh hâli iyi değildi. İdmana çıkmışız ama hâlâ kafalar orada, belli… Toparlanma süreci iki-üç günü buldu.

Taner Alpak: Werder Bremen’e elendik, lige devam ettik. İçeride Gaziantepspor maçı vardı. Yol tarafına hücum ediyorduk. Tugay vurdu, kaleciden dönen top bana geldi ama karşı karşıya olmama rağmen kaçırdım. Dönüşünde de golü yedik ve 1-0 kaybettik. Ondan sonra da şampiyonluktan koptuk. Benim biletimi de belki o zaman kestiler…

Halil Özer: Taner, bahtsız bedevi! O maçtan sonra toparlayamadı. Herkes ona kızıyor. Millet Rotariu’ya yine çok fazla bağıramıyor ama Taner’i görünce tepki gösteriyor. “Rotariu’dan çok bana saldırıyorlar” der, ben de “Yok oğlum, ikiniz eşitsiniz” derim.

Muhammet Altıntaş: Taner’i her gördüğümde “Ah ulan Taner ah!” diye takılıyorum. Kendi kaderini kendi çizdi.

Hayrettin Demirbaş: Geçenlerde eski milli futbolcular olarak bir maç yapmaya yine Bremen’e gittik. Orada Oliver Reck ile karşılaştık. Hatta sarıldık. İki saat o maçları konuştuk. O da “Arkadaşların sana biraz yardım etseydi o kupayı alacaktınız. Kosecki ve Rotariu ile çok iyi takımdınız” dedi.

Taner Alpak: Bülent Korkmaz’ın yardımcısıyken Almanya’da bir maça gittik. Orada Dieter Eilts’la karşılaştım. Birbirimize uzun uzun baktık ama ilk başta çıkaramadık. Sonra tercümeyle falan konuştuk, söz yine o maça geldi. Eilts, “O gün şanslıydık” demişti.

Erdal Keser: Avrupa’da bu tarz maçları oynamak, tecrübe ve güç kazandırır. “Şu olsaydı, bu olsaydı…” demek yerine yaşananlardan ders almak gerekiyordu. Galatasaray da bunu başarıp UEFA Kupası’nı kazandı.

Mustafa Denizli: Futbol bir rüzgâr oyunudur. Nasıl ki bir yelkenli rüzgâr aldığı zaman yoluna devam eder, ancak dönüşlerde kesintiye uğrar; belki de Werder maçı da bizim rüzgârla gittiğimiz yelkenli yolculuğunun rota değişimiydi.

Raşit Çetiner: Oralarda başlayan bu enerji, birikti, birikti ve sonunda final oldu. Fatih Abi’yle (Terim) UEFA Kupası’na, Mircea Lucescu’yla da Süper Kupa’ya kadar gitti.

Taner Alpak: UEFA’yı alan takımdan çocuklarla konuşurken takılırım arada: “Şanslısınız, o kupa Galatasaray Müzesi’ne sekiz sene önce girecekti”

Socrates Dergi