Gelenek

6 dk

Türkiye, kadın voleybolunda yıllardır dünyanın en önde gelen ülkelerinden biri. Bu özel başarıyı ve devamlılığı tanıklarından birine, Burcu Hakyemez Dal'a sorduk.

Eda Erdem'le gerçekleştirdiğimiz röportajın devamında kadrajı biraz daha genişletmek istedik. 'Kaptan'ın da başrollerinden biri olduğu voleybol dünyasında nasıl 2003'ten beri hep zirvenin yakınlarında dolaşıyoruz, milli takımlarda ve kulüpler düzeyinde böyle bir kültür ve istikrar yakalamamızın temelinde ne var? Eda Erdem'le başladığımız bu sohbetin arkasından sözü Burcu Hakyemez Dal'a bırakalım.

Milli takım 2003'le birlikte Avrupa'da belli bir seviyeye geldi. 2003'te forma giyen oyuncular, kulüplerinde hep daha iyi yabancı oyuncular ve antrenörlerle çalıştılar. Bu takımların Avrupa'da daha fazla maç yapıyor olması da milli takımı olumlu etkiledi. Daha kolay oyuncu yetiştirmemizi sağladı. Bir de yabancı oyuncularla antrenman yapıp forma kavgası veren Türk oyuncular, gelmiş geçmiş en cesur oyuncular olarak ön plana çıktı çünkü sonuçta yabancı oyuncudan formayı almak çok kolay değil.

Geçmişte Eczacıbaşı'nda yaşadığım bir şey vardı, birçokları aynı deneyimi paylaşmıştır. Transferle gelen yabancı oyuncuya daha fazla para verildiği için kulüp onu oynatmayı tercih ediyor. Ama bir noktada Gözdeler, Neslihanlar, Esralar, Güldenler o oyunculardan daha iyi olduklarını kanıtladılar ve formayı aldılar. Oynadılar ve sonra tecrübelerini milli takıma yansıttılar. O yaş grubunda en önemli fark buydu. Oynayamadığın, ilk altıda yer alamadığın zaman bir yerden sonra tükeniyorsun. Ama Gözdelerin, Neslihanların yaş grubu hem forma şansı buldu hem de formanın hakkını vererek bunu milli takıma yansıttı.

Avrupa'daki ekol değişiminde de bence ekonomi devreye girdi. İtalya'daki finansal kriz özellikle voleybolu çok olumsuz etkiledi. Normalde Türkiye'ye gelmeyen bir yabancı voleybolcu grubu vardı. Parasal olarak gelmiyorlardı, ayrıca kendi milli takımlarındaki seviyeyle karşılaştırdıklarında burada oynanan oyunun yeterli olmadığını düşünüyorlardı. Bir dönem mesela herkes İtalya'ya gitmek istiyordu. İtalya'da ekonomik darboğaz başlayınca Türkiye'deki bütçeler bir anda cazip hâle geldi. Herkes kulaktan kulağa "Ya ben de gidiyorum Türkiye'ye, haydi sen de gel, sen de…" demeye başladı. Şu anda baktığımızda Türkiye Ligi Avrupa'nın birincisidir, dünyada da ilk ikiye girer. Yani her şey ekonomiyle paralel olarak ilerledi.

Parlak jenerasyon dediğimiz bir jenerasyon vardı. Neslihanların, Gözdelerin, Denizlerin olduğu 1980-81-82'lerin jenerasyonu. Hem Avrupa'da hem dünyada daha fazla maç oynanmaya başlandı o dönemde. Antrenör Adnan Kıstak'tı. Esra (Gümüş) Neslihan (Demir) gibi isimleri Yeşilyurt Spor Kulübü'ne alıp ligde ilginç bir takım oluşturdu. PAF takım gibi düşün bunu. Hep gençlerin oynadığı bir takımdı Yeşilyurt. Onlara dedi ki: "Size formayı veriyorum, oynayın." Bu isimler de oynama şansı buldu. Oynadıkça piştiler. Aynı şey Gözde (Kırdar) için Güneş Sigorta'da böyleydi. Bence en kilit nokta, bu yaş grubunun devamlı maç oynamasıydı. Hiç yaz tatili yapmadılar. Yazın milli takıma giderlerdi, kışın kulüp takımlarında oynarlardı.

"Kadınsın yapamazsın, o ortama giremezsin, başaramazsın, gücün yetmez, psikolojin yenik düşer" gibi bir baskı olduğu için sporda kadınlar belli açılardan kendilerini daha fazla zorluyorlar. "Ne demek yapamam? Kariyer de yaparım, çocuk da" tarzı buradan kaynaklanıyor aslında. Yapamazsın denildikçe kadınlar daha fazla başarıyor. Özellikle takım sporlarına baktığımız zaman bu böyle. Esasında "Kadınlar birbirleriyle anlaşamaz, içeride hep bir karmaşa, dedikodu, tartışma vardır" denir ama tam tersine içeride birbirini performans anlamında destekleyici bir durum mevcut. Erkeklerin, "Siz yapamazsınız"ını çürütecek şekilde bir güç birliği oluyor. Bu yüzden kadınlar ilerliyor.

Voleybol özelinde bakarsak, orada zaten her aile, ben de dâhil, başka hiçbir spor dalı düşünmeden kızını direkt voleybola gönderiyor. Niye? Çünkü kız çocuğu deyince benim aklıma takım sporu olarak voleybol geliyor. Erkek voleybolunda durum öyle değil. Erkeklerde uzun boyluysan baskete gidiyorsun, kısa boyluysan futbola gidiyorsun. İkisini de beceremezsen "Haydi gel, voleybolcu ol" diyorlar.

Ailelelerin tercihi de burada kilit ama diğer taraftan voleybol erkeklerde çok popüler olmadığı için çocuk da "Ben basketçi olacağım" diyor. Kızlarda birinci tercih her zaman voleybol. Bence onun da bu başarının devamlılığında çok büyük bir etkisi var. En nihayetinde, 2003'le beraber 'Filenin Sultanları' doğdu. Ondan sonra başarı çıtası hep yüksekteydi. 2011'de de tavan yaptı. Sırbistan'daki turnuvada Avrupa üçüncüsü olduk, Rusları yendik çeyrek finalde. Öyle olunca aileler de "Benim kızım da voleybolcu olsun" demeye başladı. Kazanılan paralar da az değil düşününce...

Yeni nesilde yıldızlar var mı? Evet, mesela Ebrar (Karakurt) var, 'yeni Neslihan' olur diyoruz. Ama yeni neslin kafa tipi farklı. Hayata çok farklı yaklaşıyorlar. Benim kızım bile, ki aramızda 28 yaş var, çok farklı. Bu kafa yapısıyla, bu profesyonellikle, amatör ruh birleşince nasıl bir şey ortaya çıkacak, bilmiyorum. Göreceğiz. Ama şu anda baktığında, önümüzdeki Avrupa Şampiyonası çok önemli bir sınav olacak. Özellikle milli takım için. Bu milli takımda eğer iki-üç tane parlayan yıldız görürsek görürüz. Görmezsek, vay hâlimize...

Son dönemde takım hâlinde oynama sıkıntısını gördüm milli takımda. Evet, Eda var, tabii ki muhteşem bir oyuncu. Hande (Baladın) var, gelecek vaat ediyor. Ebrar var, pasör Cansu Özbay, libero Simge (Aköz) var… Ama bu oyuncular bir önceki nesil kadar birlikte oynayarak büyümedi. O dediğim "Yıldız milliden yüksel, A takıma gel, turnuvaları birlikte oyna, hep birbirini hissederek, kimin nerede ne yapacağını bilerek oyna" tarzı bir nesil değişikliği yapamadık. Bunun sıkıntısını yaşıyorlar gibi hissediyorum. O da nasıl giderilir? Bol bol birlikte, yan yana, hissederek maç oynamakla... Herhalde bu yaz döneminde Giovanni (Guidetti) onu yapacaktır diye umut ediyorum.

Socrates Dergi