Giriş, Gelişme ve Sonuç

14 dk

Rüştü Reçber, Türkiye'nin yer aldığı üç Avrupa Şampiyonası'nda da kaledeydi. Euro 2016 öncesi, Türkiye futbolunun ilk Avrupa macerasını ilk ağızdan dinledik.

EURO 96

Euro 96 başlamadan önce takımdaki hissiyat nasıldı?

Gencimiz, yaşlımız, kimse böyle bir şampiyona tecrübesi yaşamamıştı. Dolayısıyla, gittiğimiz zaman kafamızda bir takım sorular vardı. Başarılı olduk mu? Olamadık. Euro 96 bize büyük bir organizasyonda neler yaşanacağını gösterdi. Bunlar hep bize avantaj oldu. Bizler daha yolun başındaydık. Başarının ne kadar büyük olduğunu henüz sezinleyememiştik. Avrupa Şampiyonası’na ilk kez gitmenin önemini çözememiştik.

Hırvatistan maçı ve hatta o turnuva Alpay Özalan’ın Goran Vlaovic’i düşürmemesiyle hatırlanıyor. Pozisyona en yakın isimlerden biri olarak siz neler düşünüyorsunuz o pozisyonla ilgili?

Alpay’ın büyük bir özveri ile depar atarak geldiği bir pozisyondu. İyi niyetiyle düşürmedi. Bu tip organizasyonlarda, sahada kaldığınız her dakika tecrübe ediniyorsunuz. Biz o dönem maç içi tecrübeye sahip değildik. Eminim ki birkaç yıl sonra benzer pozisyon olsa Alpay rakibini indirirdi. O dönemde bunu pek düşünemiyorsunuz. Ahlaki değerleri öne çıkararak oynamaya çalışıyorsunuz. Ama bazen futbolda çirkinliğe ulaşmadan, bazı problemlerin önüne geçemiyorsunuz.

İkinci maç, rakip Portekiz... Fena da bir oyun yok ortada ama yine yenilen tek golle mağlubiyet geldi…

Sonuç alamadığınız zaman kimse oyuna bakmaz. “Müthiş oynadılar ama yenildiler!” Ama yenildiler işte. Belki iki maçtan da beraberlikle ayrılsak son maç final niteliğinde olacaktı. O organizasyonlarda tecrübe çok önemli. Ben üç Avrupa Şampiyonası ve bir Dünya Kupası gören tek futbolcuyum. Her turnuvada bir şeyler öğrenerek ilerliyorsunuz. 2008’de artık ortamın inceliklerini bilen bir hale gelmiştik. Bireysel anlamda demiyorum, bazen ülkenin toplam tecrübesi önemlidir. O seviyeye ulaşmaktır önemli olan.

Danimarka maçı diğer iki karşılaşmanın aksine gelişiyor, 3-0’lık bir mağlubiyet. Moral bozukluğu muydu sebep?

Danimarka iyi bir takımdı. Laudrup Kardeşler vardı. Danimarka ve biz; yan yana koyduğunuzda onlar çok ağır basıyordu. Bunu açıkça gördük. Hırvatistan maçında kadrolar daha dengeliydi. Portekiz de iyi kadroya sahipti ama Danimarka enteresan bir takımdı. Takım oyunu yönünden çok iyilerdi.

Hakan Şükür ilk yarıda tribünler tarafından ıslıklandı, devre arasında da oyundan çıktı. Soyunma odasında moraller bozuldu mu?

Ben Hakan’ın çıktığını hatırlamıyorum. Hatta çıkmak istediğini çok net hatırlıyorum ama hoca çıkarmadı diye kalmış aklımda. Tribünlerden bir tepki aldı. Hepimiz aldık. Ama bunun çoğunluğunu, gol atamayan takımın forveti olarak Hakan almış olabilir. Oraya gelen taraftarlar, genelde gurbetçilerdi. Elde ettiğimiz başarılarla gururlanıyorlardı. Aşırı tepkilerinin nedeni oydu. Ama ilerleyen turnuvalarda, yaşadıkları yerlerde göğüslerini gere gere dolaşmalarını sağladık.

Turnuvayı gol atamadan tamamlayan bir takıma yönelik eleştirileri nasıl bulmuştunuz?

İlk kez böyle bir şampiyona yaşandığı için basınımız da eleştiri anlamında nasıl hareket edeceğini bilmiyordu. Aslında bu, bizim bir artımız oldu. Mesela 2002’de biz ilk Brezilya maçında yenildikten sonra öyle ağır eleştiriler geldi ki… 1996’da ise bu tecrübeye sahip olmayan bir basın vardı. O nedenle çok büyük bir tepkiyle karşılaşmadık. Zaten biz, zamanın lehimize işleyeceğinin farkındaydık. O turnuvadan döndükten sonra nereye gittiğimizi görmüştük. O ortamı yaşamaktan keyif aldık. Üzüldük mü? Üzüldük. Puan alamadık, gol atamadık diye üzüldük. Her şeyin ilki zordur ama öğrendikleriniz çok daha değerlidir. Eğer onları kullanmayı bilirseniz, ilerleyen dönemlerde faydasını görürsünüz. Biz de o futbolcu grubu olarak o turnuvanın faydasını gördük.

EURO 2000

İkinci turnuva Türk vatandaşların çok olduğu Belçika ve Hollanda’da oynandı. O ilgi, motivasyon ve konsantrasyonu nasıl etkiledi?

Belçika ile Hollanda’daki taraftar desteği aşırı derecede yoğundu. Her daim; otelin çevresinde, antrenmanlarda, sürekli taraftarla iç içeydik. Bu, konsantrasyonu bozmaz. Size destek veren insanları gördüğünüz zaman ‘Bizim de bir sorumluluğumuz var’ dersiniz. Bu insanlar sadece Belçika, Hollanda’dan gelmiyor. Birçok ülkeden gelenler vardı. Sorumluluk duygumuz artmıştı ama bu bir baskı yaratmıyordu.

İlk maçta rakip İtalya’ydı. Başlagıçta favoriye karşı oynamak avantaj mıdır, dezavantaj mı?

Bence grubun favorisi ile başlamak iyidir. Sen gruptaki favoriden puan aldın mı, gruptan çıkma şansın yüzde 90’lara yükselir. Yenilsen bile ortaya koyduğun performans sana güven aşılar. O maçta da biz 1-0 geriye düştük. Sonra Okan, Toldo’ya attı. Sonra da penaltı… Bizim için iyi başlamak önemliydi. Ama artık Euro 96’dan gelen tecrübe vardı. Sonuçta bir futbol anlayışına karşı oynuyorsun. İtalya’ya yenilsek de kimse bir şey demezdi. Hatta o yenilgi bize güven getirdi. Bir kere gol attık. Ayrıca İtalya ile başa baş oynadık ve daha iyi noktalara gelebileceğimizi gördük.

İkinci maçta İsveç ile 0-0 berabere kaldınız. Halen turnuva tarihinin en sıkıcı maçları arasında gösteriliyor…

Grubun favorisine yenilmişiz, sonraki maçları kazanmamız lazım. İsveç maçına bu düşünceyle çıktık. Ama şunu da biliyorduk; kazanamıyorsak kaybetmememiz gerek. Sonuçta asıl planımız, hedefimizi son maça kadar taşımaktı. 0-0 bitmiş, sıkıcı maç olmuş… Bunlara bakmadık. Alınan bir puan, son maçı final havasına sokacaktı. Yendiğimiz zaman gruptan çıkacaktık. O nedenle ikinci maçta yenilmemek gerekiyordu, biz de yenilmedik.

Belçika maçına nasıl hazırlandınız? Rakip ev sahibi…

Ya kazanacaksın ya evine döneceksin. Maçın başından sonuna kadar herkesin kafasında tek bir düşünce vardı; galibiyet. Beraberlik bile yoktu. İyi de oynadık. Turnuvalarda ev sahibi takımların lobisi daha fazladır. Bunları da görmeye başlamıştık ama 2-0’lık net bir skorla eledik. Mustafa Hoca’nın kampta yaptığı ilk konuşmayı unutmuyorum; “4 puan bizi çıkarır, 4 puana ulaşmanın yolları da bu” demişti. Dediği gibi oldu ve çeyrek finale çıktık.

O maçta Tugay Kerimoğlu, oyundan çıkmasına tepki gösterdiği için kadro dışı kaldı. Tam olarak neler yaşandı?

Mustafa Hoca, Tugay’ı oyundan aldı. Tabii Tugay’ın bir tepkisi oldu ama Mustafa Hoca o tepkiyi görmedi bile. Akşam birileri anlatmış. Ama öyle bir anlatmışlar ki… O takımdan herhangi biri, ekibin huzurunu bozacak bir davranış içine girmezdi. Tugay tepkisini ortaya koydu; çünkü kendi oyununa sinirlenmişti. Ama Mustafa Hoca başka şekilde algıladı ve öyle bir karar aldı. Sonuçta ısrarlarımıza rağmen Tugay’ı oradan gönderdi. Kararından geri dönmedi.

Çapraz eşleşmeden İngiltere veya Almanya beklenirken Portekiz geldi. Bu sevindirici bir haber miydi?

Sevindirici olmadı. Keşke İngiltere veya Almanya gelseydi. Portekiz’in kadrosunda kimler kimler vardı... İki kadroyu yan yana koyduğunda onlar ağır basıyordu. O Portekiz maçında da kırılma anları çok oldu. Geriye düştüğümüz anda kaçan bir penaltı var. Beraberliği yakalasak 10 kişiyle o maçı uzatmalara götürür müydük, o bile soru işareti… O maçtan çıkışımız yoktu yani. Alpay’ın kırmızı kartı da doğru bir karar değildi. İtişme kakışma vardı, hakem gözünün yaşına bakmadan Alpay’ı attı. Kartlık bir hareket değildi. Orada da lobi devreye girdi. Hakem olayı iyi süzemedi, olayı görmedi zaten. Yerde yatan kim? Portekizli futbolcu. Karşısındaki kim? Türkiyeli futbolcu. O gözle değerlendirdi.

EURO 2008

Euro 2008’i nasıl anımsıyorsunuz?

Euro 2008 = Euro 2016’ya katılma şekli. Oyuncu grubu, büyük turnuva deneyimi yaşamasa bile dünyada neyin ne olduğunu bilen bir kitleydi. Bunun avantajını o turnuvada devamlı hissettik. Pes etmeyen görüntümüz önemliydi.

Portekiz maçı öncesi Fatih Terim başka bir sistem denemişti ama turnuvaya taktik değişimi ile başladı. O karar nasıl alındı, oyuncuların bir önerisi oldu mu?

Hazırlık maçlarında farklı sistemlerle oynamıştık ama o sistemlerle turnuvaya çıkacaksın diye bir kanun yok. Rakibe bakıp değişiklik yapıyorsun. Olumlu mu oldu? Hayır. Ama bu değişimler sahaya yansıyınca daha farklı oynamaya başlamıştık. Hoca, oyuncularıyla fikir alışverişine girer. Kendi düşüncesi vardır ama size soru sorar, sizden fikir alır, ne düşündüğünüzü bilmek ister.

İsviçre maçına teknik kapasitesi yüksek oyuncularla çıktık ama bir anda yağmur zemini bozdu. Nasıl etkilendiniz?

Yağmur beklenmiyordu. Zemini de bozdu. Ama o yağmur bizim lehimize oldu. 1-0’ken Hakan Yakın’ın topu takıldı, ikiyi atamadılar. Bazen beklemediğiniz bir hadise, sizin için hayırlı bir olaya dönüşebiliyor.

İsviçre ve Çek Cumhuriyeti maçlarında kulübedeydiniz. Takım yenik durumdayken kulübede neler konuşulur?

Kulübede, hele gerideyken bir şey konuşulmaz. Hoca ve yardımcıları iletişim halindedir. Kulübenin diğer tarafı köşesine çekilir. Skor yakalandıkça en başından en sonuna kadar kulübede bir heyecan başlar. Kenardan içeriye doğru bir destek ortaya çıkar. Maç oynanır, rakip öne geçer. Sonra rakip ikinci golü atamaz ve siz dersiniz ki: “Bu maçın gidişatı bizim lehimize döndü!” Bunu hem saha içindeki hem kenardaki düşünür. Ardından beraberlik golü de geldi mi, “Biz bu maçı alacağız!” dersiniz. İki maçta da geri dönüşün sebebi budur. Bir gol atıyorsunuz ve artık bundan sonra her şey olur demeye başlıyorsunuz.

Çek Cumhuriyeti maçında Volkan Demirel kırmızı kart görünce ne düşündünüz?

Volkan 3-2’den sonra gördü o kartı. Ben bazen sahada eksik kalmanın sizi daha çok canlandırdığına inanırım. Bu da o maçlardan biriydi. Volkan’ın atılması olası bir puan kaybının önüne geçti. Belki ben öyle hissediyorum ama bu tarz maçları çok oynadım. Eksik kaldıktan sonra daha iyi oynayan takımın oyuncusu olarak çok maç kazandım.

Hırvatistan maçında iki gol arasında neler yaşandı?

119’da golü yemek tabii ki kötü. Uzatmalar bitmek üzere, maç penaltılara gidecek ve sen gol yiyorsun. Bu herkesi bir anda düşürür. Ama biz pes etmeyen bir ruha sahiptik. Emre Aşık vardı yanımda, sonra herkesi ileri gönderdik. Ha 1-0 bitmiş, ha 2-0... Ama atacağımız bir gol çok şeyi değiştirecekti. Öyle de oldu zaten.

Hırvatistan’ın penaltıcılarına dair hazırlık yapmış mıydınız?

Hangi futbolcunun nereye atacağını biliyorduk. Kulüp takımlarının penaltıcıları bellidir ama turnuvalarda belki yedi-sekiz oyuncu penaltı atar yani, kestiremezsin. Biz de bir sene boyunca futbolcuların kulüp takımlarında oynarken penaltıları nereye attıklarının istatistiğini çıkardık. Sonuçta penaltıları kimlerin kullanabileceğini üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyorsun. O çalışmalarımız işe yaradı, atışların hepsinde doğru yere atladık. Bir kişi hariç: Srna! Yüzde 82 oranla kalecinin sağına atıyordu, o gün soluna attı.

Hırvatistan maçından sonra Almanya’ya karşı yarı final oynadınız ama sakatlıklar nedeniyle kadro büyük bir darbe almıştı. Almanya ile daha hazır bir kadroyla, çeyrek finalde karşılaşmak daha mı iyi olurdu?

Hayır, mümkün değil! Turnuvada en iyi maçımızı Almanya’ya karşı oynadık. Çünkü artık bizde beklenti kalmamıştı. 23 kişilik kadronun hepsi orada oynayabilecek futbolculardı ama takımın asıl 11’i çok değişmişti ve herkeste rahatlık ortaya çıkmıştı. Düşünsene; baskı hissetmiyorsun artık üzerinde. Ama bir atladın İsviçre, iki atladın Çekler, üç atladın Hırvatistan…. “Artık yeter, dördü de atlayamazsın” dediler ve bitti. Biz ne yapalım?

Socrates Dergi