Gizli Krallık

17 dk

Agnelli Ailesi, 20. yüzyılda İtalya’nın gelişiminde büyük bir rol oynadı. Etki alanları sanayiyle kısıtlı kalmadı. ‘İtalya’nın Taçsız Krallığı’, FIAT’ın yanı sıra bir başka ulusal markayı, Juventus’u da inşa etmişti.

Gianluca Zambrotta, briyantinle taranmışçasına parlayan saçlarını kıpırdatmadan ortasını attı. Top, Piacenza ceza sahasına girdiğinde sahneye Alessandro Del Piero çıktı. 10 numara, onu özel kılan ‘saçma’ vuruşlardan birini yaptı ve topu ağlara gönderdi. Gol sevincinde ise alışılmışın dışına çıktı. Dilini çıkartıp çılgınca koşmak yerine sakince tribünlere yöneldi ve gökyüzüne doğru hafifçe ellerini kaldırarak ufak bir bakış atıp saygısını iletti. İkinci golü atan Pavel Nedved de benzer bir hürmet gösterisinde bulundu. İki gün önce, 24 Ocak 2003’te hayata veda eden Gianni Agnelli’ye adadılar gollerini, Juventus tarihindeki koca bir dönemin sonuna…

Edoardo'nun Denklemi

"FIAT, İtalya’yı dört tekerlek üstüne koydu." Maria Sole Agnelli, HBO’nun yaptığı belgeselde Giovanni Agnelli’nin 1899’da kurduğu şirketi bu sözlerle özetliyordu. Gelişen dünyada otomotiv sektörünün önemini gören Giovanni, Ford’un yapısını ABD’de defalarca inceledikten sonra Torino’da FIAT’ı kurmuş ve ileride ‘FIATALY’ olarak anılacak ulusal markayı yaratmıştı. Böylece ülkedeki en sözü geçen ailelerden birinin temelleri atılmıştı. 1923’te oğlu Edoardo bir başka girişimde bulundu. Agnelli Ailesi’nin sportif birimini oluşturdu ve Juventus’un başına geçti. Aslında büyük bir işadamının takım yönetmesi yeni bir durum değildi. Milan’ın başında 1909’dan beri Piero Pirelli vardı. Fakat Agnelli-Juve ortaklığı kısa süreli bir maceraya değil, bir hanedanlığa dönüşecekti…

30 yaşında başkan olan Edoardo, İtalyan futbolunu değiştirecek bir hamle yaptı. Pro Vercelli formasıyla şampiyonluklar kazanan savunma oyuncusu Virginio Rosetta, 50 bin liret karşılığında transfer edildi. Bu, İtalya’daki ilk transfer olarak tarihe geçmişti. Efsane kaleci Gianpiero Combi ve kulübün bir diğer büyük ismi ‘bereli’ Carlo Bigatto’yı kadrosunda bulunduran takımın başına Macar Jeno Karoly getirildi. Geleneğe dönüşecek bir diğer hamle de ‘ikinci adam’ seçimiydi. Genel menajer olarak eski futbolcuları Giovanni Mazonis seçilmişti. İtalyan futbolundaki başkan - genel menajer - antrenör denklemi kurulmuştu. 1926'da kulübün ikinci, ailenin ilk lig zaferi geldi.

İki yıl sonra Edoardo, kulübün yazılı olmayan kurallarını kulüp tarihine işlemeye devam etti. Umberto Caligaris transferi ile oluşan Combi-Rosetta-Caligaris savunma hattı, ilerleyen yıllara da ışık tutacaktı. Dönemin İtalya Milli Takım antrenörü Vittorio Pozzo, bu üçlüyü aynı şekilde milli takıma da monte edecek ve bu deneyim için “Hayatım boyunca unutamayacağım bir sayfaydı” diyecekti. Juventus, 1930’da diğer şampiyonluğunu kazandı; sonraki sene bir kez daha, sonraki yıl yine… 1935’teki beşinci kez üst üste yaşanan şampiyonluğun kutlamaları berbat bir haberle kesildi. Edoardo, özel uçağı ile yaptığı kaza sonucu 43 yaşında vefat etmişti.

Dolce Vita: Gianni Agnelli

“Onun yanında bir şey düşünmek tehlikelidir. Çünkü onda, olayların titreşimini anlamak gibi tuhaf bir beceri var.” Yirminci asrın en ‘karanlık’ karakterlerinden biri olan Henry Kissinger, dostu Gianni Agnelli için bunları söylüyordu. 1935’te henüz 14 yaşında babasız kalan Gianni, dedesi tarafından FIAT’ın gelecekteki lideri olarak yetiştirildi. Gianni, ilk ABD ziyaretini Michigan’a yaptı. Amaç, Ford'da incelemelerde bulunmaktı ama ABD ve özellikle de New York’taki ışıltılı hayat onu büyüledi. Babası gibi sanata ilgisi vardı fakat estetik takıntısı, kıyafet merakı ve ev tasarımına kadar uzanan ‘güzellik’ saplantısı ABD’de şekillenmişti. Yakınlarının tekrarladığı, “Stil, Gianni’nin hayatıydı” sözünde ABD'nin payı büyüktü. Fakat ülkeye döndüğünde tatsız bir senaryo ile karşılaşacaktı: İkinci Dünya Savaşı kapıdaydı.

Gianni, ailesinin savaştan kaçmadığını kanıtlamak istiyordu ve süvari birliğinde savaşa katıldı. Savaş 1945’te bitse de Gianni, arkasında hayatı boyunca hatırlamak istemeyeceği anılar bırakmıştı. Üstelik bir süre sonra annesini trafik kazasında kaybedecekti. Gianni’yi yetiştiren dedesi Giovanni ise savaş esnasında faşistlerle işbirliği yaptığı gerekçesiyle şirketten uzaklaştırıldı. 16 Aralık 1945'teki ölümünü, bu yıkıma bağlayanların sayısı hiç de az değildi.Savaş sonrasında Gianni, bir nevi ‘izne’ gönderildi. İlerleyen yıllarda L’Avvocato (Avukat) sıfatıyla nam salsa da hukuk eğitimini hiçbir zaman sonlandıramayacaktı. Karizması, stili ve Niki Lauda'yı bile ürküten hız tutkusuyla dünya sosyetesinin içindeydi artık. Jacqueline Kennedy ‘den Anita Ekberg’e kadar uzanacak çapkınlık destanları da bu dönemde yazılmaya başlandı… Yıllar sonra Rai’de Giovanni Minoli'nin konuğu olduğunda kadınlar ile ilgili sorulan soruya verdiği cevap, aforizmalarının en ünlülerinden olacaktı: “İki tip adam vardır; kadınlar hakkında konuşanlar ve kadınlarla konuşanlar. Ben, kadınlar hakkında konuşmayı tercih etmem!”

Babasıyla maçlara giden ve “Gazete okurken dahi J harfini görsem aklıma Juventus gelir” diyen Gianni, 1947'de kulübün başkanı oldu. Takım, Edoardo’nun vefatından beri düşüşteydi. 1940’lar Torino’nun yıllarıydı fakat 1949’daki uçak kazası, efsane takımın sonu oldu. Juventus, Gianni Agnelli’nin yedi yıllık başkanlığında sadece iki şampiyonluk yaşasa da tarihini değiştirecek ortaklığın temelleri atılacaktı. Zira 1946’da A takıma yükselen ve ömrünü kulübe adayacak Giampiero Boniperti’nin aileyle ilişkisi başlamıştı.

Büyülü Trio

“Juventus, ülkenin evrimini takip etti.” Bu sözler, 1955’te 21 yaşında başkan olan, Gianni'nin kardeşi Umberto’ya aitti. İtalya, savaş sonrasında ağır hasarlıydı. Ekonomi dibe vurmuş, işsizlik her evin sorunu hâline gelmişti. FIAT, bu noktada ülkenin can simidi oldu. Savaş sonrası sanayileşmenin ve dönüşümün başrolündeydiler. Büyük iş imkânları yarattılar, fabrika çalışanlarına sağlık hizmetleri sundular, çocukları için kreşler açtılar, tatile gitmeleri için kamplar inşa ettiler. Torino, güneyden kuzeye yaşanan göçün merkezi hâline gelmişti. Juventus’un ‘İtalya’nın Sevgilisi’ olması için zemin hazırdı.

Umberto Agnelli

Umberto Agnelli

Gianni, ‘Juventus’un Yüzü’ olmak için hazırcevaplılığını, zekâsını ve karizmasını konuşturuyor, Umberto da ‘Juventus’un Beyni’ olmak için vizyonunu ortaya koyuyordu. Galli santrfor John Charles ve Arjantin futbolunun o dönemdeki en şatafatlı yıldızı Omar Sivori, Juventus formasını giymiş; kulüp ilk büyük yabancı yıldızlarına kavuşmuştu. Sivori transferi (10 milyon peso-93 bin sterlin) rekor kırmıştı. Boniperti, Sivori ve Charles’tan oluşan ‘Sihirli Üçlü’, şampiyonluğu getirdi. Kulüp ilk yıldızını formaya takmıştı. Umberto, 1962’de görevi bıraktığında cebinde üç şampiyonluk vardı. Daha da önemlisi halkın desteğini kazanmışlardı. Juventus’un bugün dahi ülkedeki en fazla taraftara sahip olmasının kaynağı bu dönemdi. Gianni, o takımın ne kadar etkileyici olduğunu, “Güneyden sadece çalışmak için değil, Juventus’u izlemek için de geliyorlar” sözleriyle özetleyecekti.

1955’te FIAT’taki işleyişin içinde bulunmak için başkanlığı bırakan Gianni, 1966’da şirketin başına geçti ve aile mirasını dünyanın en büyük otomobil üreticileri arasına soktu. Akabinde bir transfer rekoru daha geldi. Pietro Anastasi, 650 milyon liret (500 bin sterlin) karşılığında imza attı. ‘Avukat’ “Bu, dünyanın en pahalı futbolcusu. Umarım bunun farkındadır. Ama hiç sanmıyorum…” diyordu. Gianni, iş dünyasında hamleler yapmaya devam etti. Ford’un satın alması an meselesi olan Ferrari’yi, “İtalyan bir şirket İtalya’da kalmalıdır” diyerek FIAT bünyesine kattı. Ama işler o kadar da yolunda değildi. ’68 Olayları, hissedilmeye başlamıştı. Hareketin simgesel sloganlarından biri “Agnelli e Pirelli Ladri Gemelli” (İkiz Hırsızlar: Agnelli ve Pirelli) olmuştu. FIAT işçilerinin çoğu grevdeydi,üretim durma aşamasına gelmişti. Şirket, maaşları enflasyona bağladı ve bu durum, sendikalar tarafından kabul gördü. Sorun, birkaç yıllığına çözülmüştü.

Juventus Stili

Yeşil sahalarda da bir kriz vardı. 1964’te takımın başına geçen Heriberto Herrera, bir Scudetto kazandırsa da takımın ruhunu çalmıştı. Sivori’nin ayrılması ile sonuçlanan kavga, oyunculara kötü davranması ve göze hoş gelen futboldan ziyade kendi sistemini sahaya yansıtmak istemesi Juventus’u izleyicisinden uzaklaştırıyordu. Gianni, o takımın mekanik futbolunu “Sosyalist Juventus” diye özetleyecekti. UEFA organizasyonları önem kazanmaya başlamış, Milan ve Inter 1960’larda ikişer Kupa 1’i Milano’ya getirmişti. Juventus ise Şampiyon Kulüpler Kupası’nda sadece yarı final oynayabilmişti. “Dünyada İtalyan, İtalya’da ise Avrupalı olmalıyız” düşüncesine sahip olan kardeşler, çözümü eski bir dostta bulacaktı. Boniperti, 1969’da genel menajer olarak kulüp kapısından girdi, 1971’de ise başkan koltuğuna oturdu. Amacı, Katenaçyo ile özdeşleşen ülke futboluna yeni bir nefes getirmek ve Mazonis’in temellerini attığı ‘Juventus Stili’ni yeni dünyaya adapte etmekti. ‘Juventus Stili’nin tek amacı vardı; formanı giy ve maçı kazan. Boniperti, bunu genç İtalyan oyuncularla ve zevk veren bir oyunla sahaya yansıtmak istiyordu.

Avrupa hedefini, 1972-1973'te gerçekleştirmeye yaklaştılar ama Şampiyon Kulüpler Kupası Finali'nde Ajax'a 1-0 kaybettiler. Bir diğer eski futbolcuları Cestmir Vycpalek’in antrenörlüğünde önemli işler yapsalar da 1973-1974’te şampiyon olamayınca Çekoslovak hocayla yolları ayırdılar. Sırada bir başka kulüp efsanesi Carlo Parola vardı. Parola, ilk senesinde takımı şampiyon yaptı ama takip eden sezonda hem ezeli rakip Torino’ya son haftada verilen lig hem de Parola’nın Anastasi ile yaşadığı sorunlar bardağı taşırdı. Genç ve kendini kazanmaya adamış bir lidere ihtiyaçları vardı.

Angelo Caroli, toplamda dört yıl Juventus forması giymişti. Futbol sonrası 1968’de matbuat alemine daldı ve 1976’da Torino menşeili Stampa Sera’da çalışmaya başladı. Sezon sonrası bir gün eski kulübü için telefon ahizesini kaldırdı ve Giovanni Trapattoni’yi aradı. Trapattoni, futbolcu olarak Milan’da büyük başarılar kazanmasının ardından antrenörlüğe soyunmuş, Milan’ın alt kademeleri ile -geçici olarak- A Takım’ı da çalıştırmıştı. Caroli, genç antrenörün ağzını aradıktan sonra Atalanta’nın ciddi bir teklifi olduğunu öğrendi. Son sözü “Bir müddet telefonlara çıkma” oldu. Birkaç gün sonra Trapattoni’nin telefonu çaldığında hattın diğer ucunda yine Caroli vardı: “Her şeyi unut. Boniperti seninle konuşmak istiyor.” Başkan telefonu aldı ve kısa kesti: “Novara’da A4 Otobanı’nın çıkışında bir otel var, orada buluşalım.” Trapattoni, otele gittiğinde Boniperti oradaydı: “Barengo’ya gideceğiz, çok uzak bir yer değil. Beni takip et!” Görüşme, dedektiflik hikâyelerine dönmek üzereydi. Barengo’ya vardıklarında Boniperti söze girdi:

— Ne yapacağını genişçe düşündün mü?

— Milan’dan ayrılacağım kesin, (Giuseppe) Marchioro ile anlaştılar. Birkaç ilginç teklif aldım ama sanırım Bergamo’ya gideceğim. Benim için ideal bir yer, hem eşim ve çocuğuma da yakın. Küçük kemiklerle uğraşacağım küçük bir meydan!

— Hayır, hayır… Benim yanıma, Juve’ye gelerek iyi bir iş yaptın. Torino, Cusano’ya Bergamo kadar yakın değil ama çok da uzak sayılmaz. Şimdi öncelikle ne istediğini söyle.

— Afedersin Boniperti, sanırım anlamadım. Bana, Juventus’u çalıştırmamı mı öneriyorsun?

— Kesinlikle.

— A Takım antrenörlüğü?

— Juventus Antrenörlüğü, mantık olarak A Takım antrenörlüğü. Trapattoni, ne anlatıyorum burada, ne istiyorsun söyle!

—Ne manada?

— Ne kadar kazanmak istiyorsun?

Giovanni Trapattoni

Giovanni Trapattoni

Yeni yetme antrenör için para önemli değildi. Fakat aklında soru işaretleri de vardı. Takımın kalecisi Dino Zoff’tan sadece üç yaş büyüktü, kendini henüz kanıtlayamamıştı ve ülkenin en büyük takımlarından birinin başına geçmesi söz konusuydu. Yine de riski almaya değerdi. ‘Avrupalı’ Juventus, bu görüşmeyle doğdu.

“Gianni ile iş yapmak sürükleyici bir Mozart senfonisi gibidir. Üst tarafı köpüklüdür ama içinde ciddiyet hatta melankoli barındırır.” Kissinger, L’Avvocato ile çalışmayı böyle anlatıyordu. Agnelli, işin futbol tarafında Boniperti ile bu heyecanı bulmuştu, Trapattoni ise halkayı tamamladı. Antonio Cabrini, Claudio Gentile, Gaetano Scirea, Roberto Bettega, Marco Tardelli gibi gençlere, Dino Zoff ve Franco Causio gibi tecrübeli isimlere sahip Juventus, genç antrenörünün ilk sezonunda hem ligi hem de UEFA Kupası’nı kazandı. Bu, Juventus’un ilk Avrupa Kupası zaferiydi…

Yetmişlerin ikinci yarısı Juventus için yükselişin başlangıcıydı ama İtalya’da ve FIAT’ta ekonomik krizler ve politik buhranlar gündemdeydi. 1976’da Komünist Parti’nin Hristiyan Demokrat Parti’den sonraki en yüksek oyu (%34,37) alması ile sonuçlanan genel seçimleri takip eden atmosfer, ülke tarihine ‘Kurşun Yıllar’ olarak geçecekti. Neredeyse her gün işlenen cinayetler, patronların, hakimlerin ya da politikacıların radikal örgütler tarafından öldürülmesi, grevler… Başbakan Aldo Moro’nun 1978’de Kızıl Tugaylar tarafından kaçırılıp infaz edilmesi krizin zirvesiydi artık.

Bu arada FIAT da zor günler geçiriyordu. Kızıl Tugaylar’ın ölüm listesinin en başında olduğu konuşulan Gianni ise koruma kullanmadan, küçük arabası ile mesai yapmaya devam ediyordu. FIAT'ı ABD’ye satmamak için direnen Agnelli, aracılardan Kissinger’a “Biz ulusal bir orduyuz, kendimi yabancı lejyonerlere çeviremem” dedi ve bu seçeneği hep reddetti. Sunulan alternatiflerden biri de binlerce işçinin işine son vermesiydi. Cevabı, “İtalya’da sorun çıkartarak sorunlarımı çözemem” oldu. Sonrasında dönemin Libya lideri Muammer Kaddafi’ye hisselerin bir bölümünü devrederek şirketi kurtardı. Yine de kriz 1980’lerin başına kadar sürdü. Paolo Rossi’nin transferinde Vicenza’dan daha az para öneren Gianni, antrenörüne durumu şu sözlerle açıklayacaktı: “Sevgili Giovanni, lütfen benden bir başkasını iste. Rossi çok pahalı, binlerce işçimiz var.” Diğer yandan, ona göre forvetlerden ziyade 10 numaraların yeri ayrıydı ve bu tip doğuştan yetenekli oyunculara hayrandı. Boniperti, transfer toplantılarının rutinini yıllar sonra şöyle ifade edecekti: “Ben yeni bir paltoya ihtiyacımız olduğunu söylerdim, o ise bana yeni bir pantolon daha önerirdi.” Futbol macerasının en unutulmaz pantolonunu bulmasına az kalmıştı...

Kral ve Avukat

— Bay Agnelli arıyor.

— Kim?

Avukat’ın kim olduğuna dair bir fikri yoktu. Telefonu aldı, kulağına dayadı:

— Michel, Torino’ya hoş geldin. Her şeyi kazanmalıyız, her şeyi...

— Deneyeceğiz.

— Ağzını bir süre kapalı tut.

Michel Platini

Michel Platini

1982 baharında Juventus’un kulüp binasındaki bu görüşme, yeni dönemin miladıydı. İtalya, krizden çıkmış, FIAT yeniden yükselişe geçmiş ve Saint Etienne’in 10 numarası Michel Platini, Juventus’a transfer olmuştu. Henüz kim olduğunu bilmediği Gianni, transferin gizli tutulmasını istiyordu. Serie A devam ediyordu ve şampiyonluk için Roma’yla çekişiyorlardı. Fakat haber, basına sızdı. Juventus, 16 Mayıs 1982’de Catanzaro deplasmanına, sezonun son maçına gittiğinde gelecek sezon takımda oynayacak iki yabancı belli olmuştu: Zbigniew Boniek ve Platini. Takımın önemli isimlerinden İrlandalı Liam Brady’nin veda mektubunu hazırlaması gerekiyordu. Maç 0-0 devam ederken 75. dakikada penaltı kazanan Juventus’ta ayrılacağı kesinleşen Brady topu almış ve 20. şampiyonluğu getiren golü atmıştı. Juventus, ikinci yıldızını takmıştı. Gianni, 1997'de hatıralarını deştiğinde “En unutamadığım an, Brady’nin attığı penaltıydı” diyecekti.

O yaz milli takım 1982 Dünya Kupası’nı kazandığında ilk 11’de altı Juventus’lu vardı. Turnuvanın yıldızı, 1978’de formayı giydiremedikleri, daha sonra da Totonero Skandalı ile futboldan üç yıl men edilen Rossi’ydi. Boniperti, Rossi’nin zor günlerinde onu unutmamış ve 1981’de cezası sürmesine rağmen Juventus’a transfer etmişti. İspanya’da iz bırakan başka uluslararası yıldızlar da vardı. Polonyalı Boniek ve Fransız Platini en dikkat çekenleriydi. 1982, bir bakıma Juventus’un kupasıydı. Fakat 1982-1983 sezonu öncesinde yeni yabancıların aldığı paralar takım içinde ufak bir rahatsızlığa sebep oldu. Takımın sağ beki Gentile, Boniperti’ye şunu söyledi:

— Başkan, Platini ve Boniek harika oyuncular ama biz de dünya şampiyonuyuz ve onlardan daha az para kazanıyoruz.

— Milli takım ile şampiyon oldunuz, Juventus’la değil!

Gentile, tıpkı sahadaki gibi yılmadı ve aynı soruyu ʻAvukatʼa da sordu. Agnelli de başkanı gibi Dünya Kupası göndermesi yapacaktı: “Sevgili Gentile, söyle bakalım; hangisini durdurmak daha zordu: Zico’yu mu Maradona’yı mı?”

Juventus, sezonu ikinci bitirse de Şampiyon Kulüpler Kupası’nda finale kadar yükselmişti. Sezona, İtalyan futbolunu ve Trapattoni’yi eleştirerek başlayan Platini ise bekleneni vermeye başlıyordu. Bettega, Rossi, Boniek ve Platini’nin oluşturduğu hücum gücü, Scirea, Cabrini ve Tardelli’nin desteğiyle durdurulması güç bir hâl almış, Başkan Boniperti ve Agnelli Ailesi, istedikleri seviyeye nihayet ulaşmışlardı. Tek kale oynadıkları finalde Hamburg’a 1-0 kaybetseler de ‘Juventus Stili’ artık takıma yerleşmişti. Tardelli, o dönemi “Her şeyi kazanmak zorundaydık. Bu mantalite, Agnelli Ailesi’nden geliyordu. Bu düşünceye ayak uyduramazsanız bir süre sonra kendi yolunuza giderdiniz” sözleriyle anlatacaktı. Takımdaki soru işaretleri de ortadan kalkmıştı. Zoff, “Gianni Agnelli’nin Platini’ye zaafı olduğunu biliyorduk ama bu durum hiçbir zaman takım içinde kıskançlık yaratmadı. Platini’nin biraz ‘özel’ biri olduğunu hepimiz anlamıştık” diyerek durumu açıklayacaktı.

Oyuncular üzerinde ‘asil’ bir egemenlik kuran, birçok oyuncunun onunla konuşmaya bile çekindiği Gianni, konu Platini olduğunda durumu biraz torun-dede ilişkisine getiriyordu. 1997’de efsane futbolcuların yer aldığı bir videoyu izlerken Platini’yi gördüğü anda yüzünü bir anda tebessüm kaplıyor ve “Fantastikti, fantastik…” diyordu. İlerleyen yıllarda “Sizi en çok ne mutlu eder?” sorusuna, “Michel’i 10 dakika daha futbol oynarken izlemek” cevabını verecekti. Trapattoni’ye göre ise bu ‘aşk’ sadece futbolla alakalı değildi aslında: “Onun zekâsına, çabuk düşünme yeteneğine ve espri anlayışına da hayrandı.” Platini, 1983-1984'ten itibaren Avrupa futbolunun zirvesine oturacaktı. Art arda üç kez Ballon d’Or kazandı, üç kez ligin gol kralı oldu.

Juventus, 1984’te Kupa Galipleri Kupası’nı, bir sezon sonra Liverpool’u yenerek Süper Kupa'yı kazandı. 1985'te Şampiyon Kulüpler Kupası Finali’nde Liverpool karşısına çıktıklarında favoriydiler; nitekim kazandılar da… Ama Heysel Stadı’nda yaşananlar, futbola gölge düşürmüştü. Helikopterle stada gelen Gianni, olayları duyunca maçın oynanmayacağını düşündü ve İtalya’ya döndü. Yaşananları bir savaşa benzetti ve yakınlarına göre bu kupayı, zaferleri arasına hiçbir zaman almadı.

Değişen İtalya

Scudetto ile tamamlanan 1985-1986 sezonu sonrası Juventus için gidişat tepetaklak olmaya başladı. Trapattoni Inter'in başına geçti, takım dağılmaya başladı. Takımın genel menajeri olarak Gianni’nin oğlu Edoardo seçilmişti. Edoardo, uyuşturucu sorunları ile gündeme gelince ailenin geleceği tartışılmaya başlanmış, Umberto’nun oğlu Giovannino'ya umut bağlanmıştı. Giovannino, 1981’de henüz 17 yaşındayken amcasının ricasıyla Juventus antrenmanına katılmış ve kros dâhil olmak üzere bütün antrenmanı gıkını çıkarmadan tamamlamıştı. Gentile, durumdan çok etkilenenlerden biriydi. Otobiyografisinde bu olayı, ailenin Juventus’a olan saygısı ile özdeşleştirecekti.

Fakat 1982 sonrası zirveye çıkan İtalyan futbolu başka bir şekle doğru evrilmişti. Sahneye çıkan genç bir iş adamı, Silvio Berlusconi ‘Yeni’ İtalya’nın temellerini atmaktaydı. Silvio, 1986’da Milan’ı satın aldı ve birkaç sene içinde takımı Avrupa’nın zirvesine çıkardı. Gianni “O, şehir sporunu bir televizyon şovuna çevirdi. Biz, hiçbir zaman takımımızı bir kişinin omuzları üzerinde bırakmayacağız” dese de işler değişmişti.

Milan, Avrupa’nın zirvesindeyken Juventus cephesinde, 1990’da Boniperti başkanlığı bıraktı. Taraftarı canlandırmak için Ian Rush ve Roberto Baggio gibi büyük isimleri Torino’ya getirseler de Scudetto uzaktaydı. Avukat'ın, Roberto Baggio transferinde, protesto için sokaklara dökülen Fiorentina taraftarına yorumu ülkedeki 'değişimin' de özetiydi: “Eskiden FIAT için yürürlerdi şimdi Baggio için... Demek ki ülke gelişiyor.” Bir süre sonra tekrar Trapattoni’ye sarıldılar ama senaryo değişmedi. 1994’te Trap ile konuşan Avukat, kardeşi Umberto’nun ipleri eline almak istediğini söylemiş ve Trap’a kibarca kapıyı göstermişti.

Zaferler ve Calciopoli

Umberto, kontrolü ele alır almaz kendine has sistem değişiklikleri yaptı. Luciano Moggi, Antonio Giraudo ve Roberto Bettega’dan oluşan ‘Triade’yi kurdu ve tüm sorumlulukları onlara verdi. Takımın başına ise Marcello Lippi getirildi. Lippi’nin ilk sezonunda dokuz yıldır beklenen şampiyonluk geldi, ikinci yılında ise Şampiyonlar Ligi’ni kazandılar. Gianni, mucize yaratan Lippi için “Stefania Sandrelli’den sonra Viareggio’dan çıkan en güzel şey” diyordu. 1996-1997’de ise hem ligi kazandılar hem de bir kez daha Şampiyonlar Ligi finaline çıktılar. İşler yolundaydı ki 1997 Aralık’ında büyük bir yıkım yaşandı. Takımın, FIAT’ın ve ailenin gelecekteki lideri olarak görülen Giovannino, kansere yenilmişti. 14 Aralık’taki Piacenza maçında “Her zaman bizimlesin” pankartları ile gelecekteki lidere veda edildi.

Henry Kissinger ve Gianni Agnelli...

Henry Kissinger ve Gianni Agnelli...

Juventus, başarısını tempoyu hiç düşürmeden devam ettirdi. 2003’te Gianni Agnelli, bir yıl sonra da Umberto hayata veda etse de ailenin sistemi işlemeyi sürdürdü. Gianni’nin torunu John Elkann, en göze batan isimdi. Her sezon şampiyon olmasalar da çoğunlukla yarıştan hiç kopmadılar. 2005-2006’da 29. şampiyonluğa ulaşmış ve üçüncü yıldıza yaklaşmışlardı. Ama bir haftada takımın tarihi değişecekti. Calciopoli Skandalı patlamış, bataklığa en çok giren takımın Juventus olduğu ortaya çıkmıştı. Moggi ve Giraudo kara listenin tepesindeydi. Elkann, o dönemi “Hem takımı ayakta tutmaya çalışıyorduk hem de davalarla ilgileniyorduk, çok zordu” sözleriyle anlatacaktı. Moggi ömür boyu, Giraudo ise beş yıl futboldan men edildi, Juventus küme düşürüldü. Yeni kuşak Agnelli’ler, temelleri tekrar atmak zorundaydı…

Diriliş

“Kazanmak önemli değildir; kazanmak kayda değer tek şeydir!” Kulübün onursal başkanı Giampiero Boniperti, 8 Eylül 2011 akşamı kendi döneminin en büyük sloganını haykırdığında, açılış için yeni stadyumu dolduran binlerce insan duygu yoğunluğuna boğulmuştu. Calciopoli sonrası Serie A hasretini kısa sürede noktalayan Juventus, 2010’da Umberto'nun oğlu Andrea’nın başkanlık koltuğuna oturmasıyla yeni bir döneme girdi. Andrea, genel menajerliğe Giuseppe ‘Beppe’ Marotta’yı getirdi, antrenör olarak Trapattoni gibi genç, İtalyan kültürüne yeni soslar katan Antonio Conte’yi seçti, milli takıma taşınacak bir savunma hattı kuruldu, 2011-2012 sezonunda yeni stadyum ve beklenen şampiyonluk takıma kazandırıldı.

Juventus, son sekiz senedir tekrar İtalyan futbolunun zirvesine çıktı, Gianni'nin hayalindeki üçüncü yıldız formaya işlendi. Sırada yıllar önce konan ‘Avrupalı’ olma hedefi var. Andrea, iki final kaybetseler de bu rüyanın arkasında. Bu yaz yapılan Ronaldo transferi ve Trapattoni’nin “Bu transfer, benim Platini’me benziyor” açıklaması, yeterli sinyali veriyor gibi. Ama ortada sportif zaferlerin dışında daha da önemli bir nokta daha var; bir hanedanlığı devam ettirmek ve bunu, birçok İtalyan devinin boğulduğu yeni dünya düzeninde başarmak…

Agnelli'ler, elbette pirüpak değil; Gianni’ye yakın olanların neredeyse hepsi, onu “İyi bir insan olmayabilir…” kelimeleriyle anlatmaya başlıyor. Kissinger ve Kaddafi (2002’de Juventus’un hisselerinin bir kısmını da almıştı) ile olan dostlukları da cabası. Ama İtalya’ya ve futbola kattıkları da yadsınamaz. Bu tutkulu aşkı ‘Avukat’ın sözleriyle noktalayalım: “Juventus benim bütün yaşamım; sevinç ve gurur kaynağım. Aynı zamanda hayal kırıklığım ve hüsranım da… Ne olursa olsun, bütün bunlar gerçek bir aşk hikâyesi...”

Socrates Dergi