Gölge Golcüler

19 dk

1990’lı yıllarda Serie A'da gol yükü, yabancı yıldızların omzundaydı. Bir de kendi yollarını izleyen, gölgede kalmış İtalyan forvetler vardı...

İtalyan kulüpleri, 1960’larda getirilen yabancı yasağının kalktığı 1980’lerin başından itibaren seyirciye gol izletmeye önem verdi. Kendi kültürleriyle yetiştirdikleri forvetler ile yabancı yıldız golcüleri, İtalyan futbolseverlerin huzuruna çıkarmak için birbirleriyle yarıştı. Hatta ipin ucu biraz kaçmış, büyük takımların birçoğunun 9 numarası, yurt dışından isimlerle doldurulmuştu. Ligin tavan yaptığı 1990'lara girildiğinde neredeyse her takımın dünya çapında en az bir ithal golcüsü vardı. Marco van Basten, Careca, Jürgen Klinsmann, Rudi Völler, Ruben Sosa, ilk akla gelenleriydi...

İtalyan golcülerde ise öne çıkan ve “Her takımda oynar” diyebileceğimiz tek isim Gianluca Vialli’ydi (Roberto Baggio’yu ya da Roberto Mancini’yi tam anlamıyla bir 9 numara saymıyorum). Bu durum, tarihi boyunca büyük santrforlarla anılmış İtalya Milli Takımı’nın 1990 Dünya Kupası planlarına darbe vursa da ilerleyen yıllarda kendi piyasasını yaratacaktı. Büyük takımlarda çok fazla fırsat bulamayan İtalyan golcüler, orta sıra takımlarda kendilerini göstermeye ve ikon olmaya başlamışlardı. Öyle ki İtalya’nın ‘Büyülü Geceler’ sloganıyla yola çıktığı 1990 Dünya Kupası’nda, ‘Goleador’ rolünde bir ‘ikinci sınıf’ santrfor sahneye çıkacaktı…

Bir Tutam Gök Mavisi

“Takım çok enerji harcamıştı. Carnevale’nin kenara gelmesi lazımdı. Avusturya’nın hızlı oyunda zorluk çektiğini ve Schillaci kartını oynamam gerektiğini düşündüm. Takıma yeni girmişti ama antrenmanlarda çok aktifti. Düşündüklerimin gerçekleştiğini görmem çok hızlı oldu. Çünkü girdikten üç dakika sonra sonucu belirleyen golü attı.”

1990 Dünya Kupası’nda İtalya’nın başında görev yapan Azeglio Vicini, kupanın simgesine dönüşecek Salvatore ‘Toto’ Schillaci için masalsı yazın nasıl başladığını böyle anlatmıştı. Schillaci, İtalya’nın gruptaki ilk maçında Avusturya karşısında ecel terleri döktüğü anlarda, 75. dakikada oyuna dâhil olmuş ve 78’de golünü atarak galibiyeti getirmişti. 1988- 1989 sezonunda Serie B gol krallığıyla dikkat çeken Güney İtalyalı golcü, o sezon sonunda Juventus’a transfer olmuş ve 15 golle siyahbeyaz formayla fena bir sezon geçirmemişti. Bu performans onu 1990 Dünya Kupası kadrosuna taşısa da birçokları; Vialli, Carnevale, Mancini ve Baggio’nun sıra beklediği hücum hattında onun sadece bir figüran olacağını düşündü.

Fakat Avusturya maçında açılışı yapan Schillaci, beş gol daha atacak ve turnuvanın gol kralı olacaktı. Sekiz sene önce ülke tarihinin en büyük santrforlarından Paolo Rossi ile aynı mertebeye ulaşması dünyayı şoka soktu. Fakat Toto, takip eden sezonlarda beklentileri karşılayamadı. Son milli maçını 1991’de oynadı ve Dünya Kupası’nda attıklarından sadece bir fazla gol sayısı ile 16 maçlık kariyerini noktaladı. Juventus’ta ve 1992’de transfer olduğu Inter’de de işler iyi gitmedi. Serie A kariyerinde çift haneli gol sayısına bir daha ulaşamadı…

İtalya, Vialli’nin Sampdoria formasıyla gösterdiği performansı milli mesailere taşıyamaması ve malum yabancı santrfor bolluğu nedeniyle 1990’ların başını forvet arayışıyla geçirdi. Her bölgede harika bir takım yaratan Azeglio Vicini, ihtiyaç duyulan golcüyü bulmak için Dünya Kupası sonrasında ‘deneylerine’ devam etti. Bu dönemde şans bulanlardan biri de Francesco Baiano’ydu…

Baiano da tıpkı Schillaci gibi Serie B gol krallığıyla ismini duyurmuştu, 1.80’in altındaydı ve çabuk ve ani şutlarla gol bulma yeteneğine sahipti. Zdenek Zeman’ın çıkış yaptığı Foggia’da, 1990’lara birinci sınıf bir imza konduran Giuseppe Signori ile birlikte gol yükünü çekmişti. İlk milli maçına, Euro '92 Elemeleri’nde Norveç karşısında çıktı. 1-1’lik skor İtalya’nın umutlarını bitirirken, faturayı ödeyenler listesinde Baiano da vardı. Daha sonra sadece bir kez milli takımda yer aldı ve Vicini’nin görevi bırakmasından sonra Sacchi’nin opsiyonları arasına giremedi. Fakat gollerine devam etti. Fiorentina’ya transfer oldu ve Batistuta ile ‘BA-BA’ hattını oluşturarak savunmaları tuzağa düşürmeyi sürdürdü.

Euro '92 hayal kırıklığını en ağır ödeyenlerden biri de Ruggiero Rizzitelli’ydi. Norveç maçında beraberliği getiren golü atsa da bir önceki 0-0’lık SSCB maçında kaçırdığı gol üzerine yapıştı. Torino’yla iyi sezonlar yaşasa da sadece bir kez milli takım kadrosunda yer alabildi. Son büyük hamlesi, Giovanni Trapattoni’nin de ‘kıyağıyla’ gerçekleşen Bayern Münih transferiydi ama iki senede sadece 11 gol atabildi. Rizzitelli’nin Almanya macerasıyla aynı dönemde, İtalya’dan Ada’ya ‘göçler’ başlamıştı…

Ada Umutları

Andrea Silenzi de tıpkı diğerleri gibi Serie B gol krallığıyla açılışı yapsa da İtalyanların pek yetiştirmediği türden bir santrfordu. 1.91’lik boyuyla daha çok dönemin topun yere inmek bilmediği İngiliz futbolu için daha uygun bir stili vardı. Reggina, Napoli ve Torino seyahatleri sonrasında beklenmedik bir teklif aldı. 1995 yazında Nottingham Forest, Silenzi için 1.8 milyon sterlin ödedi ve ‘kule’ forveti takıma kattı. Silenzi için ödenen miktar tartışmaya açık olsa da kesin bir şey vardı: İtalyan forvet, Premier Lig’de forma giyen ilk İtalyan sıfatıyla tarihe geçmişti. Silenzi’nin 12 maçlık golsüz performansı, hayal kırıklığı yarattı ama İngilizler, Çizme’den transferlere ara vermedi.

‘İtalyan takımı’ olarak nam salan Chelsea, Roberto Di Matteo ve Gianfranco Zola gibi iz bırakan Akdenizlilerin yanında Pierluigi Casiraghi’ye de şans verdi. Fakat 1990’ların ortasında bir dönem milli takımda da şans bulan Casiraghi, vatandaşlarının mertebesine ulaşamadı. İtalyan forvetlerin İngiltere macerasındaki ilginç isimlerden biri de Stefano Gioacchini’ydi. Kariyerinde sadece üç Serie A maçına çıkan forvet, Coventry City’de de aynı maç sayısına ulaşarak macerayı noktalamıştı. Fakat Çizme-Ada hattındaki en sansasyonel hikâye İskoçya’da sahnelenecekti…

Roma, 25 Mayıs 1997’de Perugia’ya konuk olurken tribündeki yerini alanlardan biri de Glasgow Rangers gözlemcisi Ewan Chester’dı. Küme düşme sınırında gezinen Perugia’nın Roma’yı 2-0 yendiği maç sonrası Chester, menajer Walter Smith’e şunları söylüyordu: “Eğer çalışkan bir takım kuracaksan doğru adam değil ama sezon başına 30 gol atan bir adam istiyorsan mükemmel seçim.” O gün bir gol ve bir asistle oynayan Marco Negri’nin Rangers macerası bu öneriyle başladı…

Ewan Chester’ın o maçla ilgili hatırladıkları arasında Negri’nin kariyerini özetleyen cümleler de vardı: “Sahadaki 10 adam her şeyini veriyordu. Her top için savaşıyor, müdahale yapmak için neredeyse uçuyorlardı. Uzun saçları ve kirli sakalıyla dikkat çeken Marco Negri ise bunları denemiyordu bile...” Sahadaki Perugia’lılardan birinin de Milan Rapaiç olduğu düşünüldüğünde, Negri’nin vurdumduymazlık seviyesinin apayrı boyutta olduğu daha iyi anlaşılıyordu. Chester’ın yorumları neredeyse harfi harfine çıkacaktı. Negri, Rangers forması giydiği ilk 10 maçta 23 gol attı. Performansının doruk noktası, 23 Ağustos 1997’deki Dundee United maçıydı. Tam beş gol attı ve Ibrox’un sevgilisi oldu. Negri, bugünlerde ‘beşlemeyi’ en iyi maçı olarak hatırlıyor ve ekliyor: “Evet, bir golcü her zaman gol atabilir ama beş gol benim için hayaldi.”

Sahaya çıktığı 40 maçta attığı 37 golün 32’si lig maçlarındaydı ve takımın Celtic’in önünde, sezonu şampiyon bitirmesinde büyük rol oynadı. Marco Negri, gol atmasına atıyordu ama pek de sevinmiyordu. Takımdaki tek arkadaşı, aynı sezon Juventus’tan transfer olan sağ bek Sergio Porrini’ydi. İkilinin en büyük keyfi, birlikte yaptıkları squash maçlarıydı. Bu hobi, hikâyeyi ayrı bir yere götürecekti…

“İtalya’da her gün antrenman yapardık ama İskoçya’da izin günlerimiz oluyordu. O Çarşamba günü de bunlardan biriydi. Squash oynamamın nedeni, reflekslerim ve süratim için yararlı olmasıydı. Bir santrforsanız bunlar önemlidir. Sergio’yla oynuyorduk, topa çok sert vurdu ve top direkt gözüme çarptı. Retinam zarar görmüştü. Günlerce uyuyamadım. Bu sakatlık nedeniyle iki ay sahalardan uzak kaldım. Benim için tam anlamıyla ‘Kara Çarşamba’ydı.”

Göz sakatlığı sonrası Negri’nin şansı bir türlü yaver gitmedi. Walter Smith’ten sonra göreve gelen Dick Advocaat, onu rezerv takıma gönderdi. Sakatlıklar da yakasını bırakmadı. Bu sakatlık dönemlerinin birinde, tedavi aşamasında HIV semptomlarına rastlanıldı. Hayatının en kötü günlerini geçiren Negri, Bologna’ya gitti ve orada kendisini rahatlatan haberi aldı. Sağlıklıydı fakat kariyeri hiçbir zaman 1997’deki gibi geçmedi. 2001’de takımdan ayrıldı ve futbolu bıraktığı 2005 yılına kadar sadece 10 gol atabildi…

Milano Kurbanları

Britanya futboluna kısa sürede etki bırakan İtalyan forvetler de oldu. Francesco Baiano, Derby County formasıyla fena işler yapmadı. Bir diğer ‘gölge’ golcü Marco Branca da Middlesbrough ile 12 maçta dokuz gollük az ama öz bir performans ortaya koymuştu. Branca’yı ilginç kılan ise fena işler yapmamasına rağmen İtalya’nın ağababalarından Inter’de tutunamamasıydı. Roma’da parlayan ve Marco Delvecchio takasıyla 1995’in Eylül ayında Inter’e gelen Branca, 1.80 altı bitirici forvet ekolünün temsilcisiydi ve Inter’le çıktığı ilk 24 maçta 17 gol attı. Fakat ertesi sezon rakamlar tek hanelere inince ‘topçu öğütme makinası’ Inter’ın onlarca kurbanından biri olarak tarihe geçti ve Middlesbrough’ya satıldı. Branca’nın Inter’den takım arkadaşı Maurizio Ganz ise üst seviyelerdeki macerasına farklı renkler katmayı başaracaktı…

Ganz da ‘diğerleri’ gibi Serie B gol krallığıyla dikkat çekmişti. Brescia formasıyla parlayan 1.74’lük golcü, Serie A tarihinin zıplama tahtası Atalanta’ya geçti ve iyiden iyiye kendinden söz ettirmeye başladı. Inter, bu yükselişe kayıtsız kalmadı ve 1995 yazında Ganz’ı kadrosuna kattı. İlk sezonunda 13, ikinci sezonunda 11 gol attı. 1997’de UEFA Kupası Finali’ne ulaşıp Schalke’ye kaybetseler de Ganz, sekiz golle kupanın gol kralı olmuştu. Taraftar “Segna sempre lui” (Her zaman atar) besteleri yapmaya başlamıştı ki ertesi sezon Ronaldo’nun takıma katılmasıyla doğal olarak gözden düştü ve Milan’ın yolunu tuttu. Milan’daki gol sayıları Inter’deki gibi ümit verici değildi ama 1998-1999 sezonundaki şampiyonlukta katkı verenlerden biriydi. Fakat takip eden sezonda Venezia’ya kiralandı. Yakın dönemde verdiği röportajda şunları söyledi: “Berlusconi, 1999’daki şampiyon takımı bir türlü sevememişti.”

Ganz’ın milli takım macerası da ilginçti. Sacchi döneminde kadroya çağrılmış ama hiç sahaya çıkamamıştı. İlerleyen yıllarda şansını, Padania Milli Takımı’ndan yana kullanacaktı. Po Ovası’nın diğer adı Padania, 1996 Genel Seçimleri’nde federalist Lega Nord Partisi’ne yüzde 10 oy çıkarmıştı. Parti, bunun üzerine Padanya Federal Cumhuriyeti’ni ilan etti ve bir milli takım kuruldu. İtalya Futbol Federasyonu tarafından tanınmayan bu yapıya 2006’da dâhil olan Ganz, FIFA üyesi olmayan milli takımların katıldığı VIVA Dünya Kupası’nda Padania ile şampiyonluk yaşayacaktı…

Büyük Takım Bize Göre Değil

‘Büyük’ fırsatı Inter’de yakalayanlardan biri de Marco Ferrante’ydi. 2000’lerin başında kiralık olarak 11 maç oynadı ve sadece bir gol attı. Ama onu efsane yapan Torino günleriydi. 1998-1999’da ‘rutin’ İtalyan çıkışını Serie B gol krallığıyla yaptı. 1996-2001 ve 2001-2004 yılları arasında 125 gol atarak kulüp tarihinin en golcü beşinci ismi oldu ve efsane Valentino Mazzola’yı geride bıraktı. Boğa sevinci, bugün dahi taraftarın kullandığı ikonik bir harekete dönüştü. Gerilmeden attığı frikik golleri ve ayak içiyle yaptığı bitirici vuruşlar en büyük özellikleriydi. Napoli ve Parma’da neredeyse hiç şans bulamamasına rağmen Avrupa Kupaları kazanan Ferrante, “Maradona ve Ronaldo ile oynadım ama hayatımın takımı Torino’ydu” diyerek vefa borcunu ödedi.

Orta sıra yıldızlarının en büyük sürprizi Igor Protti’ydi. Ama onun çıkışı, diğerlerinin zıttı bir şekilde Serie A gol krallığıyla oldu. 1995- 1996 sezonunda Bari formasıyla 24 gol atarak, 1990’larda lige en büyük damgayı vuran milli forvet Giuseppe Signori ile tahtı paylaştı. Ertesi sezon Signori ile takım arkadaşlığı yapıp Lazio formasını giyse de beklediğini bulamadı. 1999’da transfer olduğu Livorno’da tekrar halk kahramanı mertebesine yükselen Protti, Livorno formasıyla bir Serie B, iki de Serie C gol krallığı yaşadı.

Dario Hübner, sürprizi 2000’li yıllara taşıyan 1990 model golcülerdendi. Serie C ve Serie B gol krallıklarını takiben, 1990’ların sonuna doğru Brescia formasıyla parlayan Hübner, 2001 yılında Piacenza’ya transfer oldu ve ilk sezonunda 24 gol atarak David Trezeguet ile gol krallığını paylaştı. Hübner, öyle bir etki bırakmıştı ki sezon sonundaki Dünya Kupası’nda Trapattoni’nin kadrosunda yer almaması, birçok İtalyan spor yazarının tartışmalarındaki ana başlıktı...

1990’larda ligin büyükleriyle işi olmayan belki de en büyük isim Giuseppe Signori’ydi. Üç kez ligin en çok gol atan ismi oldu. Hiçbir Serie A golcüsü, Signori’den sonra bunu başaramadı. Milli takımda hatırı sayılır bir yeri vardı. Kulüpler düzeyinde en büyük başarısı, Lazio ile 1994-1995 sezonunda yaşadığı ikincilik olsa da Serie A’nın saygın isimlerinden biriydi. Zdenek Zeman’ın Foggia’sı ile çıkışını yaptı ve yine Zeman’ın Lazio’su ile zirve heyecanını yaşadı. 188 golle, Serie A tarihinin en golcü dokuzuncusu oyuncusu konumunda. 127 gol attığı Lazio’da onu geçen tek isimse 149 golle Silvio Piola. 2015’te Telmolise Kanalı’na verdiği röportajda, yüzünde “Yapacak bir şey yok” ifadesiyle Piola mevzusuna verdiği cevap ise ilginçti: “Piola… O zaten Serie A tarihinde en çok gol atan futbolcu. Totti, 45 yaşına kadar oynarsa belki onu geçebilir. Onu dışında kimse o rakamlara ulaşamaz."

Socrates Dergi