
Gölgede ve Güneşte Yas
5 dk
Futbol, Uruguay ve gazetecilik. Bazen sadece üç kelime, bir yolculuğa; bir yolculuk ise yolların kesişmesine vesile olur. Aslı Pelit, Uruguay'da röportaj yaptığı Eduardo Galeano'yu yazdı.
Tam 10 sene önce bavulumu toplayıp haritada yerini zor bulabileceğim Uruguay’a taşınmıştım. Uruguay ile ilgili o dönemde -ünlü plajı Punta del Este ve Lugano’nun anavatanı olması dışında- tek bildiğim üniversite yıllarımda beni Latin Amerika üzerine uzmanlık yapmam gerektiğine ikna eden Eduardo Galeano’nun memleketi olmasıydı. Uruguay’da gazeteci olarak hayata atılmaya çalışırken ilk yaptığım röportajım onunlaydı. Unutulmazdı. Başkent Montevideo’nun en eski kafelerinden birisi olan Brasileiro’da gürültülü espresso makinesinin uğultusu ve kahve kokusu arasında saatlerce konuşmuştuk. Galeano konuştukça ben Latin Amerika’yı daha çok merak etmiş, bu coğrafyayı bir gün onun gibi anlayabilmeyi ummuştum. Sadece Latin Amerika değildi ortak tutkumuz. Ne de olsa futbol coşkusu ile yanıp tutuşan kişilerdik. Her zaman olduğu gibi 90 dakikalık bu muhteşem oyun, iki farklı kültür ve jenerasyondan gelen insanı adeta yıllardır birbirini tanıyan iki dosta dönüştürmüştü.
Güzel Oyun
Esasen edebiyat çevrelerinde tanınan Galeano, bizim gibi Latin Amerika futbolunu takip edenler için ayrı bir yer tutar. Gölgede ve Güneşte Futbol’u okumadan Latin Amerika futbolundan bahsetmemek gerekir. Ünlü yazar futbolu tanrıya benzetir, çünkü bu kıtada bir takım tutmak demek ona kayıtsız şartsız inanmak demektir. Entelektüellerin futbola ‘toplumu uyutan afyon’ olarak bakmalarından hiç hazzetmezdi. Futbolun sınırları olmayan bir gelenek olduğunu düşünürdü. Latin Amerikalı entelektüellerin kibirleri yüzünden bu sporun kıtadaki önemini kavrayamadıklarını belirten Galeano, birçoğunun insanlığı sevdiğine ama insanlara paye vermediklerine inanırdı. Ama esasında onun futbolda tek hoşuna gitmeyen nokta, bu popüler sporun giderek elitist bir hal alması ve tüm kıtaya uygulanan özelleştirme politikasının masum bir sporu etkilemesine izin verilmesi olmuştu. Buna rağmen usta yazar, profesyonel futbolun birçok umutsuz fakir Latin Amerikalı gencin hayatını değiştirmesine sıcak bakardı. Onunla o ilk röportajımda, neden bu kıtanın dünyaca ünlü oyuncular yetiştirdiğini sorduğumda bana “Uruguaylı bebekler, doğdukları anda ‘GOOL!’ diye bağırırlar. Uruguaylı bir bebek annesinin bacakları arasından çıkarken ‘GOOOL!’ diye bağırır. O yüzden doğumhaneler çok gürültülüdür. Doğumhanelerin yanından geçerken fark edersin gürültüyü, bütün bebekler ‘GOOL!’ diye bağırır. Zamanla, çok az çocuk ‘GOOL!’ diye bağırma şansına sahip olur” demişti. Bir zamanlar futbolu olmak isteyen kendisini ise “O kadar kötü bir oyuncuydum ki bana tahta bacak derlerdi” diyerek betimlemişti.
Yazmayı Sevmeyen Yazar
Galeano futbolu seven ama yazmayı sevmeyen bir yazardı. Bir söyleşisinde “Yazmayı Kübalı bir müzisyenden öğrendim” demişti. Devrimin ilk yıllarında, Küba’nın doğusundaki el değmemiş bölgelerde bir arkadaşı ile beraber unutulmaz bir zaman geçirmişti. Devrim hakkındaki gerçeklerle tanışırken, bir gece bir grup müzisyen ile tanışmıştı. Dört kişiden oluşan grubun perküsyoncusu onu derinden etkilemişti. Saatler süren müzik ziyafetinin ve birçok kadeh romun arkasından Galeano müzisyene sırrını sormuş, müzisyen de ona “Sadece ellerim kaşınınca çalarım” demiş. O da bunun, hayatta unutamayacağı bir ders olduğunu anlatmıştı.
Çare Uruguay
Uruguay, son birkaç senedir Türkiye’de giderek popüler hale geldi. Belki çare değil ama çok ilginç bir yer olduğu kesin. Galeano’nun ülkesini sevme sebepleri ise gerçekten farklı:
“Şöyle söyleyeyim; Montevideo’yu seviyorum. Çünkü hâlâ şans eseri prehistorik özelliklere sahip. Mesela burada hâlâ yürüyebiliyorsun, nefes alabiliyorsun, bu iki aktivite de büyük modern şehirlerde zorlukla yapılıyor. Bazı şehirlerde yürümek yasak, tamamen ya da derin nefes almak garip bir davranış. Çünkü arabalar ve kirlilik yüzünden hava pis ama şansımıza bize çok güzel bir yer düşmüş. Dünya üzerinde açıklaması zor şeyler var; mesela tavuklar kanatları olduğu halde uçmazlar, uçmayı unutmuşlar! Biz insanlara da aynı şey olacak, çünkü her geçen gün bacaklarımız yerine tekerlekleri kullanıyoruz. Aynı zamanda bu şehirde hâlâ birbirine saygılı insanlar yaşıyor ve içtenler. Modern hayatın zorla bize kabul ettirmek istediği değerlere rağmen -ki bu değerlerden birisi komşuya bile güvenmemek- burada kimse birbirini tehdit etmiyor. Tabii ki problemlerimiz var; güvenlik gibi, vahşet gibi, her yerde olduğu gibi. Ama büyüdüğüm bu şehir ki beni ben yapan bu ülkenin bir parçası, genelinde hâlâ yaşanacak bir yer. Ben hâlâ sözün kutsal olduğu Uruguay’ın bir evladıyım. Burada söz verdin mi, kendini vermiş olursun. Uruguay’da 20’nci yüzyılın başından beri sekiz saatlik iş günü uygulaması var ki ABD’den önce yasa olarak kabul edilmiş. Kadınlar Fransa’dan önce burada oy verme hakkına sahip olmuşlar. İspanya’dan 60 yıl önce burada boşanma hakkı kazanmışlar. Hatta 30’lu yıllarda, dört sene boyunca kürtaj bile yasalmış! İnanılmaz! Burada kilise, devletten 100 sene önce ayrıldı. Bugün hâlâ Latin Amerika’da laik olmayan ülkeler var, hükümetleri hâlâ kiliseden emir alıyorlar. Uruguay’da eğitim laik, bedava ve zorunlu. Burası ufak bir ülke ama yine de bir sürü parlak sanatçımız oldu; edebiyatta, resimde, tiyatro ve futbolda. Bu ülke iki Dünya Kupası, olimpiyat oyunlarında da futbol dalında iki şampiyonluk kazandı! Bu sebepler yüzünden, bence burası yaşamaya değer bir yer. Burada doğduğum için bana öyle gelmiyor. Hintlilerin reenkarnasyon dediği şey doğru ise ve öldükten sonra tanrılar, şeytanlar ya da ilahi herhangi bir varlık bana 'Yeni hayatını nerede geçirmek istiyorsun?' diyecekse, yine burada doğmayı seçerim!”
Galeano, futbolu ve Latin Amerika’yı seven, entelektüelliğe başka açıdan katılan bir yazardı. Onun bıraktığı yer asla doldurulamasa da en azından onun adımlarını takip etmek görevimiz sayılır. Hasta la Victoria Siempre!