Gölgeden Hızlı

12 dk

Aborjinlerin simgesi Cathy Freeman, 15 yaşındayken kendine bir yol çizdi ve o yoldan sabırla ölümsüzlüğe doğru yürüdü.

I'm faster than a shadow. Cos I'm free. Because I'm free.

Sidney Olimpiyat Köyü'ndeki Cathy Freeman Parkı'nda ziyaretçileri karşılayan bu basit cümlecikler, şiirsel bir kariyeri özetler. Bir varoluşu ve savaşımı; büyücek bir azim öyküsünü… Mackay'da çıplak ayaklarıyla sokaklarda koşan siyahi bir kızcağızın 15 yılda tırmandığı nihai zirveyi: Olimpiyat şampiyonluğunu.

Ülkenin demokrasi kültürü düşünüldüğünde inanılmaz gelebilir ama Avustralya'nın Aborjinlere karşı işlenen devlet suçlarıyla ilgili resmi özrü ancak 2008'de gerçekleşmişti. Yani, Aborjinlerin marketten 'içki satın alabilme hakkına' kavuşmalarının ve nüfus sayımına dahil edilmelerinin kırk yıl sonrasında… Bu garip gecikmenin sebebi, olimpiyat düzenlendiği sırada iktidarda olan muhafazakâr başbakan John Howard'ın ısrarla özür dilemeyi reddetmeseydi.

2000 Sidney Olimpiyat Oyunları'nın sembol karakteri Cathy Freeman'ın yeni yüzyılın açılışında yaktığı meşale, Avustralya için bir kesişim noktasıydı. İnsanlık tarihinin, kökleri 60 bin yıla dayanan en eski kültürünün elçisi sıfatıyla, modern dünyanın en önemli sahnelerinden birinde başrolü üstlenmişti. Freeman, Aborjin kökenlerinden aldığı güçle, Avustralya'daki 'Reconciliation' (Uzlaşma) döneminin mükemmel bir tutkalı oldu.

Cathy, 1973 Şubatında Queensland eyaletinin ücra taşra kenti Mackay'da doğdu. Çalkantılı zamanlardan geçen Aborjin ailelerinin çoğu gibi onun ailesi de geçim derdi yaşıyordu. Beş yaşındayken ebeveyni boşandı; birkaç yıl sonra ise annesi, beyaz bir Avustralyalı olan Bruce Barber ile evlendi. Bruce, Cathy'nin atletizme başlamasını sağlayan ve ulusal seviyede bir atlet olana kadar ona kol kanat geren kişiydi.

İlk yarışım, Mackay'daki St. Joseph's İlkokulu'nda sekiz yaş grubunda yapılan bir 80 metre yarışıydı. Tek gözümü kapatarak koştuğum o gün kolayca kazandım. Bir hafta sonra yine kazandım, bu kez benden büyük çocuklara karşı…

Freeman'ın otobiyografisinde bu şekilde anlattığı başlangıç, 1981 yılındaydı. Sadece üç yıl sonra, Melbourne'da yapılan Pasifik Okullar Şampiyonası'nı kazandı. Henüz yaşı çok küçüktü ve ne istediğini hatta nasıl bir dünyada yaşadığını bile tam olarak bilmiyordu. Utangaç, sessiz ve kırılgandı. Daha 13 yaşındayken bir yarış için gittiği Melbourne'da bindiği banliyö treninde bir sürü boş koltuk olmasına rağmen kendisini aşağılayarak "Derhal bana yerini ver!" diyen bir kadının hışmına uğradığında ne yapacağını bilemedi. Neyse ki yanında olan babası Bruce, kadına haddini bildirdi.

80'lerde bu ve benzeri gizli veya açık ırkçılıkla yüzleşerek büyüyen çekingen Cathy, ne istediğine Seul Olimpiyatı sırasında kadar verdi: Hayranlıkla izlediği Florence Griffith-Joyner ve Carl Lewis gibi olmak. Evet, istediği buydu. 15 yaşındayken bunu kafasına koydu.

Bir buçuk yıl sonra Freeman, Auckland'daki 1990 Milletler Topluluğu Oyunları'nda 4x100 metreyi kazanan Avustralya takımının üyesi olarak uluslararası madalya alan ilk Aborjin kökenli atlet oldu. Lakin bu sevinçle Yeni Zelanda'dan Brisbane'a döndüğü gün, serebral palsi hastası olan 24 yaşındaki ablası AnneMarie'nin öldüğünü öğrendi. Yaşamını tekerlekli sandalyede geçiren Anne-Marie, Cathy'nin hayat öpücüğüydü. Girdiği şoktan kurtulamadığı için madalyasını, kahramanı Anne-Marie'nin hemen yanına, toprağa gömmek istedi. Annesi bunu yapmaması için onu ikna ederken, orada, cenaze töreninde ablasına bir söz verdi: "Bundan sonra koşacağım her yarış senin için, Anne-Marie."

Başka Bir Dünya

Ablasının ölümü, Cathy'nin hayata bakışını ve hedeflerini tamamen değiştirdi. En büyük hedefe kilitlenirken, kendisini bir şampiyon atlet olarak inşa etmek üzere tüm vaktini adamaya karar verdi. Melbourne'a taşındı ve tam zamanlı bir atlete dönüştü. Yıllarca yanında olan menajeri ve ilk sevgilisi Nick Bideau -daha sonra İrlandalı yıldız atlet Sonia O'Sullivan ile evlenecek ve büyük bir kavgaya tutuşacaklardı- ile onun sayesinde bulduğu antrenörü Peter Fortune, 1992'den başlayarak bu kariyerin mimarları oldular.

Cathy Freeman'ın yükselişi 1992'de dünya gençler ikinciliği elde ettikten sonra başladı. İki yıl sonra Kanada'daki Milletler Topluluğu Oyunları'nda 200-400 dublesi yaparken, her iki dalda da oyunlar rekorunu kırdı; 4x100'de gümüş madalya alan ekipte koştu. Ortasında güneş doğan Aborjin bayrağı ve Avustralya bayrağını birlikte açıp stadyumda bu şekilde zafer turu attı. Avustralya'nın kafile başkanının kendisine sert çıkmasına ve ceza tehdidine rağmen, ikinci zafer turunda da aynı şeyi tekrar etti ve ses getiren ilk 'küresel eylemini' gerçekleştirdi. Eve döndüğünde gazeteciler, kafile başkanı Arthur Tunstall ile yaşadığı tartışmaları ve bayrak krizini soruyordu. Küçük tehditler umurunda değildi zira bir hafta içinde binlerce tebrik mesajı, faks ve telefon almış; bir halkın simgesi haline gelmişti.

1996 Atlanta Olimpiyatı, Cathy Freeman için dört yıl önce hayli deneyimsiz bir gençken yer aldığı Barselona'dan sonraki ikinci olimpik tecrübeydi. Cathy, bir yaz önce yaptığı planlama hatası nedeniyle, ama daha çok da büyük rakibi Marie-Jose Perec'e kafayı taktığı için, Göteborg'daki 1995 Dünya Şampiyonası'ndan eli boş dönmüştü. Bu kez erkenden gittiği Atlanta'da günlük tutmaya karar verdi. Ve oyunlarda öncelikle yapması gerekenleri sayfanın en başına sıraladı: Medyadan, seyirciden ve stresten uzak dur. Daha da önemlisi; yeni bir Göteborg'dan kaçın.

Freeman, Atlanta'da mükemmel yarışlar koştu. Hatta 400 metre finalinde 48.63 ile (hâlâ Okyanusya rekoru) tüm kariyerindeki en iyi yarışı çıkardı ama yine de olimpiyat ikinciliğinde kaldı. Zira o hafta Marie-Jose Perec çılgın bir seviyedeydi. 'Fransız Ceylan', tüm zamanlar listesinde o dönem en iyi üçüncü derece olan 48.25'lik anormal koşusuyla 400 metre altınını kazandı, üç gün sonra da 200 metrede şampiyonluğu kucakladı. Tek kelimeyle erişilmezdi.

Sidney’e Doğru

Atlanta'dan sonra olimpiyat madalyalı bir yıldız olarak yaşamına devam eden Cathy, önündeki dört yıllık yeni olimpik döngüyü kusursuz planlamak zorundaydı. Çünkü yapılacak bir hata, yaşamını adadığı olimpiyat şampiyonluğu hedefini sonsuza dek elinden alabilirdi. Yanında bir daha asla ele geçmeyecek bir fırsatı da: Aborjin topraklarında kazanacağı, manevi değeri paha biçilemez bir şampiyonluğu…

İkinci olimpiyat zaferi sonrasında Marie-Jose Perec'in kendini geri çektiği Sidney döngüsünde Cathy Freeman iki kez dünya şampiyonluğunu kazandı. Perec, eskisi kadar fırtına estirmiyordu belki ama sahne elbette boş kalmadı: Nijeryalı yıldız Falilat Ogunkoya ve Jamaikalı Lorraine Graham, Sidney'de 400 metre zaferine göz dikenler arasındaydı.

Freeman, 1998'de bir sakatlık arası verdikten sonra piste döndü ve 1999 sezonundan itibaren 2000 Olimpiyatı'na kadar olan bölümde hiç yarış kaybetmedi. Üstelik tam da o sıralarda büyük kavgalarla ayrıldığı sevgilisi ve menajeri Nick'le didişmekteydi. Ondan ayrıldıktan kısa süre sonra Amerikalı spor yöneticisi Sandy Bodecker ile evlendi.

Hayatındaki çalkantıları çok iyi dizginleyen ve kusursuz bir antrenman rejimi uygulayan Cathy Freeman, Sidney Olimpiyatı gelip çattığında istim üzerindeydi. Yenilmezlik serisi 23 yarışa çıkmıştı ve üzerindeki yoğun baskıdan izole kalmayı gayet iyi başarmıştı. Buna karşın Marie-Jose Perec, son üç yılda katıldığı az sayıdaki yarışta sürekli geçilmiş, kendisini zayıf düşüren birkaç hastalıkla uğraşmış, zamanının bir bölümünü model ajansında geçirmiş ve en önemlisi artık otuzlu yaşlarına varmıştı.

Aslında yarışsa bile kürsüye çıkacağı şüpheli görünen Marie-Jose Perec, yine de çifte olimpiyat şampiyonu olarak Cathy için büyük bir tehditti. Ama seçmeden bir gün önce şaşırtıcı bir olay oldu. Perec, otelde bir kişinin kendisini tehdit ettiğini ve çevresindeki Avustralyalılardan büyük bir baskı gördüğünü söyleyerek müsabakadan çekildi. 400'ün seçme yarışları koşulurken Perec, Singapur aktarmalı uçağından Paris'e inmişti bile…

Fransızların kimileri kızgın, kimileri hayal kırıklığı içinde bu kaçışı anlamlandırmaya çalışırken Cathy Freeman tüm vücudunu saran o meşhur yeşil-sarı yarış eşofmanıyla tartanı dönmeye başlamıştı.

Eylül Fırtınası

Avustralya'nın ulusça kilitlendiği an için günler değil, saatler geri sayıyordu artık. Freeman, 22 Eylül'de ilk turu 51.63, bir gün sonra ikinci turu 50.31 ile geçti. Yarı finalde geleceğin şampiyonu Ana Guevara, en ciddi rakibi Falilat Ogunkoya ve Sidney'de en iyisini iki kez geliştiren Donna Fraser ile aynı serideydi. Cathy, rakiplerinin önünde 50.01 ile en iyi dereceyi yaparak finaldeki sekizli arasına girdi. 25 Eylül saat 21.00'de olanları ise olayın kahramanından öğrenelim:

Stadyumdaki uğultu yavaşça azaldı ve takozlara hareketlendik. Bacaklarımı çıkış pozisyonuna koydum ve parmaklarımı özenle çizgiye yerleştirdim. Başımı piste doğru eğdim ve tabancayı beklemeye başladım. Başımdaki zonklamanın giderek yükseldiğini hissediyordum. Tabanca patladığı gibi takozdan ayrıldım. İlk viraja kadar özgüvenli bir şekilde açılış sprintimi yaptım. Yarışın kontrolünü hemen ele geçirmiştim. (Sakin, Freeman, sakin.) İç kulvarımda (Lorraine) Graham ve (Katharine) Merry de iyi başlamıştı. 200 metre belirdiğinde biraz tempomu kısmaya başladım.

(Su engeline kadar bekle, Freeman.) Dönüşe kadar bekledim ve son düzlüğe Graham ve Merry'nin bir adım gerisinde girdim. O anda yarışın geri kalanı için kendimde ne kadar enerji kaldığına inanamadım. Hayatımın en büyük yarışında ne kadar tutumluydum! Öte yandan başımdaki zonklama her adımda artıyordu. (Bu şekilde devam et, Freeman.) Bitime 80 metre kala, bir şeylerin yanlış olduğunu hissedip hareketlendim. Benimle ilgili değil, grupla ilgili bir şeylerin... Orada değillerdi. Üzerimde bir baskı yoktu, bunun farkındaydım. Daha başlarken, yarıştaki bu kızların hiçbirinin sonda benimle gelemeyeceğini biliyordum. (Başardın, Freeman.) Bastım. 50 metre kala zonklamanın sesi duyuluyordu ve etkisi tüm vücudumu titretiyordu. Şimdi zihnimde bir de kalabalığın gürültüsü vardı. İlk kez onları duydum ve iletişime geçtim. Uçuyordum. Seyirci beni ellerine almış da finiş çizgisine taşıyormuş gibi hissettim. Son çizgiye vardığımda fark beş metreydi. Kronometreye baktım ve dudak büktüm: 49.11. Yavaş! (Dur, Freeman. Artık olimpiyat şampiyonusun!)

Fırtına dinmişti. Olimpiyatın birkaç gün sonrasında Cathy ve eşi Sandy, kuzeye, Darwin'e gittiler. Orada aile dostlarıyla yaptıkları mütevazı bir kutlamanın ardından Cathy'nin "Koruyucu meleğim" dediği Anne-Marie'nin mezarını ziyaret etmek için Rockhampton'a geçtiler. Ablasının mezar taşına çiçek yerleştirirken daha önceki her ziyaretinde olduğu gibi gözyaşları yanağından aşağı süzülüyordu: "Senin için yaptım," dedi; "Orada olmanı ne çok isterdim."

Sonra arabayı birkaç yüz kilometre içeri, Woorabinda'ya doğru sürdüler. Sevgili babasının mezarına…

Socrates Dergi