
Güdümlü Bowling Topu
11 dk
New Orleans Pelicans formasıyla ikinci sezonunu geçiren Zion Williamson, bir gün beklediği gibi basketbolu kırabilir mi? Ya da çoktan kırmaya başladı mı?
Daha 16 yaşındayken herkes Zion Williamson ismini öğrenmişti. Akıllı telefon ve sosyal medya çağında yetişmiş bir Z Kuşağı mensubu olduğu için lise maçlarında yaptıklarının amatör çekim video klipleri internette çoktan en çok izlenenler arasına girmişti bile. Bir zamanlar büyük yeteneklerin hikâyeleri daha çok Loch Ness canavarına benzer masalsı şekilde anlatılır, eldeki sınırlı görüntü de aynı UFO görüntüleri gibi 144p'ye rahmet okutacak kalitede olurdu. Bu yüzden her tür tanım, büyük iskonto ile alınırdı. Misal görece daha yakın geçmişte lise efsanesi olan LeBron James. Ünü o kadar büyümüş, öyle masalsı bir hal almıştı ki hem buna inananlar hem de dudak bükenler için büyük merak konusu haline gelmişti. Nitekim o dönemin ana iletişim aracı televizyon bu masalın peşinde düştü ve lise maçları ESPN'de canlı yayımlandı. Masalın gerçek tarafını gördü izleyenler.
Zion Williamson, LeBron James'ten beri en büyük sansasyon yaratan lise oyuncusu. Ama teknoloji sağ olsun, hiçbir zaman bir masal kahramanı olamadı. Belki daha korkunç olan, o kulaktan kulağa katma değer katılarak anlatıldıkça süper kahramana dönüştürülen figürlerden biri olmasına gerek de yoktu. Çünkü zaten gerçeği, masalcılığın şanından gelen abartmaya ihtiyaç duymayacak ölçekte doğaüstüydü.
Genetik bir anomali Zion Williamson. 2.01 boyunda, 130 kiloluk bir kas dağı. Yıllar ilerledikçe yeni modeli çıkan teknolojik aletler gibi. Bir zamanların efsanesi Charles Barkley, 1.93 boyunda mega bir atletti. Zion, onun 2021 modeli. Kuvveti konusunda hiç şüphe yok ancak kuvvetli pek çok oyuncu var. Güreşçiler var binlerce. Bu gücü müthiş bir atletizmle birleştirenler daha sayılı. Bir de bu güç-atletizm birleşimini parmak hassasiyeti, kas hâkimiyeti ve doğru zamanlama ile bir araya getirenler var ki onlar çok nadir gelen, süper insana en yakın 'homo sapiens' örnekleri. Zion o familyanın besin zincirinde tepedeki ismi. Her biri kuvvet-atletizm ekseninde en özel insanlar arasından seçilen profesyonel basketbolcular içinde bile parametreleri yıkan bir 'übermensch'.
İşte sadece bu tekil sebep bile onu çok özel ve sınırları ölçülemez bir yere koyuyor. NBA, kendisinin orijinal modeli Barkley başta olmak üzere süper insanlardan oluşan bir küme. Burada oyuncuların birbirine üstünlükleri belli sınır değerlerle ölçülüyor. "Eşleşmede fiziksel avantajı var" veya "Çabuk kalıyor" gibi ifadeler kullanılıyor genelde oyuncular karşı karşıya geldiğinde. Konu Zion olunca ifadeler biraz daha farklı. Nisan ayındaki Dallas Mavericks maçı sonrası rakip koç Rick Carlisle,"Sahada dev bir çarpışma yaratıyor. Big bang gibi. Sonrası toz duman" demişti. Her hücumda evreni baştan yaratmıyor ama bildiğiniz sınırların çok dışında hareket ettiği için tüm denklemleri bozduğu da görülüyor. Karanlık madde gibi. Belki de kuantum mekaniğiyle açıklamak lazım. Bilinen fizik kurallarının dışında çünkü...
Sahada âdeta güdümlü bir bowling topu gibi Zion. Rakipleri birer labut ve koridorun sonuna gitmesine kesinlikle engel olmuyor. Ya yandaki oluktan geçiyor ya da içlerinden birkaçını veya hepsini devirerek potaya ulaşıyor. Çok hızlı değil belki ancak olağanüstü çevik. Her şeyi o kadar çabuk yapıyor ki... Ânında yön değiştiriyor, ânında sıçrıyor. Çoğu zaman potaya gidip yükseldiği zaman savunmacılar daha yerde oluyor. Kuvvetle birleşen çevikliğine hassas el becerileri de eklenince o büyük ivmeyle gittiği potaya topu son derece yumuşak bırakabiliyor. Tam sağdan falso alarak koridorun ortasına gelen, büyük bir hızla çarpsa da labutların üzerinden sanki kayıyormuş gibi görünen bir bowling topu o. Ortada yaldır yaldır giden türden değil. Hoş istese, bazen yorulduğunda veya üşendiğinde olduğu gibi onu da yapabilir.
Zion'ın bunları yapabileceğinin işaretlerini daha liseye başladığında görmüştük. O yüzden LeBron'dan beri en dikkat çeken oyuncu adayı oldu. Nitekim Duke Üniversitesi'ndeki tek sezonunda da benzer sekanslar yaşattı. Ancak NBA ortamında yani güç-çabukluk parametrelerinin en geniş olduğu yerde ölçülmeden etkisini tam anlamak zor. Geçen sezonun hazırlık maçlarında ilk kez en zorlu tartıya çıktı. Ve çıkar çıkmaz o tartıyı da kırdı. Sezon öncesi onun güç ve çabukluğu ile NBA'in en iyilerinin bile ölçülemeyeceğini anladık. Ortalığı birbirine kattı. Boyalı alanda o dev NBA oyuncularının arasında bile en ufak bir yavaşlama olmadan inanılmaz yüzdelerle potaya ulaşıyordu. Sonrası ise aynı lisede, aynı Duke Üniversitesi'ndeki tek yılında olduğu gibi yine o en korkutucu kelime ile karşılaştık: Sakatlık.
Zion, ne olursa olsun, insan. Ve genetik anomali olsa da o kadar kası bir arada tutan eklemlerin, bağların da bir dayanma sınırı var. Zion kadar bunları zorlayan ikinci bir oyuncu daha gelmedi. Nasıl bilinen fizik ve basketbol kurallarının dışında ölçeklendirmek gerekiyorsa, anatomik olarak da o vücudu bir arada tutan eklemlere binen g kuvvetleri ayrı bir seviyede. O kütleyle o kadar yükseğe çıkan, o kadar çabuk yön değiştiren birinin dayanma sınırı nedir? Duke Üniversitesi'nde oynarken görmüştük. Bir maçta yön değiştirirken ayakkabısı yarılmış ve sakatlanmasına neden olmuştu. Dünyanın en ünlü ayakkabı üreticilerinden birini çok zor durumda bıraktı. O görkemli markanın ünlü basketbol ayakkabısı işporta terlik gibi pörtledi, Zion'ı da sakatladı. Dev marka çıkıp da "Ayakkabımız dandik" diyecek değil elbette. Zaten o güne kadar görülmüş şey değildi aynı modelin öyle pörtlediği. "İnsan değil ki bu, uyguladığı kuvvete dikiş ve birleştirme mi dayanır?" demediler. Bir kerelik talihsiz bir örnek diye geçiştirildi konu. Ama o ivme hep sürüyor ve ayakkabıları patlatan güç sürekli her gün eklemlere uygulanıyor.

Zion Williamson ve takım arkadaşları
Zion'ın anatomik olarak bir dezavantajı da 'knee valgus' diye nitelenen diz yapısı. Dizleri hafif içe bakıyor. Bu, kaldıraç kanunları gereği dizleri çok daha zorlayan bir postür. Nitekim çaylak yılı başlamadan sakatlandıktan sonra New Orleans Pelicans yönetimi "Zion'a yürümeyi yeniden öğreteceğiz" demişti. Altı ay boyunca o dizin açısını biraz değiştiren, iç kasları güçlendiren özel egzersizler, yere basma şeklini biraz farklılaştıran teknikler denediler. Ancak üç ay sonra sahalara döndüğünde hiç o sezon öncesi hali gibi görünmedi Zion. Rahat hareket edemediği, sahadaki duruşundan bile belliydi. Hareket etmediği zaman bowling topu sadece bir ağırlık oluyor. Labutlara etkisi de kalmıyor elbette. Tedavisi ve yeniden koşmayı yürümeyi öğrenmesi ile alakalıymış aslında bu hali. Sonradan öğrendik. Nitekim Zion şu anda halen sahada bir tuhaf yürüyor. Sanki ayaklarını sürüyor veya terlikle koşuyor gibi. Ancak bu sezon başında tekrar o patlayıcı haline kavuştu. Nitekim sezon ilerledikçe ve ısındıkça onu bir masal kahramanı, ölçekler üstü yapan kudretini de daha fazla görmeye başladık.
Öte yandan Pelicans, takım mühendisliği açısından Zion'ın etkin olmasını sağlayacak bir yapıya sahip değil. Evet labutlar bowling topuna fazla bir şey yapmıyor ama ne kadar az labut o kadar hepsini devirme şansı malum. Ne kadar etkili ve falsolu olursa olsun o kalabalığın arasına girince hepsini geçememe ihtimali oluyor Zion'ın. Onu etkili kılmak için etrafına iyi pas organizasyonu ve şut tehdidi yaratacak oyuncular lazım. Sahayı açacak, savunmanın boyalı alanda duvar örmesine engel olacak, gerektiğinde de cezalandıracak bir kadro. Ne yazık ki Pelicans, şut ve pas departmanlarında en sorunlu takımlardan biri. Ligin en az üçlük deneyen ve en düşük yüzdeyle atan altıncı takımı. Lonzo Ball ve Brandon Ingram şut konusunda ilerleme kaydetmiş olsa da halen sabit şutörler değiller. Ball açık sahada gösterdiği sezgiyi yarı sahada pek sergileyemiyor. Ingram ise daha çok topla oynayarak potaya yönelmeyi seven bir isim. İlk beşin diğer isimlerinden Eric Bledsoe asla bir şutör olmadı, Steven Adams ise eski jenerasyondan kalma bir boyalı alan devi. Hatta Adams çoğu zaman ekstra bir labut oluyor Zion için.
Sezonun tam ortasında biraz da mecburiyetten New Orleans bir hamle yaptı. Oyun kurucu Lonzo Ball ve yedeği Nickeil Alexander-Walker sakatlanınca aslında tam bir oyun kurucu olmayan Bledsoe'ya kaldı takım. Üstelik hemen her takım sahada iki, üç hatta dört top yönlendirici ile oynarken zaten o alanda güdük kalan kadro daha da sıkışmıştı. Koç Stan Van Gundy, Zion'ın oyun görüşü olarak olmasa da çeviklik ve parmak hassasiyeti sayesinde LeBron-Doncic tarzı bir rolde oynayabileceğini düşündü. Önce azar azar başlayan bu uygulama sezon ilerledikçe arttı. Şimdilerde Ball iyileştiği halde Zion'ı ana top yönlendirici olarak topla tepede buluşturuyor Pelicans. İlk bir buçuk senesindeki gibi alçak postta sırtı dönük değil. Bunun birkaç yararı var. Öncelikle sırtı potaya dönük top aldığında da çevikliği ile rakiplerinden sıyrılıp potaya doğru patlayabiliyordu Zion ama şimdi artık yüzü dönük hızını aldığında o çevikliğini daha rahat kullanabiliyor, çok daha fazla açıyı tehdit edebiliyor. Bu ona hareket alanı verdi.
Yetmezmiş gibi belli açılardan alan paylaşım sorunlarına merhem olmasa da pansuman yaptı. All-Star arasından beri maç başına 35 dakikada boyalı alandan 23 top kullanıyor Zion. Ve bunların 16'sında ya sayı buluyor ya da faule maruz kalıyor. Ayrıca her maç yaklaşık kaçırdığı iki atışın ribaundunu aldığını hesaba katınca mantık sınırlarını zorlayan bir verimlilik yakalıyor. Tüm savunmanın ona önlem aldığı bir senaryoda yapıyor üstelik bunu. Üçe yakın top kaybediyor, asist ortalaması ancak dördü yeni geçti. Bunlar henüz bir top yönlendirici için tatminkâr sayılar değil ama kimse bir günde LeBron veya Doncic olmuyor, Julius Randle hariç...
Zion Williamson'ın yapabileceklerinin daha sadece yüzeyini görebildik. Ağır sıklet bir grekoromen güreşçinin yüksek atlama yapabildiğini ve çok iyi piyano çalabileceğini de tahmin edemezdik. Şimdilik sadece saf yeteneklerini kullanıyor. Bunlar beceriye dönüştükçe, suflex atmayı, çıtaya yaklaşırken ideal adımlamayı ve Beethoven çalmayı öğrendikçe neler yapabileceğinin sınırı yok. Çünkü bizim bildiğimiz hiçbir ölçekte bir benzeri yok Zion'ın. Şu ana kadar gösterdiği kadarıyla bunları yapmaya kendini adayacak bir sporcu karakterine sahip. Daha yirmi yaşında ve her gün daha başka şeyler gösteriyor. Her gösterdiğinde büyüleniyoruz ve hayallere dalıyoruz. Aynı zamanda yine her zıpladığında, ayakkabıları ve eklemleri her zorlandığında oluşan risk endişesi aklımıza geliyor. Umarız bir yıllık 'yürümeyi öğrenme' işe yaramıştır. Umarız bu yolculuğu sonuna kadar izleriz. Umarız herhangi bir yerini değil, basketbolu kırar.