Güldüre Güldüre Gitti

6 dk

Darryl Dawkins ile Moses Malone'un hayatları, parkede kesişmişti. Dünyaya vedaları da benzer oldu; önce Dawkins gitti, Malone onu takip etti.

27 Ağustos 2015 sabahı, her zaman olduğu gibi uyanır uyanmaz bilgisayarı açtım ve ağır işleyen ve daha da ağır açılan tarihi makinem nabız gösterene kadar mutfağa gidip kahvemi hazırladım. Güne başlarken Atlantik ötesi sporda gece neler olup bitmiş öğrenmek için başta ESPN olmak üzere haber kaynaklarını taramaya başladım. Bir şeylerin normal olmadığını anlamam uzun sürmedi. Darryl Dawkins’in kocaman fotoğrafı baş sayfayı süslüyordu. Yaş 60’a yaklaştıkça çocukluğumun ve gençliğimin spor kahramanlarının ölüm haberleriyle güne uyanmak gittikçe sıklaşan bir durum olmaya başlamıştı. Daha Temmuz ayında teenage yıllarımın kahramanlarından Oakland Raiders efsanesi Kenny 'The Snake’ Stabler’ın kansere yenildiği haberiyle zaten bir tokat yemiş ve şok yaşamıştım. 'Chocolate Thunder’ı görür görmez "Eyvah, olamaz!" dedim. Fotoğrafın altındaki yazıya göz atma fırsatını bulamadan içinden Azrail geçen düşünceler beynime saplanmıştı ve başlığı okur okumaz 'İnşallah yanılıyorum' umudu da kaybolup gitti. Darryl Dawkins, 58 yaşında vefat etmişti.

1975 yılına, daha henüz lisede olduğum zamanlara geri döndüm. Ekrana bakıyordum ama 1975 yılındaydım... Moses Malone bir yıl önce liseden direkt ABA’e geçiş yapmıştı. Bir yıl sonra ise NBA draft tarihinde ilk kez bir lise oyuncusu ilk turda seçilecek ve sonrasında forma giymeyi başaracaktı. Philadelphia 76ers, beşinci sırada Darryl Dawkins’i draft etti. Bu, NBA için bir dönüm noktasıydı. Tamam, lise oyuncuları NCAA yerine ABA’i tercih edip orada ses getirebilirlerdi belki ama burası NBA’di.

Lise koçu Fred Pennington onun gelmiş geçmiş en iyi lise oyuncusu olduğunu savunuyordu ama gazeteler, dergiler ve spor programları Dawkins’i bir 'proje’ olarak damgalamakta gecikmedi. Sonuçta, Maynard Evans Lisesi’nin oynadığı Orlando bölgesinde fizik olarak onunla baş edebilecek kaç uzun liseli vardı ki? 2.11 metre ve 115 kiloluk bu gence, lige adım atar atmaz 'manchild’ yani 'adam-çocuk’ adı uygun görüldü. Görünüşü ürkütücüydü; devasa bir vücut ama o vücudu ayakta tutan, o fiziğe göre hayli ince iki bacak. Böyle durumlarda akıllara gelen ilk soru tabii ki bir şüpheden ibaret oluyordu: 'Proje’, 76ers takımında ne yapabilir?

Billy Cunningham takımın tecrübeli yıldızıydı, Fred Carter takımın sayı makinesi, Doug Collins ise geleceği... Bir sezon önce play-off yapamayan ekip o sezon ABA efsanesi George McGinnis’i de kadroya dahil etmişti. Fiziği ve basketbol yeteneklerinin karşılığı olan beklentiler o kadar yüksek, o kadar abartılıydı ki Dawkins’in ilk sezonunda olmasa da kısa bir sürede Wilt Chamberlain ile mukayese edilecek duruma gelmesi bekleniyordu. Evet, Dawkins devasa bir bardaktı ve o bardağın büyük bir bölümü doluydu. Ancak o zamanlar NCAA’e hiç uğramamış bir oyuncunun bu tip beklentileri kısa süre içinde karşılamasını beklemek ancak vicdansızlık olabilirdi.

David Stern yıllarına daha çok vardı. NBA Başkanı Larry O’Brien da koltuğa o yıl oturmuştu. Bir önceki başkan Walter Kennedy giderayak o zamana kadar NFL ve MLB dışında önemli sayılabilecek ilk televizyon anlaşmasını imzalamıştı. NBA ile birlikte basketbol, artık Amerika’nın sporu olabilmek için kolları sıvamıştı. Ancak Amerikan futbolu ve beyzbolu yakalamaları, hatta tehdit edebilmeleri bile kolay olmayacaktı. Bu nedenle oynanan basketbolda galip-mağlup kadar entertainment yani oyunun eğlence bölümü de önemli bir yere sahip olacaktı. Dawkins 76ers formasını ilk giydiğinde Carter 'Mad Dog’, Cunningham ise 'The Kangaroo Kid’ olarak isim yapmışlardı. Ancak 1975 sezonunda, Dawkins ile birlikte NBA’de çaylak sezonunu yaşayacak üç oyuncu daha vardı; Jerry 'Hound’ Baskerville, Lloyd 'World B.’ Free ve Kobe’nin babası Joe 'Jellybean’ Bryant. Bu üçlünün aksine sabitleşmiş bir lakabı olmayan Dawkins’i uyandıran bu oldu. NBA’de büyümek, yeşermek ve yükselmek kolay olmayacaktı. Özellikle de beklentiler bu kadar ulaşılmazken... Kendisi henüz çocuktu. Birçok eyalette alkollü içki ısmarlayabilecek yaşta bile değildi. Ama o, doğru yolu seçti; f bölümünü her şeyin önüne koydu. Lakabı mı yoktu? "Alın size lakap" dedi, "Ne kadar isterseniz"; Chocolate Thunder, Double D, Dr. Dunkenstein, Sir Slamalot, Master of Disaster... O günkü havasına göre lakabı değişiyordu ama Dawkins olayı bir adım daha ileri götürdü ve unutulmaz smaçlarına da lakap vermeye başladı: In Your Face Disgrace, Spine Chiller Supreme, Your Mama, Go-rilla Dunk, Cover Yo Damn Head, Earthquake Breaker... Gençler parklarda, salonlarda hatta garajlarına çivilenmiş potalarda yaptıkları smaçların ardından bunları telaffuz etmeye başladı. Darryl Dawkins seyredilmeyi, beğenilmeyi ve alkışlanmayı basketbolseverlerden sadece beklemiyordu, talep de ediyordu. Hip-hop kültürünün NBA’de Allen Iverson ile başladığını düşünenler için maalesef gerçek anlamıyla 'The Answer’ Dawkins olur, zira o dönem rap olduğunu bilmeden rap yapıyordu. Potayı ilk kez indirdiğinde smacına sadece lakap vermedi; "Chocolate Thunder Flyin’, Robinzine Cryin’, Teeth Shakin’, Glass Beakin’, Rump Toastin’, Bun Toastin’, Wham Bam, Glass Breaker I am Jam!" diyerek rap müziği ilk kez NBA parkelerine taşıdı. İlerleyen yıllarda da Julius 'Dr. J’ Erving, Andrew 'Boston Strangler’ Toney ve Maurice 'Little Mo’ Cheeks ile birlikte 'show time’ basketboluna imza attı.

Dawkins potansiyeline hiçbir zaman yaklaşamadı. Yaklaşmayı da denemedi aslında. O, eğlendirirken eğlenmek ve güldürürken gülmek istedi. Hayatı, sporu, profesyonelliği doya doya tam bir 'manchild’ gibi yaşamak istedi. Koç ve genel menajerlerini çıldırttı, emekliliğe zorladı. Ancak 76ers ile çaylak sezonundan başlayarak yedi sezon boyunca hiç play-off kaçırmadı ve üç kez final oynadı. Üçünde de kaybetti. Her seferinde "Dawkins işini keşke biraz daha ciddiye alsa..." dendi. İzleyenlerin pek umurunda değildi belki ama eleştirenler haklı çıktı; 76ers onu gönderip Moses Malone’u aldıktan sonra özlem çektiği şampiyonluğu yakaladı.

Her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır, Dawkins de yoğurt yeme şeklinden dolayı hiç rahatsızlık yaşamadı. Belki Moses Malone gibi Hall of Fame’e giremedi ama cennete girdiğini tahmin ediyorum. O kadar temiz ve iyi kalpli biriydi. Basketbolu bıraktıktan sonra NBA onu bırakmadı; çocuklarla iletişim kurması ve basketbolu onlara sevdirmesi için kendisini kadroya aldı. Her yaz yaklaşık yedi bin çocuk Double D ile basketbolu tanıdı ve sayesinde tutkunu oldu. Belki şimdi de meleklere basketbolu sevdiriyordur. Ne de olsa cennettekiler de onun 'Turbo Sexophonic Delight’ smacının ne olduğunu merak etmişlerdir.

Yazı henüz baskıya girmeden, Dawkins’e yolculuğunda bir diğer efsanenin eşlik edeceği haberi geldi. Moses Malone, 60 yaşında vefat etmişti. O; T-Mac’in, Kobe’nin, Garnett’in ve LeBron’un liseden direkt NBA’e girebilmelerini sağlayan öncüydü. Dawkins gibi lâkaplarla süslenmiş bir kariyere sahip değildi, bir emekçiydi. Ama çok büyük bir emekçi. NBA tarihinin en çok hücum ribaundu alan ismi olan Malone, sayı ve toplam ribaund kategorilerinde de ilk 10'da yer alıyordu. Ribaund ustalığından ötürü, ona 'Chairman of The Boards’ deniyordu ama o bu lakabı pek sevmezdi. Takım arkadaşlarının kendisine 'The Mule’, yani ' katır’ demesine izin verirdi. Bu lakabı sevip sevmediği belli değildi ama bir katır gibi, oynadığı takımın yükünü taşıyabilirdi. Bir savaşçıydı. Oyunuyla ilgili göze hoş gelen taraf yok denecek kadar azdı. Hırslıydı, azimliydi, dirençliydi, işini ciddiye alır, ona göre hazırlanır ve maçın önemi ne olursa olsun her şeyini parkelerin üzerinde bırakırdı. Geri adım atmazdı, sonunda da rakibi pes ettirirdi. Bu nedenle, uykusunda sessiz sedasız ölmüş olması, onun basketbol kimliğine pek uymadı. 'Chocolate Thunder’ 76ers formasını çıkarırken o ilk kez giymişti ve şimdi belki ilk kez yan yana oynayacaklar.

Socrates Dergi