Gülen Yüzler

12 dk

Türkiye'nin 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları'na gidiş biletini aldığı unutulmaz serüvenin merkezinde Meryem Boz vardı. Bazen sert bir smaçla, bazen de neşeli bir bakışla... Yıldız oyuncu, Socrates'e konuştu.

Hiçbir başarı tesadüf değil. Giovanni Guidetti ve ekibinden bahsederken Meryem Boz bu ifadeleri kullanıyor. Aslında aynı cümle, Meryem için de geçerli. Voleybol yaşamında takım arkadaşlarından farklı bir yol çizen yıldız oyuncu, sahada olduğu gibi gündelik hayatında da sakin, cool, kendi halinde biri. Olimpiyat elemelerindeki performansı, MVP ödülü, unutulmaz Polonya maçı da hayatında hiçbir şey değiştirmemiş gibi...

Olimpiyat elemeleriyle birlikte ülkenin en çok konuşulan sporcularından biri oldun. Dönüşünde, sokakta bu ilginin yansımalarını gördün mü?

Elbette turnuva öncesinde de ilgi vardı ama elemelerin ardından sokakta yürüyemez hale geldim. İlk bakışta "Acaba Meryem Boz mu?" diye düşünüyorlar. Sonra "Evet o, bakın saçı da mavi" diye onaylıyorlar.

Finalin Kanal D'de yayımlanması da etkili oldu herhalde. Reyting raporlarında en üst sıralarda çıktı maç, çok dikkat çekti.

Aslında voleybolda hep başarılıydık. Aynı performansı önce 2019 Avrupa Şampiyonası'nda gösterdik, şimdi de Tokyo vizesi aldık. Tek fark, bu sefer daha göz önüne çıktık.

Programın nasıldı, turnuva sonrası dinlenme şansı bulabildin mi?

Elemelerden sonra Eskişehir'e gittim ama annemi iki saat falan görebildim. Ardından takıma dönmek zorunda kaldım çünkü maçlarımız devam ediyor. Uzun süre uykusuz, leyla gibi dolaştım. Ama sonunda kendime üç gün ayırma şansı buldum. Hatta 12 saat uyuduğum gün bile oldu ki hayatımda bir ilktir.

2019 Avrupa Şampiyonası'na dönerek başlayalım. Türkiye ikinci olup tarihi başarı elde etti ama bir yandan da trajik şekilde kaybedilen bir final vardı.

Sırbistan gibi bir takımla oynayıp tie-break'te 3-2 kaybetmek bizi üzdü elbette. Onun dışında çok güzel bir mücadele verdik. Kürsüye çıktık, bayrağımızı dalgalandırdık. Tek sıkıntı iki sayıyla kaybetmekti. Evimizde oynadığımız için o iki sayıyı alabilseydik daha mutlu olurduk.

"Evimizde oynadığımız için o iki sayıyı alabilseydik daha mutlu olurduk."

"Evimizde oynadığımız için o iki sayıyı alabilseydik daha mutlu olurduk."

O Sırbistan maçını tekrar izledin mi?

Tekrar baktım tabii ki ama maçın heyecanı, stres, ufak hatalar… Aynı şekilde bizim lehimize de olabilirdi. Biz de kazanabilirdik. Ama temel bir noktayı unutmamak lazım, onlar uzun zamandır beraber oynuyorlar, daha tecrübeliler. Bizim takımda yaş olarak büyük az kişi var, Eda (Erdem) veya benim gibi… Çoğunluk genç, tecrübesiz oyuncular. Ama her turnuva kademe atlıyoruz ve bu tarz maçları oynamayı öğreniyoruz. Olimpiyat elemelerindeki Polonya maçının dördüncü seti, Avrupa Şampiyonası finalindeki Sırbistan maçından daha stresliydi. Ama demek ki kademe atlayabiliyoruz, takım olarak bu maçları oynamayı öğrenebiliyoruz.

Her iki turnuvaya da biraz soğuk başlandı. Sonradan nasıl ısındı takım?

Şöyle bir örnek vereyim. Olimpiyat elemeleri öncesi biz Almanya'ya hiç yenilmemiştik. İlk defa elemelerin başında kaybettik. Ama "İlk maçın günahı olmaz" diye bir tabirimiz var. En yükseğe çıkmamız gereken maçlarda ne yapabileceğimizi biliyorduk. Fiziksel ve zihinsel olarak böyle hazırlandık zaten. O yüzden ilk maça soğuk başladık demeyelim. Belki oranın atmosferi, stresi, heyecanı etkilemiş olabilir ama hiç olumsuz düşüncelere kapılmadık. Çünkü hem voleybolda hem başka branşlarda yavaş oynayacağın zamanlar da oluyor, daha yükseğe çıkacağın dönemler de... Bunu ayarlamak da fitness koçlarının alanı. Bizde de Alessandro (Bracceschi) çok güzel bir şekilde yapıyor bu işi. En yüksek kondisyona çıkmamız gereken maçları güzel ayarlıyor. İlk Almanya maçından sonraki çıkışımız da bunun bir örneği.

Sonuçta, turnuvaların en başında yavaş gözüküyor olabiliriz ama bir anda patlama yapmamız gereken maçlar var. Zamanlamasını ayarlamak mesele. Sonuçta tek maç olsa planlama ona göre yapılır. Ama turnuvalar, nerede nasıl oynamanız gerektiğini bilmekle alakalı biraz… Ki Almanya maçından sonra Hırvatistan'ı mağlup ettik, Belçika'ya karşı zor bir maç vardı. Turnuva ilerledikçe de hedef maçları daha iyi oynayan bir takıma dönüştük.

Polonya kadar konuşulmasa da aslında Belçika maçı da epey sert bir sınavdı.

Belçika genç ve dinamik bir takım. Defans yapmayı ve iyi servis atmayı seven, mücadeleyi bırakmayan bir yapıları var. O yüzden zordu. Bir de herkes olimpiyata gitmek istiyor. O grupların üçünden bir takım gidecekti. Herkesin bu kadar saldırmasının temel sebebi buydu.

"Polonya maçının dördüncü seti, Avrupa şampiyonası finalinden daha stresliydi. Ama demek ki kademe atladık."

"Polonya maçının dördüncü seti, Avrupa şampiyonası finalinden daha stresliydi. Ama demek ki kademe atladık."

Polonya maçında sahada olmak nasıl bir duyguydu? Ekran başındaki milyonlar stresten tırnaklarını kemirdi. Sahada olmayı tahayyül etmek bile zor...

Açıkçası kenarda olsaydım ben de heyecanlanır, stres yapardım. Ama parkede oynayınca işler biraz daha farklı oluyor. Sonuçta sporcular biraz daha soğukkanlı durmalı. Zaten ben normalde de stresli bir insan değilim. Sakin, cool, kararlı bir yapım var. Dolayısıyla Polonya maçını oynarken stresten çok keyif hissettim. Ekrandan nasıl göründüm bilmiyorum ama sahada tadını çıkardığım karşılaşmalardan biriydi.

Bilhassa dördüncü set tarihiydi. Polonya'nın üst üste maç puanlarını bir noktada hep senin sayende engelledik. Muhtemelen formunun zirvesindeydin.

Aslında orada formdan ziyade soğukkanlı kalıp doğru yerlere atak yapmak önemliydi. Dediğim gibi, stres yapan bir oyuncu değilim. Sakin kalmayı başarırım hep. Sanırım pasörümüzün beni tercih etmesinin ardında da bu vardı. Zaten bir süredir beraber oynuyoruz, karakterimin bilincinde. Bu yüzden de paslar sürekli bana gelmiş olabilir.

Peki o anlarda genç takım arkadaşlarınla konuşurken neler söyledin? Neler konuştunuz?

Hep başa baş gitti; 25-25, 26-26… O noktada "Sayı sayı gidelim, bu seti alacağız, şimdi odaklanalım, bu oyuncu buraya vuruyor, şurayı kapatalım" gibi şeyler söyledik. File önünde Zehra (Güneş) ile berabersem ona "Sen çaprazı kapat, arayı ben kapatacağım söz veriyorum, bak blok yapacaksın" gibi gaza getirici şeyler de söyledim. Hepimiz birbirimize yardımcı olmaya çalıştık.

Sonuçta kritik pozisyonlarımızda Zehra Güneş veya Hande Baladın gibi genç yıldızlar var. Onları yönlendirmek çok önemliydi değil mi?

Evet, heyecanlı ve gergindiler doğal olarak. Hayatlarında böyle bir maça daha önce çok defa çıkmamışlardı. Normal. Ya olimpiyata gideceksin ya da buradan eve döneceksin.

O maçta toplam 36 sayın var. Bu istatistiklere çok önem verir misin yoksa mühim olan maç kazanmak mı?

Benim için takım oyunu önemli. Olimpiyata gitmek önemliydi, o anda oynamak bile değil. Eğer benim yerime başka bir arkadaşım oynasaydı da aynı duyguyu, gururu yaşayacaktım.

Ki bu milli takımın bir özelliği de her maç kendi kahramanlarını yaratması.

Gerçekten tek vücut çıkıyoruz sahaya. Maçtan önce konuştuğumuzda da kimin nerede, nasıl oynadığı önemli değil. Önemli olan, saha içinde birbirimize yardımcı olabilmek ve maçı kazanabilmek. Ben tabii ki en iyilerin Türk takımından seçilmesini isterim. En iyi libero, en iyi orta oyuncu da bizim takımımızdan seçildi elemeler sonunda. MVP benim yerime başka biri olsaydı da yine bizim takımdan seçilmesini isterdim.

Avrupa Şampiyonası'nda Giovanni Guidetti kadroyu bulmaya çalışırken çok değişiklik yapmıştı. Kamp döneminde, Avrupa Şampiyonası'nın başında bu takımın hangi altılıyla sahada olacağı çok belli değildi. Sence elemelerde rotasyon belli oldu mu? Guidetti'nin bu konuda yaklaşımını nasıl buluyorsun?

Bu kısım Gio'yu ilgilendiren bir durum. Biz kişisel olarak o başladı ya da ben oynamadım gibi şeylere çok takılmıyoruz. Ama bu soruyu koça sorsanız daha mantıklı olabilir çünkü hem onun alanı hem de kafası hiç durmuyor. Sabah, akşam sürekli… Bir gün maç toplantısı için çağırmıştı beni. Bir baktım, odasında yedi tane falan bilgisayar açık. Aynı anda farklı şeyleri izleyip elinde istatistiklerle benden ne beklediğiyle alakalı konuşmak için toplantıya çağırmış. "Hepsine aynı anda nasıl yetişiyorsun?" diye sordum hatta şaşkınlıkla... O yüzden ne düşündüğünü çok kestiremiyorum açıkçası.

Bir de senin o sakinliğin ile Guidetti'nin karakterindeki yanardağ alevi birbirini dengeliyor olabilir...

Polonya maçında o da heyecanlıydı. Baktı gülüyorum, "Niye gülüyorsun?" falan diye sordu. "Çünkü komik" dedim. Nedense ben bu kadar rahatken stresli seyircileri, takım arkadaşlarımı görmek komik gelmişti. Akabinde o da "Evet, haklısın" dedi ve gülmeye başladı.

Maç içindeki dansın da çok konuşuldu...

Aslında birazcık da takım arkadaşlarımın yüzü değişsin diye öyle şeyler yaptım ki hayatımda ilktir bu.

"Takım arkadaşlarımın yüzü değişsin diye öyle şeyler yaptım. Hayatımda ilktir bu."

"Takım arkadaşlarımın yüzü değişsin diye öyle şeyler yaptım. Hayatımda ilktir bu."

Final maçı öncesi takımdaki hava nasıldı? Almanya'ya açılış maçında kaybetmiştik belki ama favori olarak geldik finale.

Dediğim gibi biz daha evvel Almanya'ya kariyerimizde yenilmemiştik. Zaten asıl final, Polonya maçı gibi oldu. Oradan sonra işler kolaylaştı. Bu kez Almanya formsuzdu, bizim Polonya maçından mı tedirgin oldular, günleri mi değildi bilmiyorum ama istedikleri performansı gösteremediler. Veya biz fırsat vermedik. İlk toptan oyunun gidişatını ele geçirdik.

Gülmekten bahsettik, finalde Guidetti'nin "Gülümsemeye devam edin" dediği mola da ünlü oldu...

Sadece voleybolda değil her işte aynı durum var. Yüzler güldüğü zaman psikolojik olarak rahatlıyorsunuz, karşınızdaki insanı pozitif etkiliyorsunuz. Bu da o anki ruh halini değiştiriyor. Gio da "Gülümsemeye devam ettikçe her şey kendiliğinden gelişecek" anlamında kullanmış olabilir o ifadeyi...

Sadece motivasyon anlamında değil, taktiksel olarak da oyuncuları hep övgü dolu sözlerle bahseder Guidetti'den…

En başta çok doğru kararlar veriyor. Video izleme tarzından söz etmiştik, adam 100 kere izliyordur rakip takımı muhtemelen. Aynı soruyu onunla çalışan istatistikçilere de yöneltmek lazım. Avrupa Şampiyonası'nda da, elemelerde de hatırlıyorum; kurguları yapan videocuların, analizleri yapan istatistikçilerin gözleri kan çanağıydı. Artık Giovanni kaç tane maç, video istediyse…

Hiçbir şey tesadüf değil. Her başarının arkasında büyük emek var. O istatistikçileri sadece belirli notları tutan, sonra işi biten görevliler gibi düşünebilir insanlar ama aslında başarıda emekleri büyük. Biz uyurken onlar bize bir saatlik sunum yapabilmek için maç editlerini yapıyorlar. Gio'nun sağlam bir ekibi var ve bu yüzden çok başarılı ve şanslı.

Antrenör kendinden emin olup "Bunu yapacağız" dediğinde sporcu da rahatlıyor. "Evet, yapacağımızı biliyoruz. Çıkalım bunu uygulayalım" noktasına geliyor. Biz bunu üç senedir hissediyoruz, maç kazanmaya başladıkça antrenöre güvenin de artıyor. Özetle, onunla ve ekibiyle çalışmak büyük şans bizim için.

"Hiçbir şey tesadüf değil. Her başarının arkasında büyük emek var."

"Hiçbir şey tesadüf değil. Her başarının arkasında büyük emek var."

Ki Almanya'yı çalıştırmış biri geçmişte, bunun da faydasını gördünüz mü?

Ama onun çalıştırdığı jenerasyon epey değişti. Almanya'da çalışırken farklı oyuncular vardı, şimdi başka. Bir de kısa sürede değişebilir işler, bir sporcu bütün yıl çapraza vurduysa bir dahaki yıl paralele vurabiliyor. Hatta sadece bir sonraki maçta...

Muhtemelen idmanlarınızı o değişime adapte olmak üzerine kuruyorsunuzdur.

Evet, antrenmanlarımız oyunculara göre oluyor. Yani atıyorum, karşıdaki ilk altının smaçörlerine göre yapılıyor. O oyuncu nereye vuruyorsa yardımcı antrenörler oraya vuruyor. Biz de defans ve blok çalışmalarını o şekilde yapıyoruz.

Yedi bilgisayarlı toplantıdan söz etmiştin. Senden beklentileri nelerdi?

Açık topların gelebileceğini söyledi, o açık topları düzgün kullanmam konusunda önerilerde bulundu. Blok yerimin iyi olması gerektiğini söyledi çünkü biliyorsunuz ki smaçörler, dört numara oyuncuları benim karşıma geliyor. Bunun bize faydalı olacağından bahsetti. Onun dışında "Enerjinden, takımdaki duruşundan çok memnunum ama bunlara özellikle dikkat etmeni istiyorum" demişti bana.

Birkaç yıl önce eski voleybolcularla yaptığımız söyleşilerde hep aynı konudan bahsediyorduk ve şunu soruyorduk. Türkiye artık bir ekol oldu mu?

Artık hem istikrarlı bir şekilde kürsüye çıkabiliyoruz hem de her yerde kendimizden söz ettiriyoruz. Herkes sahaya bizden korkarak çıkıyor. Bence biz de ekol olmaya başladık.

Esra Gümüş Kırıcı ve Gülden Kayalar Kuzubaşıoğlu ile biraz tarz üzerinden konuşmuştuk bu ekol mevzusunu. Yani Brezilya voleybolu şöyle oynar, İtalya böyle teknik oynar tarzında… "Türkiye de böyledir" gibi bir kimlik oluştu mu sence?

Şöyle, eskiden aslında voleybol biraz yavaştı bizde. İtalya mesela bu konuda hep hızlıydı. Ama bence artık Türkiye'de de hızlı voleybol oynanıyor. Hatta şöyle bir çalışma yapmıştık geçen yıl bir turnuva öncesi: Çin'de oynanacaktı maçlar, Amerika Milli Takımı'ndaki smaçörlerin kaç kilometre hızla vurduğunu ölçmüştü bizim ekip. "Onlara yakın mıyız?" diye bizimkileri de incelemişlerdi. Yakındı hızlar ama biraz daha hızlanmamız gerekiyordu. "Bizim bu aralığa yetişmemiz gerekiyor, bundan daha hızlı da olabiliriz" diye… Yılın sonunda herkes o aralığa yetişmişti ve geçmiş olan oyuncular da vardı takımda. Bu anlamda bir kimlik oturttuk yani.

Kendi oyun tarzımdan bahsedecek olursam ben de hızlı top oynamaktan hoşlanıyorum. Açık gelen toplarda yüksek top oynuyoruz ki onu da her takım öyle oynamak zorunda. Filenin altı-yedi metre dışına gelmiş bir topu hızlı oynayamazsınız. Milli takımda üç yıldır aynı kadroyla oynuyoruz, Gio da bunun üstüne yoğunlaştığı için çabuk oynamamız gerekiyor ki smaçörlerimiz daha rahat etsin, bloktan daha rahat kaçabilsin.

Uzun süredir Guidetti ile oynadığınızdan bahsettin. Belki de ondan önceki milli takım kariyerinle son iki-üç yıl arasındaki farkta bunun etkisi olabilir mi?

Geçmişte de milli takımın başında bir başka İtalyan, Alessandro Chiappini vardı biliyorsunuz ki. Onunla çalışırken de çabuk oynuyorduk. Daha sonra sırasıyla Türk antrenörler geldi ve kadro değişiklikleri yaptılar.

O zaman beni tercih etmemişlerdi. Onların voleybol sistemini bilmiyorum, o dönemlerde milli takımda yoktum. Belki de oyun sistemlerine uymadığım için yoktum.

"Herkes sahaya bizden korkarak çıkıyor. Bence biz de ekol olmaya başladık."

"Herkes sahaya bizden korkarak çıkıyor. Bence biz de ekol olmaya başladık."

Galiba İtalyanların oyun sistemine daha fazla uyuyorsun...

Olabilir, bilmiyorum. Genelde yabancı antrenörler beni tercih ediyor ama Türk antrenörler tercih etmiyor. Bunu tabii ki onlara bir sormak lazım.

Kulüp kariyerine dönelim. Sonuçta Türkiye'de voleybol Eczacıbaşı-VakıfBank ekseninde konuşuluyor ama senin kariyerin o çizginin epey dışında. Daha gezgin bir kariyerin var. En başta planın bu muydu yoksa yıllar içinde mi şekillendi?

Kariyerimde hep oynamayı, süre almayı tercih ettim. İki tane iyi pasör çaprazı olan takımda bir maç oynayıp bir maç kenarda oturmayı tercih etmektense oynamayı tercih eden bir smaçörüm. Gittiğim kulüplere de eğer bana ihtiyaçları varsa gitmek isterim, onlara gerçekten yardım edebileceğime inanırsam imza atarım. Çünkü oynadıkça daha da geliştiğimi düşünüyorum. Yaşınız kaç olursa olsun eğer oynuyorsanız mutlaka kendinize bir şeyler katarsınız. Oynamazsanız olduğunuz yerde sayarsınız.

Ki aslında birçok genç yetenek de altyapıdan sonra daha büyük kulüplerde süre alamadığı için yetenek anlamında köreliyor. Maç oynama durumu çok daha farklı değil mi?

Herkes Süper Lig'de oynayacak diye bir şey yok. 1.Lig'de yetişip daha sonra Süper Lig'de oynayabilirler. Benim de hep genç oyunculara tavsiyem, oynayabilecekleri kulüpleri seçerek kendilerini geliştirmeleri.

Antrenman oyuncusu ile maç oyuncusu farklı. Maçın stresi çok başka. Antrenmanda daha rahat olabiliyorsun. Yanlış yaptığın yerleri düzeltebiliyorsun. Ama maçta böyle bir şansın yok. Oynayarak öğreniyorsun her şeyi.

Eda Erdem de aynı noktaya vurgu yapmıştı. "Genç oyuncularımız umarım daha fazla süre alır, olimpiyat elemelerine formda gelirler" diyordu. Sonra da "Meryem bu konuda bir örnek, oynayabileceği yerlere gidiyor. Ben birçok oyuncuya fırsatınız varsa İtalya'ya gidin, Avrupa'da mütevazı bir takımda oynayın ama süre alın, maç stresini yaşayın, bu çok daha önemli bir katkı verecektir diye tavsiyede bulunuyorum" demişti.

Benim düşüncem de öyle.

2010-2011 sezonundaki Polonya tercihinin arkasında da bu var mıydı?

Polonya'daki Atom Trefl Sopot'un stratejisi şuydu: Genç bir yabancı oyuncu alıp onun iki üç sene kalmasını istiyorlardı. Benimle sözleşmeyi de iki yıllık yapmak istediler. Ama gençtim ve ilk defa böyle bir deneyimim olacaktı. Ben hoşlanacak mıyım ya da onlar benden memnun kalacak mı gibi düşüncelerim vardı. O yüzden sözleşmeyi 1+1 yaptık. İkinci yıl karşılıklı karar verip devam etmek istiyorsak edecektik. Bir yıl oynadım, kalmamı istediler. Ama Fenerbahçe'den teklif almıştım o arada ve ülkeme dönmek istedim. Aile özlemi de ağır basmıştı. Uzak kalmak istemedim ve geri döndüm.

Tayland tercihin de ilginç mesela. Nakornnonthaburi'de forma giymiştin.

Tayland'da şöyle bir sistem var: Sezon oynanıyor ve şimdi kurallar değişti mi bilmiyorum ama, yabancı oyuncu transfer edip final maçlarında oynatabiliyorsunuz. Ben de ilk dörde oynayan bir takıma gitmiştim. Final iki maç üzerinden oynanıyor. İki maçlık gittim aslında.

Nasıl bir deneyimdi?

Tayland çok mutlu bir ülke. Çok misafirperverler. Takım arkadaşlarım çok tatlıydı. Dediniz ya "Her sene başka yere gidiyorsunuz, nasıl oluyor" diye. Oraya gittim, ilk günden itibaren çok ilgilendiler. Zaten Türkleri çok seviyorlar, her şey harikaydı.

"Bateri çalmaktan büyük zevk alıyorum, keşke hep vaktim olsa da gidip biraz daha çalışabilsem. Bateri de voleybol gibi, bir gün çalmadığınızda köreliyorsunuz."

"Bateri çalmaktan büyük zevk alıyorum, keşke hep vaktim olsa da gidip biraz daha çalışabilsem. Bateri de voleybol gibi, bir gün çalmadığınızda köreliyorsunuz."

Peki Polonya deneyimin sana neler kazandırdı? Sonuçta farklı bir voleybol ülkesi. Bir yandan da atmosfer olarak soğuk olduğu söylenir. Zor bir dil...

Herkes başta "Polonya'ya gidiyorsun, orada insanlar daha ciddi ve soğuk. Doğru karar mı?" diye soruyordu. "Bilmiyorum, gidince göreceğiz" oluyordu cevabım. Şanslıyım galiba bu konuda, takım arkadaşlarım çok tatlıydı. Hiç yalnız bırakmadılar beni. Her zaman birileri mutlaka "Haydi gel yemek yiyelim, kahve içelim" derdi.

Hatta apartmandaki komşum takımdaki pasörümüzdü. Kendisi benden büyüktü. O zaman 22-23 yaşındaydım, o 36 falandı. Polonyalıydı ve İngilizce bilmiyordu. Kızı da aynı takımda oynuyordu, İngilizce biliyordu ve bize çeviri yapıyordu. Ama sonra ben komşumu çok sevdiğim için biraz Lehçe öğrendim.

Nasıl başardın bunu?

Takım arkadaşlarımla bir anlaşma yaptık. Her antrenmanda bana bir kelime verirlerdi, ben de bütün antrenman o kelimeyi tekrar edip öğrenirdim. İlk yarı bittiğinde arkadaşımla konuşabiliyordum…

Diğer yandan, uzun seneler yurt dışında oynar mısın diye sorarsanız, hayır. Yine gidebilirim bir yıl ama sonra mutlaka geri dönerim buraya.

Yeni teklifler geliyor mu yurt dışından?

Her yıl mutlaka geliyor. Geçen yıl Rusya ve Japonya'dan gelmişti. Hatta Japonya'dan gelen teklif ilgimi çekiyordu ama şöyle bir durum var, oranın önemli maçları ocak ayında oynanıyormuş, yani bizim olimpiyat elemeleri zamanı. O yüzden "Seni ocak ayında milli takıma göndermek istemeyiz" dediler. Biz de menajerimle beraber federasyon başkanımız Akif Üstündağ'ı aradık, "Böyle bir teklif var" diye anlattık. O da "Olimpiyat elemelerimiz çok önemli, sizden rica ediyorum, lütfen bunu düşünerek hareket edin" dedi.

Bu takvim uyuşmazlığı nedeniyle Japonya'yı tercih edemedik. Rusya'dan teklif geldi, az kalsın oraya gidiyordum ama sonra Aydın Büyükşehir Belediye'ye gitmeye karar verdim. Hep oynamak istediğim takımları tercih ettiğim için Aydın'ın teklifinden etkilendim. Önerdikleri şartların düzgün olduğuna karar verince burayı tercih ettik. Seneye nasıl olur, bilemiyorum.

Zaten her yıl Türkiye'de hemen hemen bütün takımlarla konuşmalarımız geçiyor ama şartlarda anlaşamayınca böyle şehir şehir gezmek durumunda kalabiliyorsunuz.

Baterist

Instagram hesabında bateri çalarken videolarını gördük. "Voleybolcu olmasam baterist olabilirdim" demiştin bir röportajında. Hakikaten bu kadar seviyor musun?

Çok seviyorum. Bir konsere gittiğim zaman çoğunlukla bateristi izliyorum. İstanbul'da ders alabilme fırsatım oldu. Hocam yetenekli olduğumu da söyledi çünkü bateri de koordinasyon işi, kolay değil. Bateri çalmaktan büyük zevk alıyorum, keşke hep vaktim olsa da gidip biraz daha çalışabilsem. Bateri de voleybol gibi, bir gün çalmadığınızda köreliyorsunuz. Şu an çalabilirim tabii de ders almaya devam etmek istiyorum. Aydın'da bu pek mümkün değil.

Genelde ne tür müzikler dinliyorsun? Ya da ne tür grupları çalmayı tercih ediyorsun?

Sanırım rock. Mesela Metallica'yı falan dinliyorum. Onun da sebebi bateristinin çok iyi olması.

Bir de doğaya çıkmayı sevdiğin belli oluyor fotoğraflarda….

Arabayla gezip deniz kenarında, ormanda kamp yapmayı seviyorum. Gece dışarı çıkmaktansa erken kalkıp arkadaşlarımla, ailemle ormana gideyim, kahvemi yapayım, denize gireyim… Keşfedilmemiş plajlarda zaman geçireyim. Beni bunlar mutlu ediyor.

O nasıl bir his? Sürekli yeni bir yere, sisteme alışmaya çalışmak can sıkıcı mı?

Yeni bir sisteme alışmakta sıkıntım yok. Tek sıkıntım evi toplayıp tekrar yerleştirmek. Evi topluyorsun, başka şehre gidiyorsun, her şeyi yerleştiriyorsun, sonra yeniden…

2020 Tokyo'ya Çin favori olarak geliyor. Aynı şekilde Brezilya, Sırbistan, İtalya gibi güçlü ülkeler var. Bugünden bakınca Türkiye'nin şansını nasıl görüyorsun?

Elemelerden sonra şunu konuştuk: "Keşke olimpiyat hemen gelse de çıkıp oynasak." Sabırsız hissettik. Ama elbette şu an tek konuştuğumuz şey gruptan çıkmak. Önce bir gruptan çıkalım, gerisi neden gelmesin? Oraya gidiyorsak bir sebebi var. Kürsüye çıkabiliriz.

2000'lerin başında Avrupa ikincisi olan jenerasyon seni etkilemiştir. Şimdi yeni nesillere ilham veren bir jenerasyonun parçasısın. Buna dair neler düşünüyorsun?

Eğer öyle bir şey yapabildiysek ne mutlu. Eğer çocuklara, gençlere faydalı olabiliyorsak, yol gösterebiliyorsak harika. Çünkü ben çocukların takım sporlarıyla uğraşmalarını çok isterim. Özellikle kız çocuklarının... Takım sporlarına başlasınlar ki kendilerini daha iyi ifade edebilsinler, paylaşmayı öğrenebilsinler. Sadece spor için değil, takım sporları hayatları için de çok önemli. Benim de şu an Eskişehir ile alakalı bir projem var: Meryem Boz Spor Akademisi. Kız çocuklarına hizmet vermek istiyoruz.

Kendini ifade etmek derken, saç rengin de turnuva boyunca çok konuşuldu. Ama epeydir mavi saçlısın, öyle değil mi?

Yedi yıldır böyle aslında. Mavi rengi sevdiğim için ilk bir tutam mavi denedim. Benim için uğur olduğu veya bir anlam ifade ettiği için değil. Kızlar yakıştığını söyledi. Sonra baktım bir sonraki yıl o tutamı arttırmışım, akabinde biraz daha derken saçımın yarısı mavi oldu. Seviyorum, yakıştığını da düşünüyorum, o yüzden yapıyorum.

Mavi renkle özdeşleşmek güzel ama bunu dikkat çeksin diye tercih etmedim. Daha çok aynaya baktığımda mutlu olduğum için yaptırdım. Kendim için…

Socrates Dergi