Hâkim

20 dk

Sofoklis Schortsanitis, Avrupa basketbolunda güç kelimesinin sözlük karşılığıydı. 'Sofo'yla kariyer yolculuğunu, ışıltılı milli takım kadrolarını, Giannis'i ve tavla becerilerini konuştuk.

Sofoklis Schortsanitis, hayatımıza çok genç bir yaşta girdi. Dönemin tüplü, 37 ekran televizyonlarında dahi devasa cüssesini başka bir oyuncuyla karıştırmak imkânsızdı. Boyalı alanı hâkimiyeti altına aldığı yıllar da oldu, sinirine hâkim olamadığı günler de. Birçokları, onu "Daha fit olsa nasıl olurdu?" minvalinde sorularla değerlendirdi. Sofo ise 15 yılı aşkın profesyonel kariyerinin çoğunu elit seviyede geçirip bir EuroLeague şampiyonluğu, 2006 Dünya Şampiyonası ve 2009 EuroBasket madalyaları biriktirdiği özgeçmişinden şikâyetçi değil. Bugün, geçmişi andığı cevaplarda dingin bir bilgelik saklı.

İnşaat mühendisi babanızın görevli olduğu yol projeleri yüzünden çocukluğunuz farklı şehirlerde geçmiş. Profesyonel kariyerinizde değişik kentlere daha çabuk adapte olmanıza katkısı oldu mu bunun?

Hımm, sebebi bu muydu emin değilim ama farklı yerlere alışmakta hiç zorluk yaşamadım. Hiç bu açıdan düşünmemiştim; bana bunu söyleyen ilk kişi sensin, olabilir hakikaten... Epey gezindik. Farklıydı, bu sayede birçok şehri görme fırsatı buldum, bu açıdan iyiydi. Öte yandan uzun süreli arkadaşlıklar edinmem imkânsızdı, iki senede bir taşınıyorduk. Çok doğal geliyordu bir yerden bir yere gitmek, ta ki bir aile kurup çocuklarla hareket etmeye başlayana dek.

Henüz 15 yaşında A Takım seviyesine çıktınız. O Iraklis takımında Dimitris Diamantidis, Nikos Chatzivrettas, Lazaros Papadopoulos gibi oyuncular vardı. Genç bir oyuncu için faydalı olsa gerek…

Harika adamlardı. Ortak özellikleri, saha dışında da çok iyi insanlar olmalarıydı. Egoları yoktu, oyunu nasıl oynayacaklarını ve aynı zamanda nasıl iyi birer takım arkadaşı olacaklarını iyi biliyorlardı. Şuna inanıyorum: Avrupa'da elit seviyede başarılı bir basketbolcu olabilmek için iyi biri olmanız şart. Böylece, cins cins insanla geçinebilmenin bir yolunu bulabilirsiniz.

Endam

Ne annemin ne babamın boyu çok uzundu. Genetik miras bir önceki jenerasyondan. Annemin babası 2,20 boyundaymış, babamın babası da 2,05 civarıydı. Bir nesil atlamış genler.

İlk sezonlarınızda Dino Radja gibi efsanelerle de çarpıştınız...

O ara çok fazla scouting seansımız oluyordu. İllaki dinliyordum, bana bir şey sorarsa kalakalmak istemiyordum. Tatsız olurdu. Bir yandan da sahaya çıkmayacağımdan emin gibiydim, daha yaşım 16. Gel gör ki henüz ilk çeyrekte kenara dönüp "Sofo, Radja'yı tutuyorsun" dedi. Ağzımdan çıkan tek kelime "Ne?" oldu. Her şey karardı, dinlediğim tüm o gözlemci raporları aklımdan uçup gitmişti. Yine de harika bir deneyimdi. Komik olan şu, maçın kendisine dair pek az şey hatırlıyorum. Hafızamda berrak olan kısım, koçun kenardan "Onu soluna yönlendirmeliydik!" diye bağırışı. Dino Radja'dan bahsediyoruz... Bir yolunu bulurdu zaten.

Birkaç sene geçti, çok büyük beklentiler oluştu. 2006 yılındaysa sadece Yunanistan'ın değil, Avrupa basketbol tarihinin en büyük zaferlerinden birinde sahadaydınız. O günden neler hatırlıyorsunuz?

Maçtan önce favori olmaya yakın dahi değildik. Öte yandan, o takımda harika oyunculara sahiptik. Mesele, maçın içinde kalıp 40 dakika takım için fedakârlık yapabilmekti. Aslına bakarsan benim için kolay bir ofis günüydü: Gergin değildim, oldukça güvende hissediyordum. O takımdaki birçok oyuncuyla beraber büyümüştüm zaten. Dürüst olayım, bireysel açıdan o kadar iyi bir maç geçirmeyi beklemiyordum ama saygı duyduğum, güvendiğim oyuncuların desteğini hissederken her zaman daha iyi performans gösterirdim. O gün de böyleydi. Koç (Panagiotis) Giannakis, harika bir strateji ortaya koydu. Biz de planına inandık, istediklerini sahaya yansıttık. Vassilis (Spanoulis) müthiş bir maç çıkardı. Bugünkü gibi 'Kill Bill' lakabıyla anılmıyordu henüz, hâlâ gençti. NBA'e gitmeden hemen önceydi.

2006 kadromuz oldukça derindi. (Theodoros) Papaloukas, (Dimitris) Diamantidis, Spanoulis, (Antonis) Fotsis, Nikos Zisis, Papadopoulos, (Dimos) Dikoudis, (Kostas) Tsartsaris... Listeye bak! Tarihin en sağlam milli takım kadrolarından biriydi. Kalanı, tarih. Maçı kazandık, herkes bize takılmaya başladı. Amerika'ya 101 atmıştık ama öncesinde hücum karnemiz pek parlak değildi. Bu yüzden "Bugüne dek anca üç maçta o kadar sayı atabiliyordunuz" diyenleri hatırlıyorum. Çok gülmüştük. Harika bir gündü.

2006, bir dönüm noktasıydı. Kimse LeBron James'li, Dwyane Wade'li ABD'nin kaybetmesini beklemiyordu. Sonraki yıllarda İspanya, Sırbistan onları zorlamaya başladı. Böylece çok daha fazla sayıda Avrupalı oyuncu, NBA'in yolunu tuttu. Bugün NBA'in en iyi üç oyuncusu da Avrupalı.

Sofo, 2006 Dünya Kupası yarı finalinde Dwight Howard’a rağmen smacı vuruyor.

Sofo, 2006 Dünya Kupası yarı finalinde Dwight Howard’a rağmen smacı vuruyor.

Verdiğiniz bir röportajda, maç boyu bir rakibinizin hiç susmadığından bahsetmiştiniz. Dwight Howard mıydı?

Hayır, hayır. Chris Bosh'ın çenesi hiç durmamıştı o gün ama eğlenceliydi, farklıydı. Rakibin zihnine girmenin bir başka yolunu gözlemlemek heyecan vericiydi. Avrupa'da biri o kadar konuşsa muhtemelen maç bitmeden kendini bir kavganın içinde bulurdu. Bir sürü şey söylediğini duydum ama birinin o sözleri kötü niyetle söyleyip söylemediğini anlarsınız. O gün, bana karşı bir art niyeti olduğunu hissetmedim. Yine de sürekli bir şeyler dinlemek er ya da geç sizi etkiler. Komik olan şu, o gün işleri berbat etmemek için o kadar odaklanmıştım ki! Takımdaki en genç oyuncu bendim, ihale bana kalabilirdi. Bu sayede Bosh'ın gürültüsünden etkilenmemeyi başardım.

Finalde olanları nasıl açıklamak lazım?

Bugün dahi finali konuşmakta zorlanıyorum. Onca zaman geçti, hâlâ kendi aramızda da bunu konuşuruz. ABD galibiyetinin ardından hiç uyumadık. Öyle dışarı çıkıp sabaha kadar parti yapmaktan bahsetmiyorum, uyumadık işte. O kadar heyecanlıydık ki gözümüze uyku girmiyordu. Sabaha kadar röportaj verdik, Yunanistan'daki herkes çok heyecanlıydı. Dinlenip rahatlayacak vakti bulamadık. Heyecanlı anlardı. Hey, Amerika'dan bahsediyoruz! Daha İspanya'yla oynamamız gerektiğinin farkına vardığımızda maç günü gelip çatmıştı. Haklarını teslim etmeliyim, müthiş bir maç çıkardılar. Her şutu soktular. Harika şutörlere sahiplerdi. Hepsinin üzerine liderleri, NBA parkelerine adım atmış en büyük Avrupalılardan biri Pau Gasol'dü. Takip eden yıllarda ne kadar korkutucu bir güce dönüşeceklerini orada gösterdiler.

2010 Sırbistan Kavgası

Yok yere... Güya bir dostluk maçıydı. Boşu boşuna yumruklaşmaya başladık. Daha sonra onunla konuştuğum için biliyorum, Milos (Teodosic) da olayları başlatan kişi olarak o günle alakalı iyi hissetmiyor. O âna kadar da harika bir maç oluyordu. Bir şeyler söylendi, olaylar gelişti. Tüm o olay için oldukça üzgünüm.

Tüm Yunanistan'ın gözü o takımın üzerindeyken, bu başarıdan ve sizden ilham alanlar arasında Giannis Antetokounmpo da vardı. Genç Giannis'le tanıştığınız ânı hatırlıyor musunuz?

Elbette! Sezon arası rutinim birkaç hafta dinlendikten sonra bireysel antrenmanlara başlamaktı. Çoğu yaz tek başıma olurdum ama bir sene, Giannis'in abisi Thanasis benimle antrenman yapıp yapamayacağını sormuştu, ben de "Tabii, gel" demiştim. Tek başına çalışmak bazen sıkıcı olabiliyordu, değişiklik olur diye düşünmüştüm. Birkaç hafta sonra, bu kez yanıma gelip "Şey, kardeşimi de getirebilir miyim?" diye sordu. "Eğer tempomuza ayak uydurabilecekse bana göre hava hoş" dedim…

Ertesi gün Giannis de geldi. Uzun boylu bir çocuktu ama kasları gelişmemişti. Antrenmana başladığımız andaysa Giannis'in aurası değişti. O dönemki bireysel antrenörüm Kostas Chatzichristos'la göz göze geldik. Aynı şeyi düşünüyorduk: Yaptığımız her şeye o kadar odaklanıyor, kendini o kadar adıyordu ki bir noktada Giannis'e dönüp "Hey, hepsini yapmana gerek yok, rahat ol" dedim. Neticede biz koca adamlardık, o ise hâlâ bir çocuktu.

Gelgelelim pes etmedi, her şeyi tekrar etmeye devam etti. Çok azimliydi, farklı olduğunu hissedebiliyordunuz. O günün sonunda Kostas'la birbirimize "Günün birinde büyük şeyler başaracak" dedik. Ne başaracağını bilemiyorduk ama bir yerlere geleceği kesindi. Özen gösterilmesi gereken bir çocuktu. Ailesi göçmendi. Babası ve annesi onu çok iyi yetiştirmiş. Giannis harika bir karakter. Yaşadıkları, ona istedikleri uğruna savaşmayı öğretti. Onun için mutluyum. O kalibrede bir oyuncunun, zamanında beni izleyip ilham aldığını söylemesi benim için büyük bir onur.

Giannis kimi röportajlarında çocukluğunda uğradığı ırkçılıktan bahsetti. Sizin için Yunanistan'da büyümek nasıl bir deneyimdi?

Irkçılık, üzerine konuşması zor bir konu. Birkaç farklı açıdan bakmamız gerek. Öncelikle insanlar ırkçı doğmazlar. Çocuklar bu kavramı bilmezler. Yalnızca yetişkinlerin davranışını kopyalarlar. Ana odağımız yetişkinler olmalı. Sıradaki jenerasyonun, bir öncekinden daha iyi iş çıkarmasını sağlamalıyız. Şöyle düşün, diyelim uzaylılar dünyayı işgal etmeye geldi. Herkes "Biz insanız, onlarsa uzaylı" diyecek. Irk, millet, dil ayrımı diye bir şey kalmayacak. "Hadi şu uzaylıların işini bitirelim!" havasına gireceğiz. (Gülüyor.) Olay bu, bir kitapta okumuştum, şöyle diyordu: "İnsanoğlu, sadece ortada bir felaket olduğunda bir araya gelir." Maalesef böyle. Her şey yolundayken, bir düşman yaratmaya çalışıyor insanlar.

Bugün dahi durum çok parlak değil. Bazen çocuklarım gelip okuldaki bazı çocukların onlarla oynamadığını söylüyorlar. Nedenini sorduğumda sebebinin ten renkleri olduğunu ifade ediyorlar. Çılgınlık bu. O kadar sinirleniyorum ki bunları duyunca. Okula gidip "Neler oluyor?" diye sorasım geliyor ancak mesele gidip sorun çıkarmak değil. Asıl problem ırkçılık, zorbalık gibi problemleri iyileştirmenin bir yolunu bulmak. Yine de enseyi karartmamak gerek. Doğru yoldayız. Yirmi sene önce, bu olaylar günlük yaşamın bir parçasıydı. Artık çok daha fazla insanın tepki gösterdiği konular haline geldi. Umarım gelecek, önümüze ayrımcılığın ortadan kalktığı bir yaşam sunar. Çocuklarımın içinde yaşamasını istediğim ortam bu, umarım onların ömrü buna yeter.

Kulüp kariyerinizi konuşmaya Cantu'daki yangınla devam edelim...

Hey gidi... Cantu, benim için kötü bir seçimdi. Kötü bir takım olduğu için değil. İnsanlar da harikaydı ama çok gençtim ve hayatımda ilk kez yapayalnızdım. Bana bir yetişkinmişim gibi davrandılar, bense henüz yirmi yaşıma basmamış bir çocuktum. Birçok şeyi kendi başıma yapmam gerekiyordu, kimse de ne yapıp ettiğimle ilgilenmiyordu.

Yangına dönecek olursak, o gece birkaç takım arkadaşımla dışarı çıktım. Sarhoş oldum. Eve döndüğümde karnım acıkmıştı. Tavayı ve yağı çıkardım. Patates kızartmaya karar verdim. Pişmesini beklerken koltukta uyuyakaldım. Ortalık yanmaya başladı tabii. Şanslıydım, her şey için çok geç olmadan uyandım. En gurur duyduğum anım değil.

Sarhoş olmak demişken... Kaç biradan bahsediyoruz?

Artık bıraktım. Arkadaşlarımızla buluştuğumuzda çok ender de olsa bir bira içiyorum ama eskisi gibi değilim artık. Bırakmak istediğim ya da bir alkol problemim olduğu için değil fakat çoluk çocuk varken gecenin ikisinde eve sarhoş dönmek, sabah yedide onları okula bırakmak için uyanacağın bir senaryoda çok iyi bir fikir gibi gelmiyor.

Gençken epey içerdim. O günleri çok düşünüyorum bu aralar. Ne kadar aptalmışız. Genç takım arkadaşlarımla en çok kim içecek yarışması yapardık. Saçma sapan işler. Bugün olsa biraz daha idman yapmayı seçerdim. Yine de yaptık işte... Gençlik böyle bir şey.

O yaşta bir ton para kazanırken tek başınıza bırakılmak kötü bir kombinasyon. Sizi kontrol altında tutmak için her zaman etrafınızda doğru insanlara, ailenize ihtiyacınız var. Bu yüzden umut veren genç oyuncularla çalışmak istiyorum. Benim düştüğüm hataları aynı şekilde tekrarlamamaları için onlara yardım edebilirim.

"Tavayı ve yağı çıkardım. Patates kızartmaya karar verdim. Pişmesini beklerken uyuyakaldım."

"Tavayı ve yağı çıkardım. Patates kızartmaya karar verdim. Pişmesini beklerken uyuyakaldım."

Henüz 20 yaşınızda, büyük paralar harcadığı bir dönemde Olimpiakos'a geçiyorsunuz ama işler sizin için pek parlak gitmiyor. Sorun Pini Gershon muydu?

İlk sezonumda takımın başında Koç (Jonas) Kazlauskas vardı. Doğrusu, uzun yıllar Olimpiakos'ta kalacağımı düşünüyordum. Beş sene geçirdim ama kariyerimin en başarılı yılları değildi. Koç Gershon'a gelirsek... Basketbol tarafında iyi bir koç. Maç esnasında, oyunu ondan daha iyi okuyan bir koç olmayabilir. Öte yandan antrenörlük farklı bir meslek. Devasa paralar kazanan, insanların bayıldığı, şöhretli egoları yönetmek zorundasınız. Bir koç olarak kendi egonuzu sineye çekip oyuncularınızın egosuyla uğraşmalısınız. Gençken söylüyordum, bugün de yineliyorum: Basketbolcular birer bebektir. Bildiğin çocuk. Bir şey istediğimizde bağırırız, hayır dediğinizde dırdır etmeye başlarız. Menajerlerimiz, bir nevi dadılarımızdır. Koçlar, hepsiyle ilgilenip tüm bu evreni kontrol etmek zorundadır. Koç Gershon, basketbol tarafında harikadır ama bir takımı yönetmekte? Sanmıyorum. Kibirlinin tekiydi. Koçsanız, oyuncularınızdan daha kibirli olamazsınız.

Ergin Ataman değilseniz eğer...

(Gülüyor.) O harika bir koç, Efes'te ortaya koyduklarına bayılıyorum. Basketbol için oldukça iyi. Türkiye, her zaman böylesi güçlü takımlara sahip olmalı. Böylece ilgi Real Madrid, Barcelona, Olimpiakos gibi takımların tekelinden çıkar. Öte yandan... Bunu sanırım ona da itiraf etmiştim: Eğer bir şekilde onun takımında oynasaydım, sonuç ikimiz için de iyi olmazdı. Bazen öyle şeyler söylüyor ki ağzım açık kalıyor. (Gülüyor.) O iyi bir koç, bunun bilincinde ve insanların da bunu fark ettiğinden emin olmak istiyor.

Gershon'la olan sorunlar yüzünden mi İsviçre'deki kliniğe gitmiştiniz?

Kötü birkaç ay geçirmiştim. Neden basketbol oynadığımı bilmediğim bir noktadaydım. O dönemde, kulübü yöneten Angelopoulos Kardeşler, basketbolu bıraksam da böyle hissetmeye devam edebileceğimi anlattılar. Bu sporu gerçekten sevdiğimi anımsattılar ve İsviçre'ye gitmemde yardımcı oldular. Orada kendimi toparlamamı, zihnimi yeniden doğru rotaya çevirmemi amaçladık. Çok da faydası oldu. Bu harika bir şeydi çünkü çoğu takım size böyle bir imkân tanımaz. Başkanlara ve Olimpiakos'a müteşekkirim.

Olimpiakos'tan sonra Maccabi'de sizin için her şeyin yolunda gitmesini sağlayan neydi?

Harika bir kimyaya sahiptik. Bu çok özeldi çünkü yeni bir takımdık. Henüz sezon öncesi kampında birbirimize çok uyduğumuzu fark etmiştik. Çok eğlenmiştik o kampta. Maccabi'deki ilk yılımda, kariyerimde ilk kez antrenmana gitmenin eğlenceli olduğunu düşünmüştüm. Antrenmanlar, sonrasında soyunma odasındaki hava, her yeni gün bir lütuf gibiydi.

Koç David Blatt'in o atmosferdeki payı neydi? Onunla ilişkinizi nasıl anlatırsınız?

Muazzamdı. Onunla her savaşa girmeye hazırdım. İnsanlar ona çok saygı duyardı. Bu, Maccabi gibi büyük kültüre sahip takımlarda oldukça önemlidir zira takımın üzerinde çok büyük baskı olur. Koç Blatt için oynadığınızda o baskıyı hissetmezsiniz. Temelde, bizi her şeye karşı koruyan bir kalkan gibiydi. Koçlar, takımların kralıdır. Dediklerini yapmalısınız. Zamanı geldiğindeyse, kralınız sizi dışarıdaki tehditlere karşı korumalıdır. Koç Blatt, bunu başarabilen bir karakterdi.

Başkan Shimon Mizrahi'yle tavla maçlarınız hararetli miydi?

Her şey Milano'da başladı. 2014 play-off'unda Milano'yla eşleşmiştik. Bazı takım arkadaşlarım, benimle tavla oynamak istedi. "Hey, çocuklar... Anlamıyorsunuz. Bu bizim milli sporumuz gibi bir şey. Sizin aksinize, biz bunu eğlenmek için oynamıyoruz" dedim. Dinlemediler, "Ne kadar iyi olduğunu görelim" gibi şeyler söylediler. Mecbur oturduk masaya. Bir, iki, üç... Sürekli kazanıyordum. Bizi gören Shimon yanımıza geldi, "Sıkıysa benimle oyna" dedi. Oynadık biz de…

İlk iki oyunu kazandım. Arkamızda (Maccabi genel menajeri) Nikola Vujcic vardı, kulağıma "Hadi tamam, dur artık" dedi. (Gülüyor.) Hakkını vereyim, Shimon tavlada iyiydi, arada bir oyun kazandığı oldu. Asıl mevzu şuydu, ben kendimi oyuna iyice kaptırmıştım. Sen de bilirsin, tavlada kazanıyorsan, sadece kazanmakla yetinmezsin. Bir şeyler de söylemelisin. İlk oyunu aldığım anda başlamıştım "Hey, Shimon, hadi senin uyku vaktin geldi artık" falan demeye... Kötü zar attığında "Yoruldun galiba" diyordum. Şahaneydi.

"O herifi yakalasaydım..."

Schortsanitis, Hapoel Tel Aviv deplasmanındaki bir maçın ardından tünele doğru yürürken, ona seslenen bir taraftarın peşinden tribünlere dalmış, güvenlik onu zor durdurabilmişti. Sofo, o gün olanları anlatıyor...

Maçlarda bir ton şey duyarız. Oly-Pao derbisinin iki tarafı için de oynadım. Maccabi'de, artık her şeyi duyduğumu düşündüğüm bir dönemdeydim. Yanılmışım. O herifin söylediği şey berbattı. Öylesini duymamıştım. Deliye dönmüştüm. Hadi söyleyeyim ne dediğini: Çocuklarıma tecavüz etmekten bahsetti. Bir ton yerde oynadım ama Hapoel kulübü ve taraftarlarının uyanmaya ihtiyacı var. "Sofo, tamam. O bir aptalın teki, onunla biz ilgileneceğiz, bir daha salona giremeyecek" diyeceklerine, olayı bir de benim üzerime yıkmaya çalıştılar. Çok zaman geçti, şu an umurumda değil ama o gün o herifi yakalasaydım, salondan canlı çıkamazdı.

Gelecekten beklentiniz ne? Final Four'da olduğu gibi televizyonda yorumculuk yapmak mı yoksa saha kenarına inmek mi?

İkisi çok farklı. Televizyon eğlenceli, ara sıra bunu yapabilirim ama burada uzun bir kariyerim olur mu? Sanmıyorum. Basketbolu çok seviyorum ve iyi biliyorum. Birçok harika koçla çalıştım, onlardan çok şey öğrendim. Bir gün antrenörlük yapmak istiyorum. Bu aralar her günün tadını çıkarmaya çalışıyorum. Çocuklarımdan birkaç gün uzak kaldığımda dahi onları özlüyorum. Pandeminin de etkisiyle son birkaç seneyi sürekli ailemle geçirdim. Keyifliydi; fırsattan istifade, oğluma antrenörlük yaptım.

Yetenekli mi bari?

Hâlâ bir çocuk. Ona koçluk yapmaya çalışırken bazen "Hayır, bunu böyle yapmamalısın, doğrusunu dene" diye zorladığımda arkasını dönüp "Odama gidiyorum" diyor. (Gülüyor.) "Dur, dur, dur. Bir daha seni zorlamayacağım" desem de "Hayır, anneme söyleyeceğim" diye tehdit ediyor. "Annene söylemezsen dondurma yemeye gideriz" diyorum, anlaşıyoruz. Antrenör olmak için henüz yeterince sabırlı olmadığımı anladım bu süreçte. Şimdilik çocuklarım, daha sabırlı olmam için beni eğitiyor.

Socrates Dergi