.jpg?w=3840&fit=max&q=75)
İnleyen Nağmeler
12 dk
Meksika'da geçen; Pele, Metin Oktay, Halit Kıvanç ve Zeki Müren'in kahramanları olduğu bir masal okumak ister misiniz? Hem de gerçek... Üstelik Halit Kıvanç'ın kaleminden...
Dünya Kupası... Birçokları için büyük futbol yıldızları ile özdeşleşen o büyülü organizasyon... Uzun yıllar olan biteni uzaktan izlemiş Türk futbolseverler içinse bu yıldız birçok kez Halit Kıvanç oldu. Onun sesinden, onun anlatımı ile kupayla tanışanların sayısı hiç de az değildi. Kıvanç, maç anlatımını bıraktıktan sonra da Dünya Kupası heyecanını yitirmedi. Yazdığı kitaplar, imza attığı programlar ile yaşadıklarını, anlattıklarını gelecek nesillere bıraktı. 2002'de Kültür Yayınları tarafından basılan Kupaların Kupası Dünya Kupası 1930'dan 2002'ye kitabı da bu eserlerdendi. Kitapta yer alan büyüleyici anılardan biri de Meksika 1970'te yaşananlardı...
Dokuzuncu Dünya Kupası'nın ev sahipliğini Meksika üstlenirken, aslan şeklindeki İngiliz maskotu "Willie" de görevini "Juanito"ya devrediyordu. Meksika'nın sıcağını ve yüksekliğini hesaplayan Avrupalılar o bölgede hazırlık maçları oynarken, İngilizler de Kolombiya'ya gitmişti. İşte Bogota'dan Mexico City'ye gelecekleri gün, ünlü kaptanları Bobby Moore tutuklanıverdi. Dört yıl önce Dünya Kupası'nı kucaklamış büyük kaptan, şimdi mücevher hırsızlığı sanığıydı. Saygın ve de çok zengin Moore, böyle bir şey yapmazdı. Yapmadığı da anlaşıldı. Üç gün sonra serbest bırakıldı. Kupa öncesi İngilizlerin moralini bozan bu olayın ise, dört yıl önce menajer Ramsey'in Latin Amerikalılara "hayvanlar" demesinin intikamı olduğu söylendi durdu.
Meksika'da bizim "basın takımı"nda kimler yoktu ki… Biz, Necmi Tanyolaç, Metin Oktay ve Mehmet Biber'le dördümüz Tercüman ekibindeydik. Ben ayrıca Türkiye radyolarına telefonla günlük kısa özetler veriyordum. Doğan Koloğlu, Togay Bayatlı, Gündüz Kılıç, Çetin Özcan, Hüseyin Kırcalı, Tahsin Öztin, Orhan Aldinç, Çetin Özcan ve Meksika'da Dünya Kupası'nı birlikte izlediğimiz spor yazarı arkadaşlarımızdı. Antrenör Sabri Kiraz, Fenerbahçeli yönetici Eşref Aydın da bizimle birlikteydi.
Meksika zenginlikle fakirliğin, milyonerlikle sefaletin yan yana, koyun koyuna yaşadığı Orta Amerika ülkelerinden biriydi. Ne var ki, Dünya Kupası, ya da kendi deyimleriyle "Meksika 70" onlara tüm sıkıntıları unutturmuştu sanki. Evde ses çıkaran ne varsa, tabak, çatal, bıçak, bardak, alıyorlar, sokaklara fırlıyorlar ve onları birbirine vurup ses çıkararak, heyecanla bağırıyorlardı. "Mehiko Brazil… Mehiko Brazil…"di çoğu kez sloganları. Meksika ile birlikte Brezilya'nın da başarını istiyorlardı. Otomobiller de bu gece geçitlerine katılıyordu. Arabaların altı üstü, içi dışı her yanı insanla doluydu. Trafik filan durmuştu. Hele maç akşamları… Organizasyon pekâlâ iyi sayılırdı. Meksika pembesi giysileriyle hostesler ve erkek görevliler, ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorlardı.
Henüz televizyonun deneme döneminde olduğumuz için, radyo yayınlarıyla yetinecektik. Fakat o konuda da herhangi bir girişim yapılmamıştı. İşte, beni aradıklarında, günlük özetleri ve ilginç notları içeren bir konuşma sunuyordum telefonla… Tabii büyük saat farkı nedeniyle bu yayınların bir kısmı, güncelliğini yitirdikten sonra duyuluyordu. Bu arada, Guadalajara'daki Brezilya-İngiltere maçının radyodan naklen yayını için hazırlıkların tamamlandığını bildirdiler. Ben de sevindim. Kendi hazırlıklarımı yaptım. Guadalajara, Mexico City'den hayli uzak bir şehirdi. Uçakla gittik. Fakat şehirde tüm oteller doluydu. Allahtan bazı aileler evlerini pansiyon olarak kiralıyordu. Biz de böyle bir ev bulduk. İspanyolcadan başka dil bilmeyen ev sahiplerimiz çok cana yakın insanlardı. Sabah pişirip kahvaltı soframıza koydukları kocaman bifteklere filan para istemediler. "Yabancı konuğa ikram" olduğunu söylediler. Nasıl mı söylediler? Bir yandan sözlükle İspanyolcayı sökmeye başlamıştık. Bir de "Türk turistler" diye merakla mahalleden koşup gelen, İngilizce bilen komşularımız vardı Guadalajara'da… Bir ara baktık: Metin Oktay ortada yok. Çıkmış, sokakta mahallenin çocuklarıyla çift kale futbol oynamıyor mu? Meksikalı çocuklar, Metin'in nefis şutlarını seyretmiyor mu? Tabii Metin'in çalımlarına, vuruşlarına hayran kalmışlar. Bir samimiyet ki, sormayın!..

Guadalajara'daki maç gerçekten harika oldu. Brezilya da, İngiltere de güçlerini sonuna kadar harcadılar. Üstelik karşılaşma, Avrupa'ya televizyon naklen yayınları hesaplandığı için saat 12.00'da, evet tam öğle sıcağında, kırk derece sıcakta oynandığı halde… Jairzinho'nun şahane golüyle Brezilya İngiltere'yi 1-0 yenince, Meksika'da yer yerinde oynadı. Koca ülke uyumadı sabaha kadar. Guadalajara'da otomobiller, her yanı insan dolu şehirde dolaştı durdu. Tabii klaksonlar çalarak… Ve herkes ne bulduysa onları birbirine vurup ses çıkararak…
Ben Anlattım... Ben Dinledim...
Guadalajara'daki bu Brezilya-İngiltere karşılaşması, spikerlik yaşantımda özene bezene anlattığım maçlardandı. Oyunun da golün de hakkını vermiştim. Durup dururken kendimi övüyor muyum? Ne yapayım, mecburum. Çünkü o maçımı dinlemediniz. Siz değil, hiç kimse dinlemedi. Oysa ben anlattım anlatmasına… Gece Mexico City'ye dönüşte, otelde öğrenmiştim acı gerçeği. Ankara'dan "Maç kaç kaç?.." diye soruyorlardı. Meksika ile Amerika Birleşik Devletleri arasında, bir teknik anlaşmazlık nedeniyle hattı kesmişler. Ankara "Hat hazır" demiş, ben konuşmaya başlamıştım. Fakat sonrasında? Anlayacağınız, kırk beşer dakikadan iki devre, doksan dakika… On beş dakika da iki yarının arası… Etti yüz beş… Maç sonunda da beş dakika… Yuvarlak hesap, yüz on dakika… Tam yüz on dakika boşu boşuna konuşmuştum. Kendi kendime anlatmıştım maçı… Ya da yüksek sesle seyretmiştim.
Arkadaşım Pele...
Brezilya'nın İngiltere'yi yendiği günün ertesinde Brezilya kampındaydık. Daha dış kapıdan geçmek, büyük sorundu. Epey dil döktük. Ne kadar uzaktan geldiğimizi söyledik. Pele'nin çoook eski arkadaşımız olduğunu belirttik. Sonunda basın ve halkla ilişkiler yetkilisi olan Brezilyalıyı çağırdılar. Çok nazik bir insandı. Kendisine 1958'deki Stockholm anısını söyledim ve Pele ile o gün çekilen fotoğrafı gösterdim. Pele'ye Türkiye'den bazı armağanlar getirdiğimizi, onları vermek istediğimizi bildirdim. Biraz beklememizi rica etti. Bekledik. Sonra geldi basın ve halkla ilişkiler görevlisi… "Aynı gün saat 15.00 için randevu" verdi. Saat 15.00'i iple çektik. Nihayet randevu dakikamız geldiğinde Necmi Tanyolaç, Metin Oktay, Mehmet Biber, dördümüz tekrar Brezilya kampındaydık. Kapıda hepimizden birer fotoğraf aldılar. Röportaj süresi için geçerli birer kimlik verdiler. Girdik. Çok geçmeden Pele, milli takımın yetkilisiyle yanımıza geldi. Gayet kibar, elini uzattı "Türkiye'den gelmiş ve kendisini ziyaret etmiş olduğumuz için" teşekkür etti. O zaman çantamdan meşhur fotoğrafı çıkarıp uzattım. Önce bir baktı, sonra eğildi, daha dikkatle baktı. Sevinçle, "Harika" dedi, "benim yedekliğim döneminde çekilmiş o kadar az resmim var ki!.. Bunu alabilir miyim?" Kendisine getirdiğimi söyledim. Ayrıca, Türkiye'deki Pele hayranları adına "daha güzel goller atması" dileğiyle bir kılıç hediye ettik. Turistik eşya mağazalarında satılan, üstü taşlı küçük kılıçlardan biriydi bu… "Tarih boyunca Türk askerlerine uğur getirmiştir bu kılıçlar… Kaleleri zaptederken… Sizin de futbol sahalarındaki kaleleri teslim almanızda yardımcı olsun" diye şakamı teşekkürler karşıladı Pele… Necmi Tanyolaç, gazeteleri gösterdi. Spor sayfalarımızda Pele'ye, Brezilya'ya ait yazıları, fotoğrafları, karikatürleri… Çok ilgilendi. Mehmet Biber boyuna fotoğraf çekiyordu. Aynı anda Pele'nin çağırmasıyla Brezilya televizyonu kameramanları da etrafımızı çevirmişti. Konuşmalarımızı sürekli filme alıyorlardı. İlk tanıştığımızda hiçbir yabancı dil bilmeyen Pele, on iki yıl sonra İngilizce konuşuyordu gayet iyi…
.jpg)
Halit Kıvanç, Metin Oktay, Necmi Tanyolaç ve Pele
İki Kral Karşı Karşıya
Sıra, Metin Oktay'ın takdimine gelmişti. Türkiye'nin yıllarca gol kralı olduğunu, futbolu bıraktıktan sonra şimdi spor yazarlığına başladığını söyledik. Pele, Metin'in "Gol Kralı", eski bir futbol yıldızı olduğunu öğrenince, inanılmaz derecede yakın ilgi gösterdi. Bu sırada Türk gazetecilerden Doğan Koloğlu da kampa girmeyi başarmıştı. Fakat bizim Pele ile röportaj yaptığımızı görünce, "Bu özel bir olay. Rahatsız etmeyeyim" diye yanımıza gelmemişti. Örnek bir gazetecilik anlayışı, bir gazetecilik namusu ve bir efendilik örneğiydi Doğan Koloğlu'nun davranışı… Israr ettik, yanımıza çağırdık. Epey sonra güzel bir rastlantıyla öğrenecektim ki, o gün Brezilya televizyonun çektiği görüntüler, Brezilya'da kaç kez gösterilmiş… Rio da Janeiro'da görevli bir Dışişleri mensubu da bana o yayını seyrettiğinden söz etmişti. Pele, yedekken yabancı gazetecilerin kendisine pek yüz vermediğini esprili bir dille anlatmış, ama bir Türk spikerinin kendisiyle uzun uzun konuştuğunu söyleyerek "İşte o gün beraber çektirdiğimiz fotoğrafı da, on iki yıl sonra bana getirdi" diye eklemiş…
Meksika'da Zeki Müren Konseri...
Meksika deyince… İlginç bir anı daha… Hem de güzeller güzeli bir anı… Dünyanın öbür ucunda, dışarda sokakları seller götürürken, mum ışığında, nefis bir romantik atmosferde, sanatımızın gerçek güneşi, şimdi özlemle saygıyla andığımız Zeki Müren'in konserini dinlemenin güzelliği bu… Ta Meksika'da… Bir evde… Evet, 1970'de… Gönüllü bir konserdi bu… Hüseyin Erkmen ağabey, evinde bir "Türk gecesi" düzenlemişti. Büyükelçi, başkonsolos ve öteki görevlilerin yanı sıra, Beden Terbiyesi Genel Müdürü Ulvi Yenal, Futbol Federasyonu Başkanı Hasan Polat, Tahsin Öztin, Doğan Koloğlu, Necmi Tanyolaç, Togay Bayatlı, Metin Oktay, Çetin Özcan, Orhan Aldinç hep beraberdik.
.jpg)
Zeki Müren'in New York ziyaretinden…
Dışarda nasıl bir sağanak vardı, anlatılmaz. Şimşekler sanki non-stop çakıyordu. Yıldırımlar düşüyordu her yana… Yağmur bardaklardan filan değil, damacanalardan boşanıyordu. O sırada birden elektrikler de sönmez mi? Mumlar yakıldı derhal… Bir turistik gezi vesilesiyle Meksika'ya uğramış olan Zeki Müren de, gecenin konukları arasındaydı. İşte o elektriklerin söndüğü ve mumların yakıldığı anda, yabancı bir diyarda, hem de anavatandan kilometrelerce uzakta, öylesine duygulanmıştı ki Zeki Müren… Hemen söylemeye başladı: " İnleyen nağmeler…"
On beş yıl önce Türkiye'den Meksika'ya gelmiş iki Musevi ailesi vardı salonda… Baktık, ağlıyorlardı. Zeki Müren, inleyen nağmeleriyle Türkiye'yi getirmişti onlara…
*İmlada orijinal metne sadık kalınmıştır.
Hazırlayan: Kerim Kılıç