Hangi Messi?

12 dk

Lionel Messi, 2008'den bugüne Barcelona formasıyla hep zirvede oldu ama gidiş yolu her seferinde farklıydı.

Getty Images

Futbol tarihinde muhtemelen bir daha benzerine rastlanmayacak bir on yılı geride bıraktık. 2008'den 2017'ye kadar olan süreçte, Altın Top ödülü yalnızca Messi ya da Ronaldo'ya gitti. Beş kez birine ve beş kez diğerine. Bu çağ başlayana dek Altın Top'u en fazla kazananlar üçer kez ile Michel Platini, Johan Cruyff ve Marco van Basten'di. Fakat bu üç efsane dahi ödülü aldıkları yılların ardından en tepedeki varlıklarını sürdürememişti. Çünkü eskiden yıldız oyuncular biraz böyle figürlerdi.

On yılı aşkın bir süre boyunca dünyanın en iyi üç oyuncusu arasında gösterilmek ve her sezonu 40 golün üzerinde tamamlamak yeni alışık olduğumuz standartlar. Messi ve Ronaldo öncesinde, en iyiler arasında yer almak için kendinizi bu kadar da ispatlamanız gerekmezdi. Brezilyalı Ronaldo, Zinedine Zidane veya yakın dönemden Ronaldinho... Hiçbiri bu denli uzun süre boyunca en iyi değildi. Messi ve Ronaldo, şüphesiz ki birlikte yepyeni bir çağ başlattılar ve bu yüzden birinin büyüklüğünden bahsederken diğerini yanından ayıramamayı en doğal sonuç olarak görüyorum. Nitekim 2007-08'den bu yana Messi veya Ronaldo'nun yer almadığı yalnızca üç takım Şampiyonlar Ligi şampiyonu olabildi.

Geriye dönüp bakıldığında, Lionel Messi'nin özel biri olacağına dair alametler hiç de az değilmiş. Leo'yu Barcelona altyapısına kazandıran isim olarak bilinen Carles Rexach, _Take The Ball Pass The Ball belgeselinde şöyle söylüyor: "Eğer o günlerd_e yönetime 12 yaşında bir çocuğu transfer etmemiz gerekiyor deseniz, ilk tepkileri 'Sekiz sene sonra tekrar görüşürüz!' olurdu."

Uzak diyarlardan çocuk yaştaki futbolcu adaylarını transfer etmek, 2000'lerin başında alışılmış bir uygulama değildi. Küçük çocuğun yaklaşık bir yıl boyunca resmi kontrat imzalayamadan Barcelona'da beklemesi gerekti. Bu bekleyişin üçüncü ayında yapılan başka kulüplerle görüşme tehdidi, Rexach'ı o anda eline geçen bir peçetenin üzerine alelacele bir kontrat yazmaya itti. Messi'nin peçeteye yazılmış bu ilk kontratı, bugün bir kasada saklanıyor.

Messi, 16 yaşındayken kulüp televizyonuna verdiği ilk röportajında kendini 'forvet arkası' olarak gördüğünü söylüyor. "Orta sahaların hemen önünde oynuyorum ve sık sık topla buluşuyorum." Kanatlarda oynama konusundaki fikri sorulduğunda ise şöyle cevaplıyor: "Geçen sezon bir süre oynadım ama bundan hoşlanmadım." Cruyff'un gelişi sonrası Barcelona alt yaş gruplarının tamamı 3-4-3 dizilimine geçmişti. Messi, bu takımlarda genellikle merkezî roller üstlendi. En uzun süre kaldığı kategori olan U-16'dan hocası Alex Garcia, "Kanatta kalmayı sevmiyor, her fırsatta merkeze geliyor" demişti.

A takıma ilk çıktığı dönemde ise henüz merkezî rol talep edebilecek seviyede bir oyuncu değildi. Bunun ilk sebebi, teknik kadronun dokuz numaradan beklentilerinin farklı olmasıydı. Ama diğer yandan, önünde de çok ciddi bir rekabet vardı. Frank Rijkaard'ın o dönem yardımcılığını yapan Henk ten Cate, "Hedef santrforumuzun güçlü, sırtı dönük oyunu olan biri olması gerekiyordu. Bu pozisyon için yetersizdi" demişti. "Leo ilk resmi maçına çıkmak için neden bir sene bekledi? Çünkü o kadroda çok kaliteli oyuncular vardı. Xavi bile her maçta oynamamıştı."

Messi'nin aşama aşama A takıma adapte oluş süreci, genç takımlarda ikna olamadığı sağ kenar rolü üzerinden gerçekleşti. Sol ayaklıydı ve vakit kaybetmeden topu merkeze, rakiplerin üzerine doğru sürüyordu. Seneler sonra, çocukluk idolü Pablo Aimar şöyle bir şey söyledi: "Çok hızlıydım ve her zaman rakip savunmacıların üzerine hücum ederdim. Sanırım benim dikeyliğimden ve topu her fırsatta istiyor oluşumdan etkilenmişti." Guardiola başa geçtiğinde, Messi artık Ronaldo ile rekabeti çoktan başlamış ve bir önceki yılın Altın Top oylamasında üçüncü sırada yer almış bir oyuncuydu. Fakat Pep'in gelişi işleri bambaşka bir hâle soktu. Gol sayısı bir anda iki katına çıktı. Messi'nin 30 golden fazla attığı son sezon, Alex Garcia yönetiminde ikinci forvet rolü aldığı U16 takımıydı.

Messi'nin ilk kez sahte dokuz olarak denendiği ve 6-2 biten Real Madrid maçı da Pep'in bu ilk sezonuna aitti. Ama gerek o sezon Samuel Eto'o'nun takımda oluşu gerekse bir sonraki sezon Zlatan Ibrahimovic'in transfer edilmesiyle Messi'nin kalıcı sahte dokuz rolü için Pep'in üçüncü sezonunu beklemek gerekti. Michael Carrick, Şampiyonlar Ligi Finali'nde kaybettikleri o takımın, tarihin en iyi futbolunu oynadığını iddia ediyor. Barcelona, o sezonu yüzde 67 oranında topla oynama ve yüzde 89 pas isabet oranıyla bitirdi. Pep'in kariyerinde bu iki istatistikte daha iyi olan bir sezon hâlâ bulunmuyor.

Bu tepeye çıkış, aynı zamanda parlak ilk beş yılın sonunun ve Ronaldo'nun üstünlüğüyle geçecek ikinci beş yılın başlangıcının habercisiydi. Messi'nin olağanüstü bir şekilde tüm kulvarlarda 73 golle bitirdiği bir sonraki sezon, Guardiola'nın Barcelona'daki son sezonu oldu. Barça, sonraki beş yıllık süreçte eski dokunulmazlığından uzak gibiydi. Ronaldo bu dönemde üç kez Şampiyonlar Ligi ve bir kez Avrupa şampiyonu olurken, Messi iki Copa America ve bir Dünya Kupası finali kaybetti. Şüphesiz hâlâ sıradışıydı ama Ronaldo'nun ışıltısı ve oynadığı takımların zirveden uzaklaşması sebebiyle biraz geri planda kalmaya başlamıştı.

Barcelona, Guardiola'nın son sezonunda Cruyff'un Rüya Takımı'nı hatırlatan baklava orta sahalı bir 3-4-3 dizilimine geçti. Fakat altyapıdaki rolünün aksine, Messi bu takımda da sahte dokuz olarak oynamaya devam etti. Onun genç takımda oynadığı ikinci forvet rolünde ise artık Cesc Fabregas vardı. İngiltere'de geçirdiği yılların ardından bambaşka bir oyuncu olarak geri dönen Cesc, artık Messi gibi bir parça pozisyonsuz bir oyuncuydu. Nitekim gerek milli takımda gerekse Barcelona'da ona orta sahada bir görev bulabilmek mümkün olmamıştı. İkilinin sahadaki özgürlüğü sanki diğer oyunculardan biraz daha fazlaydı ve onları bir arada kullanabilmenin tek yolu da bu sistem gibiydi.

Guardiola'nın ardından Tito Vilanova ve Gerardo Martino ile geçen iki sönük sezon oldu. Messi'nin merkezdeki dokuz numara rolü bu takımlarda da sürdü. Kanattaki günleri artık geride kalmış gibiydi ve hatta Arjantin'i finale taşıdığı 2014 Dünya Kupası'nda Gonzalo Higuain'in arkasında ikinci forvetti. Luis Enrique ise Guardiola'nın sistemini küçük manevralar yaparak sürdürmeyi tercih eden iki hocadan farklı bir yol izledi. Enrique'nin takımı, önceki senelerdeki Barcelona'dan çok daha direktti. Orta sahayı domine etme anlayışı bir adım geriye itilmiş; toplar bir an önce Messi, Suarez ve Neymar'la buluşturulmuştu. 'MSN'in dönemiydi. Messi tekrar sağ kenara geçti.

O takımda Ivan Rakitic'le kurduğu ilişki, Guardiola'nın ilk sezonunda Dani Alves'le kurduğu ilişkiye benziyor. Messi sürekli merkeze kırdığı için kocaman bir koridor Alves'e kalmıştı ve ikilinin uyumu çok iyiydi. Rakitic'in yaptığı ise daha ziyade defansif bir katkı oldu. Jose Mourinho, El Clasico galibiyeti sonrası geçtiğimiz günlerde BeIN Sports stüdyolarında şöyle söylemişti: "Rakitic bana göre dünyada değeri en az verilen oyunculardan biri. Messi'yi tolere etmek için sağ kenarda savunma işini üstleniyor. Basit ama efektif."

2011 takımı ile karşılaştırılan 2015 takımının ömrü çok uzun olmadı. Üçüncü sezonun sonunda hem Luis Enrique hem de Neymar ayrıldı. Neymar'ın beklenmedik ayrılığı sonrası yapılan transferlerin yetersizliği, yeni hoca Ernesto Valverde'yi yeni bir çözüm aramaya itmiş olsa gerek. Nitekim Barcelona oldukça kaotik geçen yaz transfer döneminin ardından sezona 4-4-2 ile başlamıştı. Messi, saha dışındaki arkadaşlığının da oldukça ilerlediği Suarez ile forvet hattını oluşturuyordu. Sezonun ikinci yarısında verdiği bir röportajda, rolündeki değişimi şöyle açıkladı: "Pozisyonumu biraz daha geriye aldım ve önceki yılların aksine ataklara geriden katılıyorum."

Messi'nin bir ön alan oyuncusu ya da ikinci forvetten ziyade oyun kurucu gibi yer aldığı bu rol, en çok 2014'te milli takımdaki rolüne benziyor. Arjantin, yardımcı elemanların eksik olduğu ve yaratıcılık işlevini de Messi'nin üstlendiği bir takımdı. Bu açıdan son dönem Barcelona'sı ile benzerlikler kurulabilir. Xavi ve Iniesta'nın güçlerinin tükenmesiyle Messi'nin pozisyonu da zamanla daha geriye kaydı. Bu sezon daha sık 4-3-3 oynuyorlar ve Messi de sağ kenara geçiyor. Fakat hiçbir döneminde oyun içi katılımı bu kadar fazla olmamıştı. Messi, hem maç başına gol katkısı hem de maç başına kilit pas istatistiklerinde kariyerinin en iyi sezonunu yaşıyor. Artık atakları başlatan da bitiren de o.

Nihayetinde otuzlu yaşlara geldikleri şu dönemde, Messi ve Ronaldo etki alanlarından hiçbir şey kaybetmemiş gibi. Şampiyonlar Ligi'ni kazanmak isteyen Juventus, 33 yaşındaki Ronaldo'ya dört senelik bir yatırım yapabiliyor. Aynı şekilde, Barcelona'yı Manchester City ya da Liverpool kadar favori yapan tek etkenin Messi'nin varlığı olduğu söylenebilir. Dolayısıyla şu aşamada onların ideal pozisyonlarını veya saha içi rollerini tartışmak yerine, esas önemli olanın bir şekilde mutluluklarını sağlamak olduğu söylenebilir. Valverde, sezon başında böyle söylemişti: "Yapmamız gereken, onun saha içinde mutlu hissedeceği bir ortam yaratmak." Ronaldo, artık mutlu olmadığı için Real'den ayrılmıştı. Barcelona aynı hataya düşmek istemeyecektir.

Socrates Dergi