
Hayaller İçin Hayata Rağmen
4 dk
Taşradan çıkıp elit bır sporcu olabilmek için hangi koşullar altında mücadele etmelisiniz? Siirt’in Sırrı belgeselinin yönetmeni İnan Temelkuran yazdı.
Altı yaşındaydım. Altı yaşındaki her çocuk gibi yerimde duramıyordum. Her gün sokakta koşup top sektirmeye çalışıyor, arkadaşlarla güreşiyor, karate yapıyordum. ‘Bruç Li’nin birkaç filmini izlemiştim, uçan tekmeme güveniyordum. Babamın yanında staj yapan Zafer Abi bu işlerle ilgiliydi. Karakuşak dergisi getirirdi yazıhaneye. Resimlerine bakardım. ‘Bruç Li’nin hocası İp Man’ın resimleri vardı. “İlla gidicem karateye!” diye tutturdum. Hayalim, tek vuruşta üst üste dizilmiş 40 tane mermer blok kırabilmekti. Bornova’daki bir tekvando hocası 30 tane kırabiliyormuş, öyle diyorlardı.
Herhalde çok ısrar ettim. Annemle babam antrenmanları izlemem için beni bir judo salonuna götürdü. Judo; içinde sırttan atma olan şey. Biliyorum yani. Neyse, bir saat boyunca antrenman izledikten sonra, hoca bizimkilere “Şimdi başlarsa boyu kısa kalır” dedi ve dövüş sporları, benim için başlamadan bitti. O günden sonra dövüş sporları yapılan bir yere ilk girişim, 2010 yılında sonradan Siirt’in Sırrı’na dönüşen belgesel için oldu.
Eşimle birlikte, kadınlarla ilgili bir belgesel yapmak istiyorduk ve dramatik ağırlığının fazlalığı nedeniyle dövüş sporları ile uğraşan genç kadınlar üzerine yoğunlaşmaya karar verdik. Yola çıkarken, kadınlara bu kadar çok şiddet uygulanan bir ülkede “Bu kadar çok kızın dövüş sporlarını öğrenmesinin nedenlerinden biri de kendini savunmaktır herhalde” diye düşünmüştük. Ancak yol boyunca, bu gerekçeyle dövüş sporlarına başlayan bir ya da iki kadın görebildik.
Çok sayıda genç kadınla konuştuk. Hemen hemen hepsinin annesi ev kadınıydı. Hiçbirinin babası mühendis, tasarımcı, bir şirketin bölge sorumlusu ya da pazarlama müdürü değildi. Aksine; ya işçi, ya hastanede odacı, belediyede şoför, hatta belki işsizdiler. Bir de bir dövüş sporu branşında antrenör olan babalar vardı tabii.
Sporcuların çoğu düz lise veya meslek lisesine gidiyordu. ODTÜ’ye ya da Boğaziçi’ne gitme hayali olan kimseyle karşılaşmadık. İngilizce bilen de yoktu. Ama neredeyse, Çankırı’daki boks salonundan Bağcılar’daki tekvando salonuna, Siirt’ten Ankara’ya, tanıştığımız her sporcu, televizyon karşısında vakit geçirmektense bir alana yoğunlaşmak ve bu sayede hayatını kazanmak istiyordu.
Hedefleri, eğitim sisteminin onlara vermediği rahat hayatı mücadele ederek almaktı. O hedefleri küçük parçalara ayırınca, ilk arzularının Türkiye şampiyonalarına gidebilmek olduğunu gördük. Böyle söyleyince zor bir şey olmadığını düşünüyorsunuz ama Şırnak’ta yaşadığınızı varsayalım; binbir türlü siyasi, sosyal zorlukla başa çıkıp yıl boyunca antrenman yapmışsınız, kilonuzu tutturmuşsunuz, antrenörünüz sağdan soldan toplanan aletlerle size kas çalıştırmış... Ve diyelim ki bu yıl turnuva Uşak’ta... 10 ayrı sıklette yarışacak sporcu var. Uçağa atlanıp gidilmiyor elbette. Yol parası, kalacak yer parası lazım. Veriyor mu federasyon? Veriyor, 20-30 lira. Hadi yol parasından kısıp korkunç bir otelde beşer kişi aynı odada kaldınız. Onda da tartının yapıldığı gün gelip hemen madalya töreninden sonra ayrılıyorsunuz ki otele daha fazla para vermeyin. Bunlar yorgunluk demek, uykusuzluk demek, malum. Özetle; taşradan çıkıp bir elit sporcu olabilmek için böyle koşullar altında mücadele etmeniz gerekiyor.
İşte, tam da burada benim bir sorum var: Taşradaki iş adamları ve esnaf durumun farkında mı? Kendi ailesinden biri değilse, hayır. Peki 100 ayrı dükkandan beşer lira toplamak mümkün mü? Mümkün ama birileri ilgilenir ve örgütlenirse.
Hadi diyelim tüm sorunları aştınız ve Türkiye Şampiyonası’nda derece yaptınız. Hatta birinci oldunuz. Milli Takım kampına çağrıldınız. Bu, bir iş sahibi olma hayalinizin ilk aşamasını gerçekleştirdiniz demek; çünkü artık Spor Akademisi’nin kapıları size açık. Ama bu kez de akademiyi bitirdikten sonra, antrenör veya beden eğitimi öğretmeni olarak atanma belasını yaşıyorsunuz. O belayı atlatıp memuriyete hak kazanmak için de Avrupa veya dünya şampiyonalarında derece yapmanız gerekiyor.
Bu yolda en önemli şey tecrübe. O tecrübeyi kazanmak için, aslında bolca yenilmeniz. Bunun için de turnuvalara gitmeniz gerekiyor. Bulgaristan takımı karşınızda ve Dünya Şampiyonası’ndan önce sekiz turnuvaya katılmış. Siz ise tek bir turnuva ile karşılarına çıkıyorsunuz. Neden gidemiyoruz peki? “Efendim, bütçe yok.” E ama… Neyse. İşte hayaller, bu şartlar altında gerçekleşiyor veya gerçekleşmiyor. Ve bunlar, bizler gibi büyük şehirlerde oturanların tatil hayalleri gibi ‘olmasa da olur’ şeyler değil. O hayaller; erken evlenmek zorunda kalmama hayalleri, bir meslek ve iş sahibi olma hayalleri, tek başına ayakta ve hayatta kalma hayalleri. Zor işler vesselam.