Hayat Sevinci
14 dk
Yalçın Akağaç, ne yaşarsa yaşasın karanlığa gömülmek yerine elindekilerle yoluna devam etmeyi seçenlerden. Hem de hiçbir engele aldırmadan...
Dış kulvardan kopup gelen kırmızı başlıklı dev atı ve üstünde açık yeşil formasıyla kamçısını havaya sallayan genç jokeyi hatırlıyor musunuz? Türk atçılığının en ikonik zaferlerinden bazıları bu fotoğraf eşliğinde gerçekleşmiştir. Fakat zafer anları arkasında hep gözükenden biraz daha fazlasını barındırır. Tıpkı Yalçın Akağaç'ın ilham veren hikâyesi gibi… Grand Ekinoks'un ve nice büyük şampiyonun unutulmaz jokeyiyle Veliefendi Hipodromu'nda buluştuk.
Ailenizde atçılıkla meslek boyutunda ilgilenen birisi yokken kendinizi nasıl ata binerken buldunuz?
Ailemde atçı yoktu belki ama babam at yarışına ilgi duyan ve kendi çapında müşterek bahislere katılan bir yarış severdi. Blok blok biriktirdiği yarış dergileri, bültenleri vardı. O arşivden detaylara inip çalışmalar yaparak yarışları takip ederdi. Beni de 1989 senesinin Gazi Koşusu günü ilk kez Veliefendi Hipodromu'na götürdü. Golden Prince'in çok büyük favori olan Devir'i geçtiği yarış… Acayip bir atmosfer vardı. Start noktasının orada atları yakından gördüğümde ise büyülendim. Hepsi devasa, yakışıklı ve çok cüsseli atlar. Ben ilk kez at sırtına ilkokul kır gezisinde küçük bir para karşılığında binmiştim. Ama o gün bindiğim at ve yarış yerinde gördüğüm safkanlar arasındaki fark büyüktü. Üstelik babam da altılıyı bulmuştu, ailece neşeli bir günümüzdü. Tabii henüz küçüğüm, aklımda 'jokey olmak' gibi bir fikir oluşmadı. Ablam bana hep "Pilot olacaksın" derdi. İlkokulda okul birincisiydim beş sene boyunca, çok başarılı bir öğrenciydim. Fakat sonraları babam Banko dergisinde bir ilan görüyor. 'Apranti okuluna yeni jokey adayları alınacaktır' yazan bir ilan bu. Şartlar da uyuyor; hep ufak tefek ve zayıf bir çocuktum. Babam "Seni jokey yapalım mı?" diye sorunca tereddütsüz kabul ettim. Aklımda ne pilotluk kaldı ne de başka bir şey. Babam ve arkadaşıyla beraber soğuk bir kış günü apranti okuluna gittik…
Küçük bir çocuk olarak atıldığınız bu yeni macerayı nasıl karşılamıştınız?
11 yaşındayım, durumdan memnunum ancak bir problem var. Okul Osmaniye'de, yani Bakırköy tarafında. Biz ise Kadıköy, Hasanpaşa'da oturuyoruz. Maddi durumumuz evi karşıya taşımaya elverişli değil. Yaşım küçük olduğu için tek başına gitmem pek kolay olmuyor tabii. Bu noktada babam hocamız rahmetli Celal Aras'a ricada bulundu. Celal Hoca da bir sene boyunca her sabah kendi geldiği personel servisiyle Acıbadem Köprüsü'nün altından beni alıp okula götürdü sağ olsun. İkinci sene ise evimizi Bakırköy'e taşıdık. Bu noktada artık eküri ahırlarına dağılmaya başlıyorsunuz. Benimki de Atilla Özsoy ekürisiydi. Apranti okulunda Haflinger tarzı atlarla manejde binek yapıyor ya da yarıştan tekaüt olmuş atları idman ediyorduk. Gerçek yarışa hazırlanan atlarla çalışmak farklı bir deneyimdi. Dağıldığınız ekürilerde yarışma şansı bulmayı umuyorsunuz ama öyle bir şansım olmadı maalesef. Bu yüzden de akabinde Yavuz Sarıkaya ekürisine dahil oldum. Yavuz Amca bana bir söz vermişti, Japon Gülü isimli iki yaşlı tayının ilk yarışına beni bindirecekti. O sözü duyunca daha motive şekilde çalışmaya başladım. İlk hayal bir tek yarışta da olsa ata binebilmekti.
Bu ilk yarışta Türk atçılık tarihinin en iyi jokeylerinden bazılarıyla mücadele etmek heyecan verici olmalı...
Evet, Süleyman Akdı ve Halis Karataş'la beraber o Şartlı-1 koşuya katıldık. Onlarla bir fotoğrafım da vardır. Start verildiğinde her şey rüya gibiydi. Çok iyi çıkamadım ama sonrasında geldim ve beşinci oldum. Üçüncü, dördüncü, beşinci; taraklama şekilde bitirmiştik hiç unutmam.
Size ilham veren, kahraman olarak gördüğünüz bir jokey var mıydı? Mesela biniş stilinizdeki Karataş etkisinden sık bahsedilir...
Kahramanım her daim Halis Karataş'tı. Artık belleğime nasıl yerleştiyse at üstündeki duruşu, ata yaptığı teşvikler; beynime kopyalamışım stilini. Ağaç yaşken eğilir derler ya, o hesap. Şanslıyım ki birlikte birçok kez yarıştık, bazen geçtim bazen geçildim ama hep güzel anılarımız oldu. Uzun seneler aynı menajerle çalıştık, birlikte seyahat ettik, aynı otellerde kaldık... Bahsettiğimiz isim bugün hâlâ ülkenin en iyisi. Hiç pişman değilim onu örnek aldığım için. Muhakkak çok değerli başka efsaneler var, yetişen başarılı genç kardeşlerimiz var ama hiçbirinin Halis Ağabey ayarında bir kariyeri olabileceğini zannetmiyorum. Onun şansı da Ekrem Kurt, Süleyman Akdı, Kazım Yıldız, Kadir Altınöz gibi duayenlerle at biniyor olmasıydı. Gerçi aralarından sıyrılması da ayrı bir maharet.
"Kahramanım her daim Halis Karataş'tı. Artık belleğime nasıl yerleştiyse at üstündeki duruşu, ata yaptığı teşvikler; beynime kopyalamışım stilini."
Bahsettiğiniz büyüklerinizden aldığınız önemli bir öğüt olmuş muydu?
Açıkçası büyüklerime çok fazla, "Neyi nasıl yapayım?" soruları sormadım. Daha çok izleyerek ederek öğrendim. Sırf yarış içinde de değil; antrenmanda olsun, jokey odasında olsun, sosyal yaşantıda olsun… Eskiden daha çok saygı ve sevgi vardı sanki. Ben aşağı yukarı sekiz senedir jokey odasına gitmedim ama oradakilerin söylediğine göre bu ortam pek kalmamış. Mesela Süleyman Ağabey (Akdı) odaya girdiği zaman çıt çıkmazdı.
Bırakın ayak ayak üstüne atıp oturmayı, sesimizi dahi yükseltmezdik. Bugün bana insanlar, "Bu kadar çok başarı kazanmışsın ama ne kadar mütevazısın" diyor. Demek ki o zamanlarda gördüğümüz şeyler mermere kazınır gibi içimize işlemiş. Öyle gördük, öyle büyüdük, hâlâ da bunu devam ettirmeye çabalıyorum.
Ülkenin baş jokeylerinden birisi olmadan evvel geçtiğiniz zorlu yolları biraz anlatır mısınız? Aprantilikten jokeyliğe yükselmeye çalıştığınız dört senelik periyot biraz olaylı geçmiş sanırım...
Japon Gülü'yle ilk yarışlarıma bindim ama henüz öyle düzenli şans bulamıyorum. 1995 senesinde kış sezonu için Adana'ya geldik. Yine evi taşıdı ailem benim için… Zaten her şartta yanımda oldu anne ve babam. Fakat bahsettiğim zamanlar zor zamanlar. Hem maddi olarak sıkıntıdayız hem de koşulara katılmak çok zorlu. Az önce bahsi geçen usta jokeylerin çoğu aktif, yarış sayısı şimdikinden çok daha az. Ben ilk yarışımı Menekşe 20 isimli safkanla Bursa'da kazandım. Müthiş bir histi ama çabuk ilerleme kaydedemedim çünkü şanssızlıklar peşimi bırakmıyordu. Marbella isimli Arap atından tekme yedim dalağım yırtıldı, sonra düştüm köprücük kemiğimi kırdım, apandisim patladı… Bu sıkıntılar beni her seferinde 4-5 ay geriye götürdü. Sonra ise hayatımda önemli yeri olan Yüksel Erüç'le tanıştım. Onun çalıştırdığı safkanlara binerek 50 galibiyete ulaştım ve jokeyliğe hak kazandım. Bu noktadan sonra kısmetim açıldı. Düşünsene, aprantiyken dört sene dünyanın sıkıntısını yaşıyorsun ama jokey olduktan sonra müthiş bir kariyerin oluyor…
Hiç gözünüz korkmadı mı bu kazalar nedeniyle, "Ben ne yapıyorum?" demediniz mi?
Asla. Tekrar atın üzerine dönmek için çok çalıştım aksine. Tutku her zaman ağır basıyor bu işte. Örneğin Gazi Koşusu'nu kazandınız ama yarın başka bir koşunun heyecanı var. Sürekli önünüze yeni hedefler geliyor. En iyi jokey ben olayım, en çok yarışı ben kazanayım, en iyi atlar bende olsun... Bakın Halis Ağabey'e, adam 48 yaşında zirveye oynuyor. Hâlâ en çok büyük koşu kazanan jokey o, en yüksek yüzdeyle yarış kazanan da o. Yani mesleği bitiremiyorsunuz, başarı açlığı her zaman ağır basıyor.
Siz de artık benzer başarıları kazanmaya başladığınız döneme giriyorsunuz jokey olduktan sonra…
Şansım açılmıştı. 1999'da Fetih Koşusu'nu kazandım ki grup koşu düzeyindeki ilk galibiyetimdi bu. Aynı sene Doğu isimli safkanla ilk Gazi Koşusu deneyimimi yaşadım. Tecrübesizliğim ve heyecanım nedeniyle kazanabileceğim yarıştan dördüncü ayrıldım. Artık aşağı yukarı baş jokey seviyesine ulaşmaya başlamıştım. Kötü geçen dört senenin izlerini silen bir performansım vardı. 19-20 yaşındaydım ama işler fena gitmiyordu. 2000 sezonunun hikâyesi ilginçtir. Medya ve Velociraptor gibi başarılı safkanlarına biniyorum Serdar Özçolak'ın. Ancak Gazi'nin favorisi Caprice de bende. Serdar Bey, Gazi'de bir başka eküri için koşacağımı duyunca kendi atı İsmethan'a binmemi istedi. "Caprice mi yoksa benim atlar mı?" deyip tercih yapmak durumunda bıraktı yani. Babama sordum, "Oğlum kâğıt üstünde İsmethan'ın da şansı var, biz eküriyi tercih edelim" dedi. Kararımız bu oldu. Caprice'e de o sene askerden yeni dönen Sadettin Abi (Boyraz) binmişti. Ayağının tozuyla geldi, atı avucuna bıraktım ve o da bindi kazandı. Ben üçüncü oldum. Yarış sonrası ister istemez üzüldüm. Hatta bir aprantim vardı bu dönem, ona jokey odasında "Daha yaşımız genç, kazanırız" demiştim.
Ve neredeyse hiç zaman geçirmeden bunu yaptınız… Her şampiyon jokeyin özdeşleştiği bir safkan vardır, sizinki de Grand Ekinoks'tu değil mi?
Müthiş yarışlar yaptık 2001'de. Ancak yolumuz bir sene evvel iki yaşındayken kesişmişti. Belindeki eğrilik problemi nedeniyle pek göze batan bir tay değildi. Yarış yaşamının başında birkaç koşu bindim ve sonrasında üç yaşında yeniden buluştuk. Bu da jokeyi Nuri Şölen'in ceza alması nedeniyle olmuştu. Birlikte Triple Crown'ın (Üçlü Taç) ilk ayağı olan Erkek Tay Deneme de dahil olmak üzere mühim yarışlar kazandık. Bu kez de ben, Gazi provası olan Sait Akson Koşusu'nda binemedim cezalı olduğum için. Orada Ahmet Abi (Atçı) bindi. O Gazi Koşusu bana resmen yazılmış. "Yazılan bozulmaz" derler ya o hesap işte. Normalde ilk Nuri'nin hakkıydı ama ben devam ettim. Ahmet Atçı'ya gidince de "Acaba mı?" dedim. Sonuç olarak Gazi'yi kazandık beraber. Jenerasyonunun ötesindeydi, çok kolay bir yarış yaptık. Son metrelerde annem tribünde bayılmış heyecandan. Ben de artık şalteri indirmiş, nasıl sevineceğimi düşünüyorum. Ayağa kalkıp kamçıyı sallamıştım. Paha biçilemez bir duyguydu. Ankara Koşusu'nu da kolaylıkla kazanarak Triple Crown'ı tamamlamış olduk sezon sonunda.
"Artık şalteri indirmiş, nasıl sevineceğimi düşünüyorum. Ayağa kalkıp kamçıyı sallamıştım. Paha biçilemez bir duyguydu."
Sanıyorum ki Triple Crown, o günlerde üzerine şimdiki kadar fazla konuşulan bir şey değildi…
Aynen öyle. Şimdilerde Triple Crown yapacak safkana ekstra ödül var ama Grand Ekinoks'la yaptığımızda ekstra bir şey verildiğini hatırlamıyorum. Bizden önceki son Triple Crown'ı da adına film yapılmış olan efsane Bold Pilot gerçekleştirmişti beş sene evvelinde. Şimdi baktığında 19 yıldır yapılmamış. Yaklaşan var ama başarabilen yok. Tay Deneme 1600 metre, Gazi 2400 metre, Ankara Koşusu 2800 metre… Çok zor iş. Graystorm epey yaklaştı ama yapamadı. İyi atlar çıkmıyor değil ama denk gelmiyor işte.
Geçtiğimiz yaz Grand Ekinoks öldüğünde nasıl hissettiniz?
İnanın çok üzüldüm. Artık yaşı 21 olmuştu, son dönemde de iyiden iyiye rahatsızlanmıştı. O aralar Gazi balosu vardı, sahibi Yasin Bey'le (Ekinci) karşılaştık hipodromda, "Seninkini buraya getirdik" dediydi. At hastanesinde daha iyi bakılır diye Veliefendi'ye getirmişler. Akabinde de ölüm haberi geldi. Gidip görmediğime pişman oldum. Keşke son kez görebilseydim şampiyonu. Kısa süre evvel kariyerimin son döneminde büyük başarılar kazandığım Derviş Ağa'yı da kaybettik…
Kariyerinizin son döneminden söz açılınca konu ister istemez geçirdiğiniz büyük kazaya geliyor; o günü sizden dinleyebilir miyiz? Özellikle de olay sonrası kamuoyunda tepki gören Ahmet Çelik ve Selim Kaya'nın kazada ne denli kusuru olduğunu...
18 Ocak 2012 günü çok istisnai bir olay oldu. Yedi atlık bir koşu, Türkiye'nin en başta gelen jokeyleri koşuya katılmış, hepsi birbirinden usta atlar... Tabir yerindeyse Konya Ovası'nda duvara çarptık o gün. Özellikle de Ahmet Çelik'in büyük kusuru var kazada. Son viraj üzerinde Selim'i çıkarmamak için fazla ısrar etti. Selim de kalmak yerine benim önümde yarışı takip eden Gökhan Gökçe'yi içeri itti. Bir boyun kadar önümdeki atın sağrısına gelmiştim, altımda Türkiye'nin en güçlü Arap atlarından biri olan Sarraf var. Kulvar benim olduğu için ata hız verdim, o zincirleme durum başlayınca alan iyice daraldı. Gitsem gidemiyorum kalsam kalamıyorum, öyle bir pozisyondaydım ki kurtulursam Allah tarafından kurtulacaktım. Ben Gökhan'a bağırıyorum, Gökhan Selim'e, Selim de Ahmet'e bağırıyor… Sonuç olarak yıkıldım ve kalkamadım. Tabii ki "Ben içeriye geleyim de Yalçın'ı yıkayım" diye bir zihniyeti yoktu kimsenin ancak Ahmet'in Selim'e yaptığı hareket kasıtlıydı. Selim de inat etti yerini kaybetmemek için. İkisinden biri o çekişmeden vazgeçse o kaza olmayacaktı.
Düştüğünüz anda bilinciniz açık ve hemen doğrulmaya çalışıyorsunuz…
3-5 takla attım yerde, eğer bilincim açıksa hemen kalkmak isterim böyle durumlarda. Yine istedim ama kafamı sadece 15-20 santim kaldırabildim kumdan. Çünkü sırtımdan katır kutur kemik sesleri geliyor. Zaten T5 omurga kemiği paramparça olmuş. Medikal ekip geldi, onlara "Sırtımda kırık var, ayaklarımı da hissetmiyorum" dedim. Birkaç sene önce düşüp yine belimi kırmıştım ama onda ayaklarımı hissediyordum. Bunda durumun vahametini hemen kavradım. Önceki sakatlığımda ameliyatımı yapan doktor Cüneyt Şar'dı. Eşime telefon açıp, "Belim kırıldı, ayaklarımı hissetmiyorum, Cüneyt Bey'i ara ekibini ayarlasın" dedim. Saat 19.30 civarıydı kaza, ben akşam 23.00 gibi ameliyata girdim. Ameliyatım da 4-5 saat sürdü. 12 tane platin ve yapay omurga takıldı… Hatta şunu hiç unutmuyorum, ameliyata giderken "Ameliyattan sonra ayaklarımı hissedebilecek miyim?" diye sormuştum doktoruma. Ancak belden aşağım felç oldu.
Sonrasında nasıl bir psikoloji içine girdiniz? Hayatta olduğunuz için şükretme durumu mu vardı yoksa bir isyan hali mi?
İlk 2,5 senenin çok kritik olduğunu söylemişti Cüneyt Bey. Sonuçta gençliğin de var bekliyorsun istemsizce. Çok aktif bir yaşantım vardı benim. Her gün başka şehirde at biniyordum. Otobanda 200'le giden arabanın içinde gibiyken tekerlekli sandalyede buluyorsun kendini. Her şeyin kısıtlanıyor… Ancak GATA'da eğer iyileşemezsem nasıl bu şartlarda hayatını devam ettirebileceğime dair eğitim alırken, otomobil kazasında boyundan aşağısı felçli kalan avukat Fahri Halimoğlu ile tanıştım. 3,5 aylık tedavi boyunca bir aile olduk. Onun durumu daha zordu bana göre. İki kol, ayaklardan çok daha değerli. Ayaklar çalışıp kollar çalışmasa hayat çok daha zor olur. Bu bana büyük bir motivasyon oldu, kendimi şanslı gördüm. Ancak doktorun söylediği süre geçince psikolojim biraz bozuldu. Bazı hatalarım oldu, çevremdeki insanları kırdım ama bunları o hale düşmeyen bilemez. Sonrasında anlaşmazlıklar nedeniyle eşimle boşandık. Sakatlığın üstüne ayrılık insana biraz daha koyuyor.
"Bu ayrıcalıkları yaşarken iyiydi de düşünce mi 'Keşke yapmasaydım' diyecektim? Bence bu nankörlük olur."
Yarış camiasından ne kadar ilgi ve alaka gördünüz kaza sonrasında?
Sağ olsunlar bana bir jübile gecesi yaptılar, birtakım yardımlarda bulundular. Sakatlanınca ödeyemediğim bir vergi borcum vardı... Camiada sevilen birisi olduğumu hissediyorum ama jokey arkadaşlarımdan daha fazla ilgi beklerdim. İlk düştüğümde hastaneye herkes geldi ama bu da hayatın acı gerçeği. Göz önünde, çevre tarafından sevilen bir insansın; düşüyorsun herkes "Ah vah" diyor, sonra o günler geçiyor ve yalnız kalıyorsun. Ancak özellikle beni TJK TV'deki 'Yarış Zamanı' programına dahil etmek isteyen Faruk Tınaz'a çok teşekkür ediyorum. "Yalçın gibi konuşmasını bilen, önemli bir değerin burada olması gerek" demiş. Sakatlık sonrası altı sene boyunca evden on defa çıkmamışımdır. Programa gelip gitmek beni daha sosyal biri yaptı. Üç sene önce bu kadar çok cümle dahi kuramayabilirdim röportajda.
Şimdilerde daha iyisiniz o zaman…
Şu an için hayatımdan memnunum. Tabii ki engelli olmak, özellikle de bizim ülkemizde çok zorlu bir deneyim. Bir sürü hakkımız elimizden alınıyor. Yolda giderken bir bakıyorsun adam senin yoluna park etmiş arabayı. Engelin içinde engel yaşamak da beni daha çok üzüyor. Eski yaşantıma baktığımda kesinlikle arada dağlar kadar fark var ama her yeni bir gün yeni bir umut demek. Şükürler olsun ki hayatın sevinci var hâlâ içimde.
Son olarak şunu soracağım, yaşadıklarınızın ardından "Keşke jokey olmasaydım" dediğiniz oldu mu hiç? Ya da herhangi bir keşkeniz var mı?
Hiçbir şeyim yoktu, bu işe girdim her şeyim oldu. Kariyerim oldu, bir şahsiyete dönüştüm, beni tanıyan ve seven insanlar var ki bunu zaten parayla pulla elde edemezsiniz. Hepsini bana jokeylik sağladı. Evlerim, arabalarım oldu; çok güzel restoranlarda yemekler yedim, çok güzel kıyafetler giydim... Bu ayrıcalıkları yaşarken iyiydi de düşünce mi "Keşke yapmasaydım" diyecektim? Bence bu nankörlük olur. O yüzden hiçbir zaman öyle bir düşüncem olmadı. "Keşke Ahmet Çelik o inadı yapmasaydı" dediğim çok olmuştur sadece…
Motivasyon
Genelde indirildiğim atları sonraki koşularda başka safkanlarla hep geçtim. Şöyle bir düşüneyim; Grand Ekinoks, Teselli, Tamada, Kaneko ve birçokları… Ki yani bindiğim atların da indirildiğim şampiyonların yanında esamesi okunmaz aslında. Ekstra motivasyon, daha başka bir hırs oluyor insanda demek ki. Bileniyorsun o yarışa. En başta da haksız yere indirildiğim Grand Ekinoks'u Serram'la geride bıraktığım günden bahsedebilirim. O benim kariyerimin en özel günüdür. Hâlâ kırılmamış bir rekora imza atıp dört grup koşu kazanmıştım. Halis Ağabey'in tek günde yedi yarış zaferi vardır ama dört grup koşu da önemli bir başarı.