
Hayata Dönüş
9 dk
Sebastian Deisler’in bir yıldız olması bekleniyordu fakat olmadı. Biyografisini kaleme alan Patrick Strasser hayal kırıklığı ile biten bu hikâyenin nedenlerini yazdı.
İnanmak güç ama gerçek; Sebastian Deisler, 5 Ocak’ta 36 yaşına giriyor. “Ne! Henüz 36 mı?” dediğinizi duyar gibiyim. Almanya’nın son yıllarda ortaya çıkardığı en önemli yeteneklerden biri, şu an futbolu bırakmaya hazırlanan bazı oyuncuların yaş aralığına gelmiş durumda. Miroslav Klose, geçtiğimiz yaz Brezilya’da 36 yaşında ‘Dünya Şampiyonu’ olmuştu. Yani Deisler de pekala bu kadroda olabilirdi. Yani Deisler’e de bugün ‘Dünya Şampiyonu’ diyebilirdik. Ama hayat işte… Her şey farklı gelişti; Sebastian Deisler, bir şampiyon değil de Almanya futbol tarihinin en trajik örneklerinden biri oldu.
Yaklaşık dokuz yıl kadar önceydi… Bayern Münih’in 27 yaşındaki süper yıldızı, 16 Ocak 2007’de yanına dönemin genel menajeri Uli Hoeness’i alıp basının karşısına çıktı ve aktif futbol yaşantısına son verdiğini açıkladı. Bu, Almanya futbolunda adeta şok etkisi yarattı. Yirmili yaşlarında, hayata güneşli tarafından bakan, maddi anlamda ömrünü garanti altına alan ve kariyerinin zirvesine yaklaşan genç bir adam vazgeçmişti… Oysa genç adam depresyon geçiriyordu ve bunu, yaşadığı sayısız sakatlık ve hastalıkla dışarıya vuruyordu.
Her şeye rağmen, bu adımı atmak yine de çok büyük bir cesaret istiyordu. Milyonların hayranlıkla izlediği bir kahraman, milyonlarca çocuğun idolü, “Artık yapamıyorum, artık istemiyorum” diyebilmişti sadece. “Bitti, buraya kadarmış!” Deisler, bir anda inzivaya çekildi. Kendini, sönmek bilmeyen spot ışıklarının dışına itti. Profesyonel futbolun sahte dünyasından sıyrıldı. O, artık ‘normal’ biri olmak istiyordu. Yeniden, 5 Ocak 1980’de Almanya ile İsviçre’yi birleştiren şirin Lörrach kasabasında doğan Sebastian Toni Deisler olmak istiyordu.
15 yaşında, Almanya’nın güneybatısındaki sakin hayatına veda edip Borussia Mönchengladbach’ın altyapısına girmişti. 1998- 1999 sezonunda A Takım kadrosuna yükseldi ve 8 Eylül 1998’de ilk kez Bundesliga’da boy gösterdi. Akıl almaz top sürüşü, müthiş oyun zekâsı, üstün tekniği ve golcülüğü ile bir anda herkesi büyüledi. Deisler yaşadıklarını şöyle özetliyor: “Her şey çok hızlı gelişti ve açıkçası bu gelişmeler üzerime aşırı bir yük bindirdi. Üstüme gelen dalgaları durduramaz oldum.”
İlginçtir; Deisler’in Gladbach’taki çıkışı, Almanya futbolunun çöküşüne denk geliyordu. Berti Vogts yönetimindeki Almanya, 1998 Dünya Kupası’nın çeyrek finalinde Hırvatistan’a elenmişti. Deisler bir anda, bitik bir futbol ülkesinin umut ışığı olmuştu. Kendisine ‘kurtarıcı’ gözüyle bakılıyordu. Koca bir ülkenin futbola dair tüm arzuları, beklentileri ve umutları, Lörrach’tan gelen genç bir çocuğa yansıtılıyordu. Ancak bu yükün acısı daha sonra çıkacaktı.
Deisler, tıpkı onun gibi kariyerine Mönchengladbach’ta hız veren Lothar Matthaeus ile kıyaslanıyordu. Mönchengladbach’ın ikinci lige düşüşünü engelleyememişti ama kendi yıldızı artık en üst ligde parlıyordu. Kazanan, 4.5 milyon Mark karşılığında onu kadrosuna katan Hertha Berlin oldu. Üç yıl boyunca Hertha’da oynayan Deisler, burada lig kupasını kazandı ve çıkışını devam ettirdi. Ama kimse, Deisler’in yaşadığı gelgitlerin farkında değildi, en yakınındakiler bile. “Berlin, benim için 0’dan 1000’e çıkmak gibi oldu. Herkes hangi pantolonu giydiğimi, hangi parfümü kullandığımı merak ediyordu. Özel hayatım, bir anda ellerimden kayıp gitmişti” diyen Deisler, kamuoyunun arzularını fark etmiş ama buna önlem alamamıştı: “Benden ‘Berlin’in Beckham’ını yaratmak istediler ama bu ben değildim. Yine de en iyisini yapmak için gayret ettim.”
Saha dışındaki gidişattan rahatsız olan Deisler için, en azından saha içinde işler iyi gidiyordu. 23 Şubat 2000’de Amsterdam’da Hollanda ile oynanan maçta ilk kez Almanya A Milli Takım formasını giyen oyuncu, kısa süre içinde yeni bir dönüm noktasına gelecekti. 2001’de Bayern ile Şampiyonlar Ligi’ni kazanan Stefan Effenberg Münih’teki misyonunu tamamlanmak üzereydi ve yerine yeni bir oyun kurucu aranıyordu. Bu, Deisler için hem büyük bir görev hem de -yineçok büyük bir para demekti.
Sözleşmesindeki serbest kalma bedeli (18 milyon Mark) karşılığında Bayern’e transfer olan Deisler, yeni kulübünden 20 milyon Mark (yaklaşık 10 milyon Euro) imza parası almıştı. Maliyenin yaptırımlarından korkan Bayern, bu parayı gider defterine ‘kredi’ olarak geçti. Ancak bu ücret artık basına yansımıştı. Benzer korkular taşıyan Deisler de ani bir kararla parayı geri gönderme ihtiyacı hissetti. Günlerce, hatta haftalarca basında başka hiçbir şey konuşulmadı. Bu durum onu gitgide yıpratıyordu. Lüks içindeki bu hayata alışamadığını anlayan Deisler, biraz olsun geri plana çekilmek istedi. Huzuru kendi içinde bulacağını düşünüyordu. Evet, yine futbolun bir parçası olmak istiyordu ama futbolun sevdiği kısmı saha içine dair olandı, dışına değil: “Futbolda statü çok önemli, unvanlar çok önemli, ego çok önemli, güç çok önemli... Bu gerçeği, bu dünyanın içindeyken anlamıştım. Yıllarca bir sahteliğe ortak olmayı denedim, bir maskeyle dolaştım ama iç dünyamda baş kaldırdım.” Deisler böyle diyordu ama bu baş kaldırışın etkisi yeterli olmadı. Depresyon, her geçen gün bünyesini daha da fazla ele geçiriyordu. Takım arkadaşları ve idareciler ise bu durumun farkında değildi. 2002 yazında Bayern’e gelen Deisler saha içinde kendini göstermek için çaba harcarken, saha dışında gitgide eriyordu. Bedeni ve ruhu, artık senkronize değildi. Yıllar sonra o günleri hatırlarken, “Birçok yıldızın içinde saklanacağımı düşünmüştüm ama Münih’e sakat gelmiştim. Dizim de sakattı, kafam da” diyecekti. Bir yandan dizini tedavi ettiren Deisler, depresyonu için de kimselere haber vermeden bir uzmana gitti. Kasım 2003’te Profesör Florian Holsboer’in özel kliniğinde tedavi gören Deisler’de üzüntü, korku, sebepsiz suçluluk duygusu ve değersiz hissetme gibi ciddi boyutta rahatsızlıklar tespit edildi. Holsboer’in çalışmaları zaman içinde karşılık buldu ve Deisler, iyileşme sürecine girdi.
Ancak Ekim 2004’te, durumu dramatik bir şekilde aniden kötüye gitti. Juventus ile oynanacak Şampiyonlar Ligi maçının kadrosunda yer alan Deisler, Torino’ya varır varmaz geri dönmek için ısrar etti. Zamanın teknik direktörü Magath’a göre bu bir ‘yenilgi’ydi: “Sebastian’ın kendine bu denli zarar veren bir baskı ortamına girmesine engel olamadığım için üzülmüştüm. Dengesini bulabilmesi için ona yeterince zaman vermek en doğrusu olurdu aslında. Ama her şey çok çabuk gelişmişti. Milli takıma gitti, orada daha da göz önündeydi artık ve bu durum ona zarar verdi. Çok derin bir krizin içindeydi; çizgisini, oyun zevkini ve özgüvenini kaybetmişti.“
Deisler ise her şeye rağmen mücadeleye hazırdı ve tekrar denedi. “İstedim ama bu savaşı kazanmak mümkün değildi” diyen Deisler, o günleri şöyle hatırlatıyor: “Bir anda, yine çok şey ister oldum. Aslında, isteklerim hayallerden ibaretti; Bayern’de oyunun merkezinde olmayı, yeni bir ruh yaratmayı, oyuna daha çok zevk katmayı, takımdaşlığı artırmayı diliyordum. ‘Ego’nun ön planda olduğu bir Bayern istemiyordum.”
Bu talepleri hissedenler ise Deisler’i en hafif ifadeyle ‘saf’ olarak niteliyordu. Zira Bayern’in efsane ismi Oliver Kahn bile yıllarını verdiği kulübü için bir gün şu tespiti yapmıştı: “Burada sadece duygusallığı bir kenara bırakabilenler başarılı olur!” Kahn, o dönem Deisler ile takım arkadaşıydı ve aslında Deisler’in tam anlamıyla zıt kutbuydu. Baskı, Kahn için her şeydi. Baskı, Kahn’ın en sevdiği şeydi. Deisler ise bu baskıdan dolayı paramparça olmuştu. Bu piyasa, onu maddi anlamda zengin ama ruhen mutsuz ve hasta yapmıştı.
2006-2007 sezonunun kış aylarında artık başka bir çaresi kalmamıştı, kariyerine son vermek dışında bir alternatifi yoktu. O, milyonların hayalini gerçekleştirip futbolu mesleği hâline getirmişti ama bu hayali beklemediği şekilde kâbusa dönmüştü: “İtiraf etmeliyim; olanlara bakınca bu piyasanın içinde tutunabilmek için yeterli değildim. Ayaklarımın müsaade ettiği kadar koştum ama gün sonunda bomboştum, yaşlanmıştım ve yorgun düşmüştüm.”
Uli Hoeness, Deisler’i kararından döndürmek için çok uğraştı. İlk etapta, oyuncusunun 2009’a kadar devam eden sözleşmesini dondurmakla yetindi. Amacı, ona bir dönüş imkânı sunmaktı. Ancak Deisler, o açık kapıya asla yanaşmadı. Yıllar sonra “Başka bir çözüm göremedim, herkese küsmüştüm, kendime bile” diyecekti.
‘Kurtarıcı’ olarak gösterilen Deisler, Dünya Kupası’nda forma giyme şansına erişemedi. Japonya-Güney Kore ortaklığında düzenlenen 2002’yi ve Almanya’nın ev sahipliği yaptığı 2006 Dünya Kupası’nı sakatlıkları nedeniyle kaçırdı. ‘Kurtarıcı’ olarak lanse ediliyordu ancak aksine, kurtarılmaya ihtiyacı vardı. Yine de son anda ‘acil fren’e basmayı başarmıştı, 2009’da hayatına son veren Robert Enke’nin aksine, depresyondan kurtulacağına inanmıştı.
Futbolu bırakma kararının ardından mutlu gözüküyordu. Uli Hoeness, başlarda “Savaşı kaybettik” dese de Deisler kendini bu savaşın kazananı olarak görüyordu: “Çok uzun süre mücadele ettim, kendimle savaş halindeydim. Tükenene kadar savaştım. Sorunlarımla, ağrılarımla ve hayallerimle baş edememiştim. Artık daha rahatım.”
Ekim 2009’da çıkan Deisler biyografisinin başlığı, bu yüzden ‘Hayata Dönüş’ idi…
Peki Deisler bugün ne yapıyor? Bu konu hakkında çok fazla bilgi yok açıkçası. Brezilyalı kız arkadaşı ile Freiburg’da yaşıyor ve bir oğlu var. Yanlış arkadaşlıklar kendisine milyonlar kaybettirdi ve bu yüzden, bir süre mahkeme duruşmalarından başını kurtaramadı. Şimdilerde fizyoterapist olmak istediği yönünde bilgiler alınan Deisler’in tam anlamıyla ne durumda olduğunu ise sadece kendi seçtiği az sayıda insan biliyor.
Deisler gibi Lörrach kasabasında doğup büyüyen Ottmar Hitzfeld, Uli Hoeness’in talebi üzerine Deisler’e ulaşmak istese de bunu başaramamış ve “Sebastian dış dünyaya kepenklerini indirdi. Futbola dair hiçbir şey görmek istemiyor. Ona yaklaşmaya dahi fırsatım olmadı” demişti. Anlaşılan, Deisler bu tavrını bugün de sürdürüyor ve taviz vermeye pek niyeti yok.
Peki Deisler, yıllar sonra nasıl anılmak istiyor? Dilerseniz, burada sözü kendisine bırakalım...
“İnsanlar ‘Deisler doğru yolu buldu’ desinler, bu bana yeter.”
Çeviri: Fatih Demireli