Hayati Karar

8 dk

Kariyeri boyunca daima, Uli Hoeness’in şanslı olduğu söylendi. 17 Şubat 1982 günü ise şans gerçekten de onun yanındaydı.

Uli Hoeness, sadece Bayern Münih’i bir dünya devi hâline getirmedi, aynı zamanda Avrupa’nın en iyi iş adamlarından biri de oldu. Ancak bunların hepsi, düşecek bir uçakta doğru koltuğa oturmasıyla başladı.

Günde kaç tane karar verdiğinizi düşündünüz mü hiç? Sabah uyandığınızda “Beş dakika daha yatayım, öyle kalkarım” diyerek güne başlayıp kahvaltıyı nasıl ve nerede yapacağınız düşünürken az sonra kaldırımda önünüzde yavaş yürüyen kişiyi soldan mı yoksa sağdan mı geçeceğinizi kendinizle tartışabilirsiniz. Merdivenleri hızlı mı çıkacaksınız, yoksa yavaş mı? Epeydir hâlini hatırını sormadığınız arkadaşınızı arayacak mısınız, yoksa onun aramasını mı bekleyeceksiniz? Tüm bunları düşünürken bir anda geceyi bir filmle mi, bir kitapla mı, yoksa karanlık tavana bakarak mı karşılayacaksınız?

Bilim insanlarına göre, her birimiz günde 20 bin karar veriyoruz. Hızlı ve yavaş düşünme üzerine çok değerli araştırmalar yapan ve bu başlıkta bir kitap da yazan İsrailli yazar Daniel Kahneman bu sayının aslında 40 milyon civarında olduğunu ancak bilinçli şekilde günde sadece 11 karar verdiğimizi iddia ediyor. Bilinçli verdiğimiz bu kararların hayatımızı ciddi şekilde etkilediğini ve bazen yeni bir yön kazandırdığını söyleyebiliriz. Üniversite tercihi, eş seçimi, siyaset... Hepsi de hayatımızı doğrudan ve kalıcı şekilde etkiliyor.

Uli Hoeness, 17 Şubat 1982’de çok önemli bir karar verdi. O gün Piper Seneca model özel uçağına bindikten sonra en arkadaki sağ koltuğa geçti. Ve Hoeness, bu kararından dolayı bugün hâlâ hayatta. O gün uçağa binen diğer üç kişi, sağ arka koltukta oturmadıkları için öldü. Bugün Almanya’nın en önemli, Avrupa’nın önde gelen kulüplerinden birinde başkan olan, kurduğu şirketler sayesinde Avrupa kıtasının en zenginlerinden biri hâline gelen Hoeness, bunların hepsini bir koltuk seçimine borçlu.

Filmi başa saralım... Almanya’nın en popüler futbolcularından biriyken bugün artık basit ameliyatlarla tamir edilen bir diz sakatlığı, Hoeness’in kariyerini 27 yaşında aniden bitirdi. “Tek hedefim kulüp menajeri olmaktı, Bayern Münih’in menajeri hatta. Antrenör olarak bir takımı değil, yönetici olarak bir kulübü inşa etmek istedim. Çok taraftarı olan ama bu taraftarı müşteri olarak değil, destekçi olarak kullanan bir kulüptü hedefim. Parayı başka yerden kazanan bir kulüp yaratmak istiyordum” diyen Hoeness’in bu hayalini, dönemin Bayern Münih Başkanı Wilhelm Neudecker gerçekleştirdi.

Genç ve çalışkan elemanına henüz 27 yaşındayken ‘menajer’ unvanını veren Neudecker, kulübün idaresini de ona teslim etti. Bayern Münih bugün dünyanın sayılı kulüplerinden biri hâline geldiyse Hoeness’in etkisi çok büyük. Ancak tutumlu yanları ve parayı iyi yönetmeleriyle tanılan Svabyalıların (Almanya’nın güney batısında bir bölge halkı) bir üyesi olan Hoeness, yöneticiliğin ilk yıllarında sadece Bayern Münih’i değil, kendini de ihya etmeyi es geçmedi.

Kariyerinin son dönemlerinde forma giydiği Nürnberg’de bir sosis fabrikası kuran Hoeness, kısa sürede Almanya’nın büyük bölümünün şarküteri ihtiyacını giderir hâle geldi. Dışarıdan ürün kabul etmemeyi prensip edinen dünyanın sayılı fast food şirketlerinden biri (büyük sarı ‘M’ logolu olan) bugün hâlâ yılın çeşitli dönemlerinde sosisli burger satıyor. Sosisler mi? Tabii ki Hoeness imzalı...

Tüm bunlar, Hoeness’in ürettiği sosisler diğerlerinden çok daha lezzetli diye değil elbette. Hoeness, kulüp/şirket kurma ve yönetme becerisi kadar ikili ilişkileri doğru yürütme konusunda da bir deha. Daima doğru zamanda, doğru kişilerle, doğru ilişkileri kurmayı başardı ve yer aldığı her kulvarda er ya da geç zirveye ulaştı. 17 Şubat 1982’de, o zamanlar şehrin doğusunda bulunan Münih Riem Havalimanı’ndan kalkan özel uçağına binme sebebi de buydu. Almanya ile Portekiz, Hannover’de bir hazırlık maçında karşı karşıya gelecekti ve Hoeness, orada bazı temaslar kurmak istemişti. Almanya’nın önde gelen bir yayınevi sahibini de yanına alan Hoeness, uçağına doğru giderken bir anda Wolfgang Junginger ile karşılaştı. Junginger, Almanya’nın 70’li yıllardaki -üst düzey olmasa da- bilinen kayakçılarından biriydi ve aktif spor yaşantısının ardından pilot olmaya karar vermişti. “Uli selam, bugün pilotun benim” diyen Junginger, Hoeness’i şaşırtmıştı. Hoeness o buluşmayı şöyle anlatıyor: “Aslında askeri uçakları kullanan bir pilotum vardı. Boş zamanlarında da özel uçak kullanıyordu. Onunla çok çalışıyorduk ama o gün Yunanistan’da tatilde olduğu için Wolfgang’ı görevlendirmişler. Onu tatilden, kayak pistinden tanıyordum, uçak kullanabildiğini bilmiyordum ama ters bir şey olacağını da düşünmemiştim.“

Münih-Hannover arası, yaklaşık 50 dakikalık bir mesafeydi. Ancak Hoeness günün stresiyle ve akşamın yoğun geçeceği beklentisiyle uçakta uyumaya karar vermişti. “Nürnberg üzerinde uyuya kaldım ve ertesi gün gözlerimi açtığımda Hannover’de bir hastanede yatıyordum, yanımda eşim Susi ve Paul Breitner vardı, ağlıyorlardı” diyen Hoeness çok şanslıydı. Uçak havalandıktan sonra herhangi bir sıkıntı yaşanmamıştı aslında ve Hannover’e inmek için alçalmaya başlamışlardı. Ancak 35 yıl sonra bile hâlâ bilinmeyen nedenlerden dolayı kaptan pilot Wolfgang Junginger ve 24 yaşındaki yardımcı pilotu uçak üzerindeki hâkimiyetlerini kaybettiler. Hoeness anlatıyor: “Bir iddiaya göre, inişe geçerken kullanılması gereken bir hava karışımı mekanizmasını kullanmayı unutmuşlardı. Başka bir iddia da yeterince yakıt olmadığı yönünde.”

Uçak, 19.45 civarında Hannover’e yakın ormanlık bir alanda yere çakıldı ve ortadan ikiye ayrıldı. Kaptan, ikinci kaptan ve yayınevi sahibi Helmut Simler o an öldüler. Kazayı araştıran uzmanların aylar süren çalışmalarının sonuçlarına göre, bu düşüşten sağ kurtulmanın tek yolu uçağın sağ arka koltuğunda oturmaktı ve orada, kemeri bile bağlı olmayan Hoeness oturuyordu.

Keskin bir kış akşamında düşen uçağa bir buçuk saatlik bir arama sonunda ulaşan ekipler, ölen üç kişiyi koltuklarına bağlı şekilde bulmuştu. “O gün aslında bir arkadaşım daha gelecekti ama uçaktan korktuğu için iptal etti. Daha sonra Hamburg’un yöneticilerinden biri bizimle gelmek istedi. Bekledik ama yetişemedi. Gelseydi acaba sağ arka koltukta mı oturacaktım, bilmiyorum. Belki onunla muhabbet etmeyi tercih eder, dinlenmek için çekildiğim köşede değil de onun yanında oturur ve ölürdüm“ diyor Hoeness.

Ancak Hoeness’in o güne dair tek şansı bu değildi. Kemiklerinde sayısız kırık, organlarında ciddi zedelenmeler olan Hoeness, parçalanmış uçaktan sürünerek kurtulabilse de orada yalnızdı ve arama ekipleri uçağın nerede olduğunu bilmiyordu. Tam o anda Karl-Heinz Deppe çıkmıştı ortaya. Düşme noktasına yakın bir köyde oturan ormancı Karl-Heinz, bir tilkiyi vurmuş, onu eve taşımak üzere yola koyuluyordu. Uçağın düştüğünü duyan Deppe, bölge halkının diğer fertleri gibi arama işlerine katılmış ve kısa sürede başarı elde etmişti.

“Aslında uçağı görmemiştim” diyen Deppe karşılaşma ânını şöyle anlatmıştı: “O bölgede yürürken bir şeyin yaklaştığını fark ettim. İtiraf etmem gerekirse başta yaban domuzu olduğunu düşünmüştüm ama sonra gördüm ki yaralı bir insandı o.” Deppe, genç yöneticiyi kucakladığı gibi arabasına taşımak istedi ama bir sorun vardı; Hoeness üşüyordu. Bunun için de bir çözümü vardı: “Vurduğum tilkiyi battaniyeye sarmıştım. Tilkiyi oradan çıkarıp adamı koydum içine.”

Hastaneye yetiştirilen Hoeness hemen ameliyata alınırken polis ekipleri de ormancının yanındaydı. “Tebrik ederim, Uli Hoeness’i kurtardın” diyen emniyet müdürü, beklemediği bir karşılık alacaktı: “Uli Hoeness de kim?”

Futboldan ve aslında dünyadan habersiz olan Karl-Heinz Deppe, Hoeness’in şans meleği olmuştu. “O adam o gün polis telsizlerini dinlemese ve arama işlerine hemen katılmasa ben orada donarak ölürdüm” diyen Hoeness hızlı şekilde iyileşiyor ve artık tedavisine Münih’te devam etmek istiyordu. Fakat bir sorun vardı; dönüş yolculuğunasıl olacaktı? Ambulans seçeneğini düşünen arkadaşlarına Hoeness’ten net bir yanıt geldi: “Uçağa binip gideceğiz!” Hoeness o ânı çok önemsiyor: “Olayın hemen akabinde uçağa binmesem bir daha binemezdim ve ömür boyu arabaya mahkûm kalırdım. İyi ki de yapmışım o yolculuğu. Bugün hâlâ uçakta tedirginim ama panik olmuyorum.”

Hoeness’in sağlığına kavuşmasından üç ay sonra, Münih lig ve kupada şampiyonluğa ulaştı, Şampiyon Kulüpler Kupası’nda da final oynadı. Rotterdam’da Aston Villa’ya Peter Withe’nin golüyle yenilseler de Hoeness orada olmaktan mutluydu. Şanslıydı da... Yıllar sonra o günü hatırladığında kendisi de itiraf ediyordu zaten; ama yanına bir not ekleyerek: “Herkes çok şanslı olduğumu söyler. Evet, o gün uçakta sağ arka koltukta oturmam şanstı, ormancının beni bulması da şanstı ama bunun dışında şanslı biri değilim. Hayatımda elde ettiğim her şey, ciddi bir emek işi” diyordu. Haklıydı fakat sürecin bir noktasında ayarı kaçırdığı da bir gerçekti.

Bağımlılık hâline gelen borsa oyunlarından elde ettiği gelirleri göstermeyişi ve milyonlarca Euro vergi kaçırması, Hoeness’in başına bela olmuştu. Sürekli düzeni eleştiren, futbola giren Arap ve Rus sermayesini yerden yere vuran Hoeness, futbolun iyilik meleği rolünü üstlenmişti ama atlattığı kaza, belki de kendini ölümsüz ve dokunulmaz zannetmesini sağlamıştı. İnsanlık tarihi, orantısız gücün çoğunlukla kötü emeller için kullanıldığına sahne olmuş, Bayern Münih'li Hoeness de zaman içinde bunun bir örneğine dönüşmüştü. Ve tüm bu sürecin sonunda, kariyerinin zirvesinde, torun sahibi olduğu bir yaşta hapse girdi. 25 Kasım 2016’da, hayat onu bir kez daha affetti. Hapisten çıkan Hoeness, vergi kaçakçılığı nedeniyle hüküm giyerek kaybettiği Bayern Münih Başkanı unvanını geri aldı. İkinci şansının farkındaydı... O gün tüm kulüp üyelerine bundan sonra daha şeffaf ve dürüst olacağının sözünü verdi. Daniel Kahneman haklıysa ve gerçekten günde 40 milyon farklı karar veriyorsak, Hoeness de bu son kararıyla en doğrularından birine imza attı... Hem de başka kararlarla demir parmaklıklar ardına düşmüş biri olarak...

Socrates Dergi