Hep O Bakış

10 dk

Genç yaşında Avrupa'yı büyüleyen Luka Doncic, bugünlerde NBA'in en çok konuşulan genç yıldızı. Sloven basketbol adamı Luka Bassin, küçüklüğünü bildiği Doncic'i anlattı.

Getty Images

Eylül 2017'de, Sinan Erdem Spor Salonu’nun parke zemininde Avrupa şampiyonluğunu kutlayan ülkenin Slovenya olacağını tahmin edebilen pek fazla kişi yoktu. Bu hikâyeyi anlamlandırma çabalarım beni Luka Bassin’e, şampiyon kadroda yer alan altı oyuncuyla alt yaş kategorilerinde çalışma fırsatı bulmuş Sloven koça götürmüştü. Koç Bassin bana “tamamlanmamış bir ekol” olarak tanımladığı Slovenya basketbolunda yolunda gitmeyen şeyleri anlatmış, soru işaretlerini dağıtmak yerine masaya yenilerini getirmişti. Şimdilerde, Slovenya basketbolunda yolunda giden en azından bir şey var. Uzun yıllar Olimpija’da çalıştıktan sonra, eski bir dostun yardım çağrısına cevap vererek şehrin daha küçük takımı Ilirija Ljubljana’da Sasa Doncic’in teknik kadrosuna dâhil olan Luka Bassin’e, Sasa’nın oğlunu, kendi ifadesiyle “Slovenya’nın yeni seçilmiş kişisini” sorduk.

Size yalan söylemeyeceğim. Kariyerinin büyük bir bölümünü altyapılarda geçirmiş bir koç olarak, Luka Doncic'in gerçekten özel bir yetenek olduğunu fark etmem yaklaşık on yılımı aldı. Henüz ayakta durmayı tam olarak beceremediği günlerde hayatıma girmişti Luka. Kasabanın birinci ligdeki takımında oynamak üzere, 2000 yazında babası Sasa'yla birlikte transfer olduğumuz 20 bin nüfuslu Skofja Loka'daki antrenmanlarında, kendinden büyük bir basketbol topunun peşinde emeklemeyi alışkanlık edinmiş bu ufaklığın bir gün basketboldan para kazanması beni şaşırtmazdı.

Birkaç yıl sonra aktif kariyerimi noktaladığımda, arkadaşım Sasa'yı desteklemek için gittiğim Domzale ve Ljubljana'daki maçlarda ilkokul çağına gelmiş Luka'yı yine saha kenarında, elinde bir basketbol topuyla görüyor ve hâlâ tutkusunun peşinden gittiği için mutlu oluyordum. Onu sahada beşe beş bir maç içinde gördüğüm ilk günü ise hiç unutmuyorum. 2008 yılında, Olimpija'nın genç takımını çalıştırıyordum ve antrenmanlarımızı yaptığımız salonu Olimpija basketbol okulundaki öğrenciler de kullanıyordu. O gün Olimpija'nın 11 yaş altı takımı sahaya çıkacaktı. Sahadaki herkesten iki yaş küçük olduğunu bildiğim Luka'yı çocuklar içinde seçince önce biraz şaşırdım. İçimden "Küçük Doncic gerçekten de iyi olmalı" dedim ve maçı izlemeye koyuldum. Gerçekten de 11 yaşındaki oyuncularla kolaylıkla baş edebilen bir çocuk vardı sahada. Babasını geçebileceğini ve milli takım seviyesine çıkabileceğini düşündüğümü hatırlıyorum. Peki Küçük Doncic, bir gün bir NBA takımının geleceğini emanet edeceği bir oyuncuya dönüşebilir miydi? Aklımdan geçenler arasında bu yoktu.

2008'deki o maçtan sonra Luka'yı dikkatli takip etmeye, fırsat buldukça onu canlı seyretmeye başlamıştım. Kendisinden yaşça büyük oyuncularla oynamaya devam ediyordu ama bu durum, maçlara hükmetmesine engel olmuyordu. Özellikle de uluslararası turnuvalarda yaptıklarıyla beni büyülemeye başlamıştı. 2012'de Olimpija olarak davet edildiğimiz bir turnuvanın finalinde 54 sayı, 11 ribaund ve 10 asistle oynadığında salondaydım ve Luka'yı Slovenya'da tutmanın zor olacağını ilk kez orada anladım. Altyapıda çalıştığı iyi koçlara ve bulduğu ortalama üstü koşullara rağmen, küçük ülkemizin rekabet seviyesi onun için yeterli değildi. Aynı dönemde, Real Madrid onu bir süreliğine denemeye almak için ailesiyle görüştü. 14 yaş altı oyuncular için İspanya’nın bir numaralı turnuvası olan Minicopa Endesa'da, takımın en genç oyuncularından biri olmasına rağmen maçları domine etmeye devam etti. Slovenya'dan ilk kez dışarı çıkmış bir çocuğun bu turnuva boyunca sahaya koyduğu olgunluk ve asla yara almayan özgüveni beni sonunda ikna etmişti: Luka'nın önünde parlak bir gelecek vardı, milli takımın değişmezlerinden biri olabilirdi.

"Slovenya'dan ilk kez dışarı çıkmış bir çocuğun bu turnuva boyunca sahaya koyduğu olgunluk ve asla yara almayan özgüveni beni sonunda ikna etmişti." -Luka Bassin

"Slovenya'dan ilk kez dışarı çıkmış bir çocuğun bu turnuva boyunca sahaya koyduğu olgunluk ve asla yara almayan özgüveni beni sonunda ikna etmişti." -Luka Bassin

Luka bu deneme sürecinden sonra Ljubljana'ya döndü ve birkaç ay sonra, bu kez temelli olarak, Madrid'e gitme kararı aldı. Slovenya'da bu kararı şüpheyle karşılayanlar çoğunluktaydı. Ben de onlardan biriydim. Oyuncu olarak eğitimini nerede sürdürdüğünden bağımsız olarak, başarıya ulaşmasının kaçınılmaz olduğunu düşünüyordum artık. Ama başka bir ülkede, başka bir dile ve kültüre adapte olmanın zorluklarının kişisel gelişimini sekteye uğratabileceğinden endişeleniyordum. Ama ne kadar özel biri olduğunu burada da gösterdi ve ailesinin bu cesur kararını haklı çıkardı. Real Madrid'in altyapı sistemi, ona gelişmesi için mükemmel bir ortam sağlıyordu.

Onun Slovenya basketbolunun "seçilmiş kişisi" olabileceğini ve kendini ilk üç sıradan NBA'e atabileceğini düşünmeye de işte bu dönemde başladım. İspanya Ligi'ndeki ilk maçında, Unicaja Malaga karşısında sahaya adım attıktan 15 saniye sonra yolladığı üçlükle yazmaya başladığı hikâyeyi gururla takip ettim. A takımdaki o ilk sezonunda, Luka'yı izlediğim ilk günden beri hiç değişmeyen bir şeyi fark ettim. Altyapılarda kendinden üç yaş büyük çocuklara karşı oynadığında da, Avrupa'nın en iyi yerel liginde ilk maçına çıktığında da Luka'nın yüzünde aynı kendinden emin ifade vardı. Olası tüm tereddütlere karşı görünmez bir zırhla kuşanmış gibiydi ve rekabet seviyesinden bağımsız olarak, oynadığı oyundan keyif almaya bakıyordu. Bu da Luka'yı ilk günlerden beri takip eden benim gibi insanların paylaştığı tüm çekinceleri önemsiz kılmaya yetti.

Loka Kava takımının gayriresmî maskotu olarak aramıza katıldığı bebeklik günlerinden, herkesin dilindeki bir NBA fenomenine dönüştüğü bugünlere değin Doncic bana çok şey öğretti. Sahada herkesin farklı bir hikâyesi olduğunu ve bir oyuncunun en güçlü yanını görmek için bazen sadece gözlerindeki ifadeye bakmanın yeterli olabileceğini örneğin. 15 yaşındaki Klemen Prepelic, koç olarak oyununa âşık olduğum ilk basketbolcuydu. O günlerde Olimpija'da onu altyapımıza kazandırmak için yetki sınırlarımı aşmaya çoktan hazırdım. Birçok kişiden Klemen'in yersiz bir özgüvene sahip, çılgın bir şutörden ibaret olduğunu ve uğraşmaya değmeyeceğini duyuyordum. 2010'da onu Olimpija'nın 18 yaş altı takımına getirdim. Paris'te Euroleague'in gençler turnuvasında onun çılgın şutlarıyla çeyrek finale çıktığımızda tarifi zor hisler yaşamıştım. Başarılı bir yan parça olarak başladığı kariyerinde, Slovenya'nın Avrupa şampiyonluğuna giden yolda başrole soyunduğu anlara tanık olmak ve Real Madrid'e transfer olduğu haberini duymak da harikaydı.

Atletizminin bir sonraki seviyede yetersiz kalacağını, asla güvenilir bir şutöre dönüşemeyeceğini söyleyenleri yıllar içinde birer birer ikna etti. ESPN'den Fran Fraschilla'nın bir cümlesine bayılmıştım: "Onun adımlarının olması gerekenden bir parça yavaş olduğunu söylüyorlar ama sahadayken bir şekilde herkesin iki adım önüne geçiyor." Bugünlerde Amerika'da herkes, heyecanla Luka'nın oyunundaki gösterişli büyüleyicilikten söz ediyor. Ligde henüz ilk ayını doldurmadan, iki imza hareketi edindi bile. Teksas ahalisi, kendine özgü geriye çekilerek attığı 'stepback' üçlüklerini ve rakipleri her seferinde tongaya düşüren pota altındaki pas feyklerini daha önce hiç kimseden görmediklerine yemin ediyor.

"Küçük Doncic, bir gün bir NBA takımının geleceğini emanet edeceği bir oyuncuya dönüşebilir miydi? Aklımdan geçenler arasında bu yoktu." -Luka Bassin

"Küçük Doncic, bir gün bir NBA takımının geleceğini emanet edeceği bir oyuncuya dönüşebilir miydi? Aklımdan geçenler arasında bu yoktu." -Luka Bassin

Öte yandan, 2017 şampiyonluğunun gerçek kahramanı -ve Luka'nın tüm yaptıklarına rağmen, hâlen, Slovenya basketbolunun 'seçilmiş kişisi' - Goran Dragic, 18 yaşına kadar ülkedeki yetenek avcılarının radarından kaçmayı başarmıştı. Bugün Sasa Doncic'in çalıştırdığı ve benim de asistan koç olarak görev yaptığım Ilirija takımında oynuyordu ve U16 düzeyinde hiç milli olmamıştı. O sezon Ilirija'yla etkileyici istatistiklere ulaşmıştı ama takım ikinci ligde mücadele ediyordu. Yine de yetkililer, 18 yaş altı milli takımında bir şansı hak ettiğini düşündüler ve 2004'te onu ilk kez bir uluslararası şampiyonaya çağırdılar. Goran o şampiyonada öyle şeyler yaptı ki aynı yaz içinde 20 yaş altı milli takımına terfi ettirildi ve Slovenya'yı altın madalyaya taşıdı. Bir sene sonra Moskova'daki 20 Yaş Altı Avrupa Şampiyonası'nda Goran'la ilk kez birlikte çalışacaktık. Doğrusu, yaptığı bu sıradışı patlamadan sonra başı dönmüş bir gençle karşılaşma ihtimali beni kaygılandırıyordu. Goran o yaz boyunca takımın en sıkı çalışan, bireysel idmanlara en çok vakit ayıranı oldu. Bugünlere gelindiğinde, başardığı onca şeye rağmen, 18 yaşındayken gösterdiği o tevazu ve nezaketi koruyan ve tüm dünyada doğal bir lider olarak kabul gören bir oyuncuya dönüşmesi benim için hiç şaşırtıcı değil.

Prepelic ve Dragic örneklerinden anlayacağınız üzere, Slovenya sporunun övgüye değer birçok yanı olmakla birlikte, kusursuzluktan da epeyce uzağız. Primoz Peterka, Peter Prevc, Tina Maze gibi onlarca şampiyon sporcuyu nasıl yetiştirdiğimiz, yalnızca 170 lisanslı buz hokeyi oyuncumuz varken bu sporda nasıl olup da üst üste iki kez olimpiyat hakkı elde ettiğimiz gibi şeyleri anlamlandırmakta güçlük çekiyorum. Babam Borut Bassin'in oynadığı günlere kadar dayanan basketbol geleneğimize vâkıf olmama rağmen, Dragic ve Doncic gibi yıldızlar çıkarmamızı bir tür mucize olarak görüyorum. Zira Slovenya'nın sportif altyapısı feci durumda. Hiçbir spor dalında oyuncu yetiştirmek amacıyla tasarladığımız iyi işleyen, sağlıklı bir eğitim sisteminden söz edemeyiz. Koçlarımıza ve oyuncularımıza hak ettikleri paraları ödeyemiyoruz. İki milyonluk bu nüfusun, Avrupa'da gerçek bir ekole dönüştüğü günleri görebilir miyiz? Goran ve Luka gibi sadece oyunlarıyla değil, saha dışındaki olağanüstü tavırlarıyla da gençlerimize ilham veren böylesine özel sporcular çıkarmaya devam ettikçe, Slovenya için hiçbir şey imkânsız sayılamaz.

Socrates Dergi