Her Şey Devam Etmeli

8 dk

Galler, 58 yıllık bir hasreti bitirmenin bir puan uzağında duruyor. Ama oraya kadar gelebilmek için pek çok travmayla yüzleşmeleri gerekiyor.

Haziran ayında Chris Coleman, Stade de France'ta ev sahibinin Belçika ile oynadığı dostluk maçını izliyordu. Gözleri elbette Avrupa Şampiyonası eleme grubundaki rakibi Belçika'daydı ama yine de atmosfere kapılmadan edemedi: Gelecek yaz Galler bu stadyumda oynuyor olsa nasıl olurdu? Elemelerin bitimine iki maç kala Coleman ve talebeleri, bu hayali gerçekleştirmekten, ilk kez Avrupa Şampiyonası'na katılmaktan ve 1958 yılından sonra ilk kez büyük bir turnuvada yer almaktan sadece bir puan uzakta. Galler'in talihsizlikler, tartışmalar ve son maçlarda kaçan fırsatlarla dolu tarihini düşününce o bir puanı almak, yazıldığından çok daha zor bir hedef. Ama 'Ejderhalar'ın dört yılda nereden nereye geldiğini, nasıl travmaları atlattığını düşününce, umutlu olmak için sebepleri var.

Galler adına 'nereden nereye' ifadesinin en iyi cisimleştiği yer, FIFA sıralamaları. Eylül ayında açıklanan listede Galler dokuzuncu sıradaydı; tarihinde ilk defa İngiltere'nin üzerinde. Puanlama sistemi tek başına her şeyi anlatmayabilir, ama dört yıl önce 117. basamakta Guatemala, Haiti ve Guyana'nın altında yer alan bir takımın bugün İspanya, Hollanda ve İtalya'nın üzerinde olduğunu düşünün... Eğer satır aralarını okumayı sevmeyen bir insansanız Galler'in iyi bir jenerasyon yakaladığını, Coleman'ın takım savunmasını oturttuğunu, Gareth Bale'in golleri attığını, dolayısıyla galibiyetlerin ve puanların geldiğini düşünüp kestirip atabilirdiniz. Ama onların yaptığı bunun çok daha fazlasıydı.

Galler'in çıkarttığı en büyük rock grubu Manic Street Preachers, Everything Must Go'da anıların ağırlığından kurtulmaktan, tarihin yükünden kaçmaktan bahseder. Chris Coleman'ın Galler'i yeniden futbol sahnesine taşırken yaptığı bundan ibaretti; hem takımı, hem de kendi kimliğini yüklerinden kurtarıp özgürleştirmek. Bunu yapmak için en iyi dostunun intiharıyla yüzleşmesi gerekse bile...

Gary Speed, Kasım 2011'de Galler'i çalıştırmaya başlayalı bir sene bile olmamıştı. 2012 Avrupa Şampiyonası elemelerine üç mağlubiyetle başladıktan sonra beş maçta alınan üç galibiyet takımı turnuvaya götürmeye yetmese de en azından ilerisi için umut vermişti. Speed'in takımla son maçı Norveç önündeki 4-1'lik galibiyetti. Galler böylece 2011'i 45. sırada tamamlayacak ve FIFA sıralamalarında yılın en fazla yükselen takımı olacaktı. Ancak bu kayda değer başarı açıklandığında, ülkenin sokaklara dökülüp kutlama yapacak hali yoktu: Speed, 26 Kasım 2011'de Cheshire'daki evinde kendini asarak yaşamına son vermişti.

Galler Futbol Federasyonu, Ocak 2012'de Speed'in yerini doldurması için Chris Coleman'ı seçti. Coleman'ın hayalindeki iş bu olsa da şartlar onun için hiç kolay değildi. En önemlisi, Speed onun en yakın arkadaşlarından biriydi. Aralarında dokuz ay vardı ve küçük yaşlardan beri altyapılarda yolları kesişiyordu. "Gary Kuzey Galler takımı için, ben de Güney için oynardım. Onun anne ve babası bir tarafta, benimkiler bir tarafta maçı izlerdi. 14 yaşında ikimiz de Manchester City seçmelerine katıldık. Yollarımız hep kesişti ve bu sayede bir bağ kurduk. Sonra da milli takımda yan yana oynamaya devam ettik: 18 yaş altı, 21 yaş altı ve A takımda. Eğer bu göreve gelme sebebim onun kovulması olsaydı onu arayıp 'Koltuğun da pek rahatmış!' der ve şakalaşırdık. Keşke durum bu olsaydı."

Speed'in son döneminde yakaladığı yükseliş beklentileri artırsa da Galler 2014 Dünya Kupası eleme gruplarına son torbadan girmişti. Coleman'ın takımı gruba Belçika yenilgisiyle başladı, sonraki karşılaşma ise Sırbistan karşısındaki 6-1'lik hezimetti. Bu, o gün için Galler tarihinin en ağır mağlubiyetlerinden biriydi. Ancak bugünden bakınca yükselme öncesi son dibe vuruş, Coleman için de neyi yanlış yaptığını anlamak için önemli bir tecrübe oldu. Gerçek şuydu ki; Speed, Galler'in tamamı tarafından sevilen, efsanevi bir figürdü. Coleman ise ilk günden bu yana görev için yetersiz bulunuyordu ki oturduğu koltuğun önceki üç sahibinin (Mark Hughes, John Toshack ve Speed) repütasyonuna sahip olmadığı da bir gerçekti. Dahası, eski bir Swansea'li olması sebebiyle ülkenin ezeli rekabetinin Cardiff tarafınca asla benimsenmeyeceğini biliyordu.

"Pek çok insanın beni istemediğini veya sevmediğini hissediyordum. Speed çok sevilen bir insandı ve ben geldiğimde pek çok kişi bunun bir hata olduğunu düşünüyordu. Bir erkek gibi davranıp işleri kendi istediğim gibi yapmam zaman aldı. İlk başladığımda bir şeyi yapmadan önce Speed nasıl yapardı diye düşünüyordum ve bunun sonuçları çok ağır oldu; ancak işleri yavaşça toparlayabildim."

Richey Edwards, Manic Street Preachers'ın en tutkulu ve en depresif üyesiydi. Öyle ki, bir gün kendilerini ciddiye almayan NME ile yaptıkları bir röportajda bıçağını çıkartıp koluna '4 Real' (Harbi) ifadesini kazımıştı. Edwards, 1 Şubat 1995'te kayıplara karıştı ve kendisinden bir daha haber alınamadı. Kalan üç Manics üyesi için iki yol vardı: Ya grubu dağıtacak, ya da devam etmek için Richey'nin yokluğuyla yüzleşeceklerdi. İkincisini seçtiler ve sonraki albümlerine 'Her Şey Devam Etmeli' başlığını verdiler: "Umarız bizi affedebilirsiniz / Ancak her şey devam etmeli / Eğer bir açıklama istiyorsanız / O zaman her şey devam etmeli."

Coleman, Speed'in yükünü ozundan attığı, eski dostuyla son kez yüzleştiği ve vedalaştığı zaman ilerlemeye başladı. Bu, onun için Premier Lig ve Championship'in orta sıra takımlarından Yunanistan İkinci Ligi'nde Larissa'ya uzanan bir kariyerin yeniden yükselişe geçtiği nokta oldu.

Galler'in Euro 2016 Elemeleri de bugünkü parlak performansı haberleyen bir geceyle başlamadı. 9 Eylül 2014 gecesi Andorra deplasmanında maçın başında 1-0 geriye düştüler. Çok geçmeden Gareth Bale penaltıdan skoru 1-1 yaptı ama maçın sonuna gelindiğinde eşitlik hâlâ bozulmamıştı ve Andorra, 45 maçlık yenilgi serisine son vermeye 10 dakika uzaklıktaydı. Ta ki Bale sahneye çıkıp, serbest vuruştan ağları buluncaya kadar. Andorra'daki o gece, Bale'in müthiş eleme performansının yalnızca ilk adımıydı. Takımının gruptaki dokuz golünün altısını atıp ikisinin de asistini yapacaktı. Milli takım tarihinin en golcü ismi Ian Rush'ın sözleriyle: "Bale, bu gruplarda Galler'in iki puanda kalabileceği maçlardan dokuz puan çıkarttı. Andorra'ya yeniliyorduk, çıkıp iki gol attı. Belçika ve Kıbrıs maçlarında da beraberlik ve galibiyet arasındaki fark onun golleriydi. Daha önemlisi, o herkesi bir adım daha iyi olmaya zorluyor. Ashley Williams gibi oyuncular her dakika, her topun önüne atlıyorlar çünkü biliyorlar ki sahanın diğer ucunda Bale, bir an çıkıp dehasını gösterecek."

Peki, kadrosunda dünyanın en pahalı oyuncusunu bulunduran bu takım, Galler'in altın jenerasyonu mu? Ada futbolunun 80'li, 90'lı yıllarını bilenler bu soruya olumsuz yanıt verebilirler. Ne de olsa o takım Ryan Giggs, Mark Hughes, Ian Rush, Gary Speed ve Dean Saunders'ı aynı anda sahada kullanma lüksüne sahipti. Bu takım ise hücumda Bale'in omuzlarında yükseliyor. Ama sadece skor kağıdına bakarsanız yanılırsınız. Zira sloganı "Birlikte daha güçlü" olan bu ekip, Rush'ın da kabul ettiği gibi daha iyi bir 'takım': "Bizim kuşağımız belki daha fazla dünya yıldızına sahipti ama şimdikiler takım olarak daha iyi hareket ediyor." Sayılarla desteklemek gerekirse; Galler, Andorra'dan sonra oynadığı yedi maçta sadece bir gol yedi, Ashley Williams savunmada bir kaya gibi durdu, RamseyAllen-Ledley gibi isimler üst seviyedeki tecrübelerini kritik maçlarda konuşturdu ve Bale kalitesiyle takımın hücum gücünü sırtladı. Bu oyuncu grubunun tesadüfen bir araya gelmediği ortada. Şu anki kadro, aslında Galler'in 2004'ten itibaren altyapıya verdiği önemin bir sonucu. Toshack ve 21 yaş altı takımı antrenörü Brian Flynn döneminde başlayan ülke çapında oyuncu taraması ve gençlere daha fazla şans verme politikası, şu anki Galler başarısının temellerini oluşturuyor. Öyle ki Galler'in Belçika'yı 1-0 yendiği maçta forma giyen 13 oyuncunun 11'i, ilk milli maçına Toshack döneminde çıkmıştı.

Coleman, şu anki takımın kendisinin de bir parçası olduğu 90'lar takımını geçmesi için neye ihtiyaç duyduğunun farkında: Fransa biletini almak. Şartların getirdiği stres göz önünde bulundurulursa Bosna-Hersek deplasmanında kaybetmek olmayacak iş değil ama Andorra'yı yenememek en hafif tabirle bir skandal olur. Ancak Galler'in büyük turnuvalara katılamama tarihi, akla gelmeyecek anlarla dolu; kaçan penaltılar, tuhaf hakem düdükleri, tartışmalı doping kararlarıyla dolu karanlık bir tarihten bahsediyoruz.

Galler'in yıkım günlerinden en ünlüsü, 1994 Dünya Kupası elemeleriydi. O altın jenerasyonun Birleşik Devletler biletini alması için tek ihtiyacı, evinde Romanya'yı yenmekti. Galler Gheorghe Hagi'nin golüne Dean Saunders'la yanıt verince Dünya Kupası olasılığı öyle kuvvetli bir hal almıştı ki BBC bile San Marino-İngiltere maçını kesip Cardiff'e bağlanmıştı (İngiltere o grupta Norveç ve Hollanda'nın arkasındaydı ve Dünya Kupası umutları tükenmekteydi). Milyonlarca seyirci de tam o dakikada Gary Speed'in ceza sahasına dalışını ve kendini yerde buluşunu gördü. Penaltı için topun başına Paul Bodin geldi… Ve topu üst direğe nişanladı. Romanya, maçın kalanında Florin Raducioiu ile bir gol atıp Amerika biletini aldı. O gece Galler maçına bağlanan BBC, 30 binden fazla şikâyet telefonu aldı. Bir taraftar, başka bir taraftarın sahaya atmak istediği bir meşalenin boynuna isabet etmesi sonucu öldü. Galler futbolu ise uzun yıllar kendine gelemedi; hemen ertesi sene Moldova'ya kaybedecekler, Gürcistan'a 5-0 yenilen bir takım haline geleceklerdi. Speed 2003 yılında verdiği bir röportajda o maçı hâlâ kafasında oynadığını itiraf etmişti: "Acaba düşmeyip devam etseydim neler olurdu? Bizi kupaya götürecek fark, o olabilir miydi?"

Galler 1978 Dünya Kupası'na da bir başka penaltı faciası sonucu gidememişti. İskoçya ile oynanan maçta rakibin forveti Joe Jordan, Galler ceza sahasında topa eliyle müdahale etmiş ama Fransız hakem Robert Wurtz, topa dokunanın savunmacı Dai Davies olduğunu düşünüp İskoçya'ya penaltıyı (ve Arjantin biletini) vermişti. 2004 Avrupa Şampiyonası yolu da bir doping tartışmasıyla karışmıştı. Play-off'ta Rusya ile deplasmandaki ilk maçta golsüz berabere kalmış, iç sahada ise 1-0'lık sonuçla rakibe boyun eğmişlerdi. İkinci maç sonrasında Yegor Titov'da yasaklı maddeye rastlanmış, Galler hükmen galibiyet umuduyla UEFA'ya başvurmuş ama sonuç alamamıştı.

Galler formasıyla iki kez finallerin kapısından dönmüş kanat oyuncusu Mickey Thomas, bir keresinde şöyle demişti: "Kabul etmeliyim ki bir noktada artık bir lanetin söz konusu olduğunu düşünmeye başladım. Kritik zamanlarda o kadar çok başımıza geldi ki... Bir yerden sonra 'Bunu başarabilecek miyiz? Bir daha bir turnuva görebilecek miyiz?' demeye başlıyorsunuz." Taraftarlar arasında yaygın bir görüş de Galler'in tüm şansını 1958 Dünya Kupası yolunda harcadığı. Grubunu ikinci bitirdikten sonra kimsenin oynamaya gönüllü olmadığı İsrail'le baraj maçı önce Belçika'ya, sonra Uruguay'a teklif edilmiş, her ikisi de reddettikten sonra sıra Galler'e gelmişti. O baraj maçlarının devamı, 'Ejderhalar'ın tek Dünya Kupası tecrübesine, çeyrek finale çıkma başarısına ve Pele'nin Dünya Kupası tarihindeki ilk golünü yiyen taraf olma onuruna dek ilerleyecekti.

1958'den 58 yıl sonra ikinci kez büyük bir turnuva biletini almak için yine İsrail'le karşılaştı Galler. Tarihin tekerrürü için her şey bu kadar iyi denk gelmişken, Galler gereken galibiyet golünü atamadı. Başka pek çok ülke için olay "Kutlamalar bir ay ertelendi" denip geçilebilirdi ama Galler'in kara tarihi söz konusu olunca, Fransa biletini kesecek olan o son puan alınana kadar kimse "Bu iş bitti" diyemeyecek. Galler futbolu, geçmişindeki hayaletlerle hesaplaşmayı başardığı için buraya geldi. Gelecekte karşılaşacağı olası travmalarla baş etmesi de daha kolay olacak.

"Ben de insanım ve Fransa 2016'da olmanın nasıl bir his olacağını düşünmeden edemiyorum," diyordu Chris Coleman, "Tarihe geçmeyi düşündüğüm falan yok, o çizgiyi geçmenin de ne kadar zor olduğunu biliyorum. Sadece şu an olan şeyden keyif almak istiyorum."

Socrates Dergi