Her Şey Savunmayla Başlar
4 dk
Anlatmaya Coverciano'daki antrenörlükten kursundan başlayan Bülent Eken, geçmişteki savunmacıların fiziksel özelliklerinden İtalya'daki savunma mantalitesine değiniyor. Duraklarından biri de dizilişlerdeki değişim ve Beckenbauer.
Bülent Eken'in Palermo günlerinden... O gün markajındaki 9 numara, İtalyan futbol tarihinin unutulmaz golcüsü Silvio Piola...
Coverciano’daki antrenörlük kursunda hocamız Ferrari, “İki satırda savunmayı anlatın” şeklinde bir sual yöneltti bizlere. Düşünmeden, “Sahanın hangi noktasında olursa olsun topa sahip olmak defanstır” cevabını verdim ve en yüksek notu aldım. Savunma, öncelikle topa hâkim olmakla başlar. Defans oyuncusu da tıpkı diğer mevkidekiler gibi top denilen nesneyi iyi tanımalıdır. Müdafaada kabul edilmeyecek tek şey top kaybıdır. Bunun yanına sezgi özelliğini de ekleyen bir futbolcu, muhakkak iyi bir savunmacı olur.
John Begget, Galatasaray’ın başına geçmeden Method sistemi dahilinde ikili savunma ile oynuyorduk. Beklerimiz, ‘Majino Hattı’ lakabını taşıyan Faruk Barlas ve Adnan İncirmen’di. Adnan, duracağı yeri çok iyi bilirdi. Faruk ise daha çabuk ve topu iyi kullanabilen bir müdafiydi. Zaten bir defansörün topu kaptıktan sonra onu en kısa sürede arkadaşına taşıması kadar mühim bir şey olamaz. Muntazam bir pas organizasyonu ile hücuma çıkan savunmanın, gelişigüzel topa vuran savunmaya oranla hücum yeme olasılığı %80 daha azdır. Faruk da bunu iyi yapardı. Begget’in gelişiyle, savunmada zafiyet gösteren Method’u bırakıp, WM’ye geçtik. Ben de bu sistemde defansın ortasında görev yapan santrhaf pozisyonunda oynamaya başladım. Tabii, bir santrhafın toplu oyunda da etkili olması şarttır. Daha evvel birçok pozisyonda oynamamı da bu hususta avantaja çevirmiştim. Orta saha ve hücumda oynamamın, sahayı tanımamda büyük yararı olmuştu. Bunların yanında Mr. Begget’in iki ayağımı da aynı derecede başarılı kullanmam için yaptırdığı antrenmanların da hakkını yiyemem. Sağ ayağıma lastik ayakkabı, sol ayağıma ise krampon giydirir ve antrenmanlarda sadece sol ayağımla topa vurabileceğimi söylerdi. Böylece iki ayağımı da aynı oranda iyi kullanabilir hale gelmiştim.
Bu arada rakiplerimizde de kıymetli savunmacılar vardı. Misal, Beşiktaşlı Ali İhsan Karayiğit muhteşem bir santrhaftı. Tek sıkıntısı, fiziksel olarak kırılgan olmasıydı. Bense futboldan evvel yüzme sporu ile ilgilenmem sebebiyle fiziksel olarak üstün bir futbolcuydum. Bunun yanında sertliğim de tam kıvamındaydı. Benimle çarpışan rakiplerim -buna Baba Hakkı da dahildir- sendelerdi. Bu özelliğim nedeniyle İtalya’da oynadığım yıllarda 'Parçalayan Bülent' lakabını almıştım. İtalya, futbola bakış açımın değiştiği bir tecrübeydi. O dönemde Türkiye’de sağ ve sol bekler santrayı geçmezken, İtalya’da adeta birer açık gibi oynuyorlardı. Bunun yanında savunmada yer alma konusunda da çok şey öğrendim. O dönem İtalya’da savunmacıların en büyüğü Carlo Parolo’ydu. İki ayağını muhteşem kullanan, sert ve sahaya hâkim bir santrhaftı. İyi bir savunmacı için en mühim özelliklerden olan sahaya hâkimiyeti muazzamdı. Sadece topun olduğu tarafı değil, topsuz tarafı da hâkimiyetine alarak yer tutardı.
1966 Dünya Kupası ile tedavülden kalkan WM sistemi yerine 4-3-3 kullanılmaya başlandı. Burada da libero pozisyonu, sistemin en önemli parçası oldu. Bu bölgenin en nadide adamı Beckenbauer’di. Topu muhteşem kullanan, lider bir sporcuydu. Bu dönemde antrenörlük kariyerime devam ediyordum ve Beckenbauer’i büyük bir beğeniyle izlerdim. Milli takımda görev yaptığım dönemde beni heyecanlandıran defans adamı ise Ankara Demirsporlu Muzaffer Sipahi olmuştu. Onu milli takımda oynatmak için epey uğraş vermiştim. 70’li yıllara geldik… Bu dönemde Beckenbauer etkisi hâlâ devam ediyorken, bizde de Fatih Terim ve Alpaslan Eratlı ikilisi ön plandaydı. Beşiktaşlı Vedat Okyar da benim beğendiğim bir son adamdı. Fatih, nezdimde daha çok orta saha özelliklerine sahip bir isimdi. Fiziksel olarak noksanları bulunan Fatih’i, bugünkü Pirlo’nun pozisyonunda hayal ederim hep; ayağı düzgün, takımı organize eden ve mağlubiyeti kabullenmeyen değerli bir adamdı. Alpaslan Eratlı’nın başarısı ise Fenerbahçe’nin onun dönemindeki şampiyonluklarıyla anlaşılabilir zaten. Özellikle Yılmaz Şen’le oynadıkları dönemde, bitiş düdüğüne kadar gerekli eforu sarf etmekte bir an bile imtina etmezlerdi.
Galatasaray’ın Derwall ile yükselişinde de savunma hattının etkisi aynı şekildeydi. Özellikle Cüneyt ve Erhan’ın oyunu arkadan kurması, Derwall’in idesini takıma yerleştirmesi adına çok mühimdi. Derwall’in Avrupa maçlarında yerleştirdiği kazanma arzusu, UEFA Kupası’yla zirveye çıktı. Bu başarının nezdimdeki kahramanı da Popescu’ydu. Bülent gibi sadece mücadelesi ile var olan bir ismi, futbol bilgisiyle muhteşem tamamlamıştı. Yer tutması, topu olumlu kullanması ve arkadaşlarıyla konuşarak, savunmasını kontrol etmesi, takdire şayan özelliklerdi. Sonra da ülke futboluna öyle bir isim gelmedi zaten!
Günümüze gelirsek… Ligimizde beğendiğim iki stoper var; Chedjou ve Egemen. Bir sol bek olarak da Caner. Onu, Basri Dirimlili’ye benzetiyorum. Tabii Basri’nin savunma yönü çok daha iyiydi. Benim hayalimde, bu isimlerin olduğu bir 3-5-2 sistemi var. Chedjou-Egemen stoper, arkalarında libero olarak Selçuk İnan. Topu defansta muhafaza etmek için en ideal oyuncu. Tabii Selçuk’u bu pozisyon için ikna etmek gerekecek!
Hazırlayan: İlhan Özgen