
Herkesin Bildiği, Kimsenin Görmediği
12 dk
Oyuncu yetiştirmenin sırrı nedir? Türkiye merkezli altyapı tartışmalarına kaldığımız yerden devam ediyoruz. Hem de bir antrenöründen gözünden...
Türkiye futbolunun uzun süredir ana gündem maddesi olmasına karşın asla gerçek öznesi olmayı başaramamış oyuncu yetiştirme meselesi, karanlık bir odanın ortasındaki fil hikâyesini andırıyor. Konu her açıldığında tek kurtuluşumuzun bu olduğu söylense de herkes filin neresini tutarsa "İşte fil budur" diyor ve gerçekler arka planda kalmaya devam ediyor. Peki fil nedir? Bizim tutup çekiştirdiğimiz, başkalarınınsa ne olduğunu bildiği ama bize söylemediği, oyuncu yetiştirmenin sırrı nedir?
"Dünya Bir Oyun Alanıdır"
Herkes hayata tanımsız bir başlangıç yapar; etrafını anlamaya çalışır, sesleri taklit eder, ayakta durmayı, konuşmayı öğrenir ve artık derdini bağırmadan anlatır hale gelir. Bundan sonrası ise zamanı geçirmenin yollarını aramaktır. Oyun, bir çocuğun öğrenme aşamasının ilk basamağıdır ve bugün spor olarak tanımladığımız pek çok branş, çocuk oyunlarının geliştirilmiş, o oyunlardan türetilmiş, kurallarla sınırları çizilmiş hallerinden başka bir şey değildir. Yürümeye başlayan bir çocuğun koşmayı öğrenmesi, koşmayı öğrendikten sonra da sınırlarını test etmeyi denemesi, devamında bunu bir arkadaşıyla yarışa dönüştürmesi, rekabet etmesi insan doğasının bir parçasıdır.
Futbol topu, pek kimse böyle düşünmemiş olsa da insanlık tarihinde yapılmış en iyi oyuncaklardan biri olabilir. Eğer bu oyuna ilginiz varsa futbol topu ile saatler geçirebilirsiniz; tek başınızayken top sektirmeyi öğrenebilir, bir duvara saatlerce topu atabilir ve dönen topları karşılamaya çalışabilirsiniz. Liverpool efsanelerinden Kenny Dalglish, futbol topu olmadığı için bunu bir tenis topuyla yaptığını ve o çalışmaların tekniğinin gelişmesinde son derece etkili olduğunu ifade ediyor otobiyografisinde. Onun için sadece oyun olan bu egzersiz, tekniğinin ve ilk dokunuşunun zamanının diğer oyuncularının önüne geçmesindeki ana faktör olabilir mi?
Topu Paylaşmak
Kendi başınıza kapının önüne çıkacak yaşa geldiğinizde oyunun paydaşları ortaya çıkar. İlk arkadaşınızla birlikte, ilk futbol maçınızı yapabilirsiniz. Minyatür kalelerle oynanan bu oyunda farkında olmadan 1'e 1 mücadele, baskı, rakibi karşılama ve çalım becerileriniz gelişir. Oyuna dahil olacak üçüncü arkadaşınız, muhtemelen son gelen olacağından kaleye geçer; 'Orta kafa gol' adı verilen oyunla, orta ve sonlandırma becerilerinizi çalıştırırsınız.
Dördüncü oyuncunun katılımı ile ortaya yeni bir olgu çıkar: Takım oyunu. Bir futbol maçının en basit hali, çekirdeği denebilir. Artık 2'ye 2 durumlar söz konusudur; yardımlaşma, iletişim, baskı, derinlik, kademe, bindirme gibi sık sık kullandığımız futbol terimlerinin gerçeğe dönüştüğü an. Beşinci oyuncu mecburen kaleci; rakibi yanıltma, savunma arkasına koşular, bitiricilik ve markaj ile yeni beceriler, yeni kazanımlar. Altıncı arkadaşın katılımı ile 3'e 3 futbol karşılaşmasına dönüşecek oyun, çocuklar seviyesinde ortaya çıkacak bir Şampiyonlar Ligi karşılaşması dersek, sevimli görünecek bir abartı olacaktır.
Havuzu Doldurmak
Artık sıkça dile getirilen, Türkiye'de Altınordu Futbol Kulübü'nün de planlarının temelinde yer alan '10 bin saat kuralı'nın başlangıç noktası, bu oyunu oynamaya başladığınız gündür. Sürekli pratiğin yaptıklarınızı mükemmelleştireceği doğrudur ancak çocuklar bunları bir farkındalık ekseninde yapmazlar. Keyif aldıkları için, sosyalleşmek için oynarlar. Dolayısıyla bu oyun bir süre sonra ilgilerini çekmeyebilir. Her çocuğun farklı fiziksel ve bilişsel özelliklere sahip olduğu aşikârdır; bazı çocuklar yukarıdaki oyun durumlarını farkında olmadan içselleştirerek diğerlerinden ayrılır. Onlar için oyun farklı bir forma dönüşmüştür, oyunu anlama ve oynama biçimleri diğerlerinden farklıdır. Futbolda yeteneğin en basit halinin bu olduğunu söylemek, herhalde yanlış olmayacaktır.
Futbolda ilk seçilimin başladığı bu oyun durumlarının devamı, aslında yetiştiriciliğin en kritik bölümünü oluşturuyor. Çocuklar ne kadar erken oynamaya başlar, ne kadar çok çocuk oyuna ulaşır ve pratik ederse, 'yetenek' olarak tanımladığımız oyunu oynama kabiliyetine sahip çocuk sayısı da o kadar artacaktır. Yetenek havuzunun dolması, kurallı oyunlara dahil olabilecek yaşa ulaşmış çocuklar arasındaki seçilimin ve rekabetin yükselmesi durumunu da beraberinde getirecektir.
Arka Mahalle
Belli bir yaşa gelmiş ve futbolu pratik etmiş çocuklar için, en azından Türkiye'nin geçmişinde, mahalle maçları büyük önem taşırdı. Futbolun arkadaşlar arasında oynanan bir oyun olmaktan çıkıp gerçek anlamda rekabetçi bir oyuna dönüştüğü, baskının hissedildiği, heyecanın yönetildiği ilk karşılaşmalar mahalle maçlarıydı. Mahalle takımlarının bazılarının zamanla kurumsallaşması ve yakın mahallelerden seçilmiş çocukları bir araya getirmesiyle daha güçlü takımlar kurması amatör futbol takımlarını ortaya çıkardı.
Dünyanın her ülkesinde futbolun modeli aynıdır; uygulamalar farklılık gösterebilir. Amatör futbol, piramidin en alt basamağıdır ve havuzu besleyen ana damar burasıdır. Amatör futbol denildiğinde akla 'atanamamış futbolcular' gelse de bu kulüplerin varlık nedenleri çocukları spor yapmaya teşvik etmektir. Kurallı oyuna ilk adım bu kulüplerde atılır ve amaç sadece futbolcular yetiştirmek değil, çocuklara spor disiplini kazandırmak ve onları hayatın kötü taraflarından uzak tutmaya çalışmaktır.
Amatör futbola atılan ilk adım ile oyun artık sona erer; oyuncu, artık amatör futbolcu olur ve kurallı bir dünyaya adım atar. Antrenman ve disiplinle tanışır, kurallı ve yarışmacı oyuna dahil olur. Havuzun ilk elemesi tamamlanmıştır ve oyuncu, piramidin üst basamaklarının yakından izlediği yeni bir dünyaya adım atar.
Okullu Olmak
Elemenin son ayağında amatör futbola göre gelişkin futbol akademilerince seçilen çocuklar, belli bir metodolojinin ışığında, yetkin antrenörlerce profesyonel futbola hazırlanır. Oyuncu halen amatördür ancak yolun sonunda futbolu profesyonel bir meslek olarak uygulayabilecek şansı elde etmiştir.

Futbol akademileri gerek fiziksel gerek teknik gerekse birikim anlamında amatör futboldan çok daha iyi şartlara sahiptir ve seçilmiş oyunculara farklı fırsatlar sunar. Oyuncunun sadece futbola odaklanmadığı, profesyonel sporculuk yaşamına uyum sağladığı akademilerde, en iyiler birbirleriyle yarışır ve diğerlerinin arasından sıyrılarak en üst seviyeye ulaşmaya gayret eder. Burada artık oyuncuların becerileri belirlenmiş ölçme/ değerlendirme standartlarıyla kayıt altına alınır ve gelişimleri izlenir. Herkesin en üst seviyede oynayamayacağı aşikârdır ancak profesyonel futbolda her seviyede oyuncuya ihtiyaç vardır.
Sanal Gerçeklik
Değişen dünya ile hayata dair gerçeklerin değişip değişmediği uzun zamandır felsefecilerin tartışma konuları arasında. Simülasyon kuramının kurucularından Jean Baudrillard, çağdaş toplum için "Kitleler ideolojik olsun, olmasın; imgeleri, anlamlarını kullanmadan tüketebilirler. (...) Anlamın bu biçimde reddedilişi, kitleler için mümkün olan tek dirençtir" ifadelerini kullanır.
Elbette felsefeye derinlemesine dalmaya gerek yok ancak gerçeklik algımızın ne kadar değiştiğini, önce televizyon daha sonrasında internet ile ortaya çıkan simülasyonun futbolu takip eden topluluğu ne derecede etkilediğini anlamak ve gerçekle bağımızı yeniden kurmak için bu alıntı gerekli. Artık sosyal medyada koordinasyon merdivenini hızla adımladıktan sonra engellerin arasından geçen, üstünden atlayan ve son olarak antrenöründen aldığı pası kaleye vuran çocuklar; ya da teknoloji firmalarının ürettiği farklı simülasyonlarda aldığı pasları hedefe gönderen oyuncuların diğerlerinden daha gelişkin olacağı fikrinin peşine düşüldü ve gerçekte neler olduğu pek anlaşılamıyor. İmgeler, anlamlarından ve ifade ettiklerinden bağımsız, sadece tüketilir hale gelmiş görünüyor. Yetiştiricilik meselesi açıldığında birtakım teknolojik aletlerden bahsetmek ya da antrenör eğitimine odaklanmak gibi konunun gerçeğinin uzağında kalan tartışmalar daha büyük alan kaplıyor.
Dünyaya Dönüş
Son otuz yılda özellikle Avrupa'da yeniden tanımlanan futbol metodolojisinin temelinde yukarıda anlatılanlardan farklı bir yaklaşım söz konusu değil; değişen topluma uyum sağlayan bir yapının benimsendiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Nüfusu artan büyük şehirlerdeki mahallelerde güvenli oyun alanları azaldı, sokaklarda araç sayısı arttı. Kadınların çalışma hayatına katılımının artışı, çocukların uzayan okul saatleri gibi konuların etrafında şekillenen toplum yapısına bağlı olarak, futbola başlama yaşını ilk oyun çağına kadar düşürmeyi uygun gören bir anlayış tüm Avrupa'da karşılık gördü. Artık çocuklar çok küçük yaşlarda futbol okullarında, motor becerilerine yardımcı olabilecek ve yaşlarına uygun, oyun içerikli basit antrenmanlarla futbola adım atıyorlar. Çok daha erken yaşlarda kurallı oyunlar oynamaya ve antrenmanlar yapmaya başlıyorlar. Ancak ana amaçta bir şaşma yok: Oyunu oynamak ve oyundan keyif almak.
1995 yılında yayımlanan Resmî Gazete kararı ile Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni kabul ettiğini duyuran Türkiye, ilgili sözleşmenin "Çocuk oyun hakkının ülke politikalarına, programlarına ve hizmetlerine uygun bir şekilde korunması ve geliştirilmesi" şeklinde ifade edilen 31. maddesini taahhüt altına aldı. Ancak bunun ne kadar uygulanabildiği, Türkiye'nin politikalarının çocukları ne kadar gözettiği, kamuoyunun pek de önemsemediği konular arasında yer alıyor.
Futbolcu yetiştirmenin ilk adımı çocukların oyuna katılımıysa, ön şartı çocukların oynayabileceği alanlara ve zamana sahip olmalarıdır. Türkiye'deki her on çocuktan altısı günde bir saatten daha az sokakta oyun oynarken, 10. sınıf öğrencilerinin yüzde 34,8'i sokakta, bahçede ya da parkta hiç oyun oynamadığını ifade ediyor. (TEMA Vakfı – İstanbul'da Çocuk ve Doğa İlişkisi Araştırması.) Futbol akademilerine kadar yükselmeyi başaran sınırlı sayıda futbolcu adayının, büyük şehirlerde okul-futbol birlikteliğini götüremediği de dikkate alınırsa, çocukların futbolcu olmaya çalışırken eğitimlerinden de olduğu, bu sağlıksız yapıda erken yaşlarda ileride ağır sonuçları olabilecek kararlar vermek zorunda kaldıkları gözleniyor.
Genellikle dar gelirli ailelerin çocuklarının tercih ettiği bir spor dalı olan futbol, Türkiye'deki yoksulluk sınırı da gözetildiğinde, asgari 10-12 senelik bir süreyi çok zor koşullardan geçerek bir sonuca vardırmaya çalışıyor. Pek çokları için hayal kırıklığı yaratan bu sistemde, futbol kamuoyunun odak noktasının çocuklar değil de antrenörler, transferler, sanal gerçeklikler olması, gerçek dünyadan ne kadar uzaklaştığımızı ortaya koyuyor.
Türkiye'de yetiştiriciliğin sırrı, çok uzun süredir evlerin içinde, televizyonun ya da bilgisayar ekranının karşısında oturuyor. Çocukların yeniden oyuna katılımını sağlamak, çözmemiz gereken problemlerin en önemlisi gibi görünüyor.