Herkesin Rudi'si

10 dk

Rudi Völler'in kariyeri kupalarla, başarılarla ve gollerle dolu. Ama o, daha çok 1990 Dünya Kupası'ndaki Rijkaard tükürüğüyle hatırlanıyor. Alman efsane, Socrates'e konuştu.

Bayer Leverkusen sportif direktörlüğü yapan Rudi Völler, 1990'lar futbolunun unutulmaz golcülerinden. Socrates Almanya'dan Felix Seidel de Völler ile eski defterleri açtı. Ve evet, Frank Rijkaard olayını da konuştular.

Tek bir Rudi var..

Dur bir dakika, kaç yaşındasınız?

36 yaşındayım.

Ne zaman sizin yaşınızdakilerle konuşsam konu geçmişten açılıyor; Klinsmann, Matthaeus, Brehme ve Völler gibi isimlerden bahsediliyor. Geçtiğimiz mayıs ayında, Romalı yöneticiler Liverpool'u ağırladıkları Şampiyonlar Ligi yarı finaline çağırmışlardı. Otoparktan stada adımımı attığım gibi 30-40 yaş arası birçok kişi "Rudi seni bu statta izlemek ne güzeldi" diye bağırıyordu.

O hâlde tek bir Rudi...

Biliyorum ne diyeceğini. Tek Bir Rudi Völler Var diyeceksin.

Ki La Rocca'nın o şarkısı da 2002'de çok revaçtaydı...

Bana özel olması tabii ki hoş. 2002 sonrası bu işin iyice suyu çıkmıştı. Nereye girsem herkes duysun ve söylesin diye o şarkı açılıyordu. Ben de yasak koymaya karar verdim. Çağıranlara "Bir şartla; o şarkıyı rahat bırakacaksın" diyordum.

Normalde neler dinlersiniz?

Ben 1960'lı, 70'li yılların, savaş sonrası Hanau'sunun peyzajını, günlük hayatını derinden etkileyen Amerikan kışlalarının çocuğuyum. Amerikan müziği, soul beni etkilemiştir. The Temptations ile büyüdüm. 20 ila 30 yaşları arasında beş çocuğum var. Sorsanız hiçbiri bu grubu bilmez. Ne zaman arabada The Temptations açsam bağıra çağıra karşı gelirler. Yine de arabada çalınacaklara ben karar veririm.

Soul benden bir parça gibi. Sırf soul değil; genel olarak 1970'lerin, 80'lerin rock ve pop parçalarını keyifle dinlerim. Bizim futbolcuların dinlediği tırt parçaları kastetmiyorum (Gülüyor). Hip-hop, rap... Hiçbiri bana göre değil.

Adına seneler öncesinde şarkı yazılan ve bunun günümüz çocuklarına kadar ulaştığını gören birinin kendisini bir efsane olarak görmesi sizce daha mı mümkün?

Efsane... Bence efsane ağır bir kelime. Azıcık futbol oynamış olmak beni efsane sıfatına taşır mı? Kulağa bir tık fazla geldi. Bence insan bir şekilde yaşı gereği zaten efsaneleşiyor.

Sizce kim gerçek bir efsane?

Tüm zamanların en büyük ismi olmuş biri, yani Muhammed Ali. Bana her zaman babamı hatırlatır. Baba-oğul ilişkim Ali'nin dövüşleri sayesinde şekillendi. 70'li yılların başında babam annemin tüm karşı gelmelerine ve ertesi gün okulum olmasına rağmen Muhammed Ali'yi birlikte izlemek için geceleri beni uyandırırdı.

Sizce bu tarz hayatta yer eden anılar günümüzde kaldı mı?

O başka bir çağdı. Şu anda ismini bile bilmediğim boksörlerin dövüşünü izlemek için gece kalktığımı düşünemiyorum. Eskiden Ali'ye veya Gerd Müller'e imrenirdik. Müller de benim için gerçek efsanedir. Almanya'yla 1974 Dünya Kupası'nı aldığında henüz 14 yaşındaydım. Kupa biter bitmez futbol sahasına akın etmiştik çünkü Müller olmak istiyorduk. Bayern Münih'tekilerin kulübün yükselişinde Müller'in ne kadar önemli bir yeri olduğunu hâlâ anlatması boşuna değil.

2000-2004 arasında Almanya Milli Takımı'nın başındaydınız. 1990'da oyuncu olarak tepesinde yer aldığınız podyuma 2002'de dünya ikincisi bir antrenör olarak çıktınız. Lig şampiyonluğu gibi kariyerinizde eksik olan şeyler var mı?

Dediğiniz gibi, bir Bundesliga şampiyonluğu kısmet olmadı (Gülüyor). Onun yerine Dünya Kupası ve 1993'te Marsilya ile kazanmış olduğum Şampiyonlar Ligi gibi çok değerli iki zafer tattım. Bu ikisini hiçbir şeye değişmem. Bence Bundesliga'yı kazanmak hangi takımda olduğunuza bağlı. Şimdi Bayern'le beş senelik sözleşmeniz varsa bunun en az dördünde Bundesliga şampiyonusunuz. Bence Bayern'in 80'li, 90'lı yıllarda elde ettiği şampiyonluklar daha değerli. O zamanlarda rekabet daha fazlaydı ve kulüpler maddi anlamda yakın seviyedeydi. Şu anda Bayern ligin kalanına göre öyle farklı bir noktada ki... Yine de haset etmeden şapka çıkartmamız gereken bir şeyi başarıyorlar.

Nedir o?

Onca paraya rağmen gerçekten az hata yapmak... İngiltere örneğinde olduğu gibi çok büyük paralar akıtıp daha fazla hata yapan kulüpler var. Ama Bayern takım yapısına uygun oyuncu getirme konusunda iyi.

Hangi anıyı kariyerinizden silip atmayı tercih ederdiniz? Frank Rijkaard'ın tükürmesini mi, Waldemar Hartmann'a yaptığınız Weissbier konuşmasını mı?*

Cevap vermeden önce bir konuya açıklık getirebilir miyim? Üçü oyunculuğumda, biri antrenörlüğümde olmak üzere Almanya'yla dört Dünya Kupası'na katıldım. Üç kez finale çıktım. Yılın futbolcusu ve gol kralı seçildim. Gelgelelim ne zaman Almanca konuşulan bir yere gitsem, insanlar ilk iş Waldemar konusunu açıyor.

Televizyon tarihinin efsane anlarından biri olduğunu eklemek lazım...

Bu anıyla barışığım. Düşününce daha zor durumlar var. Mesela kızım beş sene önce Yunanistan tatilinde maalesef çok sevimli Avustralyalı bir çocuğa gönlünü kaptırdı ve artık Melbourne'de yaşıyor. Bu yüzden eşimle en az senede bir Avustralya'ya gideriz. Buradan da konuyu Rijkaard'a bağlayacağım artık. İki sene önce kızımı ziyaret ettik. Boş vaktimizde şehre indik. Taksiye binmemizin üzerinden yarım dakika geçmeden şoför İngilizce konuşmaya başladı: "1990'da Rijkaard'la ne olmuştu? Aranız iyi mi artık?" Demek istediğim; bu hikâye koca bir jenerasyonun aklına kazanmış. Bir yere gittiğimde finaldeki pozisyon penaltı mıydı, faul var mıydı gibi konular konuşulmuyor. Herkes hâlâ Rijkaard olayını konuşuyor. Galiba bu, hayatım boyunca peşimi bırakmayacak.

Maçı düşündükçe sinirleniyor musunuz?

Rijkaard'ın yaptığı tabii ki hoş değildi ama bu konuyu çabucak halledebilsek iyi olurdu. Sonradan barıştık zaten. Beni asıl sinirlendiren şey, hakem Juan Carlos Loustau'nun beni sahadan atmasıydı. Kendisi hayatta değil ve bu hikâye onunla birlikte tarihe gömüldü. Hâlâ o kırmızı kartı anlamaya çalıştığımda aklıma gelen tek mantıklı şey, hakemin maçın nasıl bir nefretle yüklü olduğunu görüp "Şu ikisini atayım da ortalık sakinleşsin" düşüncesiyle hareket etmesi. Hakikaten sakinleşmişti ortalık fakat ben de bitmiştim. Dünya başıma yıkıldı. Dünya Kupası son 16 turunda sahadan atılmak Rijkaard'ın üstüme tükürmesinden çok daha kötüydü.

Almanya gibi köklü forvet geleneği olan bir futbol ülkesinin günümüzde bu alanda eksiklik yaşamasının sebebi sizce nedir?

Dünya çapında bir eksiklik söz konusu. Lakin benim de Karl-Heinz Riedle veya Jürgen Klinsmann gibi klasik santrforlardan olmadığımı hatırlatmakta fayda var. İlk zamanlarımda Kickers Offenbach ve 1860 Münih'te oynarken sol açıkta başlamıştım. Sonradan bu pozisyon kalktı çünkü oyun iki forvetli sisteme evrilmeye başladı. Bu sisteme de alışmıştım fakat kanattan gelip golü başlatmak ayrı bir keyif veriyordu.

Buna rağmen bireysel olarak sayısız gole imza attınız.

Gol konusunda başarılıydım. Bizim jenerasyonda oyuncu tipleri daha farklıydı. Her ne kadar günümüzdeki santrforsuz oyun stilinin bana yarayacağını düşünsem de ileride her pozisyonu üstlenen bir konumda da olabilirdim.

Klasik forvet çağının bittiğini söyleyebilir miyiz?

Öyle veya böyle gelecekte de klasik forvetlerin var olacağına eminim. Genel olarak oyun değişti. Artık güçlü ve tempolu top süren, aşırı hızlı tipler golü buluyor. Messi, Ronaldo, Reus ve Brandt gibileri... Modern futbolun sırrı topu en çabuk şekilde alıp götürebilmek. Bu yüzden Mario Gomez ve Sandro Wagner gibi klasik forvetler bu sistemde acı çekiyor.

Oyuncuların bir kulüple özdeşleşmesini futbolun büyüsünün önemli bir parçası olarak mı görüyorsunuz?

Oyuncu kulübü için bir şey yapacaksa kuru kuruya harekete geçmemeli. Yani bir yerle özdeşleşmiş olmak tek başına yeterli değil. Sporcu başka görevler için de potansiyelini ortaya koymalı ve en önemlisi bunu istemeli. Bu tarz konularda dönüp kendime bakıyorum. 59 yaşındayım ve birkaç sene daha Bayer Leverkusen'de devam etmek isterim. Fakat hayatımın sonuna dek bu görevi üstlenemem. Yavaştan bir halef arayışına girme vakti geliyor.

1996'da kariyeriniz bitince Leverkusen sportif direktörü olmuştunuz...

Başlangıç için ideal bir ortamdı. Dört sene sonra biraz daha fazlası için hazır olduğumu düşünürken kendimi bir anda milli takımın başında buldum (Gülüyor).

Tüm Almanya'nın sevgili Rudi'si olurken, oyuncuların gözünde saygı duyulan, sözü geçen biri olmak zor mu?

Bendeki isim sende olsa, sen de tüm dünyanın Rudi'si olurdun. Buna alıştım. Kulüpte yaşı bir nebze büyük oyuncular senli benli konuşuyor. Yaşı küçükler yine "siz" diye hitap ediyor. Aslında niyetim onlarla kanka seviyesine gelmek. Fakat beni tanıyanlar farklı bir yönüm olduğunu biliyor. Gerek duyarsam sert davranırım.

WhatsApp kullanıyor musunuz?

Çocuklarım veya oyuncular kadar olmasa da kullanıyorum. Bazen o kadar çok mesaj geliyor ki kafa sallamakla yetiniyorum. SMS veya mail yazmam da gerekiyor tabii ki; işimin bir parçası. Fakat yüz yüze konuşmayı yeğlerim.

1990 Dünya Kupası'nda 24 takım mücadele etti. Bu sayı şimdi 32 iken 2026'dan itibaren 48'e çıkacak. Sizce futbol sınırsızca tüketilebilir bir şey mi?

Zaten son 30 senedir çarkların gereğinden fazla döndüğünü düşünenler var. Bir şey demek zor... On sene önce, gelecekte video hakeminin ve gol çizgisi teknolojisinin olacağını söyleseler kimse inanmazdı. Yine de bu yeniliklerin hiçbiri, geri pas kuralının yarattığı devrimi yaratamaz.

Bunu biraz açar mısınız?

Kariyeri boyunca boş yere kaleye gitmesi gerekmiş forvetlerden biriyim. Kaleciler bekler, tam geldiğimde topu ellerine alırdı. Rakip kaleciye kim bilir kaç kere dalmak istemişimdir veya kaç kilometre boşu boşuna koşmuşumdur, siz düşünün. Geri pas kuralı hem heyecanı artırdı hem de vuruş kabiliyeti olan bir kaleci neslinin oluşmasını sağladı. Bu sayede Neuer, Leno, Ter Stegen ve Trapp gibi kaleciler çıktı. Geri pas kuralı futbol için mucizevi bir şey.

*Völler'in televizyoncu Waldemar Hartmann'a söylediği "Programdan önce üç şişe buğday birası götürsem, ben de böyle rahat konuşabilirdim" cümlesi ünlü olmuş, Hartmann'ın bir bira markasının yüzü olmasına kadar giden süreci başlatmıştı.

Çeviri: Göksu Bulut

Socrates Dergi