Heveskâr

11 dk

Julian Nagelsmann, Hoffenheim'ın başına geçtiğinde çok gençti ama ne yapmak istediğini çok iyi biliyordu. Şimdilerde RB Leipzig ile büyük hedeflerin peşinden koşan antrenör, Socrates'e konuştu.

28 yaşında başlayan antrenörlük kariyeri Julian Nagelsmann'ı yeni nesil teknik direktörlerin poster yüzü yaptı. Hakkında konuşanlar 'dâhi' sıfatını kullanmaktan imtina etmiyor, antrenman tekniklerinden taktiksel hamlelere kadar birçok farklı alanda attığı adımlar her geçen gün dikkatle takip ediliyor. Hoffenheim'da başladığı teknik direktörlük kariyerini RB Leipzig'de başarılı şekilde sürdüren Nagelsmann ise bu övgülerden başı dönen bir isim değil. İlk günkü gibi ayakları yere basıyor ve kendini öne çıkarmadan işini yapmaya devam ediyor. Socrates Almanya'dan Alexis Menuge, genç teknik adamın kapısını çaldı.

Socrates Almanya'nın ilk sayısı için 2016'da konuştuğumuzda, o zamanlar Bundesliga'nın çiçeği burnunda bir antrenörü olarak futbolun büyüsünün asla kaybolmayacağından bahsetmiştiniz. Şimdiyse üç buçuk senedir piyasanın içindesiniz. Hâlâ aynı şeyi söyleyebilir misiniz?

Kesinlikle söyleyebilirim. Bu işle geçen her bir günden inanılmaz büyük keyif alıyorum ve umarım bu büyü hiç bitmez. Bir iş olarak futbol, beraberinde çok fazla şey veriyor. Yine de 70 yaşına kadar antrenörlük yapmak gibi bir hedefim yok. Normal şartlarda bir antrenör bu işe 40 yaşında başlar, bir 30 sene kadar devam eder ve 70'i görür. Bense başladığımda 20 yaşındaydım, yani 30 sene çalışsam 50 olacağım. Bu oldukça yorucu, stresli ve titizlik gerektiren bir iş; fakat hayatım boyunca antrenörlük yapmayacak olmamın asıl sebebi hayatta beni heyecanlandıran çok fazla şey olması.

Mesela neler?

Büyük bir spor tutkunuyumdur. Suya girmeyi, dağa çıkmayı severim. Bir antrenör olarak size kalan süre az oluyor ki aynısı yaz dönemleri için de geçerli çünkü sürekli transfer işleriyle uğraşıyorsunuz. Ailenize ayıracak pek zamanınız da kalmıyor. Gerçekten kafa dinleyebildiğiniz bir aralık yok. Baktığınızda, 60 yaşında da dağ bisikleti sürebilirsiniz ama bu, 45 yaşındakinden daha zorlayıcı olur. Tabii tüm bu planlamaları yapabilmek için öncelikle belli başlı finansal koşulların da sağlanmış olması gerekir.

Gelgelelim sonrasında da sakin bir hayat sürdüreceğimi düşünmüyorum. Evde pinekleyen ve daha da fazla bir şey yapmayan biri gerçekten değilim. Her ne kadar futbol benim için bir tutku olsa da bir gün 14 yaşından beri ait olduğum bu döngüden çıkmak isterim.

Başlarda bu döngüyü antrenör olmak gibi bir hedefe bağlamıyordunuz.

Öncelikli hedefim profesyonel futbolcu olmaktı; ancak çeşitli sakatlıklar yüzünden bu bir noktadan sonra mümkün olmadı. Sonrasında asıl istediğim antrenör olmak değil, başka bir meslek dalına yönelmekti. İşin antrenörlük tarafına geçmemse daha çok tesadüfi bir şekilde gerçekleşti. Bu işin bana keyif vermeye başladığı ilk zamanlarda altyapıdaydım. Tam anlamıyla işin içine girdiğim, beraberinde bir üniversiteye veya okula gitmeden sadece buna odaklanabildiğim noktada kişiliğimin bu işe ne kadar uygun olduğunu hemen anladım.

"Futboldan sonra sakin bir hayat sürdüreceğimi düşünmüyorum. Evde pinekleyen ve daha da fazla bir şey yapmayan biri gerçekten değilim."

"Futboldan sonra sakin bir hayat sürdüreceğimi düşünmüyorum. Evde pinekleyen ve daha da fazla bir şey yapmayan biri gerçekten değilim."

O dönemde sizi neler etkiledi ve tarzınız nasıl şekillendi?

Pep Guardiola'nın Barcelona'sından etkilenmiştim. O zamanlar işe yeni başlamış, genç bir antrenördüm. Onu izlemek ve analiz etmek benim için her zaman ilginçti. Barcelona'da ve sonradan Bayern Münih'te de oynattığı; gegenpressing'den ve önde basmalarına rağmen topa sahip olabilmelerinden geçen o aşırı baskın oyun tarzını böylesine mükemmel bir şekilde görmek gerçekten zor.

Buna Ralf Rangnick'in Hoffenheim'ı gibi kendimle özdeşleştirebildiğim belli başlı oyun tarzları ve kişisel tecrübeler de eklendi. Gönülden inandığım şeyse yaptığım işten zevk almak. Bu yüzden aşılamaya çalıştığım futbol tarzı aynı zamanda bana zevk veren bir şey olmalı yoksa onu öğretmeye hevesim olmaz.

Başka bir ilham kaynağınız oldu mu?

Thomas Tuchel'den ve futbola bakış açısından ilham aldım. Tuchel'le Augsburg'da çalışmıştım; bir yandan da insanı yoran, çok talepkâr bir antrenördü.

Antrenörlük sizin için bir tür tutku mu?

Öyle olmak zorunda, çünkü bu çok zaman alan bir iş. Çok güzel anlar barındırdığı gibi o kadar güzel olmayan anlar da yaşatabiliyor. Ne olursa olsun işini iyi yapmak isteyen her insan gibi bunda da hevesli olmak gerekir. Bu durum bende de farklı değil.

Futbol felsefenizi nasıl tanımlarsınız?

Topa sahip olarak tempo değişiklikleriyle oyunu kontrol etme ve ikili mücadeleye girmeden top çalma şeklinde açıklayabilirim.

"Pep Guardiola'nın Barcelona'sından etkilenmiştim. O zamanlar işe yeni başlamış, genç bir antrenördüm."

"Pep Guardiola'nın Barcelona'sından etkilenmiştim. O zamanlar işe yeni başlamış, genç bir antrenördüm."

Tüm bunlardan bir oyun planı doğuyor. Günlük çalışmalarınızda bu oyun planının nasıl bir rolü var?

Oyun planı, sürekli maça göre şekillenmesi gereken bir şey olduğu için eskiye göre anlamını biraz yitirmiş durumda. Mesela üç sene öncesine kadar rakibe göre plan yapıp maç boyunca bunu uygulayabiliyordunuz. Şimdiyse bir hazırlık yaptığınızda bu daha çok rakibin iyi bir portresini çizmeye ve oyunculara oyunun ideal gidişatıyla ilgili tavsiyeler vermeye yarıyor. Yüzde yüz geçerli bir oyun planından bahsetmek mümkün değil. Farklı sistemlere ve değişik senaryolara sürekli hazırlıklı olmalısınız. O zaman elinizdeki oyun planı, ilk hatta sayıca üstünlük sağlamak gibi daha genel bir şey oluyor.

Sizce maç esnasında yapılan sistem değişiklikleri veya düzenlemeler ne kadar anlamlı?

Sahanın her bir bölgesi için verilen direktifler, istediğimiz toplu oyunla birebir örtüşüyor. Aynısı savunma için de geçerli. Sistemde bu tarz değişiklikler yapmak oyuna biraz daha etkili bir şekilde el koymanıza ve daha rahat bir şekilde rakibe sayıca üstünlük sağlayabilmek için pres yollarını kısaltmaya yarıyor. Bu yüzden oyun düzenini ve rakamları biraz kurcalıyorsunuz ki o da çoğunlukla olduğundan daha yüksek bir yerde seyrediyor. Mesele her seferinde birebir aynı topu oynarmışçasına, kurduğunuz geometrik düzeni kendi felsefenize göre futbol sahasına en iyi şekilde oturtabilmek.

Günlük temponuzda yaratıcı kalmayı ve oyuncularınızın bıkmamasını sağlamayı nasıl başarıyorsunuz?

Öyle veya böyle belli başlı şeyler kendilerini sürekli tekrar ediyor. Temelde bunun çok da kafaya takılacak bir şey olduğunu düşünmüyorum çünkü antrenmanlarımızı iyi planlıyoruz. Hafta boyunca hangi maddelerin üzerinde durmamız gerektiğinin ve hafta biterken kendimizi ne noktada görmek istediğimizin bilincindeyiz.

Bize bir antrenman planından bahseder misiniz?

Üçüncü bölgede elde edilen şansları gole çevirmeyi hedefleyen bir oyun var. Bu hedefe merkezden veya kanatlardan, bire bir, ikiye bir, üçe iki mücadele ve benzeri birçok farklı yoldan ulaşabilirsiniz. Bu bağlamda yapılabilecek bin türlü çalışma var. Önemli olan, antrenör olarak oyunun kurallarını, oyun alanını veya oyuncu sayısını azıcık değiştirerek bu egzersizi sabır zorlayacak bir kıvama getirebilmek ki günün sonunda gerçekten üzerine gitmek istediğiniz konular öne çıkabilsin. Yine de benim için tek bir modelle her şeyi çalışabilmiş olmak çok önemli çünkü maçta başınıza her an her şey gelebilir.

Oyuncuya aşırı yüklenmekten kaçınmak veya onu gereğinden fazla zorlamamak için kontrollü davranmak sizi ne kadar zorluyor?

Normal bir maç haftasındaysak, yani o hafta bir Şampiyonlar Ligi veya kupa maçı oynamıyorsak, antrenmanlarda asıl ağırlık vermek istediğimiz noktalara pek de girmiyoruz. Bu antrenmanları, ayak tenisi gibi oyunlarla rahat geçirebilecekleri ve rejenere olabilecekleri şekilde planlıyoruz. Antrenmanın fiziksel yükünün taktiksel çalışmalarla uyumlu olması gerekiyor. İkisi de ağır olursa bu durum yapının dağılmasına sebep olur. Fiziksel yoğunluğu fazla olmadığında antrenmanın taktiksel içeriği daha geniş ve buna bağlı olarak daha karmaşık olabiliyor. Dört dakika boyunca dörde dört oynayabilirsiniz ama bunun içine on farklı kural sıkıştıramazsınız çünkü oyuncular zaten fiziksel olarak sınıra ulaşmış olurlar.

"Kendinizi oyuncularınızın yerine koyma yetisine sahip olmalısınız yoksa bu dünyaya ayak uydurmanız zorlaşır."

"Kendinizi oyuncularınızın yerine koyma yetisine sahip olmalısınız yoksa bu dünyaya ayak uydurmanız zorlaşır."

Video analizleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bana kalırsa bunlar özellikle maç sonrası görüşmelerin vazgeçilmezi çünkü oyuncular, son düdük çaldığı gibi nelerin iyi, nelerin kötü işlediğini görme fırsatı buluyor. Oyuncuların gerçekten bir şey öğrenebildikleri tek zaman dilimi bu. Maçtan sonra bu geri dönüşleri yapmak bir antrenörün en önemli görevi çünkü oyuncunun kendisinin de görebildiği ve hâlâ odağında olan detaylara girebiliyorsunuz. Art arda Bundesliga ve Şampiyonlar Ligi maçları oynadığınız yoğun dönemlerde bunu sıkça ama verimli bir şekilde, daha az pozisyon göstererek uygulamaya çalışmak gerekiyor.

Oyuncularınızın taktiksel konulardaki fikirlerine ne kadar açıksınız?

Sürekli fikir alışverişinde bulunmak önemli. Bunun en iyi örneğini bu sezon Bayern Münih'le oynadığımız maçın devre arasında görmüştük. Hayal kırıklığıyla geçen bir ilk 45 dakika sonrası bir reaksiyon gösterebilmek için bir şeyleri değiştirmemiz gerekiyordu. Oyuncular genel olarak meraklıdır ve alan paylaşımı gibi sisteme dair konular hakkında sorular sorarak kendilerini geliştirmek ister.

Takımınızın 2020'ye ne kadar hazır olduğunu düşünüyorsunuz?

Çok iyi bir yoldayız. Çocuklar kendilerini anlama konusunda iyiler. Bu sayede Benfica veya Zenit St. Petersburg karşısında olduğu gibi kıran kırana mücadelelerde galip gelmeyi başarıyorlar ve bu bizi ileri götürüyor. İçlerindeki bu inançla azimli çalışmanın birleşimi bize bu sezon başarılı olmak için iyi bir fırsat sunuyor.

Augsburg'da oynayan Daniel Baier, Socrates Almanya'ya verdiği bir röportajda günümüz oyuncularının kendi çıkarlarına ve kendilerini pazarlamaya fazlasıyla odaklandıklarını belirtmişti. Siz bir antrenör olarak bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Her şeyden önce bir antrenörün yüksek sosyal beceriye sahip olması, genç oyuncuların nasıl davrandığını, onlarda işlerin nasıl yürüdüğünü iyi anlaması gerekir. Günümüzde kendiniz üzerinden bir marka yaratabilmek için on sene öncesine göre daha elverişli bir ortam var. Buna sosyal medya ve moda markaları da dahil. Asla olumsuz bir şey olarak değerlendirmek istemediğim hatta toplumdaki gelişmelerin de bir sonucu olarak gördüğüm bu yenilikleri ve oyuncuların bu gibi ihtiyaçlarını, sahada sergilemeleri gereken performansla uyumlu bir hâle getirmek gerekiyor.

Antrenör olarak kendinizi oyuncuların yerine koyabilme yetisine sahip olmanız gerek yoksa bu dünyaya ayak uydurmanız zorlaşır. Oyuncular hep öncelikle kendini düşünür ki bu gayet insani bir şey. Doğru bir anlatım yoluyla oyuncuları kendilerini geliştirebileceklerine ikna etmeye çalışabilirsiniz.

Çeviri: Göksu Bulut

Socrates Dergi